[Kısım 2]
“Tanrı aşkına, sen ne yaptığını zannediyorsun?” diye sordu James.
“Neye itiraz ettiğini anlamadım, bu yalnızca bir düello!”
“Yalnızca bir düello mu? Aman Tanrım, ne yaptığının farkında değil misin?
“Ya, baba, biraz sakin ol. Hiçbir şey olmadı!”
Damien ile James birbirlerine bağırırken, Harry onları izliyordu ve sıkıntıdan patlamış gibi bir hali vardı. Odada yokmuş gibi davranılıyor, kimse onunla konuşmuyordu.
James’in suratı kıpkırmızı olmuştu; Harry ile Damien’ı sürükleyerek getirdiği kendi odasında volta atıp duruyordu. Aralarında en genç Potter’ın canı fena halde sıkkındı; çünkü babası, sırf Malfoy hırpalandı diye, ona bağırıyordu. Bunun nesi kötü, anlamıyordu.
“Harry’yi Düello Kulübü’ne götürmemeliydin!” dedi James; bunu, yarım saat içinde onuncu söyleyişiydi. “Bu kesinlikle çok uygunsuz!”
“Haksızlık bu!” diye karşılık verdi Damien. “Onun döneminden herkes gidebiliyorken, Harry neden gidemiyormuş?”
“Malfoy’a olanlar yüzünden!” diye öfkeyle cevapladı James.
“Baba, lütfen.” Damien elini umursamazca salladı. “Malfoy yalnızca diğer herkes gibi düello yaptı. Ayrıca, onun yıllardır böyle bir derse ihtiyacı vardı! Başına gelenleri hak etti! Harry’ye iki büyü birden yollayan da kendisiydi. Harry o harika tüm vücut kalkanını yapmamış olsaydı, asıl yaralanan o olacaktı!”
James’in gözleri aniden büyüdü. Başını çevirip Harry’ye baktı; büyük oğlunun da odada olduğunu yeni fark ediyordu.
“Tüm vücut kalkanını yine mi yaptın?” diye sordu Harry’ye usulca.
Harry ilk birkaç saniye cevap olarak yalnızca James’in gözlerine baktı, sonra da gözlerini kaçırdı.
“Ne oldu? Kimse sana bununla ilgili bir şey söylemedi mi?” diye sordu James; çoğu yetişkin büyücünün yapamadığı bir büyüyü, altıncı sınıf bir öğrencinin nasıl yapabildiğini meraklı öğrencilere nasıl anlatacağını düşünüyordu.
“Profesör June kendinden geçmiş gibiydi; onu hiç o kadar mutlu gördüğümü sanmıyorum,” diye açıkladı Damien. “Harry’ye, bize de öğretmesi için, iki haftada bir, Düello Kulübü’ne gelmesini söyledi.”
Harry Damien’a öfkeyle homurdandı.
James’in şoktan sesi çıkmıyordu. Profesör June Harry ile ilgili gerçeği biliyordu, tıpkı tüm Hogwarts çalışanları gibi; ama ona rağmen, Harry’nin kulübe katılmasını istemişti. Akli melekelerini yitirmişti, anlaşılan.
James Harry’ye döndü.
“Sen ne dedin?”
“O da dedi ki…”
“Damien! Sana sormuyorum. Harry kendisi konuşabilir.” James Damien’ı susturdu. Onun alınmış ifadesini görmezden gelerek tekrar Harry’ye döndü. “Evet?” diye cevap beklediğini belirtti.
Harry arkasını duvara yaslayıp kollarını göğsünde kavuşturdu.
“Belki,” diye cevapladı Harry, James’in yüzünün renkten renge girişini keyifle izlerken.
“’Belki’ ile ne demek istiyorsun? Öğrencilere öğretecek değilsin, herhalde? İleri düzey Karanlık Sanatlar bildiğini onlara nasıl açıklayacaksın?”
“Onlara doğruyu söyleyeceğim; Lord Voldemort’tan öğrendiğimi. Bana pek inanmayacaklar gibi, ama neyse.” James de Damien da, Lord Voldemort’un bahsi üzerine soluklarını tutmuşlardı.
Harry bu anın tadını çıkarıyordu. Kimseye yeteneklerini öğretmek gibi bir niyeti yoktu; ama Karanlık Sanatlar’la eğitilen Hogwarts öğrencilerinin düşüncesi, James’i dehşete düşürmüştü ve o bu fırsatı asla kaçıramazdı. Damien da durumu çakmıştı; bunun üzerine, onu Düello Kulübü’nden sürükleyerek çıkardığı için, o da babasının burnundan getirmeye karar verdi.
“Evet, Harry kaçırılmaz bir fırsat. Herkes onun müthiş düello yeteneklerini konuşuyor ve düello etmeyi ondan öğrenmek istiyorlar,” diye ekledi Damien, gelişigüzel. “Üstelik Profesör June, ona, bazı öğrencilerle özel olarak bire bir düello edebileceğini de söyledi.”
James’in gözleri, artık, neredeyse yuvalarından çıkacaktı; ağzıysa büsbütün açık kalmıştı. Harry ile Damien sesli gülmemek için kendilerini zor tutuyorlardı.
“Ne… Ne dedi? Deli mi o?”
Damien Harry’ye göz kırptı ve devam etti.
“Evet ve Harry de bunu düşüneceğini söylediğinde ‘hayır’ı cevap olarak kabul etmediğini, Harry’ye tüm Düello sınıflarına mutlaka katılması gerektiğini söyledi.”
Harry Damien’ı izlerken ona olan saygısının git gide arttığını hissetti. Bu işlerde gerçekten çok iyiydi.
James başka bir şey söylemedi. Dönüp hızla odadan çıktı; aceleyle çıkarken ayakları birbirine dolandı. Profesör June’u görecekti. Kapı arkasından kapanır kapanmaz, Harry ile Damien kahkahayı patlattılar. Harry, yakalandığından beri, adamakıllı ilk kez gülüyordu. Damien Harry ile birlikte gülerken, bir anda, onun gülüşünü ilk kez duyduğunu fark etti. İki çocuk da sonunda sakinleşip birbirlerine baktılar; ikisi de ne diyeceğini bilmiyordu.
“İyi yalan söyledin,” dedi Harry, sonunda.
“Evet, çünkü o bunu hak etti,” dedi Damien. “Profesör June ile konuştuğunu düşünsene. Onu oyuna getirdiğimi anladığında, çok utanacak,” diyerek kıkırdadı.
Harry dikkatini Damien’a verdi.
“Ondan korkmuyor musun?” diye sordu.
Damien’ın kaşları çatıldı.
“Korkmak mı? Babamdan? Ondan neden korkayım ki?” diye sordu. “Babam, gördüğüm en gevşek babalardan biri. Biliyorum, son aylarda biraz sert görünüyor, ama genelde bana sesini bile yükseltmez. O gerçekten iyi bir baba.”
Harry bir şey söylemedi, ama gözlerini Damien’dan da ayırmadı. Damien, onun gözlerinde gördüğü bir şey yüzünden, tüylerinin diken diken olduğunu hissetti. Ne olduğunu açıklayamıyordu, ama Harry’nin ona bakan gözlerinde gördüğü şey, midesinin ters takla atmasına sebep olmuştu. Her ne olduysa, yalnızca bir anlıktı; hemen ardından Harry gözlerini kaçırmış, kalkmak için doğrulmuştu.
“Geç oldu,” dedi usulca. “Gitmeliyiz.”
Damien başıyla onayladı ve ikisi de odayı terk ederek yatakhanelerine doğru yol aldılar. Sessizlik içinde yürüyorlardı; bu süre zarfında, Damien, Harry’nin ona attığı tuhaf bakışın ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Tam Şişman Hanım’ın portesine yaklaşmışlardı ki, bir anda James’e tosladılar. James gözlerini kısarak Damien’a bakıyordu.
“Bu hiç de komik değildi, Damien Jack Potter!” dedi; kendini sersem gibi hissettiği açıktı, ama üzerinde, Harry’nin öğrencilere Karanlık Sanatlar öğretmeyeceğini öğrenmenin verdiği bir rahatlama da vardı.
“Bu dediğine hiç katılmadığımı saygılarımla arz ederim, babacığım. Çok komikti!” diyerek güldü Damien.
İkisi de, sersemlemiş görünen James’e bakıp kıkırdayarak, Gryffindor ortak salonuna girdiler.
Hafta sonunun gelmesiyle, ilk Quidditch antrenmanları da böylece başlamış oldu. Damien ile Ron, uygulayacakları yeni stratejileri konuşarak aceleyle kahvaltıya indiler. Ron, Gryffindor takımının Tutucu’suydu ve Damien ise geçen yıl Yakalayıcı olarak takıma alınmıştı. Takım kaptanları Angelina Johnson’dı ve takımın Vurucu’ları da Weasley ikizleri Fred ve George’dan başkası değildi. Ginny’nin de Arayıcı olduğunu hesaba katarsak, Gryffindor takımı tam bir Weasley aile takımı haline gelmişti. Dört Weasley de takım için çok çalışmış, çok sayıda maçı almayı başarmışlardı. Gel gelelim, art arda beş yıldır, Quidditch kupasını kazanan Slytherin takımı olmuştu. Gryffindor takımı her yıl daha çok çalışmaya ve kupayı kazanmaya ant içiyordu. Bu yılın da diğer yıllardan bir farkı yoktu.
Ron Damien’ın yanına oturdu ve Damien kendine bir dilim kızarmış ekmek alıp üzerine reçel sürerken, o da kendisine biraz mısır gevreği aldı. Oldukça tavizkâr görünen Angelina yanlarına gelip oturdu.
“Neler olduğuna inanamayacaksınız, arkadaşlar!” diye konuşmaya başladı. “Kelly’yi kaybettik!”
“Ne?” diye sordu Ron.
“Biliyorum, vaziyet çok kötü,” diye devam etti Angelina. “Annesiyle babası boşanmışlar, o yüzden annesiyle yaşamak için yurt dışına taşınıyor. Başka bir Büyücülük Okulu’na kaydolacak. Bu çok korkunç!”
Damien ile Ron, Angelina’nın ‘korkunç’ ile neyi kastettiğini anlamadılar; Kelly’nin anne babası ayrılıyordu, Kelly başka bir okula geçiş yapıyordu ve Yakalayıcı’lardan birini kaybediyorlardı. Söz konusu Angelina olunca, ‘korkunç’ diye tabir ettiği şeyin muhtemelen ‘bir Yakalayıcı kaybetmek’ olduğu sonucuna vardılar.
“Antrenmanı iptal etmek zorundayız; onun yerine, saat beşte, yeni Yakalayıcı için seçme düzenleyeceğim. Hepinizin orada olmasını istiyorum. Tüm takımla uyum gösterecek birini seçmemiz, hayati önem taşıyor.” Angelina, iki takım arkadaşına hüzünle bakarak sözlerini bitirdi.
“Ee, Angie? Seçme yapılacağına dair bir duyuru yapılması gerektiğinin ve buna hiç vakit bırakmadığının farkında mısın? Sabah yapılacak duyurudan kaç insanın haberi olmasını bekliyorsun?” diye sordu Ron, biraz tereddütle; çünkü Angelina’nın sinirlerini zıplamak gibi bir riski göze almak istemiyordu.
“Ron! Zamanımız yok! Kelly baykuşu daha dün aldı, o yüzden benim de bunu daha erken duyurma şansım olmadı. İlk maça yalnızca iki hafta kaldı ve Kelly ise önümüzdeki hafta ayrılıyor! Hızlı hareket etmek zorundayız!” diye patladı Angelina.
“Tamam, peki, güzel. Sen ne dersen o,” dedi Ron, sakinleştirici bir tonla; iki elini birleştirerek teslim olduğu mesajını verdi.
Angelina kalkıp kötü haberi diğer takım arkadaşlarına da bildirmek için koşturarak giderken, Damien gülmesini tuttu. Ron ile birbirlerine bakıp sessizce iç geçirdiler. Angelina’nın, sakinleşene kadar, burunlarından getireceğine hiç şüphe yoktu.
Kahvaltı biter bitmez, Hermione, Ron’u, dün bitirmeye söz verdiği ödevi bitirmesi için kütüphaneye sürükledi. Damien ise koridorlarda yürürken bugün saat beşe kadar boş vaktini nasıl dolduracağını düşünüyordu. Harry’ye bakmaya karar verdi. Köşeyi döndüğünde, ağabeyini koridorun ortasında Profesör Snape ile konuşurken buldu. Damien, Profesör Snape’in ne kadar sinirli olduğunu görebiliyordu. Harry’ye çok öfkeli bakıyordu. Harry ise, tam aksine, oldukça rahat görünüyordu. Damien cesaret edebildiği kadar yaklaştı ve konuşmalarından bazı sözler yakaladı.
“…Bu tarz bir davranışı hoş göremem, Mr Potter; bilmeniz gereken bir şey var ki, ben sizin korkutabileceğiniz biri değilim!” Snape bu sözleri söylerken, sesi çok sert ve öfkeli çıkmıştı.
“Elbette öyle, hem ben neden Savunma Profesör’ünü korkutmak isteyeyim ki? Yani, haddimi aşacak olursam, zihnime nüfus edip işe yaramaz derslerine odaklanmaya beni zorlayabilirsin. Bundan daha iyi bir ceza olamaz,” diye karşılık verdi Harry.
Damien kıkırdamasını bastırdı.
“Mr Potter, dilinize hâkim olmanız konusunda sizi uyarıyorum!” Snape, parmağını Harry’ye doğrulturken, sinirden tüm vücudu titriyordu.
“Beni uyarıyor musun? Ne yapacaksın, Severus? Ceza mı vereceksin? Bina puanlarımı mı sileceksin? Sanırım, bunların bendeki etkisinin ne olduğunu artık biliyoruz,” dedi Harry. “O parmağını bana doğrultmak yerine, indirsen iyi edersin.” Harry’nin sesinde oldukça bariz bir tehdit vardı.
Snape’in Harry’ye bakışları çok tehlikeliydi; ama sonra, hiçbir şey söylemeden, dönüp merdivenlerden aşağı inerek uzaklaştı. Harry arkasını döndü ve Damien’ın köşede yarı gizlenmiş olduğunu fark ederek inledi.
“Ne istiyorsun?” diye sordu, Damien’ı her zaman selamladığı şekliyle.
“Merlin, Harry, o sana öyle bakarken nasıl oluyor da korkmuyorsun?” diye sordu Damien, Snape’in bakışlarını kastederek. Damien itiraf etmek istemese de, Snape’den biraz korkuyordu. Ne kadar babası her seferinde ‘yağlı saçlı’ Snape’den korkmamasını söylese de, Damien onun yoluna çıkmamayı tercih ediyordu.
“O yalnızca insanların yüzünü ekşitmekte başarılı biri,” dedi Harry. “Onda kimseye bir şey yapacak yürek yok; neden korkayım ki?” Harry Damien’la birlikte koridor boyunca yürümeye başladı. “Neyse, sen burada ne yapıyorsun?”
“Seni arıyordum,” diye yanıtladı Damien.
Harry inledi.
“Neden? Yine ne istiyorsun?”
“Hiçbir şey. Aslında, benimle takılmak ister misin, diye sormak istemiştim. Belki bir şey oynayabiliriz, ya da sen ne istersen,” dedi Damien, omuz silkerek.
“Damien, ben on altı yaşındayım, hiçbir şey oynamak istemiyorum, özellikle de seninle. O yüzden, kaybol şimdi.”
Damien sırıttı, ama biraz bozulmuştu.
“Çocuk oyunları oynayalım, demedim. Dedim ki… bilmiyorum, yani, şey gibi bir şey olabilir… Quidditch?” Damien, bugün antrenman olmasa da, havanın etrafta biraz uçmak için mükemmel olduğuna karar vermişti.
Harry Damien’a baktı ve ardından kafasını iki yana salladı.
“Hayır, istemiyorum.”
“Ya, hadi, Harry! Eğlenceli olur.”
“Toz ol, Damien! Beni sinir etmeyi bırak.” Harry on iki yaşındaki çocuğa pis pis bakarak yılıp gitmesini sağlamaya çalıştı, ama bu genç Potter’da bunun hiçbir zaman işe yaramadığı ortadaydı.
“Bak, yalnızca yarım saat, sonra ne istersen yapabilirsin, söz veriyorum,” dedi Damien. “Ben sadece seninle bir oyun oynamak istiyorum.”
“Damien!” Harry uzaklaşmaya çalışsa da, Damien köpek yavrusu gibi arkasından koşturup ona yetişmeyi başarmıştı.
“Bir oyun sadece, lütfen,” dedi.
“Benimle oynamaktan keyif almayacaksın,” dedi Harry.
“Tabii ki, alacağım!” diye karşılık verdi Damien.
“Hayır, Damien, anlamıyorsun. Ben hayatımda hiç Quidditch oynamadım,” diye açıkladı Harry.
Damien olduğu yerde kalakaldı; gözlerini dikmiş, ağabeyine bakıyordu. Harry daha önce hiç Quidditch oynamamıştı! Quidditch nasıl oynanır, bilmiyordu. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Herkes Quidditch oynamayı bilirdi. Çünkü hepsi Quidditch oynayarak büyürdü. Yani, bu hep yapılan oldukça sıradan bir şeydi. Gerçi, herkes bu oyunu oynamakta başarılı değildi, ama Büyücülük Dünyası’nın bu en sevilen sporunu oynamak büyücüler arasında oldukça yaygın ve normal bir etkinlikti. İşte bu noktada, Damien beyninden vurulmuşa döndü. Harry normal bir çocuk gibi büyütülmemişti ki. Quidditch maçlarına götürülen ve evinin arka bahçesinde arkadaşlarıyla Quidditch oynayan diğer çocuklar gibi, sıradan bir çocuk olmasına izin verilmemişti. ‘Muhtemelen süpürgeye binmeyi bile bilmiyor,’ diye düşündü Damien; yüreği paramparça olmuştu. Damien çok küçük yaştan itibaren Quidditch oynuyordu. Babası bu sporun fanatiği olduğu için, süpürgeye binmeyi becerebildiği yaştan itibaren, onu bu sporu oynamak konusunda hep yüreklendirmişti.
“Sen… sen daha önce hiç Quidditch oynamadın mı?” diye sordu Damien; yanlış anlamadığından emin olmak için soruyordu.
“Oynamadım ve oynamak da istemiyorum. Etrafta saçma sapan uçulan aptal bir oyun. Ben zamanımı daha iyi şeylere harcadım,” diye cevapladı Harry.
Damien, boğazının ortasına bir yumru oturmuş gibi hissetti. Harry’nin elini tutarak onu şaşkına uğrattı ve onu Hogwarts arazisine doğru götürmeye koyuldu. Damien onun elini tuttuğunda ve onu ana kapılara doğru götürdüğünde, Harry bir şey söylemeden öylece kalakalmıştı. Daha önce elini kimsenin bu şekilde tutmasına izin vermemişti. Damien’ı takip ederken, onun hareketinin şokunu yaşıyordu. Harry neler olduğunu daha anlayamadan, Damien onu olduğu yerde bırakıp küçük bir binada kayboldu. Birkaç dakika sonra aceleyle yeniden belirdiğinde elinde iki süpürge tutuyordu. Süpürgelerden bir tanesi pırıl pırıl ve yepyeniyken, diğeri eski püskü ve yıpranmıştı.
Yeni görünen süpürgeyi Harry’ye uzattı. Harry süpürgeyi aldığında, üzerinde ‘Nimbus 3000’ kelimelerinin yazılı olduğunu gördü. Harry’nin de bunun aynısından evinde vardı ve bunun hatırasıyla bir anda karnına ağrılar girdi. Damien’ın eski püskü süpürgeyi aldığını fark etti. Süpürgenin uçlarının her biri başka bir yöne bakıyordu ve çok fazla kullanılmış olduğu her halinden belli oluyordu. Harry Damien’a kafası karışmış bir halde baktı.
“Damien, ne…?”
“Sen Nimbus 3000’i kullanıyorsun. En yeni model. Bana onu babam almıştı.”
Harry Damien’ın elindeki yıpranmış süpürgeye baktı.
“Merak etme. Bugünlük ben okul süpürgesi kullanacağım. Bu Silsüpür 500; antika bir şey, ama hâlâ iş görür.”
Damien, Harry’ye, gözlerinde tuhaf bir parıltıyla bakıyordu; ama Harry neler olduğunu anlamıştı. Damien, Harry’nin Quidditch ile ilgili cevabını yanlış yorumlamıştı. Harry daha önce hiç Quidditch oynamadığını söylemişti. Bu, hiç süpürgeye binmediği anlamına gelmiyordu.
“Damien, dinle, sen…”
“Harry, bir şey söyleme. Sadece beni dinle; en kısa zamanda, herkesten daha iyi uçuyor olacaksın,” dedi Damien, Harry’nin sözünü keserek.
Harry kahkaha atmamak için tüm gücüyle mücadele ediyordu. Damien temel uçma tekniklerini açıklamaya devam ediyordu. Süpürgeye binmesi için izlemesi gereken yolları ve yere nasıl ineceğini anlatırken, Harry orada öylece durup eğlenerek onu dinledi.
“Tamam, Harry, anladın mı? Güzel. Şimdi, yavaş yavaş başlıyoruz. Önce tuhaf hissedebilirsin, ama sıkı tutunmayı unutma, iyi olacaksın. Tamam mı?”
Bu kadarı yeterdi; Harry süpürgesine binerek Damien’ın konuşmayı bitirmesini bekledi.
“Güzel, Harry, şimdi sana söylediğim gibi, hafifçe dizlerini bük ve ardından toprağa vur, ama çok sert vurma.”
“Bunun gibi mi?” diye sordu Harry, korkunç bir hızla toprağa vurup Damien’ı ağzı açık arkada bırakırken.
Harry, uçmanın onda her zaman tattırdığı o canlılık duygusunu hissetti. Hiç Quidditch oynamamış olabilirdi, ama altı yaşından beri uçuyordu. Uçuş yeteneği ve tarzı, daha yedi yaşındayken, onun hayatını kurtarmıştı.
Harry yükseldikçe sert rüzgârın soğuyarak yüzüne çarpışını hissetti. Aşağı yönelerek havada birkaç manevra yaptı ve Quidditch sahasında bulunan çemberleri hedef alarak aşağı uçtu. Korkunç bir hızla çemberlerin içinden girip çıkarak hünerlerini sergiledi. Aniden yanından bir şeyin geçtiğini fark etti. Dönüp baktığında, Damien’ın, yanında gülümseyerek asılı durduğunu gördü.
“Seni pislik! Daha önce hiç binmediğini söylemiştin!” diye bağırdı Damien, ona; ama tüm yüzünü bir gülümseme kaplamıştı.
“Öyle bir şey demedim. Ben daha önce hiç Quidditch oynamadığımı söyledim, uçamadığımı değil. Sen onu kendi kendine uydurdun.” Harry de ona gülüyordu.
Damien, Harry’ye saldırır gibi yaparak ona doğru uçtu. Harry aniden süpürgesini çevirip ondan uzaklaştı. İki çocuk birbirlerini yakalamaya çalışarak oynadılar; tüm bu zaman boyunca kahkahalarını kontrol edemiyorlardı. Her ikisi de, aşağıda bir grup öğrencinin Harry Potter’ın muhteşem uçuşunu izlemek için toplandığının farkında değildi. Ayrıca, birbirlerine kahkahalar atarak uçan iki oğlunu, kısa bir mesafede durmuş izleyen James’in de farkında değillerdi. James’in gözleri yaşlarla doluydu. İçinden, o lanet gece Kılkuyruk Potter’lara ihanet etmiş olmasaydı, Harry ile Damien’ın hayatlarının aynı böyle olacağını geçiriyordu.
Büyük bir grup öğrencinin aşağılarında toplandığını ilk fark eden Harry oldu. Damien’a uçmayı durdurmasını işaret etti ve iki çocuk da süratle uçarak yere iniş yaptı. Harry ayağını toprağa değdirdiği anda, büyük bir alkışla karşılandı. Çok sayıda öğrenci ona böyle uçmayı nereden öğrendiğini ve neden okulun Quidditch takımında oynamadığını sorup duruyordu. Harry her zamanki gibi onları görmezden gelip sahayı yürüyerek geçmeye başladı. Ancak, henüz uzaklaşamamıştı ki, Hogwarts Quidditch Profesörü Madam Hooch onu yolundan çevirdi. Harry’ye sanki altından yapılmış bir şeymiş gibi bakıyordu.
“Mr Potter, bu fevkalade bir uçuştu!” diyerek onu yüceltti. “Bugün öğleden sonra yapılacak Gryffindor Quidditch takımı seçmelerine katılmanızı öneririm.”
Harry cevap vermeden önce ona uzun uzun baktı.
“Bakın, Madam Pooch…”
“Hooch, Madam Hooch,” diyerek onu düzeltti Profesör.
“Her neyse, takımda oynamaya elverişli olduğumu pek sanmıyorum. Takım halinde çalışmakta hiç iyi değilim. Ben tek başıma takılmayı severim ve bunun da böyle kalmasını istiyorum.” Harry ona o pis sırıtışlarından birini attı ve uzaklaşmaya çalıştı; ancak, Madam Hooch o kadar kolay pes etmeyecek gibi görünüyordu.
“Ah, tek başına olmak konusunda endişe etmene gerek yok. Demek istediğim, Arayıcı’lar genellikle oyun boyunca tek tabanca takılırlar.”
Harry’nin yanında duran Damien’ın kaşları çatıldı.
“Madam Hooch, bizim zaten bir Arayıcı’mız var, Ginny Weasley. Seçmeler, Yakalayıcı seçmek için yapılacak.”
“Mr Potter, Ms Weasley Yakalayıcı pozisyonunu almak için ricada bulundu, çünkü kendisinin asıl istediği pozisyon oydu,” diye cevapladı cadı. “Seçmeler, Gryffindor Arayıcısı’nı seçmek için yapılacak ve sanırım Mr Harry Potter bunun için mükemmel bir seçim.”
Damien hayranlıkla Harry’ye baktı; Profesör Hooch’un Quidditch takımlarına birini önerdiği daha önce hiç görülmemişti. Herhangi bir bina için taraf tutacak tarzda birisi de değildi; ama şimdi, Harry’nin Gryffindor Arayıcısı olmasını öneriyordu. Bu, ondan gelebilecek en büyük övgüydü. Profesör, gitmeden önce Harry’ye bir kez baktı.
“Bunu düşünün, Mr Potter, aksini tercih edecek olursanız, yeteneğinizi harcamış olacaksınız; ama elbette karar size ait.”
Harry, kendini bu karmaşanın içerisine nasıl olup da soktuğunun düşüncesiyle oradan ayrıldı. Daha da önemlisi, buradan nasıl çıkacaktı?
Saat neredeyse beşe geliyordu; ama Damien, hâlâ, Gryffindor ortak salonunda, isteksiz olan Harry’yi seçmelere katılmaya ikna etmeye çalışıyordu.
“Lütfen, Harry, lütfen seçmelere gel. Gerçekten Arayıcı olmayı denemelisin, harikasın çünkü,” diye yalvardı Damien, Harry’ye.
“Hayır! En başından beri, beni bu işe bulaştıran sensin. ‘Bir oyun, Harry, sadece bir!’ Şimdi, şu yaptığına bak!” diye tersledi onu Harry.
“Madam Hooch haklı, seçmelere katılmazsan yeteneğini heba edeceksin. Her şey bir yana, Quidditch oynamıyorsan bu kadar harika bir uçucu olmanın kime ne faydası var?” dedi Damien.
Harry başını ellerinin arasına aldı. Gryffindor için oynamayı kesinlikle istemiyordu; bu binayla arasına mesafe koymak istedikçe, daha da içine giriyordu.
“Gryffindor yıllardır kupayı kazanamıyor. Ama sen takımda olursan, gerçekten bir şansımız olabilir!” dedi Damien.
Harry başını kaldırıp ona baktı.
“Kim kazanıyor, peki?” diye sordu, cevabı zaten bildiği halde. Draco son beş yıldır sürekli bunu ona söylüyordu.
“Kokuşmuş Slytherin,” dedi Damien, somurtarak.
Harry kendi kendine gülümsedi. Belki de, Gryffindor Arayıcısı olmanın bazı iyi tarafları vardı.
“Pekâlâ, Damien, o aptal seçmeye gideceğim,” dedi Harry, siyah saçlı çocuğun karşısında yenilmiş gibi yaparak.
Damien mutluluktan yerinde zıpladı ve birlikte seçmelere gitmek için üzerini değiştireceğini söyleyerek erkekler yatakhanesine doğru bir koşu kopardı.
Harry, Damien’ın arkasından bakarken kendi kendine gülümsüyordu.
Harry, Quidditch sahasında bekleyen bir grup insana doğru yaklaşırken, küçük de olsa, heyecanına engel olamadı. Tribüne doğru ilerlerken, dört kızıl saçın aynı anda kendisine döndüğünü fark etti.
“O burada ne arıyor?” diye sertçe sordu Ron, Damien’a.
Harry, Ron’a yalnızca tek kaşını kaldırarak cevap verdi, ama Damien hemen açıklamaya koyulmuştu bile.
“Harry, Arayıcı seçmelerine katılacak.”
Bu, dört kızıl kafadan büyük bir kahkahanın kopmasına neden oldu. Damien, yanaklarının kızardığını hissetti.
“Basın gidin, arkadaşlar, bir şey bildiğiniz yok,” dedi Damien ve ardından Angelina’yla özel konuşmak için ilerledi.
Harry oturup ufak altın topu yakalamaya çalışan diğer çocukların uçuşlarını izledi. Harry’ye göre, ağır çekim uçuyor gibi görünüyorlardı. Çoğu havada durarak altın topu arıyordu, ama kafalarının hemen üzerinde uçsa dahi görmüyorlardı. Harry anlayamıyordu. Bir topu görmenin nesi bu kadar zordu?
Uzun bir süreden sonra, nihayetinde Harry’nin ismi söylendi ve Damien hemen Nimbus 3000’i Harry’ye uzattı. Harry, Ron’un gözlerinin şokla büyüdüğünü gördü. Ayağını toprağa vurup havalandığında, Ron’un Ginny’ye belli belirsiz bir şeyler söylediğini duydu:
“Damien, süpürgesine kimsenin dokunmasına izin bile vermez!”
Harry, hiç zorlanmadan, Altın Snitch’i tamı tamına üç kez rekor bir sürede yakaladı ve yere iniş yaptı. Herkesin yüzünde şok ifadesi vardı; Damien hariçti, tabii; onun yüzü ise gururla parlıyordu. Harry, mutluluktan gözleri yaşarmış görünen Angelina’ya doğru yürüdü.
Angelina büyük bir coşkuyla Harry’nin elini sıkarak onun yeni Quidditch Arayıcısı olduğunu duyurdu. Weasley’ler bile ona karşı çıkamamışlardı. Harry’nin uçuşu kusursuzdu.
“Lanet olsun! O çok iyi!” diye memnuniyetsizce mırıldandı Ron, Ginny’ye.
Ginny cevap vermedi. Harry’ye gözünü dikmiş bakıyor, gözlerini dağınık saçlı çocuktan alamıyordu. Uçuşu tanıdık gelmişti, hem de fazlasıyla tanıdık. Snitch’i yakalamak için hızlandığında, tanıdık gelen sahnenin düşüncesiyle Ginny’nin midesi ters takla atmıştı. Ginny başını sallayıp kafasındaki düşünceleri kovmaya çalıştı. ‘Mümkün değil, kesinlikle mümkün değil!’ dedi kendi kendine, Harry’yi Angelina’yla el sıkışırken izlediğinde.
Harry, yanında gevezelik eden bir Damien’la şatoya doğru ilerledi; bu yıl kupayı nasıl kazanacaklarına dair takımın stratejilerinden bahsediyordu. Harry ise onu dinlemiyordu bile. Gryffindor’a Arayıcı olarak seçilmişti. Kendi düşünceleri içinde kaybolup gitmişti.
‘Bu aptallar, kendi topuklarına sıktıklarının farkında değiller. Beni takıma alarak en yanlış kararı verdiklerini anladıklarında pişman olacaklar. Gryffindor için kâbus dolu günler başlasın!’
Çeviren: Tuba Toraman