Hayran Yapımı

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #4: Prens’in Dünyası

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

1. BÖLÜM

2. BÖLÜM

3. BÖLÜM


Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı kaçırıp öldüremeyince kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin dördüncü bölümü!

bölüm 4

Prens’in Dünyası

“Hadi, Prens! O kadar da zor değil!” diye sızlandı Bella, Harry’ye kara gözlerini kısar vaziyette.

Efendisinin Kemik Kıran Laneti’ni yapmakta zorlanmasına sinirlenmemiş, daha çok şaşırmıştı. Genelde büyüleri ve lanetleri kavramakta hiç zorlanmazdı.

Harry derin bir nefes alıp yeniden odaklanmayı denedi. Yara izine saplanan acı yüzünden şu aptal lanete kendini vermekte zorlanıyordu. Konsantrasyonu yerle bir olmuştu.

Eliyle Bella’ya laneti tekrar göstermesini işaret etti.

“Adflicto Corporis!” Bella, Kemik Kıran Laneti hedef olarak kullandıkları mankene savurdu. Büyü, iskelet mankeni tam uyruk kemiğinden vurdu ve onu ikiye ayırdı.

Harry aynısını yapmaya çalıştı, ama iskeletin diğer sağlam bacağına yolladığı büyü hiçbir işe yaramadı. Sinirden çıldırmış halde, asasını odanın karşısında duran hedefe doğru fırlattı. Asası, birkaç taklanın ardından çatırtıyla mermer zemine düştü.

Bella olanları eğlenerek seyretti.

“Bu da bir fikir tabii,” dedi kıs kıs gülerek. “Hedefine lanet sallamak yerine asanı da fırlatabilirsin. Hatta düzgün hedeflersen, göz bile çıkarırsın.”

Bella hayatında ilk defa karşılaştığı bu durumla o kadar eğleniyordu ki, Harry ona en pis bakışını attı; şimdiye kadar Bella’nın çok iyi yaptığı bir büyüyü onun yapamadığı görülmemişti.

“Senin her zamanki küstahlığını dinleyecek havamda değilim,” dedi ona. Elinin bir hareketiyle asasını çağırdı, ama hedefe nişan almak yerine direkt cebine koydu. “Yarın tekrar denerim; odaklanamıyorum,” dedi eliyle alnını ovalayarak; yara izinden gelen acı yüzünden gözlerini sımsıkı yummuştu.

Harry’nin alnını ovaladığını gören Bella’nın yüzündeki pis sırıtış kayboldu. Süratle yanına koştu.

“Yara izin mi yine? Üzgünüm, Harry, hiç fark etmedim,” diye özür diledi. Harry’nin konsantre olamayışının sebebini şimdi anlamıştı.

Ellerini alnından kaldırdı ve Harry’nin neden acı çektiğini anlamaya çalıştı. Söz konusu Harry olduğunda bir şey söylemek zordu. İze bakmak için Harry’nin başını kibarca yukarı kaldırdı. Harry ise kendini geri çekti; acısı şiddetlendiği için dişlerini sıkıyordu.

“İyiyim. Sadece beni yalnız bırak,” dedi, parmaklarıyla alnına masaj yaparak.

Bella onu duymazdan geldi. Harry’nin iyi olduğu zamanları da, olmadığı zamanları da iyi biliyordu. Ayrıca, Harry’nin konu kendisi olunca fazla gururlu davrandığını da biliyordu. Çalışma sahasında bulunan küçük bir dolaba yöneldi ve dolaptan ağrısı için ufak bir şişe iksir çıkardı. Harry’ye dönüp iksiri eline tutuşturdu.

“Daha önce söylemen gerekirdi,” dedi, Harry’nin bir saattir çektiği sessiz ıstıraptan dolayı sinirlenmiş bir halde.

Harry, şişeyi bir dikişte kafasına dikmeden önce, odada bulunan tek koltuğa kendini bıraktı. İksir, etkisini hemen göstermiş, yara izinin ağrısı biraz olsun hafiflemişti. Nasıl ki bu acının kaynağı babasının öfkelenmesiydi, o zaman yine anca o sakinleşince durabilirdi.

“Sakinleşmesini bekliyordum,” diye açıkladı Harry. “Ben yakınlarındayken genelde öfkesine bundan daha iyi hâkim olur.”

Bella, endişeli bakışlarını kapıya dikti.

“Çok sinirli olsa gerek,” dedi kısık bir sesle; gerginlikten dudaklarını ısırıyordu. “Ne oldu acaba?”

Harry koltuğunda arkasına yaslandı.

“Her ne oluyorsa, baya canı sıkılmış,” dedi.

Bella, gözlerini ondan ayırmadan yanına oturdu.

“Sahi mi? Ne kadar sıkılmış?” diyor sordu telaş içinde.

Harry, soru karşısında gözlerini devirdi. “Babamın ruh halinin habercisi olmaktan çok sıkıldım,” diye cevapladı. “Kendimi bildim bileli, sen ve Lucius babamın yanına gitmeden önce yara izimin ne kadar acıdığını soruyorsunuz.”

“E ne var bunda?” diye sordu Bella.

Pis bir ağrı, Harry’nin cevap vermesini engelledi. Elini alnına bastırdı ve ondan gelen hiddetin acısına bir son verir umuduyla dişlerini sıktı.

“Lanet olsun!” diye soludu Harry, yara izini ovalayarak. “Onu bu kadar çileden çıkaran ne olmuş olabilir ki?”

“Saygısızlık etme, Harry,” diye aniden çıkıştı Bella.

Harry, yeşil gözleriyle ona pis bir bakış atmadan önce, kendi kendine hafifçe sırıtmadan edemedi.

“Kafamın ikiye ayrılacak olmasından zevk almadığım için özür dilerim!”

“Bilerek yapmadığını sen de biliyorsun!” diye cevapladı Bella. “Efendimiz senin asla acı çekmeni istemez, hele ki kendisi yüzünden.”

“Peki, şimdi gidip onu neyin bu kadar delirttiğini öğreneceğim!” dedi Harry, ayağa kalkarak. Bella’yı koltukta oturur halde bırakıp kapıya doğru yürürken gümüş maskesini çıkardı.

* * *

Harry dakikalar içinde babasının dev ahşap kapısının önündeydi. Riddle Malikânesi’nin içinde ve dışında bulunan tüm gizli geçitleri öğrendiğinde daha on yaşındaydı. Harry, yüzünde gümüş maskesiyle, kapıya bir kez vurdu. Cevap beklemeden babasının odasına doğru yürüdü.

Lord Voldemort, genç vârisi içeri girerken dönüp baktı. İlk başta, Harry’nin orada olmasına şaşırdı ama ardından hızlıca neden burada olduğunun idrakine vardı. Hemen sakinleşmek ve tüm vücudunu saran öfkenin şiddetini dindirmek için kendini telkin etmeye çalıştı. Öfkesi geçer geçmez ise, Crabbe’in üzerindeki Cruciatus laneti de etkisini yitirmiş oldu. Ölüm Yiyen yavaşça güç bela ayağa kalktı; bacakları hâlâ şiddetle sarsılıyordu.

“Efendim! …merhamet edin… Efendim!…”

“Kes!” diye tısladı Voldemort ve Crabbe’e eliyle gözünün önünden kaybolmasını işaret etti.

Crabbe, Efendisinin ona neden işkence etmeyi durdurduğunu bilmiyordu. Voldemort’un bu işkenceyi yeterli bulduğunu düşündü. Harry odaya girerken, Cruciatus laneti etkisinde işkence görmekte olduğu için içeriye birinin girdiğini fark etmemişti. Harry kapıdan girdiği ve yanından geçtiği halde, Crabbe Harry’nin odada olduğundan hâlâ bihaberdi. Babası Voldemort’tan gölgelere saklanma sanatını öğrenmişti. Zor değildi; çünkü Voldemort’un odalarına daima karanlık hâkimdi.

Crabbe gider gitmez, Harry gölgelerin arasından, saklandığı köşeden çıktı ve babasına doğru yürüdü; aynı zamanda maskesini de çıkarıyordu.

Voldemort’un son sinir kalıntısı da, Harry’yi görünce uçup gitti.

“Döndüğünü bilmiyordum,” dedi Voldemort.

“Döneli birkaç saat oldu,” diye cevap verdi Harry. “Beynim patlayıp yarılmadan önce seni neyin bu kadar sinirlendirdiğini öğrenmeye geldim.”

Harry’nin sözleri üzerine, Voldemort yalnızca Harry’nin ona hissettirebileceği bir duygu hissetti: suçluluk.

“Evde olduğunu bilseydim, Crabbe’e işkence etmezdim. O embesili hemen öldürür, noktayı koyardım,” dedi Voldemort.

Harry çaktırmadan sırıttı; babasının öfkesini her zaman biraz komik buluyordu. Hiçbir zaman öfkesinin karşısında olmayı tatmadığı içindi, muhtemelen.

“Ne yapmış bu sersem, peki?” diye sordu Harry.

“Hiçbir şey yapmadı.” Voldemort yeniden Ölüm Yiyen’e olan sinirini bastırmaya çalışıyordu. “Sinir bozucu bazı haberler getirdi. Anlaşılan o ki, Riley’nin bir suç ortağı varmış.”

Harry’nin alaycı tavrı, Voldemort’un sözleriyle buhar olup gitti.

“Emirlerin nedir, baba?” diye sordu derhâl.

Lord Voldemort oğluna doğru yürüdü ve gözlerini ona dikerek ellerini Harry’nin omuzlarına koydu.

“İşini bitir!” diye tısladı.

Harry’nin gözleri Voldemort’la buluştu ve görevin tamamlanmasında ihtiyacı olan her detayı görmesi için babasının zihnine girmesine izin verdi. Şimdi elinde bir adres ve bir yüz vardı. Tüm ihtiyacı olan da, buydu.

Harry tam dönüp gitmeye yeltenmişti ki, babası onu durdurup sıkıca kavradı. Uzun parmağıyla çenesini kaldırdı ki, o zümrüt yeşili gözlere daha dikkatli bakabilsin.

“Olanlar yüzünden senin de canının sıkılmasına üzüldüm, Harry. Seni duygularıma ortak etmekten ne kadar nefret ettiğimi biliyorsun.”

Voldemort, Harry dönüp odadan ayrılırken onu seyretti. Harry’ye o yara izini verdiğinde vârisiyle arasında böyle bir bağ oluşacağını hiç tahmin etmemişti. Son zamanlarda, onun için daha fazla üzülüyordu. Voldemort ne zaman güçlü bir duygu hissetse, Harry acı çekiyordu. İster mutlu olsun ister üzgün, fark etmezdi. Hissettiği her yoğun duygu, Harry’ye keskin bir acıya mal oluyordu.

Voldemort, Harry’nin hissettiği acının yıllar geçtikçe daha da şiddetlendiğini fark etmişti; o yüzden Harry etrafındayken duygularını kontrol altında tutması gerekiyordu. Tabii ki, Harry görev için uzaklaştığı zamanlarda Voldemort, Harry’yi incitme korkusu olmadan, mutluluğunu veya kızgınlığını dilediği gibi yaşayabiliyordu. Çünkü Harry’nin yalnızca Karanlık Lord’a çok yakın olduğu anlarda acı çektiği anlaşılmıştı.

Voldemort, yüksek arkalıklı sandalyesine oturdu ve sessizce Jason Riley’nin suç ortağı Hunt’ı düşünmeye koyuldu. Hunt, yakın çevreden bir Ölüm Yiyen bile değildi. Pek işin ehli biri bile değildi. Öyleyse, neden Riley kendine suç ortağı olarak onu seçmişti?

Voldemort, Riley’nin bildiği her şeyi Hunt’ın da bildiğinden şüphelendi ki bu da, Hunt’ın yaşamasına izin vermeyeceği anlamına geliyordu. Ölmesi gerekiyordu ve onun Harry’si bu işi bitirecekti.

* * *

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #5: Görev okumak için tıklayın!

Çeviren: Tuba Toraman

fC ve Tuba Toraman

Fantastik Canavarlar genel içerik editörü.