Felsefe Taşı ve Ölüm Yadigarları’nda yaşanan maceraların arasında uzun yıllar var, ancak bu ilk hikaye ve yedinci hikaye arasındaki benzerlikleri hiç fark etmiş miydiniz? Haydi bu benzerliklere bir göz gezdirelim!
Ölüm Yadigarları’nda, o Felsefe Taşı’nda tanıştığımız üç masum çocuk olan Harry, Ron ve Hermione çok daha yetişkin ve akıllıydı. Ancak, Voldemort’un Hortkuluklarını yok etme görevleri sırasında ilk maceralarından bazı yansımalar görüyoruz. Bunu görünce de aklımıza geldi, Harry’nin Hogwarts’taki hikayesinin nasıl bir daire çizip başa döndüğünü hiç fark etmiş miydiniz?
Harry, Ozan Beedle’ın Hikâyeleri’nden ‘Üç Kardeşin Hikâyesi’ni’ öğrendikten sonra Ölüm Yadigarları’na – söylendiğine göre bunlara sahip olan kişiyi ‘ölümün efendisi’ haline getiren üç obje – takıntılı hale gelmişti. Harry, bu üç objeye de sahip olmasının Voldemort’u yenmesine yardım edebileceğine ikna olmuştu.
Ancak Harry, Yadigarlardan birine – Hogwarts’a başladığı yıl kendisine verilen babasının Görünmezlik Pelerini – Hogwarts’taki ilk yılından beri zaten sahipti. Hikâyede bu objeyi – Görünmezlik Pelerini – yıllarca Ölüm’den saklanan üçüncü kardeş kullanıyordu. Harry’nin bu pelerini çoğunlukla Filch’ten saklanmak ve Malfoy’a karşı ilginç muziplikler yapmak için kullandığını düşünürsek biraz komik geliyor, değil mi?
Dumbledore’un Felsefe Taşı’nda dediği gibi: “Düşmanlarımıza karşı koymak yürek ister, ama dostlarımıza karşı koymak da yürek ister.” Bu da başta çekingen bir insan olan Neville Longbottom için etki bırakan bir tavsiye olmuştu ve Neville Dumbledore’un bu övgü sözüne birden fazla kere uydu.
İlk yılda Neville tüm korkusunu kenara bırakıp Harry, Ron ve Hermione’ye karşı çıkmıştı, aslında Felsefe Taşı’nı koruyacaklardı ama o bunu bilmiyordu. Neville bu cesaretiyle Gryffindor’a Okul Kupası’nı kazandırdı. Yedinci yıla geçersek de Neville, Luna ve Ginny ile birlikte Dumbledore’un Ordusu’nu yönetiyordu, Carrow kardeşlere cesurca karşı çıkıyordu, hatta Lord Voldemort’un kendisine bile Hogwarts Savaşı’nda karşı çıkmıştı. Bunların üstüne Nagini’yi, bir Hortkuluğu, yok etmişti. Neville’in ilk kitaptan son kitaba kadar olan değişimi gerçekten inanılmazdı – ancak ilk yıl gösterdiği cesaret örneğine bakılırsa Neville’in içinde bu ateş baştan beri vardı.
Hem ilk hem de son kitapta iki büyülü taş oldukça önemliydi, ikisi de çok farklı şekillerde hayatları değiştirmişti. Harry’nin ilk yılında Voldemort, Nicholas Flamel tarafından yaratılmış olan Felsefe Taşı’nı elde etmeye çalışıyordu.
Harry’nin son yılında ise Harry Diriltme Taşı’nı eline geçiriyordu – bu da insanları ölümden döndürebiliyordu, ancak tamamen değil.
Harry Potter hikayelerinde ölüm büyük bir tema, özellikle Lord Voldemort’un ölümden kaçınmaya çalışması. İki durumda da Voldemort bu taşları elde etmeyi başaramadı ve taşların ikisinden de kurtulundu. Felsefe Taşı, Dumbledore’un da dediği gibi “insanların kendileri için en kötü şeyleri isteme tutkuları” nedeniyle yok edildi.
Felsefe Taşı’nda (veya Harry Potter kitaplarının herhangi birinde) karşılaştığımız ilk sihirli objelerden biri Albus Dumbledore’un Püfür’ü idi, bu obje ışıkları söndürebilen ufak ve hoş bir cihazdı. Ölüm Yadigarları’nda Ron’a da çok benzer (hatta belki de aynı mı?) bir cihaz Dumbledore’dan miras kaldı ve bu cihazın adı Işıkemer idi. Çok benzer şekillerde çalışan bu obje görünüşe göre Dumbledore’un ‘kendi tasarımı’ idi ve Ron başlarda zamanının büyük bir zamanını bu cihazı ışıkları sürekli açıp kapatmak için kullanarak harcıyordu ki bu da Hermione’yi oldukça sinir ediyordu.
Işıkemer’in birazcık daha karmaşık bir cihaz olduğunu Ron, Harry’yi Hortkuluk avlarken terk edene kadar anlamamıştık. Ron’ın göğsünden direkt içeri giren bir ışık ile Ron, Harry ve Hermione’yi tekrar bulabilmişti ve bu Işıkemer sayesinde olmuştu. Dumbledore’un böyle bir cihazı da neden Ron’a bıraktığını birden anlamış olduk, bırakma nedeni Ron bir gün yolunu kaybederse ona yardım edebilmekti.
Ron’un hediyesi Işıkemer’in yanında, Dumbledore Harry’ye de bir hediye bırakmıştı: Gryffindor’un Arayıcısı olarak yakaladığı ilk Snitch. Gerçi daha çok yakalama değil de ‘yutma’ eylemini gerçekleştirmişti Harry. Snitch’in üzerine ‘kapanışta açılırım’ kelimeleri kazınmıştı, bu da Harry için kitap boyunca bir gizem olarak kalmıştı, ta ki kitabın sonunda Harry bunu çözene kadar.
Aslında Snitch’in içinde bir diğer Ölüm Yadigarı’nın bulunduğunu görüyoruz – Diriltme Taşı. Ayrıca Snitch’lerin ‘ten hafızası’ olduğunu da öğreniyoruz, bu da sadece ona ilk dokunan insan tarafından açılabileceği anlamına geliyor. İçinde tarihteki en kuvvetli ve sihirli objelerden birini barındırmıyor olsaydı bile Harry’nin yakaladığı ilk Snitch’i geri getirmenin başlı başına zaten duygusal bir anlamı var. Ayrıca Harry’nin ilk gerçekten sihir dolu anlarından birinin en sonunda Harry ile birlikte olması aynı zamanda hem acı hem de tatlı bir duygu.
Muggle’lar King’s Cross İstasyonunu özel bir şekilde duygusal bir anlamı olarak görmese de (özellikle pazartesi sabahları) Harry için bu istasyonun çok büyük bir anlamı var ve bu istasyon Harry’ye Ölüm Yadigarları’nda olabilecek en gerçeküstü şekilde geri dönüyor. Dokuz Üç Çeyrek platformu sonuçta normal dünya ve büyülü dünya arasında bir geçit görevi görüyor ve Harry de hayatının sonuna yaklaştığını düşündüğü anda kendini burada buluyor.
Lord Voldemort Harry’yi öldürmeye çalıştığında (tabii ki ‘Harry aslında gizli bir Hortkuluk’ olayının farkında olmadan) Harry, çocukluğundaki en özel yerlerden birine dönüyor ve King’s Cross İstasyonu şeklindeki arafta Dumbledore ile karşılaşıyor. Neden olduğu hiçbir zaman açıklanmadı ancak bu Muggle ve sihir arasındaki geçişin, yaşam ve ölüm arasındaki geçişi için de harika bir yer olduğunu düşünüyoruz. King’s Cross’u sonraki görüşümüzde Hogwarts’a giden çocuklarına el sallıyordu, buradan da bu tren istasyonunun Harry’nin hayatındaki önemli olayların hepsi için özel bir alan olduğunu anlıyoruz.
Harry Sihir Tarihi kitabını ne kadar az okumuş olursa olsun, Bathilda Bagshot’un yazdığı bu kitap, Harry’nin karşılaştığı ilk büyücülük kitaplarından biriydi.
Ancak, Ölüm Yadigarları’nda, Harry Godric’s Hollow’a döndüğünde kitabın bu saygın yazarıyla tanışıyor, aslında buna ‘tanışmak’ diyemeyiz. Bathilda Bagshot, Harry’nin ebeveynlerinin eski bir komşusu ve arkadaşı, Harry de Hermione ile birlikte Hortkuluk ararken umutsuz olduğu bir anda onu görmeye gidiyor.
Ancak Voldemort’un korkunç yılanı Nagini, Bathilda’ya çoktan ulaşmış ve bu yaşlı yazarın kendi cildini Harry’yi oraya çekmek için kullanıyordu. Bu büyük ihtimalle Harry Potter kitaplarının tümündeki en korkunç sahnelerden birisiydi. Ayrıca tabii ki böyle bir şeyin Harry’nin ilk Hogwarts müfredatındaki saygın bir yazara olacağını hiç hayal etmiyorduk.
Dumbledore ve Harry’nin yakın oldukları ilk anlardan biri Dumbledore’un Harry’yi Kelid Aynası’na takıntılı hale getirdiğinde bulmasıydı. Bu ayna, insanların en büyük isteklerini gösteren bir aynaydı ve Harry için bu ailesini canlı ve bir arada görmekti.
Dumbledore Harry’ye bir çift çorap gördüğünü söylemişti ve bir açıdan haklıydı da – bir insanın hiç ‘yeterli sayıda çorabı olmuyor’. Ancak, King’s Cross’taki ‘belirsizlik’ anında gerçekleşen konuşmalarında sonunda Dumbledore’un ailesinin trajik geçmişini ve yalnızca genç bir adamken nasıl hem annesini hem de kız kardeşini kaybettiğini öğreniyoruz.
Felsefe Taşı’nda Harry, Dumbledore’un aynada gördükleri hakkında tamamen doğruyu söylemediğinden şüphelenmişti. Eski müdürün geçmişi hakkında üzücü gerçeği öğrendikten sonra, çorap görmek ne kadar güzel olursa olsun, Albus da Harry gibi aynada kaybettiği ailesini mi gördü merak ediyoruz.