Şu kesin ki J.K. Rowling ve Harry Potter birbirinden ayrı düşünülemez. Fakat hiç merak ettiniz mi, bu muhteşem seriyi başka bir yazar yaratsaydı ortaya nasıl bir iş çıkardı? Dan Dalton bu soruya en iyi şekilde cevap vermiş. Hadi birlikte inceleyelim!
İyi servet sahibi genç bir büyücü kesinlikle bir asasının olmasını ister, bu herkes tarafından kabul edilmiş bir gerçektir. Fakat Diagon Yolu’nun ünlü asa yapımcısı Ollivander’ın sahibi Garrick Ollivander, dükkanına ilk kez giren bu gencin ne düşüncelerinden ne de hislerinden haberdardı. Garrick Ollivander’ın zihninde konuşlanmış olan bir doğru vardı; her büyücü ona uyan belirli ve tek bir asanın sadakatini kazanabilir. Başkaları, ve özellikle Mr. Ollivander tarafından kabul edilen diğer bir gerçek ise şuydu; doğru telek seçilmiş ve uygun gövdeden yapılmış bir asa mutlaka kendisine uygun bir büyücü aramaktadır.
Ollivander genç büyücüye döndü: “Bu tür bir şeyin yaşanması tuhaf,” dedi. “İnanıyorum ki, sizden büyük şeyler beklemeliyiz Mr. Potter.’”
Mr. Potter cevap vermedi, bilmediği bir şey vardı. Bir gerçek daha; Garrick Ollivander doğru bir tahminde bulunmuştu.
O zamandan itibaren Hermione Ron’u mümkün olduğunca az görmeye çalıştı. Haftada bir eski kitapları iade etmek ve yenilerini almak için kütüphaneye uğruyordu, küçük yurt odası ise yeni okuma odası haline gelmişti. Derslerden ve akşam yemeğinden sonra genellikle yanında bir kupa çayla burada oturuyordu. Kitaplar onu yeni dünyalara götürüyor, heyecan dolu hayatlar yaşayan ilginç insanlarla tanışmasını sağlıyordu. Bathilda Bagshot’la geçmişi ziyaret etti, Newt Scamander’la Amerika’ya uçtu. Hogwarts’ta kaldığı minik odada okurken tüm dünyayı geziyordu.
Sevgili Harry,
Neden içgüdülerime güvenmediğimden, neden ondan daha fazla rahatsızlık duymadığımdan emin değilim. Buna masumiyet veya saflık diyebilirsin, belki de her iyi insanın yaptığı hatayı yaptım. Herkesin kendim gibi olduğunu düşündüm.
Fakat sorunu cevaplamam gerekirse; hayır, dünyanın en karanlık büyücülerinden biriyle tanıştığımın farkında değildim. Aslına bakarsan tanıdığım oğlanın, Tom Riddle’ın büyüyüp dönüşeceği şey hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Yalnızca vicdan sahibi olanları cezalandırabilirsiniz, umudu veya onlardan kopabilecek arkadaşları olanları. Tanıştığınızda hakkında ne düşüneceğimizi umursayan insanları. Tanıştığımızda Tom Riddle yalnızdı ve hiç arkadaşı yoktu. Güçleri şaşırtıcı derecede gelişmişti ve çoktan bu güçleri diğerlerini korkutmak ve kontrol etmek amacıyla kullanmaya başlamıştı. Fakat Büyük Salon’da 83 öğrenciyi öldürene dek onun kurtarılamayacak derecede şeytani olduğunu fark edememiştim.
İçinde az da olsa iyilik olan insanları cezalandırabilirsin Harry, fakat Tom Riddle üç kabuğun da boş çıktığı bir oyun gibiydi.
Şöyle ki, oğlanlar hakkında fazlasıyla bilgi sahibiyim.
Onlardan bıkmış haldeyim. Fakat Victor Krum, o bir oğlan çocuğu değil, yetişkin bir erkek. Daha once böyle birini tanıma şansı bulamamıştım. On sekiz yaşında, inanılmaz derecede tatlı ve bu en iyi kısmı bile değil. En iyi kısmı beni ciddi anlamda görmesi, gerçek beni. Bana yarım bir gülüşle bakıyor, sır saklar gibi. Ron ve Harry anlayamıyor. Beni gerçek anlamda gördüklerini söyleyemem. Onlar için Victor ünlü bir Quidditch oyuncusu, hepsi bu. Fakat benim için o Victor Krum, on sekiz yaşında ve ilk erkek arkadaşım.
İhtiyacımız olan şekle bürünen odada uyuduk. Yerler tozlu ahşaptandı, odanın eskiden hizmet ettiği amaca dair tek işaret yüksek tavana dek uzanan sütunlardı. Odada hamaklar asılıydı, bagajlar ve bavullar oturmak için kullanılıyordu. Ve çok hafif, anlık ortaya çıkıp kaybolan ışıklar gibi, mayhoş bir ter kokusunun Bertie Botts’un Fasulye Şekerlemeleri ve Hogsmeade’den yürütülmüş diğer atıştırmalıkların üstünden geldiğini düşündüm. Öğrenciler şekerlemeleri yiyor, haftalardır değiştirmedikleri yırtık pırtık cübbeleriyle oturuyorlardı. Dumbledore’un Ordusu buluşmaları burada yapılıyordu; geçmişin kırıntıları odada dolaşıyordu. Umut ve cesaret, yerlerde yumuşak halılar, ilk Patronus büyüsünü yapan ve mavi beyaz parlayan asalar, ilerlemenin getirdiği heyecanlı çığlıklar, savaşılan ve kazanılan düellolar, ünlü bir oğlan çocuğu olan büyücünün cesaretlendirmesiyle orada eğitilen cadı ve büyücülerin gösterdiği az görülür cinsten cesaret.
Odada eski bir korkunun varlığı, yalnızlık, beklenti ve bedensiz ve şekilsiz bir şeyin varlığı hissediliyordu. Geleceğin hasretini çekiyorduk. Açgözlülüğü nasıl öğrenmiştik? Kolonlardan sarkan hamaklarda uyumaya çalışırken bu havada asılıydı ve hala oradaydı, sonradan gelen bir düşünce gibi. Işıklar kısılmıştı fakat tamamen kapanmamıştı; dışarıda, koridorlarda Ölüm Yiyenler devriye geziyordu, asaları deri kemerlerine takılı kayışta asılıyordu.
Yazın en sıcak günüydü ve ünlü büyücü Harry Potter çiçek tarhının üstünde sırtüstü yatıyordu, bir haçın üstünde yatar gibi kollarını yanlardan uzatmıştı. Serin toprak ve çitlerin gölgesi sıcağın etkisini azaltmıştı fakat endişe düzeyi konusunda pek yardımcı olduğu söylenemezdi. Arkadaşının cansız bedenine ait korkutucu imgeler zihnine kilitlenmiş gibiydi.
Cedric Diggory öldü.
Son birkaç ay ona ağır bir darbe vurmuştu, dağınık görüntüsü de farklı bir düşünceye yer bırakmıyordu. Klasik anlamda yakışıklı sayılmasa da, on dört yaşındaki Potter arkadaşı Hermione’nin adlandırdığı gibi ‘’kazanılmış’’ bir görüntüye sahipti – uzak mesafe koşucularını hatırlatacak derecede sıska, gür siyah saçlı ve siyah kenarlı gözlüklerin arkasında araştıran yeşil gözler. Fakat yalnızca keskin bakışlı biri onun İsa mesihe olan benzerliğini farkedebilirdi.
Seçim zamanı gelmişti. Albus Dumbledore kadehi geçti ve kadeh bir parça kağıdı tükürürken bekledi. Kalabalık ortak şekilde nefesini tutmuştu, iğnenin yere düştüğünü bile duyabilirdiniz ve midemin bulandığını hissederek yarışacak yaşa erişmemiş olmama rağmen çaresizce umut ettim; ben olmayayım, ben olmayayım, ben olmayayım…
Dumbledore kıvrılmış kağıdı düzeltti ve berrak bir sesle ismi okudu. Ben değildim.
“Ron Weasley.”
Bir hata olmalıydı. Bu yaşanamazdı. Düzinelerce kağıt parçası vardı, üstelik yaşı bile tutmuyordu. Seçilme ihtimali öyle uzaktı ki bu konuda endişe etmeye gerek bile duymamıştım. Sürüyle kağıt parçası arasından seçilen tek bir kağıt parçası, ihtimaller tamamen onun lehineydi. Fakat bunun anlamı yoktu.
Uzaklardan kalabalığın bunun adil olmadığına dair fısıldadığını duyabiliyordum. Ron yeterince iyi değildi, kesinlikle öldürülecekti. Fakat Kadeh kararını vermişti ve yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Ve sonra onu gördüm, kan yüzünden çekilmişti ve elleri yanlarında yumruk halini almıştı. Donuk, küçük adımlarla sahneye yürüyordu, yanımdan geçerken yutkunduğunu duydum, tıpkı başı dertteyken yaptığı gibi. Ve o yutkunma beni kendime getirdi.
“Ron!” boğuk bir çığlık boğazımdan yükseldi ve kaslarım tekrar harekete geçti. “Ron!” Kalabağı itip geçmeme gerek yoktu, sahneye doğru ilerlerken kenara çekilerek yolu açtılar. Basamaklara ulaşmak üzereyken ona ulaştım. Kolumun bir hareketiyle onu arkama çektim.
“Gönüllü oluyorum,” diye soludum. “Onun yerine gönüllüyüm.”
“Harry,” dedi Dumbledore. “Ron’un yaşına dair problemi anlıyorum, aynı zamanda o şey, um…” Sesi azalarak yok oldu.
“Ne fark eder?” dedi Snape. “Gönüllünün tamamlayıcı olduğunu sen de benim kadar iyi biliyorsun. Gönüllü olmasına izin ver.”
“Öyleyse… Kapıdan içeri Harry.” dedi Dumbledore. Gülümsemiyordu.
Kapı çerçevelerinden parçalandı, menteşeler büküldü, kilitler parçalandı ve sonunda dümdüz yere düştü. Vernon Dursley tüfeğiyle nişan aldı fakat şiddetli bir korku onu tökezletti ve saçmalar duvar dışında her yeri ıskaladı.
Dev tekrar sallandı, büyük kaya parçalarına benzeyen yumruklarıyla külübenin yan tarafında kendi geçebileceği büyüklükte bir boşluk yaratarak taştan yapıya doğru ilerledi. Dev eğildi ve Vernon’a hem ateşten hem de buzdan bir bakış attı. Yerde uzanan kapıyı aldı ve Vernon’un üzerine fırlattı, zarar görmüş eklemler, kırılan kemikler ve yırtılan derinin sesi duyuldu. Taşın üstünden kan süzülüyordu. Neden olduğu bilinmez şekilde çıplak olan Petunia çığlık attı. Dev, yumruğunun tek bir hareketiyle kadının kafatasını oydu. Külübe sessizliğe büründü.
Dudley korkudan donmuş şekilde oturuyordu. Köşede oturan çocuğa işaret etti: “İstediğin o.”
Hagrid etrafında döndü ve çığlık atan Dudley’i ve üstünde oturduğu sandalyeyi korkunç bir çatırtıyla ezerek üstüne eğildi. Artık Dursley’ler yoktu. Birkaç dakika bekledi, soyunun uygunsuzluğundan olmalı, birkaç dakikada çok az çabayla her şey bitmişti. Yorgun nefesler alıp verdi. Harry titredi.
Dev, çocuğu ense kökünden tutarak göz hizasına dek kaldırdı. “Pot-ter.”
Çocuğun yüzüne işaret etti ve tek bir kelime mırıldandı: “Büyücü.”
* * *
Sizler en çok hangi uyarlamayı beğendiniz? Görüşlerinizi yorum olarak belirtmeyi unutmayın!
Yorumlara bak
Hepsi müthiş
Hepsinde bir gönderme var. Suzannne Collins'in yaptığı gönderme gayet açık ve net. Aynı açlık oyunları senaryosu gibi olmuş. Bu durumda Ron da onun küçük kardeşi olmalıydı değişik :)
sonuncusu hariç hepsinin kendine özgü tarzı var sevdim. Sonuncuda resmen devleri şiddet yanlısı ve geri zekalı olarak göstermiş. Onu sevmedim.
Güzel yazı olmuş teşekkürler :)
Suzanne Collins de haklısın. Onu okurken gülümsedim.
Metin +1
Hepsi müthişti ancak sonuncusu... Bence o bir tık daha iyiydi.
dan brawnunki guzelmis ama tabiki rowling
Roald Dahl'ın Hermione kitabının gerçek adı Matilda
Margaret Atwood'u tek beğenen ben miyim? :)
kesinlikle katılıyorum Roald Dahl da mthiş bir yazar bence ve matilda da çok iyi bir kitap...
Çok güzeller hepsi :)
Suzanne collins'de direk açlık oyunları senaryosunu harry potter'a geçirmişsiniz o biraz garip durmuş bir de harry'nin onu o kadar küçümsemesinden ron'un pek hoşlanacağını sanmıyorum