Harry Potter rüzgârı esmeye devam ediyor. Tor‘da yayınlanan bu makaleyle çok tartışılan bir konuyu yeniden gündeme getiriyoruz. Jill Grunenwald‘ın kaleminden sizin için Türkçeleştirdik!
Bu yıl, Harry Potter ve Felsefe Taşı İngiltere’de yayımlanmasının yirminci yılını kutluyor. Ve şimdi, yan, tam yirmi yıl sonra bile hayranlar arasında keskin tartışmalar mevcut: Kim daha kötü; Umbridge mi Voldemort mu? Snape gerçekten iyi miydi yoksa şeytanın teki mi? Hangi Ölüm Yadigarı’na sahip olmak isterdin? Aslına bakarsanız biz hayranlar hâlâ J.K. Rowling’in oluşturduğu geniş ve karmaşık olan o harika dünya hakkında konuşma konusunda son derece tutkuluyuz. Kendi adıma, sürekli sormaktan vazgeçemediğim belirli bir soru var ve o soru, itiraf etmek gerekirse, oldukça tartışmalı: Seçmen Şapka Harry’yi yanlış binaya yerleştirmiş olabilir mi?
Her hayran gibi benim de bu soruyla ilgili kesin bir görüşüm var. Harry Potter ve Felsefe Taşı kitabının kapağını açtığım 2001 yılındaki o ilk andan beri bir Slytherin olduğumu biliyordum. Üniversitenin ilk yılının yazıydı ve ben kuzenimin çocuklarına bakıcılık yapıyordum. Çocuklar üst katta uyurken kendimi eğlendirmek amacıyla o zamanın çıkmış kitaplarını inceledim ve Felsefe Taşı gözüme çarptı. Herkesin ön yargıyla suçladığı gibi ben de onun basit bir çocuk kitabı olduğunu düşündüm.
Birkaç saat sonra kuzenim ve kocası eve döndü ve ben kitabı bitirmem için ödünç vermeleri konusunda onlara yalvardım. Ertesi gün, ikinci kitapta neler olduğuna ilişkin çıldırtan meraklanmalardan sonra oturduğum yerdeki halk kütüphanesine ikinci, üçüncü ve dördüncü kitapları almak için gittim- o zamanlar sadece bu dört kitap yayımlanmıştı– ve hepsini bir hafta içinde yalayıp yuttum. Seriye tıpkı Snape’in kancalı burnu gibi takılıp kalmıştım.
O zamandan beri yaklaşık yirmi yıl boyunca asla hangi binada olduğumdan şüphe etmedim. Bu yirmi yıl içinde yaptığım her çevrimiçi test de yargımı doğruluyordu. Her zaman. İnsan içine çıktığımda gri ve yeşil renklerimi büyücülerin geri kalanının bizi nasıl gördüğüne inat gururla taşıyordum. Başka bir Potter fanına Slytherin’li olduğunuzu bir söyleyin hele, size karşı tutumlarını anında değiştirirler- ki bu gayet adaletsizdir, özellikle de benim Seçmen Şapka’nın Seçilmiş Kişi’yi yanlış binaya yerleştirdiğine gönülden inanıyor olduğum düşünülürse.
Seçmen Şapka, bildiğimiz gibi bir öğrenciyi yanlış binaya yerleştirmiş olabileceğini inatla reddeder. Halen daha düşünmemiz gerekir ki Seçmen Şapka Harry’yi Slytherin’e yerleştirmeye çok yaklaşmıştı. Nitekim Sırlar Odası kitabında da Seçmen Şapka ikinci kez Harry’nin “Slytherin’de çok iyi işler yapabileceğini” söylüyor. Doğru, Harry Voldemort’un ruhundan bir parçayı habersizce içinde taşıyordu, ancak o küçük parça Harry’nin seri boyunca Slytherinvari davranışlar sergilemesinin açıklaması olabilir mi?
Seçmen Şapka’nın yanılmaz olduğu görüşüne katılmaya her ne kadar o, entrikacılığa karakterden daha çok önem veriyor olsa bile gönüllü değilim. Hikayenin hatırına Harry, Ron ve Hermione’nin aynı binada olması gerektiğine inanabilirim, ama tabii bir de şu var: Hermione aslında Rawenclaw’da olmalıydı.
Seçmen Şapka asla hata yapmıyor olabilir, ancak J.K.Rowling’in yaptığına eminim. Bunun yanında Harry’nin neden bir Slytherin olması gerektiğine dair beş nedenimi sunacağım size:
Ölüm Yadigarları’nda öğrendiğimiz üzere, Harry ve Voldemort onları çok çok uzaktan akraba kılan Peverell Kardeşler’in soyundan geliyordu. Ve yine aynı şekilde kitaplardan öğrendiğimiz gibi birçok büyücü ailesi evlilik yoluyla birbirine bağlıydı. Dolayısıyla Harry’nin tanıştığı neredeyse her büyücüyle bir şekilde akraba olma ihtimali var.
İş soya geldiğinde en çarpıcı olan şey, direkt nesebi olmasalar bile Harry’nin Peverell Kardeşler’e bağlı olmasıydı. Harry’nin soyu Ignotus Peverell’dan iniyordu, yani Görünmezlik Pelerini’nin sahibinden. Görünmezlik Pelerini, Ölüm’ü kandırabilmesi sonucu Ignotus’a verilmişti. Pelerin nesiller boyu elden ele geçerek Harry’ye ulaştı. Yani bildiğimiz üzere onu birtakım kurnaz girişimlerde kullanacak olan kişiye.
Harry gibi, okurlar da biz Slytherin’lerin hırslı oluşu kötü bir özellikmiş gibi gösterildiğinden dolayı bizden hoşlanmamışlardır. J.K. Rowling Slytherin’leri güç delisi ve hırslılığı yalnızca şöhreti, parayı, caka satmayı ve benzeri şeyleri kovalamak için kullanan kişiler olarak resmetti. Bu son derece dar bir bakış açısı elbette: Hermione’nin tüm sınıflarda her şeyin birincisi olma arzusu da tam anlamıyla hırslılığa bir örnekti ancak onun bu çabası asla bir Slytherin’in herhangi bir konuda azim göstermesi kadar kötülenmedi.
İşte azminin bu derecesi Harry’yi bir Slytherin yapıyor: Harry her kitapta kendini sonucu ne olursa olsun umursamayarak final vuruşuna hazırlıyor. O, ne istediğini bilen ve ona ulaşmak için her şeyi göze alan bir çocuk: Felsefe Taşı’na Sna-pardon, Quirrell’dan önce ulaşıyor, Ginny’yi kurtarmak için Sırlar Odası’na giriyor, Gringotts’a yasa dışı şekilde dalıyor, izinsiz olarak Sihir Bakanlığı’na giriyor- hem de iki kere.
Tüm bunlar gösteriyor ki Harry’nin doğasında her ne kadar tersini iddia etse güce olan bir açlık var,ve birazcık olsa bile bir Kahramanlık Kompleksi. Ya da Hermione’nin Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nda söylediği gibi: “Sence de sende biraz–insanları kurtarma şeyi yok mu?”
Gayet aklı başında ve- size hatırlatırım– haklı olarak, Hermione Harry’yi Sirius’un hayatta olduğu ve Voldemort’un yalnızca onun kahraman olarak tanınmak arzusunu kullanmaya çalıştığı konusunda uyarınca bile Harry onu dinlemeyi reddetti: Bir kez daha günün nasıl kurtarılacağını yalnızca kendisinin bildiği hususunda azmetmişti.
Ah, kurnazlık. Aktörlük, yahut iş bazı konulara gelince adına sanat da deniyor, istediğine ulaşmak için hilekarlık yapma durumu. Bazıları Harry’nin üstü örtülü yalanları veya küçük manipülasyonlarını affedilir bulup savunabilir, zira Harry onları iyi olanın gerçekleşmesi adına sık sık yapıyordu. Ancak tarafsızlıkla bakıldığında bunun tanımı final vuruşu olarak açıklanmayabilir. Yine şu azimlilik meselesine dönüyoruz: Harry ne istediğini bilen bir çocuktu ve zaman zaman onu elde etmek için kirli oyunlar da oynamadı değil.
Örneğin Felsefe Taşı’nda Harry kütüphanedeki Yasaklı Bölüm’e girme hususunda çaresiz kaldığı zaman Görünmezlik Pelerini’ni kullanmıştı. Gerçekten de Harry ne zaman Görünmezlik Pelerini’ni giyse- Hogsmeade’e sızmak, Hogwarts Ekspresi’nde Draco’yu gözlemek (cidden ama, o kırık burnu hak etmişti); ve pelerini kullandığı diğer her vakitte olmaması gereken yerlerdeydi ve bunu kıymetli bilgileri el altından elde etmek için yapıyordu.
Harry aldatmacalarını o zamana kadar hep Ignotus’tan miras kalmış pelerin eşliğinde yapıyordu, ancak Melez Prens’te Snape’in ders notlarını Profesör Slughorn’u etkilemek adına gizli gizli kullanmak için farklı bir avantaj elde etti- ayrıca yedi kitap boyunca ne kadar fazla Çok Özlü İksir harcandığını da göz ardı etmeyelim.
Ve şimdi de Ölüm Yadigarları’nda Griphook’un Gryffindor’un kılıcı karşılığında Gringotts’a girmek için üçlümüze yardım etmeyi kabul ettiği zamana gelelim. Harry kabul etti ancak Griphook’a kılıcı ne zaman alabileceğini söylemesi gerektiği kısmı münasip bir şekilde aradan çıkardı.
Hermione tüm Hortkuluk’ların yok edilmesinin yıllar alabileceğini söylediğindeyse Harry Griphook’un bunu bilmesine gerek olmadığını belirtmişti.
Vay be. Oldukça asil bir hareket, Harry.
Ah, gardiyanların Hogsmeade’e gitmene izin vermiyor ve sen de zaman Görünmezlik Pelerini’ni kullanarak köye sızmaya mı karar veriyorsun? Peki o zaman. Buna Yasaklı Bölüm’deki, üçüncü kat koridorundaki zamanları ve kuledeki yatağın dışında geçirilen o geceleri de ekleyelim.
Sihir Bakanlığı’na iki kez üst üste gizlice girilmiş olduğundan bahsetmiş miydim? İlki Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nda Voldemort’un Sirius’u kaçırdığına inandığı içindi, ikincisiyse Ölüm Yadigarları’nda madalyonu Umbridge’ten çalması gerektiği zamandı.
Merlin’in sakalı, herkes Dumbledore’un bir an için bile olsa Harry’nin Ateş Kadehi etrafındaki Yaş Çizgisi’ni atlattığına inandığını mutlaka düşünmüştür.
Gryffindor’un yapı taşlarından biri cesarettir, ancak korkuyla yüz yüze gelindiği zaman cesur olmak ve fevri davranmak arasında ince bir fark vardır. Harry ikincisine (fevriliğe) daha yatkındı ve onun fevriliği kahraman olma konusundaki azmiyle, kendini kanıtlamak için tehlikeli durumlara pervasızca dalmasıyla kolayca bağdaştırılabilir. Harry genellikle sonucunda yanıldığı kanıtlanan hususlarda fazla tezcanlıydı: Snape Taş’ı çalmaya çalışmıyordu, Dumbledore İkinci Görev’de Fleur’ün kardeşi Gabrielle’in boğulmasına asla izin vermeyecekti, Voldemort aslında Sirius’u kaçırmamıştı, vesaire vesaire.
Seçmen Şapka Harry’yi Slytherin’e yerleştirmeyi düşündüğünde aslında Harry’ye bir fırsat sunmuştu. Kendisinin Slytherine’e seçilmesine ses çıkarmamak- o herkesin nefret ettiği, negatif izlenimi olan binaya- daha cesur bir seçim olurdu. Bu özel bina hakkında asırlardır süregelen varsayımlar ve ananeleri yıkmak için eline bir fırsat geçmişti.
Neville Longbottom’dan bir şey öğrendiysek o da gerçek cesaretin mevcut vaziyete karşı durabilmek olduğudur. Buna karşılık Harry Slytherin’e seçilmemek için Seçmen Şapka’ya yalvarırken cesareti bir kenara bırakarak ön yargılarının esiri olmuştu.
Dumbledore Harry’ye, “Bizi biz yapan seçimlerimizdir,” diyor. Eğer bu doğruysa Harry kolay olanı seçti, bu da onu ideal bir “Cesur Gryffindor Aslanı” olmaktan çıkarıyor.
Bu iddialı yazıya katılıyor musunuz? Yoksa benim yazarın aksine düşündüğüm gibi sizce de Harry’nin olması gereken yer her şeye rağmen Gryffindor Kulesi miydi? Yorumlarınızı bekliyoruz!