Harry Potter ve Kızıl Pelerin #11: Elwyn’in Hediyesi

* * *

önceki bölümleri okumadıysanız:

BÖLÜM LİSTESİNE ULAŞMAK İÇİN TIKLAYIN!

* * *

“Crookshanks?”

Hermione’nin titrek sesi ve derin hıçkırığı koridorda yankılandı. Aynı anda ayak sesleri de duyuldu, sesler yavaş yavaş odanın içine kadar geldi.

Hermione ufak, tavşan adımları atarken, dar ve karanlık bir köşeye sinmiş bir çift sarı göz arıyordu. Aradığını bulamayınca dizlerinin üstüne çöktü ve gözlerini kısarak çalışma masasının altını kontrol etti.

“Crookshanks?”

Masanın altı zifiri karanlıktı, önünü daha iyi görebilmek için asasını çıkararak büyülü sözü fısıldadı, “Lumos…” Asanın ucu parıldadı ve ortalık hafifçe aydınlandı.

O sırada odayı sarmış olan sessizliği, tam arkasından gelen bir homurtu yok etti; ne olduğu tam olarak anlaşılamayan sarı bir tüy yumağı yatağın altından koridora fırladı ve bunu yaparken yere rastgele istiflenmiş birkaç kitabı devirdi.

Hermione bu sesle irkilerek olduğu yerde zıpladı ve kafasını çekmeceye çarptı. Ağzından bir öfke nidası fırladı ama hiç zaman kaybetmeden kitapların üzerinden atladı, kafasını ovuştururken kedinin peşinden koşarak seslendi,

“Crookshanks buraya gel!”

Ama Crookshanks koridoru geçip oturma odasına girmişti bile, Kingsley’in bacaklarının arasından geçerek sendelemesine sebep oldu, sonra da hafifçe sekerek sarmaşık desenli koltuğun altına girdi.

“Off Crookshanks…”

Hermione halının üzerine uzanıp elinden geldiğince sakin bir şekilde kediyi teskin etmeye çalıştı. Eline onun en sevdiği kedi ikramlarından almıştı, bir tanesini koltuğun altına doğru iteledi. Kedi belirli bir süre bekledi, sonra patisiyle ikramı kendisine doğru çekti ama dışarı çıkmadı.

Bütün bunlar olurken Arcanus Grines ayakta, kapının hemen yanındaydı; asasını şömineye doğrultmuştu, “Cesedin yerdeki biçiminden ve diğer ipuçlarından anladığım kadarıyla öldüren lanet aşağı yukarı bulunduğum yerden yollanmış.” Sol elinin işaret parmağıyla kanepenin büyünün etkisiyle yanmış kolçaklarından birini işaret etti. “Buraya temas ettiğinde yolundan hafifçe sapmış ama yine de hedefi bulmuş, büyük talihsizlik.”

Kingsley eli çenesinde, düşünceli bir sesle, “Açı normalden daha dar ve çıkış yeri olması gerekenden alçak gibi…”

Grines onun söylediklerini onaylarcasına başını salladı, “Kesinlikle… Bunun çok mantıklı bir açıklaması var.”

İlgiyle onları izleyen Mr Weasley’in kafası biraz karışmış gibiydi, “Bu şartlar altında saldırganın bir insan olmadığını mı düşünmeliyiz? Bir cincüce? Ya da başka bir ev cini? Suç aleti çalıntı bir asa olabilir mi?”

Grines başını iki yana salladı, “Hayır, sanmıyorum. Benim farklı bir teorim var…”

Eğilerek Crookshanks’in saklandığı koltuğun altına baktı ve kediye seslendi, “Crookshanks, yardımına ihtiyacım var.”

Kedi hiçbir tepki vermedi birkaç saniye sonra itiraz eder bir tavırla miyavladı.

Grines ısrar etti, “Haydi ama… Kreacher’ın katilini bulmalıyız…”

Crookshanks’ı bir süredir oradan çıkarmaya uğraşan ve kesin bir başarısızlığa uğrayan  Hermione’nin şaşkın bakışları altında gizlendiği yerden çıktı, bir yandan mırıldanırken hafifçe sekerek Grines’in ayaklarının dibine kadar geldi. Grines onu özenle kaldırdı ve kucağına alarak başını okşamaya başladı. Kedi bunun üzerine önce hafif hafif, sonra büyük bir gürültüyle guruldamaya başladı, bir yandan da gözlerini kocaman açarak sanki etrafından gelebilecek tehlikelere karşı tetikte bekliyordu.

Grines kedinin patisine dokununca hayvan gözlerini kısarak tırnaklarını çıkardı ve hırladı.

“Tamam, tamam, sakin ol bakalım… Şimdi bana nerede olduğunu göster.”

Yavaşça Crookshanks’i yere bıraktı, hayvan sendeleyerek etrafı kokladı ve koltuğun arkasına doğru yürüdü, sonra da kuyruğunu altına alarak oturdu. Grines onu takip ederek parkeyi karış karış inceledi, sonunda belli bir noktada duraksayıp heyecanlı bir şekilde bağırdı: “İşte burada…”

Kingsley ve Mr Weasley merakla kafalarını onun işaret ettiği yere doğru uzattılar. Mr Weasley gözlerini kısarak sordu: “Bu kan mı Arcanus?”

Grines parmağını yere yapıştırdı, kaldırdığında ucunda kırmızı bir leke vardı, “Hiç Kuşku yok ki öyle. Lanetin bu kadar alçaktan ve yere paralel gitmesinin sebebi…” duraksadığında yere eğilerek Crookshanks’i tekrar kucağına aldı ve ayağa kalktı, “Bu akıl küpü,  tüylü dostumuz. Belli ki tam laneti yollarken katile saldırmış ve onu yaralamış. Bu arada kendi de yaralanmış…”

İncitmemeye çalışarak kediyi Hermione’ye gösterdi, “Yarın patisine baktırmak için Diagon Yolu’na götürmek isteyebilirsin.” Hermione teşekkür ederek Crookshanks’i eline aldı ve yaralı patiyi incelemeye başladı.

Mr Weasley, “Peki şimdi ne olacak?” diye sordu.

Bu defa sorusunu yanıtlayan Kingsley oldu, “Kan örneğini Azkaban’a yollayacağız. Orada daha önce sabıkası kayda alınmış suçlulara ait örneklerle karşılaştırılacak. Eğer eşleşme çıkarsa kim olduğunu bulduk demektir.”

Grines düzeltti, “Ya da kim olduklarını…”

Kingsley gözlerini şaşkınlıkla açarak, “Bu sonuca nasıl vardın?” diye sordu.

Grines, “Ayak izlerinden…” diyerek sözlerine devam etti. “Harry geldiklerinde kapının açık olduğunu söyledi. Belli ki geçtiğimiz yıl Hermione’nin Yaxley’i yanlışlıkla buraya getirmesiyle Fidelius Büyüsü bozulmuş. Eve giren her kimse Yaxley’in geçen yıl yanısıra cisimlenme ile getirdiği ölüm yiyenlerden biri olmalı, ki halen Azkaban’a atılamayan, kaçak olan iki tanesini tanıyoruz.”

Bunları söyledikten sonra ellerini arkasında birleştirip kaşlarını çattı, odanın içinde bir aşağı bir yukarı volta atmaya başladı, “Kapıyı açtılar, sessizce içeri girdiler ve beklediler.” Yeri işaret etti,  “Koridorda parkeler eriyen kardan dolayı ıslanmıştı.” Parmaklarını görünmez bir izi takip eder gibi yavaş yavaş kaldırdı ve bu defa duvarı gösterdi, gözlerine dalgın bir bakış yerleşmişti, “lekeler doğrudan merdivenlere gidiyordu ve çift ayak izi vardı. Girdiklerinde ev cininin ayak seslerini duymuş ve bu yüzden yukarı çıkmış olmalılar.”

Mr Weasley kaşlarını çattı, “Zavallı Kreacher’a neden saldırmak istemiş olabilirler ki?”

Grines omuz silkerek yanıt verdi, “Kreacher ile bir dertleri olduğunu sanmıyorum. Bence buraya Harry, Ron, Hermione ya da üçü için birden gelmişlerdi. Fakat…”

Grines kararsızca duraksadı, gözleri zeminde tek bir noktada sabitlendi, “Anlamsız… Çok anlamsız…” Başını iki yana salladı.

Kingsley kuşkuyla, “Kafanı kurcalayan nedir Arcanus?” diye sordu. “Varsayımların tutarlı görünüyor,” diyerek arkadaşını aklından geçenleri söylemesi için cesaretlendirdi.

Grines bir rüyadan uyanır gibi kafasını kaldırdı, “Neden Noel gecesi? Anlamsız olan bu! Bir saldırının keşif süreci, uygulaması ve kaçış planı olur. Bu evde dördünün yaşadığını biliyorlardı, bunu teyit etmek için mutlaka keşfe çıkmış olmalılar.” Duraksadı, “Ama Noel’de Kovuk’a gitme ihtimalleri burada olma ihtimallerine göre çok daha yüksekti. Neden bu kadar gün dururken evin boş olma ihtimalinin en yüksek olduğu Noel gecesi saldırmayı tercih ettiler?”

“Bunun tek bir açıklaması var…”

Tüm kafalar arkalarından yükselen sesin sahibine doğru döndü, Harry yanında Elwyn ile beraber oturma odasına girmişti. Gözlerini kararlı bir şekilde Grines’e dikerek, “Birileri benim evde Kreacher ile yalnız olacağımı düşünüyordu, haklıydı da. Bakanlıkta Elwyn ile karşılaşmasaydım baskın esnasında burada Kreacher ile yalnız olacaktım…”

Bu sözler üzerine uzun bir sessizlik oldu. Mr Weasley endişeyle, “Harry, burada olacağını bizim dışımızda kim bilebilir?” diye sordu. Harry kafasını iki yana salladı, “Bu sorunun yanıtını şimdilik bilmiyorum ama emin olun bulacağım…” Son derece ciddi görünüyordu.

Kingsley Shacklebolt davudi sesiyle söylenenleri onayladı, “Harry haklı. Bu olanların hiçbiri tesadüf değil. Soruşturmayı derinleştireceğiz. Lütfen artık hiçbir şeye dokunmayın. Şimdilik öğreneceğimizi öğrendik sayılır.”

Mr Weasley’e döndü, “Arthur, Harry, Ron ve Hermione’yi al, Dedalus ve Hestia’yla Kovuk’a gidin. Bir süre de orada kalın. Ben Arcanus ile bir süre daha burada olacağım. Herkes için uzun bir gece oldu.”

Crookshanks mırıldanarak Hermione’nin elinden yere atladı ve sanki eşyalarını toplamak niyetindeymiş gibi Hermione’nin odasına yollandı. Hermione ve Mr Weasley alt katta endişeli bir ifadeyle onları bekleyen Ron ile Ginny’nin yanına indiler. Elwyn büyük bir sükûnetle odayı inceleyen Harry’nin kolundan tuttu, Grines ve Kingsley’den uzaklaştırdı, odanın diğer ucuna kadar beraber yürüdüler, “Harry, İyi misin?”

Harry sakince yanıtladı bu soruyu. “İyiyim,” dedi. Sustu ve gözlerini yere indirdi, “Sadece suçluluk duyuyorum, Kreacher için üzülüyorum. Bu şekilde gitmeyi hak etmedi.”

Elwyn başını yana eğdi, “Kreacher konusunda haklısın, ama suçluluk duyman için bir sebep yok, bunların olacağını bilemezdin…”

Harry, “Tabi ki bilemezdim, bilmiyordum,” dedi ve devam etti,  “Ama kendimi kandırdım, Voldemort gidince her şeyin sona ereceğini sandım… Güvende olduğumuzu sandım… Daha tedbirli olmalıydım. Sirius…”

“Vaftiz Baban…” diye tamamladı Elwyn onun sözlerini;

Harry “Doğru,” dedi, “Böyle zamanlarda ona ne kadar ihtiyacım olduğunu anlıyorum. Bu ev onun için Azkaban’dan farksızdı, çünkü dışarı çıkamıyordu. Bu yüzden çoğu zaman yanımda değildi ama aklımı ne zaman bir şey kurcalasa, ne zaman üzüntü ya da endişe duysam bana mutlaka bir şekilde ulaşırdı. Bazen…” önlerinde odunların çatırdadığı şömineye baktı, gözleri parıldadı, “Yine bir şekilde alevlerin içinde görünüp bana yardım edecekmiş, benimle konuşacakmış gibi geliyor…”

Elwyn anlayışla gözlerinin içine baktı, “Harry o gitti… Gelecek Postası yazmıştı…”

Harry yutkundu, sanki bir şey boğazına takılmış kalmıştı, “Evet, gitti… Ama sanki ölmemiş gibi geliyor. Cedric’i, Fred’i gördüm, Dumbledore’u… Tonks ile Lupin’i… Hepsini bir şekilde kabullendim. Hatta kendi ölümümü bile…” İçinde Kapanışta Açılırım yazan Altın Snitch gözünün önünde canlandı. “Ama Sirius, Bellatrix onu lanetledikten sonra bir kapıdan geçti, tül bir perdeden. Gerçekten ölmüş olduğunu bilsem, bunu bilebilsem, belki…”

Elwyn sessizce onu dinledi, Harry’nin bu hislerini uzun zamandır içinde tuttuğunu fark etmişti, sabırla sözlerini bitirmesini bekledi.

“…Kabullenmek daha kolay olurdu. Sirius bir Animagus’tu. Beşinci sınıfa geçeceğim yaz, kuzenimle Privet Drive’da Dolores Umbridge’nin yolladığı iki Ruh Emici’nin saldırısına uğradık ve kurtulabilmek için Patronus Büyüsü yapmak zorunda kaldım. Bu yüzden Sihir Bakanlığıyla başım derde girdi. Okuldan atılırım diye ödüm patlıyordu. Duruşmaya giderken siyah bir köpeğe dönüşüp bana eşlik etti. Ron ve Hermione yanımda olduğu için şanslıyım ama Sirius’un benimle olması…”

“Sanki bir ailen varmış gibi hissettirdi…”

“Aynen öyle… Öldüğü gece herkesi peşimden Bakanlık’a sürüklemesem şu anda hayatta olabilirdi. Ya da Pettigrew kaçmasaydı bir şekilde aklanabilirdi, özgür olurdu, benimle olurdu…”

Elwyn kollarından hafifçe tuttu, “Her şeyi düşünemezsin, herkesi kurtaramazsın… Elinde olmayan şeyler için endişelenmeyi bırak. Şu an yapabileceğin en iyi şey, Kingsley ve Arcanus ile Kreacher’a bunu yapanları bulmak.”

Harry uzun uzun düşündü, kabullenmeye çalıştı, “Belki de haklısın,” dedi sonunda. Elwyn’in gözlerinin içine bakarak, “Bu gecelik Mr Weasley ile gideceğim,” dedi. Onun yüzünde mutsuzluğun bir gölgesini görmeyi bekledi ama Elwyn gülümsedi: “Güvende ol,” dedi.

Harry de onunkine buruk bir gülümsemeyle karşılık verdi, “Sen de…” Aniden aklına gelmiş gibi tekrar söze girdi, “Bu arada, KŞS’lerinden kaytarmak istersen…”

Sözünü tamamlayan Elwyn oldu, “Ya da bir Hogwarts son sınıf öğrencisini darp etmek gerekirse, evet, seni çağırırım.”

Beraber alt kata indiler, Mr Weasley, Ginny, Ron ve Hermione Ron’un odasına geçmişti, sesleri üst kattan geliyordu. Kapının eşiğinde tek başlarınaydılar.

Harry, “İyi geceler Elwyn,” dedi.

Elwyn ona bakarak başını salladı, “İyi geceler Harry – insan bludger- Potter…”

Genç cadı Grimmauld Meydanı’nın kapısından dışarı çıktı, tepesine yağan karların altında, kaldırımda bir an durup Harry’ye baktı. Harry o yas anında bile içini mutlulukla dolduran yeni bir duygunun varlığını keşfetti. Elwyn ona el salladı, sonra da cisimlenerek karanlıkta yok oldu. O gittiğinde Harry eski karamsar ruh haline geri döndü ve bu durum hiç hoşuna gitmedi.

Kreacher’a veda etmek için tekrar birinci kata çıktı. Arcanus Grines ve Kingsley hala şöminenin önünde hararetle bir şeyler tartışıyordu, gelenin Harry olduğunu fark edince bir an susup ona baktılar, sonra konuşmalarına daha cansız bir tonda devam ettiler.

Harry Kreacher’a doğru eğildi, başını elleri arasına aldı ve kulağına fısıldadı, “Ne pahasına olursa olsun… Sana bunu yapanları bulacağım.” Ev cininin kafasını yavaşça yere bıraktığında küçük, yaşlı vücudu cansız bir kukla gibi oynadı. Bu görüntü Harry’nin içini acıttı. Bir yolunu bulup Kreacher’ı onurlandırmaya karar verdi.

Kreacher nereye gömülmeliydi?

Aklından tek bir yer geçiyordu; Kreacher en çok sevdiği insanların, ailesi olarak kabul ettiği Black’lerin yakınında yatmalıydı son uykusuna.

Harry onun Black aile mezarlığında gömülmesini sağlayacaktı. Hatta eğer elinden gelirse Regulus Black’in yanına. İkisi de çok acı çekmiş, Karanlık Lordun acımasız dünyasında hak etmedikleri bir ölüme yürümüşlerdi. Harry Regulus’un intikamını almıştı, Kreacher’a olanların hesabını da soracaktı. Kararlılıkla tekrar ayağa kalktı, sabırla Kingsley ile Arcanus’un konuşmasının bitmesini bekledi. Bir dakika sonra Kingsley Shacklebolt Grines’i başıyla selamlayarak alt kata indi. Harry Grines’in yanına yaklaşıp “Mr Grines, bir dakikanız var mı?” diye sordu.

Grines onun kendisiyle konuşmak istemesine şaşırmış gibiydi, apaçık bir merakla Harry’ye baktı, “Tabii ki,” dedi.

Harry hiç duraksamadan “Haklıydınız,” dedi.

Grines, “Ne konuda?” diye sordu.

“Seherbaz olmaya hazır olmadığım konusunda…” Hazmetmesi zor bir durumu kabullenen biri edasıyla devam etti sözlerine, “Albus Dumbledore bana daima Lord Voldemort’a karşı olan üstünlüğümün sevme yeteneğinden kaynaklandığını söylerdi.” Harry dudak büktü, “Kısmen haklıydı da. Aileme duyduğum sevgi bana hep yol gösterdi ve Godric’s Hollow’da, Little Hangleton’da canımı da kurtardı.”

Gözlerini yere dikti, “Öte yandan zayıflıklarım da çoktu. Zihinbendde asla iyi olamadım, çünkü kafamı bir türlü boşaltamıyordum. Zor anlarda daima hislerimin beni yönlendirmesine izin verdim.” Grines’in doğrudan gözlerinin içine baktı, “Bakanlıkta ilk tanıştığımızda size, hatta Hogwarts’ta Zihinbed derslerinde benzer şeyleri söylediğinde Profesör Snape’e çok kızmıştım.” Acı bir şekilde gülümsedi, “Ama şimdi anlıyorum ki, iyi bir Seherbaz olmak için, bu işi gerçekten bitirebilmek için söylenenlerin doğru olduğunu anlamam gerekiyordu. Severus Snape onu bu şekilde alt etti, duygularından arınarak…”

Gözlerini yeniden Grines’e dikti, “Bana bu işi bitirmem için yardım edin…”

Grines ona az önceki sözlerini tartıyormuş gibi baktı. Sanki ne kadar kararlı, kendinden emin ve ciddi olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydi. Sonunda hiçbir şey söylemeden Harry’ye elini uzattı. Harry onun elini sıkıca kavradı ve tokalaştılar.

* * *

Harry odasına geçip sırt çantasına aceleyle birkaç kıyafet tıkıştırdı, sonra da çantasını omzuna atıp alt kata indi. Mr Weasley, Ron, Hermione ve Ginny gitmeye hazır bir şekilde onu bekliyordu. Ginny ona buz gibi soğuk bir ifadeyle baktı. Harry bu bakıştan ve mesafeli tavrından onun geldiğine pişman olduğunu hissedebiliyordu ama yapacak bir şey yoktu. Ginny’yi buraya davet etmemişti. O gece evde yaşananların hiçbiri Harry’nin rızasıyla olmamıştı.

Dedalus ve Hestia’nın da aralarına katılmasıyla hep beraber Kovuk’a cisimlendiler.

Hermione kendisini iyi hissetmediğinden herkesten izin istedi ve doğruca Ginny ile kalacakları odaya geçip yattı. Harry o giderken arkasından baktı, Kreacher’ın ölümünün Hermione’yi çok etkilediğini düşündü. Ne de olsa yıllardır ev cinine iyi davranılmasını söyleyen kişi o olmuş ve beraber yaşadıklarından cine fazlasıyla alışmıştı. Ama Hermione’nin çok güçlü bir cadı olduğunu ve bunu da atlatacağının farkındaydı.

Ron’la ikisi Ron’un Kovuk’taki eski odasına geçtiler ama hemen uyumadılar. Karanlıkta uzun uzun sohbet ettiler. Mayıs ayından beri olanları, Ölüm Yiyenlerin Borgin & Burkes’te, sonra Little Hangleton’da görülmelerinden İrlanda’ya kaçışlarına, oradan geri dönüşlerine ve Grimmauld Meydanı’ndaki trajediye kadar her şeyi karşılıklı tekrar ettiler. Sonunda uykuya daldıklarında Grimmauld Meydanı’ndan yanlarında getirdikleri Büyücü Saat dörde geliyordu. Köstekli saatine bakan Büyücü artık yatmalarını, onların seslerinden uyuyamadığını, gecenin bu saatinde ne konuşuyorlarsa sabahı bekleyebileceğini söyleyerek onları payladı. Harry ile Ron önce bu tavra kızsalar da sonrasında ona hak verdiler. Ron ışığı söndürüp Harry’ye iyi geceler diledi ve yorganının altına girdi. Birkaç saniye içinde de uyuyakaldı.

Harry, yorgun olmasına rağmen birkaç dakika Kovuk’un penceresinde ince ince yağan karı izledi, sonra uykuya daldığı anda kendisini tanıdık bir rüyanın ortasında buldu.

Bakanlıktan döndükleri gece gördüğü, Griyffindor yatakhanesinde uyandığı o garip rüyanın içindeydi yine; yatağında doğruldu; tam karşısındaki yatakta Peter Pettigrew uyanmış, gözlerini ona dikmiş bakıyordu. Harry bu defa onu görünce irkilmedi, Peter ona kapıyı işaret ederek “Zamanı geldi,” dedi,  ayağa kalktı. Kendilerini St Mungo’nun beyaz koridorlarından buldular. John Beresford elinde Ateşokunu tutarken kalın çerçeveli gözlükleriyle bir böcek gibi görünen Mrs Trelawney ile sohbet ediyordu; Harry yanından geçerken sinsi sinsi güldü. Bir an sonra Harry hastane odalarının önünden geçiyordu. Kafasını çevirdiğinde yatakta yatanın kendisi olduğunu fark etti,  Elwyn onun yaralarını sarıyordu. Odanın tam ortasında dev bir ağaç vardı, ürkütücü, yüksek bir ağaç. O kadar büyüktü ki Harry kafasını kaldırdığında tavanı delip geçtiğini fark etti.  Ağacın karanlık dalları arasında sarımtırak gözler onu izliyordu, Harry endişeyle koridorda yürümeye devam etti.

O sırada karşısına yıkılmak üzere olan, eski bir Malikâne çıkmıştı. İkinci katının sol üst penceresinde mumun titrek alevi perdeyi aydınlatıyordu. Bir erkek gölgesi ayağa kalktı. Elinde tehlikeli görünen, Harry’nin asaya benzettiği bir şey vardı ve onu Harry’ye doğrulttu. Harry arkasını dönüp kaçmaya çalışırken koca kıskaçlarını açıp kapayarak üstüne gelen bir Akromantula gördü ve bağırmaya başladı.

Uyandığında nefes nefeseydi ve ter içinde kalmıştı. Ron odadaki diğer yatakta hala ağzı açık uyuyordu. Güneş yeni doğmuş olacak henüz Kovuk’ta hiçbir hareketlenme duyulmuyordu.

Harry rahatlayarak tekrar yatağına girdi ve tavanı izlemeye başladı. Bir süre kafasına dolan düşünceler yüzünden uyuyamadı. Aynı rüyayı ufak tefek farklarla tekrar görüyor olması sadece yaşadığı gerginliğin doğal bir sonucu muydu? Yoksa şu an çıkaramadığı farklı bir anlam mı taşıyordu? Bu ikilem üzerine düşünüp durdu, yatağında döndü. Sonunda tekrar uykuya daldı ve bu defa hiç rüya görmedi.

Sabah uyandığında denizin derinliklerinden yüzeye çıkma hissiyle döndü gerçek dünyaya, Noel gecesi yaşananları hatırlaması biraz süre aldı. Gözlerini açtığında ilk önce kendi yatağında değil, Kovuk’ta yine Ron’la aynı odada uyanmış olduğuna şaşırdı, sonra Kreacher’ın Grimmauld Meydanı Birinci Kat oturma odasında başı elleri arasında cansız yatışını hatırladı. Hemen ardından da Elwyn Baines ile olanları. Ginny’nin oturma odasına girdiğinde Harry ile Elwyn’i gördüğü anda yüzünde beliren hayal kırıklığı ifadesi gözünün önünde canlandı. Ama Ginny ile arasında geçenler o anda sorunlarının en küçüğü sayılabilirdi. Yine de Kovuk’u hızla terk etmek şu anda yapabileceği en iyi şey olurdu. Çünkü ikisini de zor durumda bırakmak istemiyordu.

Yatakta doğruldu, Ron ise yorganını çekiştirerek duvara doğru döndü ve horlamaya devam etti.

Bir gece önce yağan karı hatırlayarak çantasını açtı, üstünü sımsıkı giydi, yüzünü yıkadı ve merdivenlerden aşağı indi. Ocakta demlik ıslık çalarak fokurduyordu ancak Mrs Weasley ortalıkta görünmüyordu. Harry buna memnun oldu; her ne kadar Ron’un annesini çok sevse de Gelecek Postası’nın asparagas haberlerinden birinde Hermione ile isimleri birlikte anıldığında ona ne kadar soğuk davrandığını unutamamıştı. Ginny’nin annesiyle konuşup konuşmadığını, konuştuysa tepkisinin ne olacağını pek kestiremiyordu.

Biraz hava almak ve kafasını toplamak için dışarı çıktı ve bahçeye yöneldi. Hava buz gibiydi ancak yağan kar iklimi biraz olsun yumuşatmıştı. Çitin öte yanında Dedalus Diggle bir elinde asası, diğer elinde üzerinde dumanı tüten kahve kupasıyla nöbet tutuyordu. Harry’yi görünce kupayı havaya kaldırdı. Harry de onu minnetle selamladı, talihsiz adamın bu soğukta dışarıda nöbet tutmasının tek sebebi kendisiydi.  Bir an yanına gitmeyi düşündüyse de biraz yalnız kalmaya ihtiyacı olduğunu fark ederek vazgeçti, çiçek tarhlarının arasında dolaşan yeryücelerinin tam karşısında bir bank vardı, üzerindeki karları temizleyerek oturdu.

“Senin için endişelendiğimden gelmiştim…”

Hemen arkasından gelen bu ses Harry’nin irkilmesine sebep oldu. Panikle ayağa fırlayıp elinde asasıyla, arkasını döndüğünde Ginny’nin ellerini kavuşturmuş karla kaplı tepeleri izlemekte olduğunu gördü. Bilmeden tam da onun olduğu yere gelmişti. Belli ki Ginny’yi de uyku tutmamıştı. Bir an için yanına mı gitmeli yoksa olduğu yerde mi kalmalı karar veremedi. Sonra hiçbir şey yapmak zorunda olmadığını düşündü ve içinden nasıl geliyorsa öyle davrandı.

“Teşekkürler. Ben iyiyim.”

“İyi olduğunu fark ettim,” dedi Ginny sitemkar bir ifadeyle.

Bu imalı söz Harry’nin içinde bir öfke dalgasının yükselmesine sebep oldu. Yine de kendisini dizginlemeyi başardı. Ginny sözlerine devam etti:

“Bu teşekkür edilecek bir şey değil. Yanlış anlamaman için söyleme ihtiyacı duydum, sonuçta bittiğini söyleyen bendim.  Bu yüzden sana kızmadım.”

Harry onun kendisine kızıp kızmadığını pek merak ediyor değildi, yine de başını sallamakla yetindi.

“Herkesin yoluna gitmesi en doğrusu. Noel’den sonra zaten okula dönüyorum. Paskalyayı da Hogwarts’ta geçireceğim.”

Harry bunun sebebinin Jonathan Beresford olup olmadığını merak ettiyse de yorum yapmadı, yine sessiz kalıp sadece onaylar şekilde başını salladı.

“Mezuniyet 19 Haziran’da, yani hazirana kadar eve gelmeyeceğim. Güvenliğin için Kovuk’ta kalmanın doğru olduğunu düşünüyorsan, haberin olsun.”

Konuşması kararlı ve duygusuzdu. Harry de onun gibi bu işin hızlı ve acısız bitmesini istiyordu, bu yüzden aynı kararlılıkla yanıt verdi.

“Bugün Grimmauld Meydanı’na döneceğim. Kimseden kaçıp saklanmaya niyetim yok. Paskalya’da ya da ne zaman istersen buraya geri dönebilirsin, ben olmayacağım.”

Ginny kaşlarını çattı, bu defa o sanki eve neden döndüğünü biliyorum dermiş gibi bakıyordu. Yine de o da hiçbir şey söylemedi. Harry ayağa kalktı, Ginny’ye doğru yürüdü, elini uzatarak “Kendine iyi bak,” dedi.  Ginny onun elini yumuşak bir şekilde sıkarken ciddi bir ifadeyle başını salladı.

Harry arkasını döndü, karda bata çıka Dedalus Diggle’a doğru yürüdü. Onu tekrar selamladı ve bir süre havadan sudan konuştuktan sonra Grimmauld Meydanı’na döneceğini söyledi. Dedalus Williamson’un evde onu beklediğini söyledi. Harry bir defa daha minnetle gülümsedi ve Kovuk’un bahçesine baktı. Ginny içeri girmişti, bunun üzerine Harry yeniden Grimmauld Meydanı On İki Numara’ya cisimlendi.

Eve geri döndüğünde Williamson muhtemelen yorgunluktan, bitkin ve dalgın bir halde nöbet tutuyordu. Yine de Harry’ye son havadisleri vermekte gecikmedi: Bakanlık gece Kreacher’ı götürmüştü. Williamson Kingsley Shacklebolt’un ev cininin Harry’nin arzu ettiği gibi Black aile mezarlığına defnedileceğini söylediğini duymuştu.

Harry teşekkür etti ve içeri girdi. Ev sessizdi. Sanki bir gece önce hiçbir şey olmamış gibi sessizdi hem de. Halbuki orayı ev yapan parçalardan biri sonsuza dek yok olmuştu. Harry zamanın nankör olduğuna karar verdi bir kez daha. Yıllarını o eve vermiş olan Kreacher hiç var olmamış gibiydi şimdiden.

Harry aşağı, mutfağa indi, kilerden Kreacher’ın eşyalarını toplayarak bir sandığa kaldırdı. Sonra da Ron ile Hermione Grimmauld Meydanı’na dönene kadar savunma büyülerini çalışmak için oturma odasına geçti, şöminenin tam karşısında pozisyon aldı.

Asasını havaya kaldırıp gözlerini kapadı, Telum Exspiravit kelimeleri döküldü dudaklarından, bir an için bedeni anafora kapılır gibi döndü, yok olup şak sesiyle aynı yerde tekrar belirdi.

Telum Exspiravit…

Birkaç adım öteye cisimlenip asasını görünmez bir düşmana sapladı.

Telum Exspiravit…

Kreacher’ın cansız bedeni sanki hala az ötede yeşil sarmaşık desenli halının üzerinde yatıyordu. Zihnini boşaltmaya, Kreacher’ı düşünmemeye, Grines’in söylediği gibi bir hiç olmaya çalıştı.

Telum Exspiravit…

Yeşil kıvılcımlar Grimmauld Meydanı’nın geniş pencerelerinde parıldıyordu.

* * *

Harry, Ron ve Hermione’nin Noel gecesi Kovuk’ta olan biteni konuşabilmesi ancak baskının üzerinden bir hafta geçip hayatın normale yakın seyretmeye başlamasıyla mümkün oldu.

Ron ile Hermione’nin anlattığı kadarıyla Weasley’ler ile Granger’ların Kovuk’taki buluşması cep sinsioskopları çalmaya başlayıncaya dek son derece keyifli ve eğlenceli geçmişti. Mr Weasley’in abartılı karşılaması, ardından Muggle dünyası üzerine sorduğu sorular sık sık Mrs Weasley’in, “Neden misafirlerimize biraz mola vermiyorsun Arthur?”, “Helikopterlerin havada nasıl durduğu bu kadar önemli mi?” veyaArthur o şarjlı matkabı lütfen yerine koyar mısın? Elinden bir kaza çıkacak,” gibi uyarılarıyla kesilmişti. Yine de Mr Granger büyük bir sabırla Arthur Weasley’in tüm sorularını yanıtlamakla kalmamış aynı zamanda yanında ev hediyesi olarak getirdiği üçlü priz ve beş metrelik uzatma kablosuyla gönülleri fethetmişti. Bu arada Mrs Granger’ın da son derece yetkin bir aşçı olduğu ortaya çıkmıştı. Özellikle tarçınlı puding ve kabaklı kek tarifiyle Mrs Weasley’in takdirini kazanmış ve ikili uzun, derin bir sohbete dalmıştı. Ron Mr Granger’a büyücü satrancını kısaca öğretmiş, rakibi usta bir muggle satranç oyuncusu olduğundan oyunu hızla kavramayı başarmış ve onu gerçek anlamda zorlamıştı. Hatta Ron iyi bir maç çıkararak gelecekteki kayınpederinin gözüne girmeye uğraştığı için kritik bir hamleye karar vermek için  o kadar uzun süre düşünmüştü ki atlar uyumak için ağıllarına dönünce oyun yarım kalmıştı.

Ron ve Hermione de aynen Harry gibi saklanarak yaşamak istemiyordu, ama baskından sonra hayat tarzları değişmişti. Artık Grimmauld Meydanı On iki Numara’nın yeni kuralları vardı. Ev işleri, bulaşık yıkamak, yemek yapmak, evi süpürmek gibi görevlere pek de alışık olmayan Ron’un tüm itirazlarına rağmen, üçü arasında adaletli bir şekilde bölüşülmüştü. Yine de Ron bir şekilde kendi sorumluluklarını ufak tefek ayak oyunlarıyla Harry ile Hermione’ye yüklemeyi başarıyordu. Hermione bir keresinde onun kirli su kovasına batırdığı paspasla yeri silmeye çalıştığını gördüğünden cinnet geçirip bağırıp çağırmış, elindeki paspası kapıp temizliğe kendi başına devam etmişti.

Güvenlik konusu da artık eskisine nazaran çok daha fazla ciddiye alınıyordu. Dedalus, Hestia, Williamson ve başka seherbazlar Grimmauld Meydanı’nda dönüşümlü olarak nöbet tutuyor, üçlü, giriş çıkışlarıyla ilgili onları düzenli olarak bilgilendiriyordu. Eve her gelen mutlaka güvenlik sorularına tabi tutuluyor, içeri girmesine tüm soruları doğru yanıtladıktan sonra izin veriliyordu.

Seherbazlık Sınavı yaklaştıkça Harry ile Ron’un Bakanlık ziyaretleri artıyordu; Robards, Kingsley ve Grines’in uygulamalı özel dersleri ve bir yandan Hogwarts’taki FYBS’lere hazırlanan Hermione’nin kuramsal sınav için verdiği özel destek sayesinde ikili artık neredeyse hazır gibiydi. Bunların dışında Harry’nin Seherbazlık yolunda büyük bir avantajı da Elwyn’in varlığı oldu.

Harry, Ron’a ve Hermione’ye olan saygısından onu Grimmauld Meydanı’na davet etmiyordu. Ron’un bu konuda desteği onun için önemliydi ama Ginny yüzünden hiçbir şekilde bu ilişkiye taraf olmak istemiyordu. Hermione ise hem Ginny’nin iyi arkadaşıydı hem de Elwyn’i daha bu ilişki gündeme gelmeden önce bile bir türlü sevmeyi başaramamıştı. Harry bu anlaşmazlığın bir başka sebebinin kıskançlık olduğunun da farkındaydı. Elwyn’in zeka konusunda Hermione’den eksiği yoktu. FYBS’de yedi dersten Olağanüstü almış ve Hogwarts’ı onur derecesiyle bitirmişti. Üstelik bunu yaşça büyük büyücülerle yarışmasına rağmen yapmayı başarmıştı.

Elwyn Harry’ye daima zayıf olduğu ve zayıf olduğunu çoktan kabullendiği iyileştirici büyüler konusunda sınırsız destek oldu. Son derece sabırlı ve olgun bir yapısı vardı, bu özellikleri onu başarılı bir eğitmen yapıyordu. Harry basit yaralanmalardan öte artık ciddi büyü kazalarını düzeltecek seviyeye gelmeyi başarmıştı. Bu, aynı zamanda hiç yaşamadığı, değişik bir tecrübeydi. Elwyn’den bir şeyler öğrendikçe ona olan saygısı artırıyor ve ilişkileri güçleniyordu.

Ocak ayı da böylece bitti ve şubat ayı çabucak geldi. Şubatta hayatlarında çok köklü değişiklikler oldu ve bu değişiklikler Sevgililer Gününde ortaya çıktı.

Harry 14 Şubat cumartesi sabahı uyandı, yüzünü yıkamaya giderken Ron’un odasının kapı aralığından baktı ve genellikle o saatte horlarken görmeye alıştığı arkadaşının çoktan uyanmış olduğunu fark etti. Ron ayaklarını yataktan aşağı uzatmış, gergin bir ifadeyle yerdeki parkeleri inceliyordu. Harry bir sorun olduğunu düşünerek içeri girdi ve bembeyaz bir suratla midesini tutan Ron’a baktı,

“İyi misin?”

“Pek Sayılmaz?”

“Ne oldu Ron?”

“Yok bir şey. Sadece midem bulanıyor… Sanırım şeyden… Eee… Heyecandan…”

“Neden?”

“Söylerim ama dalga geçmeyeceksin. Zaten bir konuda fikrine ihtiyacım var…”

Ron gergin bir ifadeyle baktı, sonra ayağa kalkıp kapıyı örttü. Geri döndüğünde yatağın altına eğildi ve bir kutu çıkardı. Kutuyu açtığında Harry’nin gözleri koca koca açıldı. İçinde siyah kadife kutunun içinde pahalı görünen bir yüzük vardı.

“Yoksa?”

Ron yutkundu ve Harry’ye hipogrif kasesinde yenmeyi bekleyen ölü bir sıçan gibi baktı ve “Evlenme teklif edeceğim,” dedi.

Suratı bembeyazdı, ayağa kalkmıştı ve Harry’nin kollarını kerpeten gibi sıkıyordu. Harry heyecandan dehşete kapılmış olan Ron’un ellerini kollarından zorlukla ayırdı, “Teklifin bana edilmeyeceğini varsayıyorum. “

Ron kaşlarını kaldırarak anlamsızca bakmayı sürdürdü.

“Hermione’ye de bu şekilde davranacaksan St Mungo’da bir yer ayırt ki kolunu yerine dikebilsinler. Ron, Planın nedir?”

“Bilmiyorum, Ee, Chef Wizard’ta rezervasyon yaptırdım.”

“Sonra?”

“Eh, yemekten sonra şampanya gelecek ve kadehlerden birinin içinde yüzük olacak, o sırada ona bakıp benimle evlenmesini isteyeceğim.”

“Şey, bunun yeterli olacağından emin misin?”

Ron ona sanki okul sandığından çıkan bir grup yavru akromantula’ya bakar gibi baktı, “Nasıl yani?”

Harry sıkıla sıkıla yanıtladı, “Yani Hermione, daha doğrusu kızlar zaman zaman daha görkemli bir şeyler bekleyebiliyor.” Harry’nin içinde Ron’un evlilik teklifi kötüye giderse ya da acemice uygulanırsa Hermione’nin bunu ona ömür boyu hatırlatacağına dair bir his vardı. Zaten altıncı sınıfta Ron’un bir çay kaşığının duygusal derinliğine sahip olmakla suçlamıştı. Açıkçası Harry Ron’un bu tanımın iyice üzerine yapışacağı bir gece organize ediyor olduğuna dair ciddi kuşkulara sahipti.

Ron ona sanki çataldili konuşmuş gibi baktı, “Nasıl görkemli yani? Kadeh numarasını bir muggle filminde görmüştüm. Orada gerçekten işe yaramıştı.”

Harry çaresiz görünen arkadaşına baktı, “Bilemiyorum Ron, ben hiç evlenmedim. Doğal olarak da hiç evlenme teklifi etmedim. Neden bir kıza sormuyorsun?” Bir an durakladı ve istemeye istemeye “Mesela Ginny’ye…” dedi.

Ron çaresizce başını elleri arasına aldı, “Benimle dalga geçer, Wimple’ın zaman döndürücüsünü kullanarak geçmişe gider ve bugüne dönüp tekrar dalga geçer.”

“Babana sorsan?”

“Yüzüğü ampul kutusunun içine saklamamı söyler.”

Harry acı acı tam da o an Sirius’a gerçekten ihtiyaçları olduğunu bir kez daha kendi kendine itiraf etti. Sirius muhtemelen Muggle doğumlu cadılarla olan tecrübelerini onlarla seve seve paylaşırdı. Yine de kendi bir şeyler üretmek için umutsuzca çabaladı. Sonra aklına bu konuda tecrübesi olan biri daha geldi.

“Ağabeyine sorsan? Bill’e?”

Ron umutsuzca, “Sordum bile,” dedi. “Tatil için Mısır’a gittiklerinde, bir sfenks’in tepesinde teklif etmiş. Yüzük küçük bir hazine sandığının içindeymiş. Kullanabilmek üzere Uysal bir sfenks bulursan gerçekten makbule geçer…”

Harry kendi kafasında Üçbüyücü Turnuvası’ndaki Noel Balosunda dansı açmak için bir partner bulmaları gereken güne geri döndü ve bir kez daha ejderhaları kızlarla ilgili sorunlarına çözüm bulmaya tercih ettiğini fark etti. Sonra da Elwyn’e başarıyla çıkma teklifi ettiğini hatırlayarak en azından bu konuda yerinde saymamış olduğuna sevindi. Ron’a döndüğünde, “Bu durumda Ron, Chef Wizard’a git, yüzüğü kadehin içinde ver, kafasına dikmeyeceğine emin ol, sorun çözülsün,” diyerek kestirip attı. Ron çaresizce kafasını eğdi.

O sırada kapı aniden yumruklanınca ikisi de yerinden zıpladı. Ron panikle yüzüğün olduğu kutuyu yatağın altına iterken “Girin,” dedi. Gelen Hermione’ydi ve esneyerek odaya giriyordu, “Sesinizi duydum. Ne konuşuyorsunuz öyle fısır fısır?” Önce Harry’ye sonra Ron’a baktı, endişeyle sordu: “Ron neden bembeyazsın?”

Harry sakin göründüğünü umarak cevap verdi, “Yanlışlıkla George’un kusturan pastillerinden içmiş.”

Hermione’nin yüzünde kuşkulu bir ifade belirdi, gözlerini kısıp ona imalı imalı, “O zaman çabuk kusup gel, kahvaltı edelim,” dedi ve odadan çıktı. Ron ile Harry birbirine baktı, Ron yutkundu ve Hermione’yi takip etti.

Elwyn neredeyse tüm gün St Mungo’da mesaide olacaktı, bu yüzden Harry ile akşam buluşmaya karar vermişlerdi. Ron ile Hermione’nin bu tarihi günün tamamında beraber dışarıda olacağını anlayan Harry onu Grimmauld Meydanı’na yemeğe davet etmişti.

Yemek yapma konusunda henüz yeterince ustalaşmadığından Diagon Yolu’ndan kendisine yol gösterecek bir yemek kitabı almıştı. Sarı kapağının üzerinde Delectia Collins isminde bir aşçıcadı dumanlar tüten bir yemek kazanını karıştırıyor, arada kepçesine doldurduğu yemeği tekrar içine boşaltıyordu.

Menüde karar kıldıktan sonra, gerekli malzemeleri satın aldı. Eve döndüğünde sarı gözleriyle kendisini izleyen Crookshanks’e kedi ikramlarından verdi ve onun keyifle miyavlamasına sebep oldu.

Harry pişirmeye ya da adına ne denirse, peynirli domates çorbası ile başladı. Çorbayı tatma kısmına geldiğinde renginin kırmızı yerine turuncu olduğunu, içinde topak topak domatesler ve parça etle bataklığa benzediğini, tadınınsa domates suyundan hallice olduğunu fark etti. İçtiği çorbayı lavaboya tükürdü ve hemen ardından tencerenin içindekileri çöpe döktü.

Çorbadan kurtulduktan sonra etleri pişirmeye koyuldu. Etlerle işi bittiğinde beklediğinden az yanmıştı ama hardal sosu için aynı şeyi söylemek mümkün değildi. Dumanın çıkması için dev pencerelerden birini açtı, suratını ekşite ekşite sosu tavadan spatulayla kazıdı. Anlaşılan sağ kalan çocuğun Dean Ormanı’nda Hermione olmadan hayatta kalması bir mucize olurdu.

Yemek saati yaklaşıp hava yavaş yavaş kararırken panik her yanını sarmaya başladı, son çare olarak Chef Wizard’ı aradı ve yirmi sekiz peynirli, karlı Fransız Bahçesi ile bol garnitürlü tereyağlı dağ bifteğinden sipariş etti. Fransız Bahçesini Hermione’nin çok sevdiğini hatırlıyordu. Siparişler yarım saat sonra kar beyazı şirin bir baykuş tarafından getirildi. Harry ona yemek ücretiyle beraber bahşiş de vererek geri yolladı, sonra masayı kurarak Elwyn’i beklemeye başladı. Bir yandan da Ron’u Hermione’ye evlenme teklif ederken hayal edip sırıtıyordu. Hediyesini bir kez daha kontrol etti: Diagon Yolundan aldığı, Elinde asa tutan cadı şeklindeki şişesiyle son günlerin en popüler kadın parfümü olan Femme Magique. Şişeyi güzelce paketletmiş ve yanına bir de Sevgililer günü kartı eklemişti.

O sırada kapının önünde konuşmalar duydu. Giriş koridoruna yöneldiğinde Elwyn’in sesini tanıdı. Williamson muhtemelen ona güvenlik sorularını soruyordu.

Kapıyı açtığında adeta büyülendi. Elwyn mavi atkı ve beresi içinde son derece sevimli görünüyordu ve harika kokuyordu. Harry öylesine mest olmuştu ki Horace Slughorn’un altıncı sınıfta hazırladığı aşk iksirini hatırladı. O anda iksirin hazırladığı mahzende olsa muhtemelen ciğerleri Elwyn’in kokusuyla dolardı; kız Williamson’a iyi akşamlar diledi ve Harry onu içeri davet etti.

Elwyn Harry’yi öptü, sırt çantasını omzundan çıkardı, nedense üzerine ufak bir şemsiye yerleştirmişti. Harry çantada bir şeyin kıpırdandığını fark etti.

“İçinde ne var?” diye sordu.

Elwyn parlak mavi gözleriyle gülümserken verdiği yanıt sıradışıydı:

“Sana Sirius’u getirdim…”

* * *

Harry’nin onun neden bahsettiğini anlaması birkaç saniye sürdü ve aklından belki de milyonlarca aykırı düşünce geçti. Sonra çantanın üstündeki şemsiye hafifçe oynadı ve yere düştü. Yavru bir köpek görünmüştü: Kapkara bir Alman Çoban Köpeği…

Elwyn çantanın iplerini çözdü ve onu serbest bıraktı, küçük köpek aşağı atladı ve parkenin üzerine oturarak merakla Harry’yi süzmeye başladı.

“Harry? Tanıştırayım, Sirius… Sirius, bu Harry…”

Harry bu şirin köpeğe karşı içinde kontrolsüz bir sevgi hissetti, hemen eğilip kucağına aldı ve “Merhaba,” dedi. Sirius ona keyifle havlamaya başladı.

Elwyn, “Onu Diagon Yolu’nda Sihirli-Hayvan Dükkanının önünden geçerken fark ettim. Anladığım kadarıyla annesi onu reddetmiş, sahiplendirmeye çalışıyorlardı.” Harry’nin yanına yaklaştı ve koluna dokundu, “Seni koruyabilmek için biraz daha büyümesi gerekir, asla alevlerden kafasını uzatarak akıl veremez ama en azından terliklerini kemirebilir.”

Harry Sirius’un vaftiz babasının dönüşmüş haline ne kadar benzediğini şaşkınlıkla fark etti. Sirius Black ile ilk karşılaştığında kendisini tutamayarak ailesine hakaret eden Marge Hala’yı şişirmiş ve Privet Drive 4 numaradan gökyüzüne yollamıştı. Sonra da Hogwarts’tan atılacağını düşünerek bavulunu kaptığı gibi sokağa fırlamış ve ne yapacağını bilmez halde kaldırıma çöküvermişti. Sirius dev bir köpek suretinde çalıların arasında belirmiş ve onu izlemeye başlamıştı.

Kafasındaki anılar geçidinden sonra Harry’nin aklına aniden Crookshanks geldi. Acaba Sirius ile anlaşabilecekler miydi?

Bu sorusu hemen yanıt buldu. Crookshanks şemsiyeliğin yanında belirdi ve tembel adımlarla onların yanına geldi. Harry’nin etrafında dört dönen köpeğe onaylamaz bir ifadeyle baktı. Ama onu gören Sirius hoplaya zıplaya yanına gitti ve kediyi koklamaya başladı. Crookshanks benden uzak dur gibilerden şöyle bir hırladı, bakışlarıyla köpeği Harry’ye şikayet etti ama en sonunda teslim oldu ve olduğu yere çöktü, Sirius tepesinde bir sağa bir sola atlayarak onu kalkması için ikna etmeye çalıştı.

Elwyn bu sıradışı ikiliye baktı, “Eh çok tatlılar değil mi? Haydi yemek yiyelim, öğlenki peynirli Fransız Salatasından beri hiçbir şey yemedim.“ Harry, onun bu sözleri ve yaşadığı tesadüf üzerine şok geçirdi ve yemek odasına yürürken, Merlin aşkına Neden Ben? diye düşündü.

Arkasını döndüğünde onun bu halini gören Elwyn gülerek, “Şakaydı…” dedi. “Siparişin ne olduğu kapının önündeki Chef Wizard paketinin üzerine yazılıydı. Sabahtan beri hiçbir şey yemedim, kurt gibi açım. Şu an koca bir hipogrifi bile yiyebilirim…” Harry dayanamadı ve güldü.

Akşam yemeği son derece keyifli geçti. Elwyn karlı Fransız Bahçesini çok sevmişti, kurt gibi acıkmasına rağmen formuna dikkat etmesi gerektiğini söyleyip yarısını tabağında bıraktı. Bir de tatlıya yer açmak istiyordu tabi.

Harry onun getirdiği tatlıyı tabaklara pay ederken, paketin üzerinde Perkins Tatlı Evi yazdığını gördü. İçinden minik çilek reçelli çörekler ile Maskarpon peynirli, çilekli rulo pasta çıktı. Harry pastaları iki tabağa doldurup sütlü çayla beraber servis etti, Elwyn ile sıcak şöminenin karşısına yerleştiler. Crookshanks tam aralarında otururken Sirius merakla dolaşıyor, odanın sağını solunu kokluyordu.

Harry rulo pastadan bir çatal aldı ve gözleri parladı, “Çok iyi…”

Elwyn sapına yılan şekli verilmiş korkunç çatalıyla çörekleri didiklerken, “Perkins Tatlı Evi Whitehall’da cadde üzerinde küçük bir yer,” dedi. “Randall Perkins adında komik, pos bıyıklı bir Muggle işletiyor. Yazın dondurma satıyordu ama sanırım işler pek iyi gitmedi, itirazım yok, adam suratsız ama tatlı işinde iyi…”

Harry ona hak vererek keyifle başını salladı.

“Giyinmeye üşendiğim için dükkâna iş kıyafetiyle gittim.” Üzerindeki cüppeyi gösterdi. “Bakanlık çok yakın olduğundan benim gibi davranan çok fazla büyücü olsa gerek, Maskeli Balo tarzı bir şey olup olmadığını sordu.”

Harry, “Keşke onu da getirseydin,” dedi, bir parça çöreği ağzına götürürken.

Bu arada Sirius, şöminenin önüne yerleşmiş, halının üzerine oturarak alevleri seyretmeye başlamıştı. Bu durum Harry’nin dikkatini çekti. Tabağını sehpanın üzerine bırakarak Sirius’u kucağına aldı.

Köpek belli ki üç aydan büyük değildi, zekice bakıyordu, hatta fazla zekice.

Harry’nin içinden onu köpekle konuşmaya iten bir dürtü yükseldi.

“İsmini kimden aldığını biliyor musun?” diye sordu. Köpek bir defa hevesle havladı ve dili dışarda ona baktı. Harry’nin kaşları çatıldı, bu evet mi demekti?

Derin bir nefes aldı, bir an düşündü ve sözüne devam etti, “Sirius Black benim vaftiz babamdı.”

Yine tek bir havlama.

Harry bu sefer bilinçli olarak onu yanıltmayı düşündü, “Sirius aynı zamanda bir animagus’tu. Dönüştüğü hayvan bir fareydi.”

Sirius iki defa havladı, sonra olduğu yere oturup kafasını tavana doğru kaldırıp ulumaya başladı.

Elwyn tek kaşını kaldırdı, en az Harry kadar şaşırmış görünüyordu.

Harry dili dışarıda hızlı hızlı nefes alıp veren köpeğin gözlerine baktı, “Sirius bir köpekti değil mi?”

Köpek, bir defa havladı.

Harry son sorusunu sordu, “Sirius sen misin? Bana geri mi döndün?”

Köpek tek defa havladı, Harry’nin üzerine atladı ve onun yüzünü yalamaya başladı. Harry kahkahalar atarak devrildi, karşı koltukta bağdaş kurmuş ikisini izleyen Elwyn’in de katıldığı sonsuz kahkahalarla.

O sırada sokak kapısı açıldı, Ron ve Hermione’nin sesi duyuldu, hararetli hararetli bir şeyler tartışıyorlardı. Harry bu gecenin onlar için önemini hatırladı. Kucağında Sirius ile ayağa kalkıp merdivenlere yöneldi.

Aniden bir çığlık duyuldu, Hermione’nin dehşet içindeki sesi koridorda yankılandı: “Harry, birisi ya da bir şey koridorun ortasına pislemiş!”

Sirius kafasını kaldırıp suçluluk dolu bir ifadeyle Harry’ye baktı, sonra da onun kendisini tutmasına fırsat vermeden kucağından atlayıp doğruca yatak odasına kaçtı. Sanki evi önceden biliyormuş, yıllarca burada yaşamış gibi.

* * *

Hermione, Ron ve Elwyn’in karşılaşması o evde yaşanan coşkulu olaylardan biri olmadı. Köpek pisliğine iğrenerek bakmakta olan Hermione, Elwyn’i gördüğünde gözlerini kıstı, tek kaşını kaldırdı. Yine de en azından elini sıkmaktan geri kalmadı. Ron da nazik ama mesafeliydi. Zaten Elwyn de kendisine nasıl davranıldığını pek de umursuyor görünmüyordu. Dördü birkaç dakika beraber oturduktan sonra izin istedi, çantasını omzuna asıp koridora inerek sokak kapısına yöneldi. Merdivenlerden hoplaya zıplaya gelen Sirius da onu yolculamak için Harry’ye katılmıştı.

Elwyn eğilerek ayaklarının arasında dolanan köpeği kucağına aldı, “Harry’ye göz kulak ol Sirius. Crookshanks’e de iyi davran, Hermione’yi kızdırma. Ron’u rahatsız etme…” diye tembihledi. Sonra göz ucuyla Harry’ye bakarak köpeğin kulağına, “…ama kızkardeşi eve gelirse ihtiyacını ayakkabısının içine giderebilirsin,” diye fısıldadı.

Harry gülmemeye çalışıyordu, bir şekilde kendisini tuttu ve Elwyn’e sarıldı.

“Teşekkürler, her şey için…”

“Bir şey değil… Kendine iyi bak…”

Elwyn kapıdan çıktı, basamaklardan inerken Harry ona seslendi, “Elwyn!”

Genç cadı arkasını dönüp yüzünde meraklı bir ifadeyle ona baktı.

“Onlara biraz zaman ver…”

Elwyn bakışlarını indirdi, “Önemli değil Harry… Gerçekten…”

Harry onun bakışlarındaki mutsuzluğu ve suçluluğu gördü. Ona Ginny ile yaşadıklarından dolayı suçluluk duymaması gerektiğini, olanlarda hiç rolünün olmadığını söylemek istedi. Kimsenin fikrinin önemli olmadığını, önemli olanın kendisinin ne hissettiği olduğunu. Ama dilinin ucuna kadar gelen sözcükleri yuttu.

Elwyn karanlıkta kayboldu, sokaktaki gölgeler onu yutmuş gibiydi.

* * *

Ron ile Hermione kollarını kavuşturmuş yorgun bir halde Harry’yi bekliyordu. Sirius afacanlığıyla odadaki havayı değiştirmeyi başardı. Siyah köpek kucaktan kucağa dolaşırken, onların bu davranışını hiç onaylamayan Crookshanks bozum olmuş bir hırlama ile kös kös odasına gitti.

Harry, “Eee?” diye söze başladı, “Geceniz nasıl geçti?”

Ron ağzı kulaklarına vararak Hermione’ye döndü, “Sen anlat…” Bir yandan Sirius’un başını okşuyor, bir yandan da kasılıyordu.

Hermione elini kaldırıp gizleyemediği bir mutlulukla yüzüğünü gösterdi.

Harry sevinçle bağırdı, “Tebrikler! Anlatın bakalım!”

Hermione söze girdi, “Eh, günün büyük bir bölümünü Diagon Yolu’nda geçirdik aslında. Ron anlayamadığım bir şekilde sürekli eski günlerden bahsedip duruyordu. Dağ ifritinin Hogwarts’a girdiği gün barışıp arkadaş oluşumuzdan başlayıp, Sırlar Odasında hortkuluğu yok ettiğimiz güne kadar. Anlatıp durdu. Aslında pek hoştu her şeyi tekrar hatırlamak.”

Ron Harry’ye bakıp göz kırptı.

Hermione devam etti, “Sonra Chef Wizard’a gittik, önceden en güzel masayı rezerve etmiş ve çakıl taşları ile güllerle donatmıştı. Ben otururken bir beyefendi gibi davranıp sandalyemi itti. Sonra her zaman yaptığı gibi kafasını tabağına daldırmak yerine bir beyefendi gibi yemek şarabını seçti, rekoltesine ve yılına kadar detay vererek. O kadar değişikti ki bir an başka birinin çok özlü iksir içerek Ron’un kılığına girdiğini dahi düşündüm”

Ron sırıtıyordu.

“Yemek esnasında masaya müzisyenler geldi, keman ve gitarla bir parça çaldılar. Hem de Alanis Morrisette’ten… En sevdiğim muggle müzisyendir.”

Ron gururla, “Ekte güç oynatıcısında görmüştüm,” dedi.

Hermione kahkahasını zorlukla bastırarak, “Demek istediği MP3 oynatıcı,” diye düzeltti. “Sonra da Saray Tiyatrosu 21.00 matinesinde, Madame Bovary oyununa ait iki bilet çıkardı cebinden. Bu oyunu ne zamandır görmek istiyormuş, Gustave Flaubert’in büyük hayranıymış ve ilk realist roman olduğundan edebiyat tarihinde önemli bir yeri varmış. O an imperius laneti ihtimalini de eledim, Ron’daki değişikliğin açıklaması kesinlikle çok özlü iksirdi.”

Sirius ağzını kocaman açarak esnedi.

“Oyunun son perdesi bitip oyuncular seyircileri selamladıktan sonra başrol oyuncusu sahneyi terk etmeyip adımı söyleyerek ayağa kalkmamı rica etti. Şok olmuştum tabi, Ron da ayağa kalkıp elinde mikrofonla herkesin ortasında o sözleri söylediğinde daha büyük bir şok yaşadım. Ne dediğini Harry’ye de tekrarlasana Ron?”

Ron öksürerek boğazını temizledi, “Etraf muggle doluydu, bu yüzden ne olduğumuzu çok çaktırmamam gerekiyordu, anlarsın ya… Şey dedim, ee… “ Yüzü kızarıp bozardı, “İlk dönemler farkında olmadığımı, ama sonra aşkının şey… Büyü gibi sardığını… Neyse canım bunun gibi şeyler işte.”

Hermione eğlenen ifadeyle Ron’un can çekişmesini izledi, sonra elini tuttu. “Eh, entelektüel centilmen Ron tek gece için fena değildi ama bir ömür mümkün değil çekilmez. Bu hali daha iyi…”

Gecenin kalanında mutluluklarını birbirleriyle paylaştılar. Harry Elwyn’in Sirius’u keşfedişini ve getirişini anlattı. Bu hikaye hem Ron hem de Hermione’nin ona karşı daha yumuşamasını sağladı. Sonunda Hermione koltukta uyuyakalınca geceyi sonlandırma vaktinin geldiğine karar verip, odalarına çekildiler.

* * *

Günler su gibi akıp geçti, mart ayı aynen şubat gibi soğuk başladıysa da havalar ikinci haftadan itibaren belirgin şekilde yumuşadı. Mart’ın 14’ü geldiğinde Harry artık kendisini karşısına çıkabilecek her türlü engeli aşacak güçte hissediyordu. Hayalet Kama büyüsü, iyileştirme büyüleri, gizlenme ve iz sürmede Hogwarts’ta öğrendiklerinin üzerine çok fazla şey koymayı başarmıştı. Dolores Umbridge’in duruşmasının ardından Kingsley’in karşısına çıkan yeni yetme büyücü yoktu artık.

Ron ile Hermione sınavdan bir gün önce Kovuk’a gitmiş, geceyi Weasley’lerde geçirmişti. Sabah Bakanlık’a üçü hep beraber geçeceklerdi.

Harry de sınav sabahı yüzünü yalamakta olan Sirius sayesinde erkenden uyandı ve hazırlanmaya başladı. Bugün Kızıl Pelerin’i sırtına geçirmeye bir adım daha yaklaşacağı gündü. Aynanın karşısına geçerek kendisine şöyle bir baktı ve hazırım diye düşündü. Bundan daha iyisi olamazdı.

Sirius’la beraber kahvaltılarını ettiler, ardından giyindi. Tam cüppesini sırtına geçirmişti ki kapı çaldı. Sirius koşturarak merdivenden aşağı indi ve kapının önünde kuyruğunu sallayarak havlamaya başladı. Harry kapıyı açtığında karşısında Elwyn Baines vardı.

“Günaydın. Hazır mısın seçilmiş çocuk?” diye sordu genç cadı.

Elwyn’in sağ kolunun altında bir motosiklet kaskı vardı. Yedeğini de diğer elinde tutuyordu. Kaskı Harry’ye fırlattı. Harry bunu beklemediğinden iki büklüm oldu ve kaskı zorlukla yakaladı.

Elwyn sırt çantasını indirdi. Sirius koşa koşa çantaya girdi ve kafasını dışarı çıkardı. Elwyn çantayı Harry’ye teslim etti. Williamson’a selam vererek kaldırıma indi. Harry ikinci şoku orada yaşadı,

Elwyn son model siyah bir motorun koltuğuna yerleşmiş ve kafasına kaskını takmıştı. Harry bir an ağzı açık ona baktıktan sonra Grimmauld Meydanı On İki Numara’nın kapısını kapayarak motora doğru yürüdü, sırt çantasını takıp koltuğa oturdu ve Elwyn’e belinden sıkı sıkı sarıldı. Gülerek, “Sana da günaydın, evet hazırım,” dedi.

Elwyn motoru çalıştırdı ve gaz vermesiyle beraber adeta bir ok gibi fırladılar, sokağın sonuna kadar gidip köşeyi dönmesi en fazla üç saniyeyi almış, bu sırada kırmızı bir yolcu otobüsüne çarpmaktan kılpayı kurtularak Harry’ye ufak bir kalp krizi geçirtmişti.

“Umarım, senin için fazla hızlı değildir.”

Harry cevap vermek için ağzını açtı ancak rüzgar yüzüne öyle şiddetli çarpıyordu ki sözlerinin yarısını yuttu ve söyleyebildikleri duyulmadı bile.

Elwyn kırmızı ışık sarıya dönerken kavşaktan bir mermi gibi geçti ve sola saptı. Kahverengi saçları rüzgarda dalgalanıyordu.

“Sabah biraz hareket sınav heyecanını dağıtır diye düşündüm,” dedi.

Harry sınav heyecanının yerini can derdinin aldığını söyledi. Bu söz üzerine Elwyn’in kahkahaları duyuldu. Yol kenarındaki muggle’lar onlar geçerken bakakaldı. Motor çiçekçinin tezgahını belki milimetrelerle ıskalayıp sola saptı. Harry Dean Farrar tabelasını zorlukla okudu, kaldırıma çıktılar ve Speedo Bikes’in bisikletlerinin arasından sıyrıldılar.

Elwyn yola çıktıkları andan itibaren belki de ilk defa frene o an bastı. Motor yarım tur atarak önünde Queen Anne’s Chambers yazılı binanın girişinde durdu ve motor stop etti.

Elwyn resmi bir ses tonuyla, “Sihir Bakanlığı Westminster girişi,” anonsunu yaptı, “Bizimle seyahat ettiğiniz için teşekkür ederiz!”

Harry bacakları pelte olmuş halde motordan indi. Kaskını çıkararak Elwyn’e baktı. “Teşekkürler, gerçekten çabuk geldik.”

Çantayı sırtından çıkarıp Elwyn’e geri verirken Sirius’un başını okşadı, “O zaman veda zamanı. Görüşürüz,” dedi.

Elwyn’i de öptü ve vedalaştılar.

“İyi şanslar Harry!”

Elwyn motoru yeniden çalıştırdı ve gaz verdi, yola tekrar çıkıp mermi gibi fırlamadan önce son sözü “Kap o pelerini!” oldu. Harry gülerek havlayan Sirius ile Elwyn’in arkasından el salladı.

Beyaz mermere oyulmuş ufak heykellerle sarılı kemerin girişindeki sarı duvarın önünde durdu ve sanki o duvar hiç yokmuş gibi yürüyerek içeri girdi.

Birkaç dakika sonra ilk defa gördüğü suratsız bir Bakanlık Eğitmeninin nezaretinde üzerinde Sihirli Yasal Yaptırım Dairesi’nin dev bir logosunun oyulmuş olduğu çift kanatlı kapının önüne gelmişti. İçeri girdiğinde toplantı masasının üzerinde bir mürekkep hokkası, tüy kalem, ters çevrilmiş birkaç parşömenin ve bir bardak suyun kendisi için hazır edilmiş olduğunu gördü. Sandalyeyi çekerek otururken içinden muhtemelen farklı bir odada sınava çekilmekte olan Ron’a iyi şanslar diledi.

Eğitmen ciddi bir ses tonuyla kuralları sesli bir şekilde okudu. Kuramsal sınav toplamda elli dakika sürecekti, çoktan seçmeli elli soru vardı ve uygulamalı sınava girmeye hak kazanmak için kaç yanlış yapıldığına bakılmaksızın en az otuz beş soruya doğru yanıt verilmesi bekleniyordu. İkinci parşömende ise örnek bir olay verilmiş ve adaydan bir Seherbazın bu rol oyununda nasıl hareket etmesi gerektiğinin kaynak göstererek anlatması bekleniyordu.

Eğitmen sözlerini bitirdiğinde yarım ay şeklindeki gözlüklerinin üstünden Harry’ye bakıp anlattıklarını anlayıp anlamadığını sordu. Harry herhangi bir sorun olmadığını söyledi ve sınav başladı.

İlk birkaç soruyu hiç zorlanmadan yanıtladığında heyecanı yatışmaya başladı, Sihir Bakanlığı’nın kuruluş nedeni, Yasal Yaptırım Dairesinin ilk Başkanı ve ilk icraatleri gibi temel bilgileri Hermione’nin ağzından dinlemişti. Seherbazların öldürme ya da rehin alma yetkilerinde kimin imzasının alınmasının gerektiğini bir an düşünüp Sihir Bakanı şıkkını işaretlediğinde o ana kadar en az on doğrusunun garanti  olduğundan emin gibiydi.

Sonra sıra Seherbazlık Rütbelerine geldi, rütbelerle ilgili sorular kolaydı. Harry’nin zorlandığı ilk soru da Seherbaz yetkileriyle ilgiliydi. Bir Seherbazın azılı bir suçluyu kovalarken bir araca, misal bir süpürgeye el koyup koyamayacağı soruluyordu. Harry bu sorunun yanıtını uydurmak zorunda kaldı.

Bir başka zor soru ise Seherbaz Bürosunun özerkliği ile ilgiliydi. Harry bu özerkliğin Büroya ne getirdiği sorusunun şaşırtmacalı olduğunu düşündü. Çünkü büro aslen özerk değil, Bakanlığa bağlı çalışıyordu. Bu soruya sonradan dönmek üzere boş bıraktı.

Harry’nin sınavı tamamlaması yaklaşık kırk beş dakika sürdü. Sonrasında boş bıraktığı ve kararsız kaldığı sorulara geri dönerek bazılarına yanıt verdi, bazılarına verdiği yanıtları da değiştirdi. Tam da o sırada susuzluk hissi geldi. Bardaktaki suyu kana kana içti.

Tekrar parşömene dönerek vaka çalışmasını okumaya başladı. Güya bir türlü suçüstü yapılamayan kanun kaçağının sorgusunda kullanılması gereken teknikleri yazması bekleniyordu.

Bir de tartışma konusu eklenmişti: Sorgulama esnasında Veritaserum kullanılmalı mıdır? Tartışın…

Harry tüy kalemi mürekkep hokkasına batırdı ve düşündü. Her ne kadar Veritaserum en iyi yöntem gibi görünse de Gawain Robards’ın Veritaserum etkisinde verilen ifadenin duruşmada geçerli olamayacağı konusunda kendisini uyardığını hatırlar gibiydi. Ama sebebi neydi ki acaba?

Harry terlemeye başlamıştı, sanki oda giderek ısınıyor gibiydi. Tüy kalemini bıraktı, cüppesini sırtından çıkararak sandalyesinin başına astı. Bu çaba bile ter içinde kalmasına yetmişti. Kafasını kaldırıp eğitmene baktığında onun bırakın terlemeyi, eğitmen kılığı üzerine cüppeye sıkı sıkı sarındığını fark etti.

Tekrar parşömenin üzerine eğildi. Veritaserum konusunu hatırlamaya çalıştı. Dili damağına yapıştığından bir yudum daha su içti. Kafasında Gawain Robards’ı canlandırmaya çalıştı. Koca göbeğini hoplata hoplata anlatıyordu sorgu tekniklerini, Harry hatırlamıştı. Veritaserum gerçeği değil, sanığın gerçekleştiğini sandığı bir olayı anlatmasını sağlıyordu. Dolayısıyla aslında bir suçu işlememiş olan bir büyücü imperius laneti altında o suçu işlediğini sanıyorsa  işlemediği bir suçu kendi yapmış gibi itiraf ediyordu.

Hemen kağıdının üzerine eğilerek bu düşüncelerini yazıya dökmeye başladı. Ama bir yandan da cayır cayır yanıyordu sanki. Hastalanmaya başladığını hissediyordu. Bu yüzden daha acele yazmaya başladı, parşömenin yarısından çoğunu doldurmuş, muhtemelen uygulamalı sınava geçecek performansı göstermişti. Öte yandan başı ciddi anlamda dönmeye başlamış, önündeki parşömeni görmekte zorlanmaya başlamıştı.

Gözünün önünde renkli parlak şekiller belirdi, sanki sarhoş gibiydi. Eğitmene dönerek konuşmaya çalıştı, “Ben… İyi değilim…” Odaklanmakta zorlanıyordu. O sırada Harry’yi şaşkına çeviren bir şey oldu. Eğitmenin yüzü değişiyordu sanki. Hatları şekilsizleşiyor, yanaklarında yaralar çıkıyordu. Bu yaralar çiçek bozuğu izleri gibiydi. Harry bu yüzü tanıyordu, ismi dilinin ucundaydı. Kendisini zorlayarak Pullman dedi, Wimple’ın asistanıydı karşısındaki. Çok özlü iksir etkisini kaybedince gerçek şeklini almıştı. Harry onun üstüne atılmaya çalıştı ama savurduğu kolu sadece masadaki bardağa çarpıp devrilmesine, kırılmasına ve içindeki suyun dökülmesine sebep oldu.

Harry o akıl bulanıklığı içinde dahi ne olduğunu kavramayı başardı: Pullman onu zehirlemişti. Yere düştü. Aklındaki her şey silinir zihni karanlığa bürünürken son gördüğü şey ona tersten bakan Pullman’ın sessiz sırıtışıydı. Son hissettiği şey karıncalanan kolundan çekilip yerde bir yere sürüklendiğiydi.

Harry gözlerini kapadı ve renkli şekiller dönmeye devam etti. Ta ki bilincini tamamıyle kaybedene kadar.

12. bölüm:
“Yurei Ormanında”

301 Yorum

Onur için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir