Felsefe Taşı bize Ron Weasley’nin iyi olduğu bir şey varsa bunun büyücü satrancı olduğunu gösterdi. Fakat bu beceri aslında Ron’un karakteri hakkında çok şey anlatıyor!
Felsefe Taşı’nda tanıştığımız Ron öyle kendine inançla dolu olan biri değil. Kullanılmış eşyalarından utanan, ağabeylerinin gölgesinde kalmış ve aile beklentisinin ağırlığı altında kalmış biridir. Kelid Aynası’nın en iyi Weasley çocuğu olmanın tadını çıkarırken göstermesi hiç de şaşırtıcı değil –gerçekte yaşanması pek mümkün olmayan bir şeyi kederle Harry’ye anlatır:
Benim de onlar gibi olmamı istiyorlar, ama onlar gibi olmamın bir anlamı yok ki, her şeyi ilk yapan onlar çünkü.
– Harry Potter ve Felsefe Taşı
Tüm bu kardeş rekabetinin yanına akıl almaz derecede ünlü Harry Potter’ın en yakın arkadaşı olması Ron’un özsaygısına sarsıcı faktör gibi görünüyor ve bu durum da onun zaman zaman çok kıskanç olmasına sebep olabiliyor. Ama ilk senesinde Ron Profesör McGonagall’ın hazırladığı Felsefe Taşı’nı koruyan pek çok engelden biri olan devasa büyülü satranç tahtasında mücadele ederken soğukkanlılık ve cesaret gösteriyor. Harry ve Hermione devam edebilsinler diye dev satranç taşlarının onu bilinçsiz bırakarak kendini feda etmeye bile istekli oluyor. Bu kadar genç birisi için son derece olgun bir karar, hele de Ron gibi ara sıra olgun davranamayan birisi için.
Ron’un satranç maçı neden bu kadar önemliydi?
Ron büyük bir ailenin parçası, yer edinmek için sürekli itişip kakıştığı bir ailenin. Hogwarts’da ise durum daha da vahim: başa çıkması gereken en büyük ağabeylerinin mirası yetmezmiş gibi bir de muhteşem Percy ve ailenin şakacıları Fred ve George da bir kenarda duruyor.
Eğer herkes senden belirli bir şeyler bekliyorsa kendi seçimlerinde kontrolü hissetmen zordur. Satranç sonunda ne olacağı belli olmayan bir oyun olabilir ama Ron satranç tahtasında taşlarını yönetirken sadece kendisi ve rakibi söz konusudur.
Ron düşüncesiz, umursamaz ve mantıksız olabiliyor – mesela Hary Potter ve Sırlar Odası’nda babasının arabasını çalmak gibi – ya da Harry Potter ve Ateş Kadehi’nde Üçbüyücü Turnuvası’na girdiği için Harry’ye küsmesi bunlara örnek. Ancak satranç üç muhtemel sonuçla biten uzun bir oyun. Satranç Ron’un stratejik açıdan düşünmeye ve bunu yaparken hızlı olmaya itiyor. İşte Ron’un en iyi olduğu yer burası. Harekete geçiyor ve hiç olmadık anda bir fikirle karşına çıkıyor. Harry Potter ve Ölüm Yadigârları’nda, ilk başta Hortkuluk yolculuğunun gelişigüzel yapılmasında sıkıntı yaşıyor, ancak sonrasında Hogwarts Savaşı sırasında kalan Horkulukları yok etmek için Basilisk dişi toplama fikrine kapılıyor – satrancın teşvik ettiği yerinde düşünme şekli budur.
Bunu kendisi de söylüyor – Ron’un Hogwarts yolculuğunun her aşamasında, Seçmen Şapka’dan tutun da Quidditch sahasındaki derslerine kadar hep bir beklenti altında eziliyor: tüm ailesi Gryffindor’daydı, Bill Okul Başkanı’ydı, Charlie Quidditch kaptanıydı, Percy bina başkanıyken Fred ve George da herkesi eğlendirirdi.
Ama satranç oyunu senden oynamandan başka hiçbir şey beklemez ve Ron’un durumunda gayet de iyi oynadığını görüyoruz. Kaybetmek hayal kırıklığını uğratıcı ama yıkıcı değil (ya da en azından Profesör McGonagall’ın hazırladığı dev satrancı oynayana kadar) ve her halükarda, öyle çok da kaybettiği görülmedi.
İşte tam olarak kimse Ron’dan özellikle bir şey beklemediği için büyücü satrancını kendini çok düşünmeden oynayabiliyor. Ron Gryffindor Quidditch takımına girdiğinde yeni Tutucu olmakla ilgili endişeleri o kadar bunaltıcıydı ki bu durum oynama yetisini etkiledi – bir de takıma Harry’den yıllar sonra katılmışken. Yaşadığı güvensizlikler, Ölüm Yadigârları’nda Hortkuluk’un yol açtığı pek çok kötü düşünceden sonra Harry ve Hermione’yi terk ettiğinde planında kargaşa yaratıyor. Bir satranç takımıyla yüzleştiğinde öyle bir güvensizlik yaşamıyor öylece sezgilerine dayanarak oynuyor, rakibinden başka hiçbir şeye odaklanmadan.
Melez Prens’te Ron’un Quidditch maçı öncesi gerginliği o kadar kötü bir noktaya geliyor ki Harry balkabağı suyuna bir damla sıvı şans koymuş gibi yapıyor. Ancak o zaman Ron kendine güven hissetmeye başlıyor. Ama Felsefe Taşı’nda Profesör McGonagall’ın satranç setiyle karşılaştığında şansa ihtiyacı olmadığını bilecek kadar özgüvene sahipti. Harry ve Hermione’ye ne yapması gerektiği konusunda zaman harcamadan talimatlar veriyor – aralarında en iyi satranç oyuncusu olduğunu biliyor, o yüzden sorumluluk alıp talimat veriyor.
Her şeyden öte büyücü satrancı Ron’un oyunu. Diğer her yerde ya başkalarının gölgesi altında kalmış durumda ya da tamamıyla göz ardı edilmiş ama bir satranç takımıyla yüzleştiğinde tüm gücüyle oynadığını biliyor.
İşte Ron’a McGonagall’ın acımasız beyaz vezirle karşılaşma özgüvenini veren şey bu. Dev taş satranç parçalarının ona saldıracağını bilerek Harry şah mat yapabilsin diye satranç tahtasında ilerliyor. Beklenildiği gibi karşıdan gelen çabuk bir gaddarlıkla Ron devrilip oyun dışı kalıyor. Ama Harry ve Hermione karşıya geçebilsinler diye geliştirdiği strateji gerçekten de işe yarıyor.
Ron bir Gryffindor, tabii ki cesareti ve azmini kanıtladığı pek çok an bulunmakta – Sırlar Odası’nda kız kardeşini kurtarma çabası, Azkaban Tutsağı’nda kendi bacağının kırık olmasına bakmadan Sirius’a meydan okuması veya Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nda Ölüm Yiyenlerle mücadele etmesi bu anlardan sadece birkaçı. Ama satranç tahtasında gen elde ekibin en iyi üyesi olarak ortaya çıkıyor.
Çok sayıda üstün başarılı kardeşe ve Harry ile Hermione gibi dostlara sahip, bu yüzden Ron’un tek başına günü kurtardığı anların sayısı az. Satranç ona aralarından sıyrılma fırsatı veriyor. Ayrıca satrancın Ron’a öğrettiği şeyler -strateji, hızlı düşünme ve kendine inancın önemi- çok değerli dersler.
Ron’a elli puan!