“Bir çocuğun yetişkinlerin dünyasından kaçıp, her açıdan güçlü olduğu bir yere gitmesi fikri bana çok çekici geldi.” – J. K. Rowling (Harry Potter ve Felsefe Taşı; kapak içi yazısı)
Böyle bir şeye neden ihtiyacımız vardı?
Kitaplar, sinema ve internet mecraları bu boşluğu nasıl doldurdu?
Edebî olarak daha üst düzey eserler varken neden Harry Potter serisi?
Hepsi Kelid Aynası’nda saklı.
1997’deki ilk basılışının üzerinden 19 yıl,
1999’da Dost Kitabevi tarafından ülkemizde ilk basılışından 17 yıl,
2001’deki ilk YKY baskısının üzerinden 15 yıl,
2007’de kitap serisinin noktalanışının üzerinden 9 yıl,
2011’de son filmin gösterime girmesinin üzerinden ise 5 yıl geçti.
Ne çabuk! Oysa her şey daha dün gibi.
Karakterlerin hikaye tamamlandıktan 19 yıl sonra hangi noktada olduklarını son kitaptan biliyoruz. Peki seri ilk adını duyurduğundan beri geçen 19 yılda bizim hayatımızda neler değişti?
Bu soruyu herkes kendisi cevaplayabilir sanırım. Anıları yâd etme kısmını mümkün olduğunca kısa tutmaya çalışacağım fakat göstermek istediğim noktaya vardığınızda bundan biraz bahsetmenin gerekli olduğunu siz de göreceksiniz.
Orada olduklarını şimdi neredeyse unutmuşsunuzdur bile belki, çoğu da hayatımızdan çıkalı uzun bir zaman oldu zaten; ama serinin ilk baskılarını elinizde bulundurduysanız eğer, o zamanlar kitabın son sayfalarındaki ilgili internet sitelerini görmüş ve herhalde en azından girip bir göz atmışsınızdır.
Kitabı kapattıktan sonra bu internet siteleri, o zamanlar bir Muggle için belki de Hogwarts’a en çok benzeyen yerlerdi. Benzer sebeplerle ülkenin dört bir yanından kaçıp gelmiş, konuşmaya hevesli insanlarla ağzına kadar dolup taşan yerler. Halen böyle bir siteye baktığınıza göre etkisi epey uzun sürmüş olmalı. Kendileri epeydir yoklar, ama hatıraları hala çok canlı değil mi?
Bu sitelerde o zamanlar bile neredeyse her yaş grubundan insan, sınırlarının genişliğini henüz bugünkü kadar bilmediğimiz Büyücülük Dünyası hakkında yorumlar yapıyor, teoriler üretiyor, yazıp-çiziyordu. Hep birlikte internet forumlarının doğduğu, olgunlaştığı ve ağırlığını başka mecralara bırakarak internet dünyasından yavaşça çekildiği ilginç bir döneme şahitlik ettik. Seri, gerek neredeyse bütün ayrıksı kişilikleri içinde barındıran kitaplarıyla, gerek tanışmamıza vesile olduğu harika insanların arkadaşlığıyla, kimilerimizin en zor zamanlarında sığınacağı, en mutlu anlarında sevincini paylaşacağı dünyayı yarattı.
Forumların bitişinden sonra herkes yoluna kendi başına devam ettiyse de, eski topluluk günleri her zaman özlendi ve insanların çoğu aslında birbirinden hiç kopmadı. Arkadaşlıklar çoktan gerçek hayata taşınmıştı. Yıllar boyu yeri geldi yeni çıkan kitap için YKY’nin önünde birlikte sıra beklendi, filme birlikte gidildi, kitabın kapağı kafelerde ilk defa birlikte açıldı, yeri geldi çeşitli şehirlerdeki insanlar buluşup fotoğraflarıyla diğerlerini kıskandırdı. Arkadaşlar için başka şehirlere yolculuk edildi. Baykuş Postasını andıran hediye paketleri gönderildi. O yıllarda, ülkenin ve dünyanın dört bir yanından insanlar arasında oluşacak güçlü bağların tohumları ekildi. Ki bu da serinin birçok noktasında arzulanan bir şeyi, aramıza korku ve şüphe tohumları ekmeye çalışanların istediği şeyin tam tersini, gerçek hayatta başardık demektir.
En bilinen adıyla HPFF.
Birçok kez isim değiştirerek 2002-2012 yılları arasında aktif olan site, en uzun süre yayında kalmış hayran sitelerinden birisidir.
Yine o zamanlar bile Harry Potter serisinin bir çocuk kitabı serisi mi yoksa yetişkinlere yönelik bir seri mi olduğu, hayranları tarafından o kadar çok tartışıldı ki, sonunda Rowling’in kendisi ortaya çıkıp seriyi bir çocuk kitapları serisi olarak tasarladığını, ancak süreç içinde serinin büyüklerin de okuyabildiği bir çocuk kitapları serisine dönüştüğünü açıklamak zorunda kaldı.
Topluluğa katılanların bir kısmı, baş karakteri çocuk olsa da serinin gayet yetişkinlere yönelik yazıldığını iddia eden yetişkinlerden, bir kısmı serinin çocuk kitabı olduğunu fakat kendisinin de seriyi zevkle okuduğunu öne süren yetişkinlerden, bir kısmı çocuk kitabı olduğunu kabul eden çocuklardan, bir kısmı ise yetişkinlere yönelik bir kitap olduğunu iddia eden, ergenlik çağındaki gençlerden oluşmaktaydı.
İçinde yaşadığımız dünyada bir şeyler yolunda değildi. Dünya değişiyordu. Büyürken bunu hissediyorduk. İnsanlarla konuşurken, TV izlerken. Haberleri dinlerken. Hiçbir zaman her şey yolunda değildir. Fakat bazen, işler ağırlığını dayanılamayacak ölçüde arttırdığında karanlık üzerlerine bir Ruh Emici gibi çöktüğünde, insanlar nefes almak için bir pencereye ihtiyaç duyarlar. Daha güzel bir manzaraya bakan bir pencereye.
“Başlangıçta her şey normaldi. J.R.R. Tolkien bir profesördü. 1937’de kendi çocukları için bir masal yazdı. Tüm iyi masallarda olduğu gibi bu masalda da cüceler, ejderhalar ve ejderhaların el koyduğu altınlar vardı. Bu noktadan sonra tipik 6.45 okurunu ilgilendiren şey oldu. 1968’de uzun saçlı insanların bir ellerinde Hesse, diğer ellerinde J.R.R. Tolkien kitaplarıyla dolaştıkları görülmedi. Çünkü bize kalırsa kesinlikle kitapları aynı ellerinde taşıyorlardı.”
J.R.R. Tolkien – Hobbit: Oradaydık ve Şimdi Buradayız
6.45 Yayınları, 2. Baskı, Ekim 1997 Arka Kapak Yazısı
Eleştirmenler, bu türü bazen “Kaçış Edebiyatı” olarak da adlandırırlar ki, gelen itirazlara rağmen bunun pek de haksız bir yakıştırma olduğu söylenemez. Yaratılan ütopik ya da mitolojik, içinde var olduğumuz evrene alternatif oluşturabilecek bir evren, kaçmak için okurların kafalarının içinde çok ideal bir imge dünyası yaratır. Meselenin özü “kaçışın” niteliğinde ortaya çıkıyor. Ne yüzünden kaçmak? Ne için kaçmak?
Özellikle The Lord of the Rings serisine büyük ilgi göstermiş olan 68 kuşağı ve Çiçek Çocuklar’ın içinde yaşadıkları döneme bakıldığında, bir süreliğine bu dünyadan uzaklaşmak istemeleri hiç de şaşırtıcı değil. Bu konu, Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği kitabının Önsözünde detaylıca incelenmiş olup, konuyla ilgili kısmın bir parçası aşağıda alıntıladığım gibidir:
“(…) Kaçış edebiyatı suçlaması ise yazarın umurunda bile değil. Kaçış sözcüğüne haksız yere olumsuz anlam yüklendiği görüşünde Tolkien: “Kendini hapiste bulan bir insan kalkıp evine gitmek istedi diye onu nasıl küçümseyebiliriz? Ya da, kaçamıyorsa bile duvarlar ve gardiyanlar dışında bir şeylerden söz etmesi suç mu? Mahkûm onu göremese de, dışarıdaki dünya hâlâ gerçektir.” Bir başka deyişle, hapisten kaçmakla kavgadan kaçmayı birbirine karıştırmamak gerek. Çünkü tıpkı Thoreau’nun inzivaya çekilmesi gibi, “Gerçek kaçış çoğu zaman iğrenme, öfke, itham ve isyanla el ele gider.” Her fantazi severin içten içe hissettiği gerçeği de en iyi Tolkien özetliyor: “Kaçış ihtimali en çok kimi telaşlandırır? Kimi olacak, gardiyanları!”
-Deniz Erksan, İstanbul 1991 (Deniz Erksan’ın bu yazısı ilk kez Metis Çeviri’nin 1991 Bahar tarihli 15. sayısında, “Çevrilmemiş Yapıtlara Önsözler” bölümünde yayınlanmıştı. Aynı yazıyı bu kez “Çevrilmiş Bir Yapıta Önsöz” olarak yayınlamaktan mutluluk duyuyoruz, -y.n.)”
Seriyi okumaya başlayanların o güne kadar alışageldikleri fantastik dünyadan biraz daha farklı bir dünya ile karşılaştıkları bir gerçek. Yetişkinler bu esere yöneldikten sonra kaçmadılar. Çünkü ellerine aldıkları şeyin çocuklara yönelik bir şey olduğunu kabul edenleri bile, konunun ele alınış biçiminin sadece çocuklara hitap etmediğinin farkındaydılar.
Bir fantastik eserin iyi kurulmuş dramatik yapısı okuru içine çekmeye yetebilecekken, Harry Potter serisi fazladan bir şey daha yapıyor ve macerasını içinde yaşadığımız gerçek ve modern dünyaya paralel olarak hemen yanı başımızda, hatta burnumuzun dibinde, bizden gizli sürdürüyor; üstelik bu yaşanan macera, içinden sihir çıkartıldığında insanlık tarihi boyunca verilmiş mücadele tiplerinden en güçlülerini yansıtıyordu:
Yani yazar tarihte en uzun süre anlatılabilecek konulardan bazılarını seçip onun üzerine inşa ediyordu hikayesini.
Eserin bu kadar geniş bir kesime hitap etmesinin en önemli nedenlerinden birisi budur. Harry ailesizdir, Ron yoksul. Hermione çirkin bulunan, inek, üstelik Muggle doğumlu. Neville sürekli zorbalığa maruz kalan, Luna garipsenerek uzak durulan, arkadaşsız. Ve hakları ellerinden alınmış, hapsedilmiş, yaşam alanları kısıtlamış farklı halklar, At Adamlar, Devler, Cincüceler, Ejderhalar…
Tüm memnuniyetsizler ve onların yöntemleri. Bakınca Snape’in Neville’den yöntem dışında pek bir farkı yoktur aslında. Tüm hikayeyi yaratan da budur. Snape güçlenmek, saygı görmek için korkulan biri olmaya çalışmayı seçer. Ezildikçe buna daha çok yönelir. Bir trajik karaktere dönüşür.
Voldemort basit bir manyak katil değildir. Harry Voldemort’un aile geçmişini, yetimhanede büyümesini, onun hikayesini öğrendikçe ona acır. Ama bütün yetimhanede büyüyen çocuklar da birer Voldemort değildir? Voldemort, sevmediği şeylerden kaçınmak için yaptığı seçimlerle yükselirken, aslında tam da en kaçındığı sonu hazırlar kendisi için.
Bu tür çıkarımlar yapabilmek için gereken bilgilerin yanında, bu bilgilere henüz sahip olmayan çocuklar ve gençler bile, çevrelerindeki dünyada buna benzer bazı olayların yaşandığını fark ediyor ya da bizzat mağduru oluyor ve gerçek dünyadan kaçarlarken bir yandan da gerçek dünyayla olan bağlarını hiç koparmıyorlardı aslında.
Okur, kaçma ihtiyacını karşılarken gittiği yerde yine benzer sorunlarla karşılaşıyor, ama bundan sıkılmıyor, çünkü elinde sihir gibi yeni bir hareket imkanı oluyordu. Sihir, bildiğimiz dünya içinde yeni bir hareket alanı açma göreviyle bulunuyordu. Hangimiz çok bunaldığımız bir gün elimizde bir asa olsa o an hangi büyüyü yapacağımızı hayal etmedik ya da işimizin daha kolay olacağını düşünmedik?
Ama eserin dünyasına baktığımızda, o asa hemen herkeste vardır.
Hatta Melez Prens‘in ilk bölümünün sonunda şuna benzer bir diyalog geçer: Muggle başbakanı tam Sihir Bakanı ve Fudge çıkmak üzereyken “Ama siz büyücüsünüz! İstediğiniz her şeyi halledebilirsiniz?” der. Fudge ise bunu buruk bir gülümsemeyle, “Mesele şu ki, Başbakan, karşı taraf da sihir kullanabiliyor…” diye yanıtlar.
Bu konuya birazdan yine döneceğiz.
Okur bu eser sayesinde içinde bulunduğu dünyadan kaçıyordu, ama kaçtığı yerde gördüğü tablo sayesinde geldiği yerde mücadeleye devam edebilmek için gerekli motivasyonu topluyordu sadece. Pencereden dışarıyı seyrederken, pencerenin kenarında sonsuza kadar oturmayı düşünmeyiz. Ama bazen manzaranın güzelliğine dalıp seyretmekten kopamayabiliriz de. Karanlık odaya geri dönmek istemeyebiliriz. Ama Harry Potter serisinin penceresinden görülen dünyanın bizimkinden ne farkı vardı ki?
Bildiğiniz gibi Harry Potter kitaplarında gelinen son nokta, tüm dinamikleriyle ırkçılığa ve faşizme karşı verilen gerçekçi bir mücadeledir. Daha bu noktaya gelinmeden bile eser, kara mizah taşıyan, ironilerle ve abartılarla dolu diliyle gerçekliğin trajikomik yanlarını ortaya çıkarıyor, gerçeği ele alış şekliyle onları alaya alıyor, bunun kaçı(nı)lacak bir şey olduğunu, sahiden kaçabilmek için ise ancak “değiştirilecek” bir şey olduğunu okura alımlatırken, bir yandan da bunu gerçekleştirebilmek için gerçeklerle bağı asla koparmamanın önemi bizzat Felsefe Taşı kitabında Albus Dumbledore tarafından vurgulanıyordu:
“Bu ayna yüreklerimizin derinliklerinde yatan tutkuları, istekleri gösterir bize. Aileni hiç bilmedin sen, onları görürsün. Kardeşleri tarafından ezilen Ronald Weasley, kendisini onlardan üstün görür. Ama bu ayna bizi bilgiye, doğruya götürmez. Gösterdiklerinin gerçek olmadığını bilmeyenler önünde eriyip gitmişlerdir ya da akıllarını kaçırmışlardır. Ayna yarın yeni bir binaya götürülecek, Harry, bir daha gidip bakma ona. Günün birinde karşına çıkarsa da hazırlıklı ol. Düşler dünyasına dalıp gerçek dünyayı, yaşamayı unutmak doğru değildir, unutma bunu.”
(Felsefe Taşı – 12. Bölüm: Kelid Aynası sf: 245)
Bu kısa alıntıdan bile görüldüğü gibi, eserdeki konu düzeyi, çocukları boğmadan yetişkinleri de eğlendirebilecek derinlikteki bir havuz gibidir. Sihir, çocuklar için tamamlayıcı bir güç iken, yetişkinler için ise yaratıcı anlatım biçimlerine fırsat veren, eğlencelik bir unsurdur. Her iki grup için de yeni hareket imkanları açar.
Ben bunu bir adım daha ileriye götürüyor ve kitabın kendisinin, hatta serinin, Kelid Aynası olduğunu söylemek istiyorum.
Kitabı pencere değil de bir ayna olarak görürsek, baktığımız şey yine bizim dünyamızdır. Orada sihir kuşanmış ve daha güçlü bir halde kendimizi görürüz. Eserin başına oturup gördüğümüz tabloya bakarak, “öyle olsa” neler yapacağımızı düşünerek, hayaller kurarak saatlerimizi, günlerimizi geçirebiliriz. “Öyle olmayan” dış dünyadan istediğimiz kadar kaçabiliriz.
Ama tıpkı Dumbledore’un dediği gibi bu bizi bir yerden bir yere götürmez. Aynı adaletsizlikler, bizim dünyamızın sihirli bir izdüşümü olan Büyücülük Dünyasında da vardır. Kitap serisi, tıpkı aynada görmemiz muhtemel olan şey gibi bizim daha güçlü olma isteğimizin bir dışavurumudur sadece. Kitaba bakınca kalbimizdeki arzuları görürüz, onları kolayca elde etmenin bir yolunu. Sihir sahibi olmak isteriz, daha iyi mücadele edebilmek için kendimizi o şekilde hayal ederiz. Ama kitapta aynı güç karşı tarafta da vardır. Eşitlerdir. İnsanlar birbirlerini sevmedikleri müddetçe, herkeste az çok olan sihir hiçbir işe yaramaz. Sıradan bir özelliktir. Sıradışı olan, insanları sevebilme kabiliyetidir. Sihirle çözülemeyecek anlaşmazlıklardan bir sürü vardır, fakat en baştan insanlar birbirlerine sevgi ve merhametle yaklaştığı takdirde çözülemeyecek anlaşmazlık yoktur.
Muggle dünyasında da kimsenin sihirli gücü yoktur, bu açıdan yine herkes eşittir ve aynı şartlar onlar için de geçerlidir. Bu yüzden, Dumbledore bize eğer gerçek dünyadan memnun değilsek, ondan sahiden kaçabilmek için sihirli hayallere dalıp gitmek yerine onu değiştirmemiz gerektiğini söyler. Bu sözleriyle, tıpkı Harry’nin Felsefe Taşı’nı aynadan alabilmesini sağlayan sihri gibi bir sihir daha yapar aynaya ve aynanın içinden bize seslenir: “Hayatın boyunca kendini güçsüz hissettin sen. Bu kitabı okurken kendini güçlü hayal edersin. Ama bu hayallere dalıp gerçek hayatı, yaşamayı unutmak doğru değildir. Kitabı kapattıktan sonra kıçını kaldır ve memnun olmadığın şeyler konusunda bir şeyler yap.”
Bu açıdan okunduğunda, kaçış edebiyatına getirdiği yorum sayesinde seri daha bir değer kazanıyor gözümde. Sihire ya da sihirsizliğe rağmen insan insandır ve adaletsizlik iki dünyada da vardır. Bu yüzden ikisinin birbirinden ayrı olması en iyisidir. Muggle dünyasında sihirli güç sahibi olarak adil olmayan bir üstünlük kurmak istemek, zaten kitapta mücadele edilen şeylerden biridir. Arzu edilen şey o dünyaya ait olmaksa eğer, en azından Büyü Dünyası bir ütopya ya da eski çağlar gibi ulaşamayacağımız bir mesafede değil, bir tülün ardı kadar yakındadır. Kelid Aynası ise, bir okurun beklenti ufkunu ona gösteren nesnedir sadece.
“Happiness can be found even in the darkest of times, if one only remembers to turn on the light.” Albus Dumbledore
Biraz da serinin yukarıda satır aralarında bahsettiğim modernizmine değinmek yerinde olur.
Yüzüklerin Efendisi gibi seriler, daha çok yapay mitoloji kapsamına girerlerken ve mitolojik unsurları mitolojik işlevleri ile kullanırlarken, bunlar Harry Potter serisinde modern roller yüklenmiş kültürel desenlerdir. Bu açıdan, seri mitolojiyi yeniden yorumlayarak hikayeye dahil etmiştir diyebiliriz. Bu durum oldukça yeni ve hoş bir şey sayılır. Günümüze uyarlanan mitolojik öğeler, Devler, Sfenks’ler, Centauro’lar, Syren’ler, Unicorn’lar, Ejderhalar, hikayede mücadele edilecek, kontrol altına alınacak doğanın bilinçsiz ya da yarı bilinçli, hayvansı parçaları olarak görülmekteler.
Tıpkı 6.45’ten yaptığım alıntıdaki gibi, bu iyi masalda da altınların başında bekleyen ejderhalar var; fakat büyücü bankasının emrinde, büyücülerin altınlarının başında, şiddetle terbiye edilen, hapis tutulan, vahşi bir hayvan olarak nöbet bekler vaziyetteler. Etken olan daima insandır. Tamamıyla kontrol altına alınmış, fakat özgür olmaları gerektiği tartışması da tamamen es geçilmeden: Modernizmin bizi ilerletirken, aynı zamanda bizi öldürüşü. Böylece eserde mitoloji ile modernizmin hoş bir fiyonkla birbirine bağlanmasına şahit oluruz.
Serinin orijinal olduğu için en çok övülen kısmı da zaten bu klasik mitolojiyi modernist bir bakışla yeniden yorumlayarak hikayeye dahil ediş şekli. Ana hikaye ve karakter ilişkileri, insanın doğaya etkenliğinden büyücülerin tüm insanlara etkenliğine, oradan da safkanların hepsine egemenliğine kadar, hakimiyet kurma yarışının yarattığı sorunlar çevresinde şekilleniyor. Bir “At Adam – Umbridge” ilişkisinde bile bunu görürüz ve tabii Hermione’nin başta Ev Cinleri olmak üzere tüm sihirli yaratıklarla olan ilişkisinde.
Eseri anlamlandırırken kullanılacak bilgiler minimum düzeyde olduğunda bile, salt olarak kurgunun kendisi okuru tatmin etmeye yetiyor. Yaş büyüdükçe, eseri anlamlandırırken kullandığımız bilgiler de artıyor, böylece esere yüklediğimiz anlam da her yaşta zenginleşiyor, serinin sonraki kitaplarından beklentimiz de ona göre tekrar tekrar şekilleniyor.
Fakat okurun birikimi eserin havuzundaki birikimi aştıktan sonra, eserin artık okuru eskisi kadar tatmin etmez olacağı da açık. Harry Potter serisi yalnızca bir başlangıç olabilirdi. Rowling, başka türde eserler de yazabildiğini kanıtlamaya çalışarak geçirdiği yıllarını, yarattığı kemikleşmeye son derece müsait evreni daha detaylı tasvir ederek sağlamlaştırmakla; yeni hikayelerle, tarihi anlatılarla, başka karakterlerle doldurmakla ve daha da derin hikayeler yazmakla geçirebilirdi.
Ama böyle bir şey yapmadı. Bunu istemedi. Başladığı işe devam etmedi. Evreni Harry Potter ve çevresi gibi kısıtlı bir alanda ve zamanda bırakmayı tercih etti. Pottermore sitesi üzerinden verdiği bilgi kırıntıları ise tatmin edici olmaktan çok uzaktı. Belki de bir hikaye içinde söylemek istediği her şeyi, tamamladığı Harry Potter serisi ile zaten söylediğini, yeni hikayelerin sadece tekrara düşmek olacağını düşünüyordu. Ona göre tamamlanmayan bir şey yoktu. En azından uzun bir süre için.
Epey geç de olsa şimdilerde “Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerelerde Bulunurlar?” filminin senaryosuyla, genişletilmiş evren çalışmasına nihayet girişmiş gibi görünüyor.
Harry Potter serisi bugün hala açıp rastgele bir bölümünü zevkle okuyabildiğim, eserin kendi mantık kuralları üzerine düşünebildiğim ve beni hala çok eğlendirebilen bir seri. Çünkü hala, ben Muggle’ın tekiyken çocuğum Muggle doğumlu büyücü filan çıksa kıskançlıktan çatlayacağımı biliyorum. Keşke daha fazlası olsa. Anlam olarak fazlası da aslında. Büyürken yardım arayan bir neslin, yalnız, sıradışı, mükemmel olmayan, zorbalığa maruz kalan, arkadaşsız ve “öteki” olan herkesin, büyürken korktuğu, üzüldüğü tüm şeylerden saklanmak, sakinleşmek, moral toplamak için başvurduğu, ortak ilgi alanları etrafında kendisi gibi arkadaşlar bulduğu en değerli sığınak oldu senelerce. Bundan sonra da olmaya devam edecek.
Yıllar sonra bugün, okuldan eve geldiğimizde girip tartışmaya, eğlenmeye devam ettiğimiz forumlar artık yoklar belki ve hiçbir zaman da eskisi gibi olmayacaklar. Biz de olmayacağız. Çünkü geçen 19 yılda büyüdük. 7 +3 kitap ve 8 filmle, mesafe tanımayan arkadaşlıklarla, oyunlarla, tartışmalarla, kavgalarla, ilişkilerle büyüdük. Hala oralarda bir yerlerdeyiz. Kitaplardan referanslarla konuşuyoruz. Referans ne kadar inceyse, onu yakalayan kişi de o kadar bizden oluyor. Kalabalık içinde serinin adı geçtiğinde, gözlerimiz etrafta sessizce başkalarını arayan gözler arıyor hala.
Serinin bitişinin üzerinden geçen 19. yılda da görüşmemiz dileğiyle…
“Hogwarts’ta isteyen herkese yardım edilir.” Albus Dumbledore
“Whether you come back by page or by the big screen, Hogwarts will always be there to welcome you home.” J.K. Rowling