Harry Potter ilk kez kristal küre ile karşılaştığında kendi dünyamızın safsatalarından bir şeyler bulduğunuz için siz de hafifçe gülümsemiş miydiniz? Peki ya ilk Kehanet dersine girdiklerinde görülerin ve kehanetlerin hikayenin kaderinde böylesine büyük roller oynayabileceği aklınıza gelmiş miydi? Sihir Dünyası içinde bile somutluktan uzak ve belirsiz bir dal olan Kehanet’e gelin biraz daha yakından bakalım.
Genel olarak tiye alınıyor olmasına ve tartışmaya açık şekilde şaibeli değerine rağmen, Kehanet’i ele aldığımızda mutlaka elde edilecek bir şeyler çıkacaktır.
“Pek çok cadı ve büyücü, her ne kadar yüksek patlamalar, kokular ve aniden ortadan kaybolmalar konusunda yetenekli bile olsalar, yine de geleceğin üstü kapalı gizemlerine erişmekte başarısız olmuşturlar.”
– Sybill Trelawney
Konu Kehanet olduğunda, Hogwarts öğrencileri ve öğretmenlerinin görüşleri ve düşünceleri tamamen zıt iki kutba ayrılır. Bir kutupta; utangaç, şeri hastası Profesör Trelayney ve sevimli-ama-yapış yapış Lavender Brown; geleceğin pis bir çay fincanının dibinde yattığına sebatla inanır.
Ancak, diğerinde; katı analitik hünerleri ile Profesör McGonagall ve buz gibi soğuk ve entelektüel Hermione Granger var, bunu en iyi ihtimalle aptal bir dikkat dağıtma, en kötü ihtimalle de korkunç ve potansiyel olarak tehlikeli şekilde zaman ve enerji kaybı olarak görüyorlar.
Peki biz kime inanmalıyız? Genellikle gayretli ve çalışkan olan Hermione, dersi bir hışımla terk etmeden önce Kehanet’i “belirsiz” olarak nitelendirirken, daha biraz daha diplomatik bir yaklaşımda bulunan McGonagall ise alt tonlarında inceden küstahlık barındıran bir ifade ile sihrin ‘özensiz’ bir dalı olarak nitelendirmişti. Saçmalık mı Sybill?
Konumunuz ne olursa olsun, Trelawney’in‘gözlerinizin dünyevi şeylerin ötesini görmeye izin verin’ yakarışlarının sahip olduğu kaçınılmaz şekilde maceraperest cazibesinde yine de bir şeyler var. Şamarcı Söğütlerin, uçan arabaların ve çikolata kurbağaların olduğu bir dünyada, neyin akla yatkın olduğunu kim söyleyebilir ki?
Kehanetin bu kadar tartışmaya açık olmasının temelinde bu yeteneğin (tabii gerçekten varsa) kandan gelen bir özellik olması. Sybill Trelawney’in büyük-büyük-büyük annesi Cassandra Trelawney gerçek bir Görücü olarak tanınırdı. Gerçekten de, Albus Dumbledore’un ilk etapta öğretmen kadrosu için Sybill ile görüşmeyi kabul etmesi, ‘alışıldık kibarlık’tan ziyade Cassandra’nın adının şöhreti nedeniyle gerçekleşti. Bazı anormallikler dışında, maalesef ki, Sybill’in iç gözü belki de biraz kısa görüşlüydü.
Ancak ‘Görüş’ ile kutsanmamışlar için bile, Kehanet ile ilişkilendirilmiş bütün bu ritüeller ve pratiklerin kendi içinde esrarlı bir büyüsü olduğu kesin. Fincanın dibindeki kalıntılarını okuma fikri ya da tarot kartlarını referans alma Muggle okültizmi ile alakalı herhangi birine tanıdık gelecektir. Dürüst olmak gerekirse, eğer fincanınızın dibine baktığınızda bir kurukafa gördüyseniz, haklı olarak, bir an durup ölümcül bir tehlike karşısında kendinizi korumanız gerektiğini düşünebilirsiniz. Yine benzer şekilde, eğer bir meşe palamuduna benzeyen şekil, başınıza talih kuşu konacağı ihtimalini düşündürüyorsa, hey, zarar bunun neresinde?
Görüler, doğaları gereği boğuk ve cansızdır. Ancak, kanlı canlı güzel bir kristal küre, eğer iyi yorumlanırsa, en azından bir örnekte paha biçilemez olduğunu kanıtlamıştır-kana susamış Fenrir Greyback’in yere yıkılmasında.
Tıpkı bozuk bir saat gibi, Kehanet de kendisine rağmen bazı durumlarda doğruyu gösterir. Profesör Trelawney ilk kez Neville Longbottom’ı gözüne kestirdiğinde, onun sakar bir tip olduğunu saptadı ve bir fincan kıracağından emindi. Şubat ayında okulda bir nezle salgını olacağını öngörmek için epidemiolog olmaya gerek yok (ki aynı derste Trelawney bunu da öngörmüştü). Aynı şekilde, sınıfını ‘kaderin’ ona yaklaşan sınavlarda hangi konuların çıkacağıyla ilgili ip uçları vermesi hakkında temin ederken de eşit derecede haklıydı. Aslında işin doğrusu, kuşkucu Hermione’nin de işaret ettiği üzere, Trelawney zaten soruları kendisi hazırlıyordu.
Ormanı mesken tutan, bu gururlu dörtayaklıların tamamıyla farklı bir Kehanet disiplinleri var ve daha az saçma denebilecek iddialarda bulunuyorlar-ki bunlar çok daha sağlam temellere dayanıyor. (Belki de toynaklara demeliyiz). Firenze, Sybill Trelawney’den Kehanet öğretmenliği görevini devraldığında, cettine karşı eleştireldi; fal bakmayı insan budalalığı-‘kendi kendini pohpohlayan saçmalık’ olarak niteledi, astrolojinin saçma bir masal olmasıyla alay etti ve bu tip insan uğraşlarının evrenin gözünde oradan oraya koşturan karıncalardan farksız olduğunu iddia etti.
Diğer taraftan da Firenze, abartılı, üstü kapalı ve temelsiz iddialara son derece meyilliydi. İki savaş arasında sihir dünyasının uykuda olması nispeten açıktı ve onun alevler, marşmelovlar, ada çayı ile geçen ritüelleri biraz Trelawney’inkilerin yerini tutuyor gibiydi. Ancak, Trelawney’in aksine, Firenze, en azından hiçbir kehanetin dört dörtlük olmadığını itiraf edebilmişti.
“Hiçbir konuda tam olarak kesin konuşmuyor, değil mi?’ diye sordu Ron alçak bir sesle, marşmelov ateşini söndürürlerken. ‘Yani, şu bizi bekleyen savaş konusunda biraz daha detaya hayır demezdik, değil mi?”
– Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı
Aynı şekilde tartışılabilecek bir diğer konu da, kuşkucu McGonagall ve Hermione, ya da (ilave olarak) mistik seziler ve akademik parlaklık arasında mücadele eden Ron ve Harry gibi diğerleri de basitçe İç Görü’ye sahip olmayabilirler.
Şu veya bu şekilde, anlaşılması zor kehanet olmasaydı, Harry Potter kitapları bambaşka bir hikayeye sahip olabilirdi.
Peki sizce kehanet olmasa Harry nasıl bir yaşam geçirirdi? Onda bu talihsizlikleri kendisine çekme potansiyeli varken yine de tehlikeden uzak duramazdı diye düşünüyor olabilirsiniz. Ne olursa olsun gerçek şu ki bir kehanetin kaderini belirlediği Harry’nin yerinde olmayı çoğumuz istemezdik.
Peki siz Kehanet ilmi hakkında neler düşünüyorsunuz? Hermione kadar katı mı yoksa Lavender kadar fanatik misiniz?