Genel

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #44: Alex [Kısım 1]

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

42. BÖLÜM

43. BÖLÜM [Kısım 1]

43. BÖLÜM [Kısım 2]

Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı öldürmeyip kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin kırk dördüncü bölümü!

bölüm 44

Alex

[Kısım 1]


Damien Gryffindor masasında oturuyor, kendini midesi dibe vurmuş gibi hissediyordu. Kahvaltısından tek bir lokma dahi alamamıştı. Gözleri sürekli öğretmenler masasında oturan annesine kayıyordu. Her ne kadar annesinin gözleri biraz şiş dursa da, iyi görünüyordu. Belli ki, dün bütün gece durmadan ağlamıştı. Damien dün gece olanlar aklına gelince oturduğu yere sindi. Annesi dün gece odasında neyi kaçırdığını hâlâ bilmiyor gibi görünüyordu. Harry’nin görünmez olup odasına gizlice sızmasına ve yüzük görünümlü Düşünseli’ni çalmasına Damien’ın yardım ettiğinden belli ki hâlâ haberi yoktu.

Damien bakışlarını yemeğiyle oynadığı tabağına indirdi. Dün gece tuhaf ama bir o kadar da gerçekçi bir rüya görmüş gibiydi. Ama rüya değildi. Boynunda asılı Lahyoo Jisteen’ın güven verici ağırlığı, ona, Harry’nin dün gerçekten de Hogwarts’a geldiğini söylüyordu. Büyücülük Dünyası’ndan hemen hemen herkesin peşinde olduğu ağabeyi hayatını riske atıp onu görmeye gelmiş ve ona bir hediye vermişti. Bu aklına geldikçe, zaten temiz olan ağzını siliyormuş gibi yapıp gülümsemesini peçetenin ardında saklamaya çalıştı.

“Aç değil misin, Damy?” diye sordu Ron, kendi boş tabağını önünden iterken.

“Pek değil,” diye cevapladı Damien. “Gidelim mi?”

“Olur,” dedi Ron ve ayaklandı. “Geliyor musun, Hermione?”

Hermione tostundan son bir lokma daha alıp ayağa kalktı.

Damien da ayağa kalkıp çantasını omzuna astı. O esnada, gözüne Slytherin masasında oturan Malfoy ilişti. Malfoy ona bakıp sırıtarak tek kaşını kaldırdı. Damien gözlerini kaçırdı. Malfoy’un yardakçılarının dün onu nasıl kaçırıp Slytherin yatakhanelerine sürüklediğini hatırlamak istemiyordu. Harry’yi gördüğüne minnettar olduğu için tüm bunlara değmişti, elbet, ama yine de, Draco Malfoy’un gri renkli zalim gözlerindeki o alaycı parıltıdan hoşlanmıyordu.

Damien, Ron ile Hermione’nin arkasından ilerledi. Tam kapılara varmışlardı ki, kapılar gümbürtüyle açıldı ve panik içinde görünen bir James koşarak içeri girerken neredeyse Ron’a çarpıyordu.

“Pardon, pardon, Ron,” dedi James, dikkati başka bir yerde.

“Sorun değil, Mr Potter,” dedi Ron, James’in hızla salona koşuşunu izlerken. “Neyi var?”

Damien, babasının öğretmenler masasına koşup Lily’ye eğilerek bir şeyler fısıldadığını gördüğünde, kalbinin sıkıştığını hissetti. Annesini gözleri hayretle büyür ve ağzı şaşkınlıkla açılırken gördüğünde ise, kalbi neredeyse duracak gibi olmuştu.

“Hiçbir fikrim yok,” dedi Damien, sıkıntılı bir halde; ona inanmamışlar ise şaşırmayacaktı.

* * *

Damien düşünmeden edemiyordu. Annesinin dehşete düşmüş görüntüsü ve babasının panik içindeki hali gözünün önünden bir türlü gitmiyordu. Sabah iki dersinde de dikkatini Profesör’lerine veremiyor, öylece oturuyordu. Öğle yemeğinde, annesi de, babası da ve hatta Müdür de ortalıkta görünmüyordu; bu, Damien’ın midesini daha beter tepetaklak etmişti. Hermione’nin onu izleyen bakışlarının altında, ağzına bir lokma tavuklu pilav tıkıştırdı.

“Sen iyi misin?” diye sordu Hermione. “Bugün doğru dürüst bir şey yemedin.”

“Betin benzin atmış gibi görünüyor,” diye ekledi Ron.

“Ben iyiyim,” diye yalan söyledi Damien. “Sadece biraz midem bulanıyor.” En azından bu kısmı pek yalan sayılmazdı. Aslında, tam olarak kusacakmış gibi hissediyordu.

“Madam Pomfrey’e gidip bir görünmelisin,” diye tavsiyede bulundu Ginny.

Damien yalnızca başıyla onayladı.

Öğleden sonra da pek farklı geçmiyordu. Damien dün ne yaptığını düşünmekten ve ailesinin şimdi ne halde olduğunu merak etmekten başka hiçbir şeye odaklanamıyordu. Aradıkları şeyi bulabilmek için annesinin odasının altını üstüne getirmiş olmalıydılar. Yüzük-Düşünseli’ne ne olduğunu merak ediyor olmalıydılar. Yüzük nereye gitmişti? Ancak, ne kadar düşünürlerse düşünsünler, yüzüğün gerçek sahibinin gelip onlar odadayken yüzüğü geri aldığını akıllarının ucuna dahi getiremezlerdi.

“Mr Potter? Mr Potter?”

Damien hızla başını kaldırdı ve karşısında, en nefret ettiği Profesör’ün öfkeli karanlık bakışlarıyla karşılaştı.

“Evet, efendim?” diye hemen cevap verdi Damien.

Snape tepeden dik dik ona baktı.

“Hayal dünyandan çıktıysan, dikkatini buraya vermeni öneririm.”

Damien yerinde huzursuzca kıpırdandı; yüzü utançtan kızarmıştı.

“Özür dilerim, efendim.”

Snape’in üst dudağı alay edercesine kıvrıldı.

“Sen hiçbir zaman özür dilemezsin, Mr Potter,” dedi. “Özür dilemek senin o kahrolası Potter kibrine ters düşer.”

Damien hiçbir şey söylemedi. Gözlerini, bilerek Snape’ten kaçırıp, onun yerine önünde duran boş parşömene dikti. Snape de bunu fark etmişti.

“Protego Duo Büyüsü yapmak için yeterli özgüvene sahibiz, değil mi, Mr Potter?” diye sordu; kelimelerini sinir bozucu, azarlar bir tonla söylemişti. “Muhteşem Damien Potter not bile alma gereksinimi duymuyor. Büyüyü uykunda bile yapabilirsin o halde, değil mi?”

Damien yumruklarını sıktı.

“Hayır, efendim,” diye cevapladı.

“O zaman, sana, vaktimi boşa harcamamanı ve derse dikkat kesilmeye başlamanı öneririm!”

Damien başını kaldırıp dik dik ona baktı. Daha baktığı anda, bunun bir hata olduğunu anlamıştı. Öfkesini de isyanını da gizleyemiyordu. Snape görüntü karşısında açık açık sırıttı.

“Kalk, Mr Potter,” dedi, “sınıfın önüne.”

Damien elinde asasıyla yerinden kalktı. Gryffindor’dan arkadaşları ile kıs kıs gülen Slytherin’lerin arasından istemeye istemeye yürüdü. Sınıfın önünde acemice durup yüzünü Profesör’e döndü.

“Bize isabetli ve etkili bir Protego Duo Büyüsü nasıl yapılır, göstereceksin,” dedi Snape.

Damien karşı çıkmak için ağzını açtı.

“Seni Silahsızlandırmaya çalışacağım,” diyerek onun konuşmasına izin vermedi Snape. “Eğer başarırsam, Protego Duo Büyüsü ile ilgili bir buçuk metre uzunluğunda bir ödev hazırlayacaksın.”

“Bu hiç adil değil, efendim,” dedi Damien, kendine engel olamayarak.

Snape sırıttı.

“O zaman, sen de bir dahaki sefere dikkatini verip adam gibi not tutar, dersi dinlersin.”

Damien ağzını kapattı. Asasını tutarak kolunu uzattı. Protego Büyüsü’nü yapmayı biliyordu, ama ondan çok daha zor bir büyü olan Protego Duo Kalkan Büyüsü’nü yapmayı bilmiyordu. Başka şansı yoktu; dişlerini sıkarak Silahsızlandırılmanın utancını yaşayacaktı.

Snape asasını Damien’a doğrulttu. Yüzünde geniş bir gülümsemeyle, büyülü sözleri söyledi.

“Expelliarmus!”

Büyü hızla ilerleyerek Damien’a doğru uçtu. Ama onu vurmak yerine, gizemli bir şekilde havada kaybolarak yok oldu. Damien şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. Sınıfın tamamı da onları kocaman açılmış gözlerle izliyorlardı.

“Ne yaptın?” diye sordu Snape, şok olarak.

“Hiçbir şey,” dedi Damien. “Ben… ben hiçbir şey yapmadım.”

Snape onu kuşkulu gözlerle süzüyordu.

“Tekrar,” dedi ve Damien’a başka bir büyü gönderdi.

Bu seferki de Damien’ın burnunun ucuna kadar gelip havada kayboldu.

“Neler oluyor?” diye sordu Snape, öfkeyle. “Ne yapıyorsun?”

“Ben hiçbir şey yapmıyorum!” dedi Damien, ısrarla.

Snape, yüzü öfkeyle kasılmış bir halde, ona doğru ilerledi.

“Ver şunu bana!” Damien’ın asasını elinden çekip almak için uzandı. Ancak, elini Damien’ın bileğine uzatır uzatmaz, bir güç Snape’i geriye savurarak odanın karşısına fırlattı. Snape duvara yapışıp gürültülü bir küt sesiyle yere yığıldı.

Damien, yarı şok yarı taşlaşmış bir halde şaşkın şaşkın bakıyordu. İzleyen tüm öğrenciler soluklarını tutmuş, gözlerini ne Damien’dan ne de en çok korktukları Profesör’ün yere yapışan küçük düşmüş halinden alamıyorlardı. Snape saniyeler içerisinde ayağa kalkıp solgun yüzüne ince bir perde gibi inmiş yağlı saçlarını kaldırdı; gel gelelim, öfkesi tüm yüzünden okunuyordu. Elinde asasıyla yeniden Damien’a doğru ilerledi.

“Ben… ben hiçbir şey yapmadım, Profesör!” dedi Damien, geri geri giderek.

Snape asasını Damien’a doğrulturken öfkeden titriyordu.

“Çık dışarı!” diye tısladı. “Çık ve hemen Müdür’ün ofisine git!”

* * *

Damien yerinde duramıyordu. Annesi ile babasının gelmesini beklerken, Dumbledore’un bakışları altında küçüldükçe küçülüyordu. Profesör Snape bir kenarda durmuş, karanlık bakışlarını ondan ayırmıyordu. Arkasındaki kapı nihayet açıldı ve James ile Lily koşarak içeri girdiler.

“Sorun nedir?” diye sordu Lily, hemen. “Damien, iyi misin?”

“Gayet iyi,” diye cevapladı Snape, her zamanki ses tonuyla. “Asıl sorman gereken onun etrafındakilerin iyiliği.”

Lily kaşlarını çattı.

“Ne demek istiyorsun?” diye sordu. “Neler oluyor?”

James Damien’ın sandalyesinin yanına gelerek elini koruyucu bir şekilde oğlunun omzuna koydu.

“Evet, sorun ne, Snape?” diye sordu, iğneleyici bir ses tonuyla.

Snape bakışlarını James’e dikti.

“Oğlun,” diye başladı sözlerine, tükürürcesine, “beni sınıfta karşı duvara fırlattı.”

James’in yüzünde tek bir mimik dahi oynamadı.

“Tekrar soruyorum, sorun ne?”

Snape ona yiyecekmiş gibi baktı.

“James, Severus,” dedi Dumbledore, araya girerek, “ikinizden de oturmanızı ve bu konuyu sakinlikle konuşmanızı rica ediyorum.” Son kelimelerini vurgulayarak söylemişti.

Snape ile James sessizlik içinde oturdular. Lily de Damien’ın yanına oturarak elini onun koluna koydu.

“Anlamıyorum,” diye başladı Lily; kafası karıştığı için kaşları çatılmış, gözleri kısılmıştı. “Damien Severus’a mı saldırdı?”

“O Karanlık Sanatlara Karşı Savunma Profesörü,” dedi James, tahammülsüz bir halde. “Onun işi, öğrencilere kendilerini nasıl savunacaklarını öğretmek.” Snape’e uyuz bir bakış attı. “Kaldı ki, öğrencileri ona büyü yaptı diye şikâyet edecek hali yok.”

Snape’in üst dudağı küçümseyen bir ifadeyle kıvrılmıştı.

“Seni temin ederim ki, oğlun beni asasını kullanarak Silahsızlandırmış olsaydı, veledini bir imkânsızı başardığı için ödüllendirmiş olurdum.”

“Oğluma sakın öyle söyleme-” diye başladı James.

“Ama gel gelelim,” dedi Snape, onun sözünü keserek, “bu onun yaptığı bir büyü değildi. Ne yalan söyleyeyim, asasını doğru yöne tutmayı becerse bile şaşırırdım.” Damien’a nahoş bir bakış attı.

“Bir dakika, bir dakika.” Lily parmağını kaldırarak Snape’e doğrulttu ve bir an için Damien annesinin, onu, söylediği aşağılayıcı sözler için azarlayacağını düşündü; ama onun yerine, Lily, “Damien seni Silahsızlandırmak için asasını kullanmadı mı?” diye sordu.

“Hayır,” diye cevapladı Snape. “Ona gönderdiğim Silahsızlandırma Büyüsü ondan sekerek beni vurdu.”

İşte bu, herkesin ilgisini çekmişti. James oturduğu yerde biraz daha doğrulup gözlerini kısarak Snape’e baktı.

“Nasıl oldu bu?”

Snape ters ters ona baktı.

“Bilmiyorum, Potter,” diye cevapladı. “Neden oğluna sormuyorsun?”

Damien oturduğu yere iyice gömüldü; kalp atışları hızlanmıştı. Lahyoo Jisteen’ın tenine değen ağırlığını hissedebiliyordu. İçgüdüsel olarak elini kaldırıp kolyeyi tutmak ve onun varlığının verdiği rahatlık etkisini hissetmek istiyordu. Ama kolyeyi tutmadı; özellikle de, odadaki tüm gözlerin onun üzerinde olduğu şu anda.

“Damy?” Lily onun kolunu daha da sıkı kavradı. “Neler oluyor?”

“Damien nereden bilsin?” diye Snape ile tartışmaya başladı James. “Büyüyü yapamayan sensin. Otur da kendi büyü yeteneklerini sorgula.”

“Benim büyü yeteneklerimde hiçbir sorun yok,” dedi Snape, karşılığında hırlayarak. “İspat için sana saldırmaya beni teşvik etme!”

“Hadi, saldırsana,” diyerek meydan okudu James, sandalyesinde öne doğru eğilerek. “Öyle bir gün geçiriyorum ki, senin kıçını tekmelemek terapi gibi-”

“Bu kadarı yeter, James,” diyerek araya girdi Dumbledore. “Eminim, davranışının bu duruma hiçbir yardımı olmadığının farkındasındır.”

“Bunu Sümsükus’a söyle,” diye tısladı James. “Zaten bugün yeterince stres yaşadık, bir de bize yaşattığı şu saçmalığa bak!”

“Kendi başına açtığın belalar beni hiç ilgilendirmiyor,” dedi Snape.

“Kendi başıma mı?” James yumruklarını sıkmış, gözlerinden alevler saçarak sandalyesinden fırlamıştı. “Ne demek istiyorsun lan sen?”

Snape de ayağa fırlamıştı.

“Sen benim ne dediğimi gayet iyi anladın,” dedi.

“James, Severus, oturun yerlerinize,” diye emretti Dumbledore.

Damien oturduğu yere çivilenmiş bir halde babasını susturmak için konuşmaya çalıştı, ama başaramadı. Güm güm atan kalbi ve kasılan midesi yüzünden sesini yitirmiş gibiydi. Kafası deli gibi çalışıyor, büyülerin ona neden dokunamadığını, Lahyoo Jisteen gerçeğini söylemeden, nasıl açıklayacağını bulmaya çalışıyordu.

Ancak, ne yazık ki, bugün şans Damien’dan yana değildi. Lily, Damien’ın boynunu saran ince gümüş zinciri fark ederek kaşlarını çatmıştı.

“Bu da ne?” diye sordu, zincire dokunmak için uzanırken.

Damien kaskatı kesildi. Lily zinciri tutup çeker ve siyah taşlı kolye Damien’ın gömleği ile cüppesinin altından çıkarken, James, Snape ve Dumbledore onu izliyordu. Herkes kolyeye bakakalmış bir halde sessizliğe gömülmüştü.

“Damy?” diye sordu Lily. “Bu ne? Bunu nereden aldın?”

Damien hiçbir şey söylemedi. Dürüst olmak gerekirse, konuşma yetisini kaybetmiş gibiydi.

Snape ona tanıdık gelen kolyeye dikkatle bakarak yaklaştı. Dumbledore da öne doğru eğilmiş, kolyeyi inceliyordu.

“Damy?” diye seslendi James.

Snape hayretler içinde kalmış, gözleri büyümüştü.

“Bunu nereden aldın?” diye sordu Damien’a; sesi tehlikeli bir şekilde alçalmıştı.

Damien başını kaldırıp ona baktı ve midesi yalpaladı. Snape kolyenin ne olduğunu biliyordu. Damien bunu onun kısılmış karanlık gözlerinde görebiliyordu.

“Ben…” diyerek yutkundu Damien; ağzı kupkuru olmuştu. “Ben…”

“Damien?” James onun yanına geldi. “Ne bu? Sorun ne?”

“Mr Potter,” dedi Dumbledore, Damien’a doğru, “lütfen, bu kolyeyi nereden bulduğunuzu açıklayın.”

Damien derin bir nefes aldı ve başını kaldırarak Dumbledore’un gözlerine baktı. Önce başıyla onayladı, ardından ise sessizce başını çevirip babasına baktı.

“Baba,” dedi, çatlak bir sesle, “sana… sana bir şey… söylemem gerek.”

James Damien’ın yanına oturdu.

“Ne oldu?” diye sordu, endişeli bir halde.

Damien tereddüt etti; Snape’e şöyle bir baktıktan sonra sandalyesinde huzursuzca kıpırdandı.

“Bunu… yalnızken konuşabilir miyiz?”

James başını çevirip Snape’e baktı.

“Eminim, Profesör Snape’in derse gidip terör estirme vakti gelmiştir,” dedi.

Snape James’i duymazdan gelerek Damien’a bakıp sırıttı.

“Çok geç, çocuk,” dedi, yüzünde alaycı bir gülüşle. “O şeyin ne olduğunu zaten biliyorum. Şimdi bilmem gereken tek şey, onu nasıl aldığın.”

“Bu seni hiç ilgilendirmez,” diye çıkıştı James. “Dumbledore, lütfen ona gitmesini söyle. Damien’ı huzursuz ediyor.”

Dumbledore yüzünü Snape’e döndü ve Snape Damien’a son bir bakış daha atıp odadan çıkmaya koyuldu.

“Pekâlâ, gitti,” dedi James. “Şimdi söyle bakalım, o kolyeyi nereden buldun?”

Damien elini kaldırıp Lahyoo Jisteen’ı tuttu ve kolyenin ona sağladığı huzuru içine çekti. Derin bir nefes aldı ve önce annesine, sonra da babasına baktı.

“Bu,” dedi, kolyeyi tutarken, “bu… bu bir… Lahyoo Jisteen.”

Annesi ile babasının kaskatı kesildiğini fark etti.

“Ne?” diye sordu Lily.

“Bu imkânsız,” dedi James. “Şuna bir bakayım.”

James’in parmakları siyah taşa dokunduğu anda, Damien panikledi. Taşın, Profesör Snape gibi, babasını da karşı duvara fırlatacağından emindi. Ancak, hiçbir şey olmadı. James sandalyesinde oturmuş bir halde kolyeyi tutarak inceliyordu. Damien, o anda, Harry’nin onu ‘korumak’ istediği kişiler listesinde ailesinin olmadığını fark etti. Harry ailesinin yalnızca ona istismar ettiğine inanıyordu, Damien’a değil.

James’in ifadesinden anlaşıldığı üzere, James kolyenin gerçek Lahyoo Jisteen olup olmadığını anlayamıyordu. Yüzünü Müdür’e döndü.

“Dumbledore?”

Profesör Dumbledore Damien’a doğru yürüyerek kolyeye uzun uzun baktı, ardından ise Damien’ın kaygı dolu bakışlarıyla buluştu.

“Bu gerçek Lahyoo Jisteen,” diyerek onaylayınca, James ile Lily soluklarını tuttular. “Bildiğiniz üzere, Lahyoo Jisteen çok nadir bulunan bir taştır,” diye sözlerine devam etti. “Bu paha biçilemez taşın Merlin’in kendi asasından geldiği ve üçe ayrıldığı söylenir. Bir tanesi yok edildi, biri şu anda Bakanlık’ın koruması altında ve sonuncusu ise kayıptı, ta ki bugüne kadar.”

James ile Lily hayret dolu bakışlarını Damien’a çevirdiler; Damien şimdi oturduğu yere daha da gömülmüştü.

“Damy,” dedi James, usulca, “Lahyoo Jisteen’ı nereden buldun?”

Damien başını kaldırıp onunla göz göze geldi.

“Lütfen,” dedi, “sinirlenmeyin.”

“Niye sinirlenelim ki?” diye sordu James.

“Damy.” Lily kibarca Damien’ı kendine çekip yüzünü ona döndürdü. “Tatlım, beni korkutuyorsun. Bir şey mi oldu?”

Damien gözlerini hepsinden kaçırıp başını öne eğdi.

“Bu bir hediyeydi,” dedi, “şeyden… Harry’den.”

Büyük oğullarının ismini duyunca, Lily de James de sandalyelerinde arkalarına yaslanıp şaşkınlık içinde bakakaldılar.

“Harry’den mi?” diye sordu James. “Lahyoo Jisteen bunca zaman onda mıymış?”

“Hayır,” dedi Damien, cılız bir sesle. “Bana bunu… dün gece verdi.”

James kaskatı kesildi; gözleri şoktan donmuş gibi görünüyordu. Damien annesine bakmaya cesaret edemedi. Onun yaşadığı şaşkınlık, arkasında havaya süzülerek asılı kalmış gibiydi; atmosfer, tüylerini diken diken etmişti.

“Harry beni görmeye geldi,” diye açıklamaya koyuldu Damien. “Bana… bana bunu verdi.” Kolyeyi hafifçe kaldırdı. “Bana bunu Noel hediyesi olarak verdiğini söyledi.” Ağzından çıkan sözcükler biraz boğuk çıkıyordu, ama kendini devam etmeye zorladı. “Bana bunu asla boynumdan çıkarmamamı ve bu kolyenin beni korunmam gereken her şeyden koruyacağını söyledi.”

Korunman gereken her şeyden mi?” diye sordu Lily. “Bu da ne demek?”

“Demek oluyor ki,” diye gülümseyerek konuşmaya başladı Dumbledore, “Damien Lahyoo Jisteen’ı taktığı sürece, Karanlık İşareti taşıyan hiç kimse ona zarar veremeyecek.” Gözleri ışıl ışıl parlıyordu. “Anlaşılan o ki, Harry, Damien’ın neredeyse bir Ölüm Yiyen tarafından vurulması olayından sonra, biraz fazla endişelenmiş.”

Hogwarts Ekspresi’ne yapılan saldırının bahsi üzerine, James omuzları dikleşti. Damien’ın neredeyse Öldüren Lanet’le vurulacak olmasını hâlâ hazmedemiyordu.

“Bekle,” dedi Lily, elini kaldırıp yüzünde şaşkınlıktan da öte bir ifadeyle. “Yani, Harry dün buraya geldi, öyle mi? Hogwarts’a, sana bu kolyeyi bırakmak için?”

Damien konuşmadı. Hatta annesinin gözlerine bile bakamıyordu.

“Damy?” diye seslendi Lily.

“Bunu bana o verdi,” dedi Damien, alçak sesle.

“Anlamıyorum.” Lily sandalyesinden kalkıp volta atmaya başladı. “Diyorsun ki, Harry dün gece Hogwarts’a geldi, seninle buluşmak için ve sana bu kolyeyi vermek için ve…” Durdu; yeşil gözleri kocaman açılmış bir halde Damien’a bakıyordu. “…ve sen bize söylemedin.”

Damien başını öne eğdi.

Babası sertçe koluna yapışarak onu kendine döndürdü; gözlerinde ciddi bir öfke vardı.

“Açıklamaya başla, Damien, hemen,” dedi, sert bir ses tonuyla.

“Dün tek başıma yürüyüşe çıkmıştım. Ortak salonda oturmak istemiyordum,” diye başladı Damien, dudaklarını gerginlikle yalayarak. Ve annesine, babasına ve Müdür’e her şeyi açıklamaya koyuldu; iki Slytherin’in nasıl onu yakalayıp Slytherin yatakhanesine sürüklediklerini, aşağı kattaki odaların birinde Harry’nin onu beklediğini söyledi. Anlatmayı bitirince, James ayağa fırlayıp ellerini saçlarından geçirerek volta atmaya başladı. Dumbledore sessizlik içinde derin düşüncelerine dalmış görünüyordu; okulundaki güvenliğin bu kadar kolay kırılmış olduğu gerçeğini hazmetmeye çalışıyor gibiydi.

“Ben… ben hiç…” James öfkesinden konuşmayı bile beceremiyordu. “Sen… Harry ile buluştun, ha?” Damien’a dönüp gözlerini ona dikti. “Neden bize gelmedin? Bana neden söylemedin?

“O… yani, Harry pek uzun kalmadı. Sana gelene kadar, gitmiş olurdu.”

“Hogwarts’a nasıl girmiş?” diye sordu Dumbledore.

Damien sandalyesinde kıpırdandı.

“Çok Özlü İksir alıp Profesör… Profesör Snape gibi görünmüş.”

James yüzünde iğrendiğini belirten bir bakışla geri çekildi. Şartlar başka türlü olsaydı, Damien babasının bu ifadesini çok komik bulurdu. Dumbledore bir şey söylemedi, ama ilerleyerek masasının arkasındaki koltuğuna doğru yürüdü. Oturdu ve yeniden derin düşüncelerine gömüldü.

“Buna inanamıyorum,” dedi Lily. “Buna inanamıyorum!” Damien’a döndü. “Bize ne zaman söylemeyi planlıyordun?”

Damien cevap vermedi.

“Harry geri döndü,” dedi Lily, başını iki yana sallayarak. “Resmen geri döndü ve biz… biz onu kaçırdık. Başka bir şans, başka bir fırsatımız vardı, ama onu da kaybettik.” İki elini de kaldırıp saçlarından geçirdi; yüzü hâlâ solgun görünüyordu. Ansızın, durdu ve arkasına döndü. Yeşil gözleri bir şeyi fark ettiğini gösterecek şekilde kocaman açılmıştı. Damien’ın kalbi tekledi. “Bir dakika,” dedi, adım adım yaklaşarak. “Dün gece, beni görmeye geldin. Neden geldiğini söylememiştin. Bir anda kapıda belirmiştin.” Damien’ın önünde durarak ona dikkatle baktı. “Damy, o esnada… yalnız mıydın… yoksa…?”

Damien başını kaldırıp onun sorgulayan gözlerine baktı. Lily, soluğunu çekerek geri adım attı; elleriyle midesine bastırıyordu. “Ah Tanrım!” dedi, nefesi kesilerek. “O… o burada mıydı? Harry… Harry seninle miydi?”

Damien gözlerini kapatarak yavaşça başını salladı.

“Görünmezlik Pelerini’nin altındaydı.”

Lily’nin eli şokla ağzına gitti.

Harry hemen orada, onunla aynı çatı altındaydı. O kadar yakınına geldiği halde, onu yine elinden kaçırmıştı.

Damien bakışlarını bu sefer babasına çevirdi; o da yüzünde inanamayan bir ifadeyle şoktan donup kalmıştı. Damien yutkundu.

“Baba, denedim,” diye başladı. “Harry’ye açıklamayı denedim, ama o… o dinlemedi.” Müdür’e baktı. “Harry kendi bildiği geçmişe inanıyor ve ben de dâhil, kim ne derse desin, hiçbirimize inanamayacak.”

“Nereden biliyorsun?” diye sordu James, sonunda şok halinden çıkmayı başararak. “Harry’yi burada gördüğün anda, doğrudan bana gelmeliydin. Bana gelip söylemeliydin. Ben Harry’ye gerçeği gösterirdim! Ona her şeyi anlatırdım!” Daha da yaklaştı; o kadar sinirliydi ki, tüm bedeni titriyordu. “Harry’ye Voldemort’un onu nasıl kandırdığını ve ona nasıl ihanet ettiğini gösterirdim!”

Damien, gözlerini babasından ayırmadan, yavaşça ayağa kalktı.

“Nasıl?” diye sordu. “Harry’nin seni dinlemesini nasıl sağlayacaktın? Ona gerçeği nasıl gösterecektin? Onu yeniden sandalyeye bağlayarak mı? Yoksa bir odaya kilitleyip Azkaban’a göndermekle tehdit ederek mi?” Damien babasının yüzündeki kırılmış ifadeyi görmezden geldi. Bunları söylemek zorundaydı; içinde git gide büyüyen öfke onu korkusuz kılmış, düşündüğü ne varsa söyleyecek gücü getirmişti. “Harry seni neden dinlesin ki, baba? Bu zamana kadar Harry’nin sana güvenmesini sağlayacak ne yaptın?”

James derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştı.

“Her şeyi mahvettim, biliyorum,” dedi. “Bunu kabul ediyorum. Harry’yi bir kez daha hayal kırıklığına uğrattım. Ama şunu da biliyorsun ki, Harry’yi korumak, onun güvenliğinden emin olmak için ne gerekirse, gereken ne varsa yaparım.”

Damien acı bir kahkaha attı.

“Korumak mı? Harry’yi korumak mı istiyorsun? Peki, kimden, baba? Voldemort’tan mı? Ölüm Yiyen’lerden mi? Yoksa Bakanlık’tan mı? Seherbaz’lardan mı? Yoldaşlık’tan mı?” dedi, başını çılgınca sallayıp Dumbledore’u işaret ederek; artık hiçbir şeyi dert etmeyecek kadar kızgındı. “Söyle bana, baba, Harry’nin hangisiyle başı daha çok belada?” Gözleri yaşlarla doldu, ama gözyaşlarını inatla tutarak ağlamadı. “Harry Potter’ın yakalanmasına yardım edecek olan kişiye beş bin galleon ödül! Gazetedeki ilanda tam da böyle yazıyordu, değil mi? Himayesinde çalıştığın insanlardan tut da arkadaşlarına kadar bu kadar insan Harry’nin peşine düşmüşken, sen nasıl Harry’yi koruyup güvenle saklayacaksın?”

James ne diyeceğini bilmiyordu; bir yanı Damien’ın onunla böyle konuşmasının şokunu yaşarken, diğer yanı verecek cevabı olmadığını söylüyordu.

“İçinde bulunduğumuz durum çok karışık,” diyerek konuşmaya başladı Dumbledore, “ama Harry’nin doğru tarafa dönmesi mecburi.”

“Size karşı saygısızlık etmek istemem ama, Profesör, şu anda taraflar benim umurumda bile değil,” dedi Damien. “Benim tek derdim, ağabeyimin güvende olup olmaması. Voldemort’la olursa da olsun, en azından güvende.”

Sözleri James ile Lily’ye tokat gibi çarparak onları sersemlemiş hallerinden çıkarmıştı.

“Damy!” diye bağırdı Lily, hızla ona doğru ilerleyip onu omuzlarından tutup döndürerek. “Bunu nasıl söylersin? Nasıl cüret edersin? Harry’nin Voldemort gibi bir canavarın yanında güvende olacağını nasıl düşünürsün?” diye sordu. “Harry’yi bizden çalan kişi, Voldemort! Harry onun umurunda bile değil, o sadece onu kullanıyor. Harry’nin ait olduğu yer bizim yanımız, ailesinin yanı!”

“Harry ailesiyle nasıl bir arada olabilir, anne?” diye sordu Damien. “Bakanlık onun bize dönmesine izin vermeyecek.” Lily bu korkunç gerçeğin ona hatırlatılmasıyla sarsılırken biraz sakinleşti. “Harry’nin bizimle yaşayıp yaşamaması benim umurumda değil,” dedi Damien. “Kendisini Potter olarak görüp görmemesi de umurumda değil. Benim tek umurumda olan şey, onun hayatta kalması. Ben Harry’nin yaşamasını istiyorum, anne, bizimle yaşamayacak olsa bile.”

Lily’nin gözyaşları sonunda gözlerinden yanaklarına doğru akmaya başladı. Damien’ın sözleri, kalbini kırmıştı. Odanın diğer tarafında, James ise öfkeden aklını kaybedecek gibi görünüyordu.

“Mr Potter,” diyerek konuştu Dumbledore nazikçe, Damien’ın dikkatini kendisine çekerek. “Anladığım kadarıyla, Harry’yi annenin odasına Görünmezlik Pelerini altında getirdin. Sebebini sorabilir miyim?”

Damien bir süre durduktan sonra sonunda itiraf etti.

“Harry’yi yanımda Düşünseli’yi geri alabilmesi için getirdim.”

Damien annesinin yanında şoktan donakaldığını hissetti. Başını kaldırıp babasına bakmaya cüret dahi edemiyordu. Şaşırmamış görünen Müdür’e bakmayı tercih ediyordu. Diğer ikisinin aksine, Dumbledore büyük bir gizem çözülmüş gibi oldukça rahatlamış görünüyordu.

“Biliyorum, hepiniz şuan bana çok kızgınsınız ve özür dilerim,” dedi Damien, ona öfkeyle bakan babasına şöyle bir göz atarak, “ama bu Harry için hiç adil değil. O onun yüzüğü, onun Düşünseli’si, o yüzden geri alması gerekiyordu. Onun anılarına baktığınızı öğrendiğinde, çok panikledi. Bu onun özeli ve bu hiç de doğru değ-”

“Harry anılarıyla ilgili ne söyledi?” diye sorarak, araya girdi Dumbledore.

“Hiçbir şey,” diye cevapladı Damien. “Ama korkmuştu. İçinde hiç kimsenin bilmemesi gereken şeylerin olduğunu söyledi, hatta… Voldemort’un bile.” Bakışlarını annesine çevirdi; içinden onu anlaması için yalvarıyordu. “Paniklemişti. Düşünseli’ni geri almak için benden yardım istedi. Ben de onu geri çeviremedim, anne.”

Lily hiçbir şey söylemedi.

“İçimden bir his, Harry’nin anıları kilitleme sebebinin, onları Voldemort’tan saklamak için olduğunu söylüyor,” dedi Dumbledore; gözlerine yeniden bir parıltı yerleşmişti. Orada öylece sessizce duran Lily ile James’e döndü. “Öfkenizi anlıyorum,” dedi, onlara hitaben, “ama Damien’a sinirlenmeyin. O yalnızca ağabeyine yardım etmeye çalışıyordu.” Damien’a ışıldayarak gülümsedi. “Aslında, dün olanlardan mutlu olmanız gerektiğini düşünüyorum.” Lily ile James’in şaşkına döndüklerini görünce de, açıkladı. “Harry gelip Damien’ı görmek ve ona korunması için bir hediye vermek için her şeyini riske attı.” Gülümsedi. “Yani, Harry Damien’ı, kardeşini, kendi kanından olanı ne kadar önemsediğini göstermiş oldu.”

James ile Lily biraz olsun sakinleşmiş görünüyorlardı. Hatta Damien babasının yüzünden hafif bir gülümsemenin geçtiğini görür gibi oldu.

“Lahyoo Jisteen’a gelince,” diye devam etti Dumbledore, Damien’ın boynunda asılı duran siyah taşlı kolyeye bakarak, “bu eşi benzeri olmayan bir taş. İçinde eşsiz nitelikte bir güç taşıyor ve bu güç hemen hemen her şey için kullanılabilir; ancak, bunun daha önce korunmak için kullanıldığını hiç sanmıyorum.” Gözleri, Damien’ınkilerle buluşunca bakışları yumuşadı. “Harry sahiden de senin güvenliğinden endişe ediyor olmalı; bu taşı seni korumak için kullanması, hayatına ne kadar değer verdiğini gösteriyor.”

Damien taşa uzanarak başparmağını taşın üzerinde gezdirdi.

“Bununla birlikte,” diyerek iç geçirdi Dumbledore, “Harry’nin hareketlerinin arkasında yatan duygusallığı ne kadar anlasam da, Hogwarts’a bu kadar rahat girip çıktığı gerçeğini göz ardı edemem.”

Damien kaşlarını çatarak ona baktı.

“Okul arazisinde ve Hogwarts Ekspresi’nde meydana gelen saldırılardan sonra, okul yönetimi Hogwarts’ı açık tutmanın ne kadar uygun olduğu konusunda çalışmalar başlattı.” Başını yavaşça iki yana salladı ve derin derin iç geçirdi; artık yüzü düşmüştü. “Ve Harry’nin dün yaptığı ziyareti de bunlara katarsak, yönetimin haklı olduğuna ben de katılmak zorundayım. Hogwarts’ın kapatılması, belki de herkes için daha güvenli olabilir.”

“Hayır,” dedi Damien, bir adım öne çıkarak; gözleri korkudan faltaşı gibi açılmıştı. “Lütfen, Profesör, yapamazsınız-!”

“Benim de arzum, okulu kapatmaktan yana değil,” dedi Dumbledore, “ama öğrencilerimin güvenliğini daha fazla riske atamam. Dün, Harry Hogwarts’a girdi. Yarın, bunu yapacak olanın, Ölüm Yiyen’ler olup olmayacağını bilemeyiz.”

James ile Lily, gözleri şaşkınlıktan açılmış bir halde, öne çıktılar.

“Yönetim ile sorunlar yaşadığından hiç bahsetmemiştin,” dedi James.

“Harry ile ilgili gerçek ortaya çıktığı günden beri, Müdür olarak pozisyonum sorgulanıyor,” diye cevapladı Dumbledore. “Ne yazık ki, Harry’nin Voldemort’a dönüşü benim ‘Karanlık Prens’ ile olan bağımı gün yüzüne çıkardı. Okul yönetimi, Karanlık Prens’in neden çocukların arasına konduğu ile ilgili benden esaslı bir açıklama bekliyor.” James ile Lily’nin kızgın ifadelerine karşılık, başını iki yana salladı. “Bu anlaşılabilir bir endişe; tabii, buna, Harry’nin Hogwarts Ekspresi saldırısına katıldığı da eklendi.”

“Harry öğrencilere saldırmak için orada değildi,” dedi Damien, hemen. “Bunu bana kendisi söyledi. Saldırının yalnızca Seherbaz’lar için olduğunu söyledi.”

“Ne yazık ki, bu, toplumu yatıştırmak için oldukça yetersiz bir bilgi,” dedi Dumbledore, yüzünde bir gülümsemeyle.

“Dumbledore,” dedi James, başını iki yana sallayarak, “ben çok özür dilerim.”

“Özür dilemene gerek yok,” dedi Dumbledore. “Harry’yi Hogwarts’a getirme kararımın arkasındayım. Yapmasaydım, belki de bugün Harry gelip kardeşini korumak için her şeyini riske atmamış olurdu. Dahası, senin yardımını istemiş,” dedi, Damien’a dönerek. “Harry’nin kimseden kolay kolay yardım isteyecek biri olmadığına eminim.” Sandalyesinde doğruldu. “Her ne kadar Düşünseli olmadan Harry’nin çocukluğunun iç yüzüne daha fazla inemeyecek olmamızdan dolayı üzülsem de, seni suçlamıyorum, Damien. Sen sadece ağabeyin için doğru olanı yapmaya çalışıyordun.” Masasındaki çekmecelerden birini açtı. “Ancak, Düşünseli’ni sana vermeden önce, James, kilitli duran anılardan birkaç tanesini açmayı başardım.” İçleri gümüş beyaz dumanlarla kaplı iki uzun tüp çıkardı. “Ne yazık ki, hepsinin kilidini açamadım, ama bu anılar da, Harry’yi anlamamızda büyük bir rol oynuyor.” Başını Damien’a çevirdi. “Bu anıları sen de görmek ister misin, Damien?”

Müdür’ün sözleri üzerine, Damien büyük bir şaşkınlıkla hızla başını kaldırdı.

“Bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum,” dedi Lily, hemen, “Harry’nin yaptığı şeyleri Damien’ın görmesi bence hiç-”

“Ben anıları önceden izledim,” dedi Dumbledore. “Seni temin ederim, Lily, Damien’ın görmesi için hiçbir sakınca yok.” Yeniden genç çocuğa döndü. “Senin de bizimle gelip bu anılara tanıklık etmeni istiyorum, böylece Harry’nin özel anılarını neden incelediğimizi kendin görmüş olursun. Bu meraktan yaptığımız bir şey değil. Harry’nin gerçekten nasıl biri olduğunu anlamak için parçaları bir araya getirmeye çalışıyoruz. Eğer onu tekrar kazanmak istiyorsak, öncelikle orada olan tüm anıları bilmeli ve Harry’yi tanımalıyız.”

James ile Lily birbirlerine endişeli bakışlar attılar. Harry’nin Düşünseli’nde şimdiye kadar gördükleri her şey, onların kanını dondurmuştu. Damien’ın da bunun gibi bir şeyi deneyimlemesinden korkuyorlardı; öte yandan, Dumbledore’un bu anıların Damien için uygun olduğunu söylediği sözlerine de güveniyorlardı.

Dumbledore kendi Düşünseli’ni çıkararak iki anıyı da taştan çanağa boşalttı. Ne-tam-gaz-ne-tam-sıvı olan dumanlı solüsyon çanağın içinde girdap gibi dönüyordu. James, Lily ve Damien masanın etrafında toplandılar.

Lily derin bir nefes bıraktıktan sonra, Damien’ın elini tuttu; James ise diğer elini. Üçü birden başlarını eğerek Düşünseli’ne daldılar.

* * *

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #44: Alex [Kısım 2] okumak için tıklayın!

Çeviren: Tuba Toraman

fC ve Tuba Toraman

Fantastik Canavarlar genel içerik editörü.