Eski bir fan fiction (hayran kurgusu) yazarı, hayatının 30’lu yıllarında ilk gençlik dönemlerinde yazdığı metinlere eleştirel bir gözle bakıyor. MuggleNet’ten çevirdiğimiz bu yazı, fan fiction türünde metinler üretmenin faydalarına yeni bir bakış açısı getiriyor.
* * *
“Eskiden Harry Potter fan fiction (hayran kurgusu) yazardım.” – Rachel Dvorak
Bu cümleyi itiraf etmek istemeyeceğimiz kadar çok kişiye söylemişimdir. Hem de her defasında aynı ifadeler ile. Sesim yumuşak, gözlerim mahzun, ve utancın getirdiği bir yanma hissinin midemi doldurduğu bir şekilde.
Bunun bir nedeni var. Biliyorsunuz ki hayran kurgularının harika itibarları yoktur. Genellikle; ya eğlenceli ama netice olarak değersizce müstehcen ya da kendi romantik fantazilerini kurgusal karakterlere entegre eden bir dizi Mary-Sues, Gary-Stus ve diğer düzinelerce tire ile ayrılmış takma adla yansıtan aptal gençlerin görüntülerini çağrıştırır.
Bu görüntüler, fan fiction yazarken her zaman duyduğum utancın da sebebidir. Ancak artık büyüdüğüme göre, yine de bundan utanç duymalı mıyım? Fan fictionlar gerçekten değersiz mi? En iyi ihtimalle aptal bir dikkat dağıtıcı, en kötü ihtimalle de korkunç bir zaman kaybı mı? Son zamanlarda, geçmiş hayran kurgusu yazarlığı kariyerimi düşünmeye başladım. Çoğu birçok klişe ve yukarıda bahsedilen mecazlarla dolu. Ancak artık, fan fiction yazarken geçirdiğim yılların tamamen işe yaramaz olmadığına kanaat getirdim. Bu sonuna nasıl ulaştığımı açıklamak için size hikâyenin tümünü anlatacağım.
İlk hayran hikâyemi 17 yaşında yazdım ve berbattı. Hikâye, kendini dahil etme, zayıf dilbilgisi ve imla hataları ve bir Mary-Sue kahramanlığı da dahil olmak üzere insanların alay ettiği mecazlarla doluydu. O zamanlar bunun farkında da değildim. Tüm duygularımı, düşüncelerimi ve favori karakterimle ilgili fantazilerimi bir an önce kâğıda dökmekte oldukça meşguldüm. Yanlış yazılmış kelimeler ya da hatalı cümleler için vaktim yoktu.
Peki bu çılgın arzuya ne neden oldu? Harry Potter ve Zümrüdü Anka Yoldaşlığı.
2003’ün yazıydı. O zamanlar, kendimi bir yazar olarak değerlendirmiyordum. Elbette kendime ayırdığım zamanlarda ufak tefek öyküler yazıyordum, kurgusal senaryolar hayal ediyor ve onları tam teşekküllü romanlar olarak dünyaya getirmeyi düşünüyordum. Buna rağmen, hiçbir hikâyeyi bitiremiyordum. Tam bir proje üzerinde çalışmaya başlıyordum ancak yolu daha yarılayamamışken, kendimi fikrin aptalca olduğuna ya da kimsenin bunu okumayacağına inandırıyordum.
Ve sonra Sirius Black öldü.
Daha öncesinde de kurgusal karakterlerin ölümlerine şahit olmuştum. Küçük Kadınlar’ı okumuş ve Beth öldüğünde ağlamıştım. Üç yıl kadar öncesinde Harry Potter ve Ateş Kadehi’nde Cedric Diggory öldüğünde de ağlamıştım. Ancak bu kez, bir şeyler farklıydı. Sirius hakkında okurken ağlamanın, sonra kitabı kapatmanın ve onu unutmanın yeterli gelemeyeceğini hissediyordum. Kafamda sürekli ölümünün arkasında yatan nedenleri çevirip duruyordum. Hikayenin akışında bunların anlamlı geldiğini biliyordum, ancak yine de kabul edemiyordum. Bu nedenle, üzgün olduğunda genelde yaptığım gibi yapıp bunu hayal kurmaya çevirdim. Son zamanlarda dinlemekte olduğum Les Miserables (Sefiller) soundtrack’lerinden (güz dönemi okul müzikali için hazırlanıyorduk) ilham alarak, bir müzikal tiyatro aktrisinin Harry Potter evrenine girip Sirius Black’in kaderini değiştirip onu kurtarma amacı güttüğü bir alternatif evren yarattım. Sonunda da bu hayal kurma işini kağıda dökmeye ve fanfiction.net’e yüklemeye karar verdim.
İlk bölümü yayınladığımda, hikâyenin devamını hevesle beklediğini söyleyerek pozitif yorum yapan insanlar olduğunu görünce hem şaşırdım hem de rahatladım. Bu durum bana bir özgüven patlaması yaşattı ve bu sayede yazmaya devam edebildim. Yazın kalanını okul ödevlerimi ve diğer pek çok şeyi göz ardı edip odama kapanarak hikâyeme yoğunlaşarak geçirdim. Başta da söylediğim gibi, hikâye korkunçtu. Cümle düşüklükleri ve diğer dil bilgisi hataları dışında, kadın kahramanımın olmak istediğim kişiye çarpıcı bir benzerliği vardı ve derinliği olan ya da doğal bir karakter değildi. Bunca kusura rağmen, hikâyeme pozitif yorumlar gelmeye devam ediyordu. Çok fazla yoktu belki, bölüm başına belki bir iki tane. Ancak fark etmezdi. Dışarıda bir yerde, iki kişi dahi olsa hikâyemi beğenen ve benim yazmaya devam etmemi isteyen insanlar olduğunu bilmekti konu.
İlk hayran kurgusu kitabımı 2003 yılının eylül ayında tamamladım. Benim sadık iki yorumcum sonuna kadar tatlı ve hevesli olmaya devam etti. Ancak ben bunun son olmasını istemiyordum. Bu noktada, fan fiction yazmak benim için bir bağımlılık haline geldi. Sadece lisenin son yılında bile, üç roman uzunluğunda, iki tane de kısa fan fiction hikâyesi yazdım. Tümünde benzer şekilde kadın karakterler olmak istediğim kişiye çok fazla benziyor ve bu evrende olsam yapmak istediğim şeyleri yapıyorlardı; örneğin sevmediğim, Percy Weasley gibi karakterleri yumrukluyor, ya da en sevdiğim erkek karakter olan Remus Lupin’in genç versiyonuyla çıkıyorlardı.
Yazmaya olan aşkım genel olarak üniversitede de devam etti. O zamana kadar, fan fictionlarıma ek olarak ara sıra orijinal öykü ya da oyun da yazmıştım. Altıncı Harry Potter kitabı çıktığında yazmak için yeni bir neden bulmuştum.
2005 yılında, üniversitede bir çocuğa abayı yakmıştım. Bazı sinyaller, anlık bakışmalar ve belirgin dokunuşlardan sonra kendimi onun da benimle ilgili benzer şeyler hissettiğine ancak söylemek istemediğine ikna etmiştim. Harry Potter ve Melez Prens’te, Tonk, Remus Lupin’e hislerini açıkladığında ve Lupin ona apaçık âşık olmasına rağmen bu konuda gönülsüz davrandığında, resmen kendimden geçmiştim. Bu zorlu, endişe dolu, ancak garip bir şekilde romantik senaryonun kendiminkini yansıttığına ikna olmuştum.
Elbette, bu hissi kâğıda dökmeliydim. Bunu da Lupin ve Tonsk’un ilişkisinin çok bölümden oluşan bir versiyonunda, hislerime yaratıcı bir çıkış yolu bulmuştum. Tonks’un tutkusu, hüsranı ve bir parça umutla; hissettiğim karşılıksız aşkın sancılarını güvenle ifade edebildim. Lupin aracılığıyla, sevgimin nesnesinin benim hakkımda hissettiklerini umduğum şeyi yansıtabildim. İki yıl boyunca bu hikâyeyi ve başka pek çok Lupin ve Tonks konulu hayran kurgusu yazdım. Livejournal aracılığıyla, Lupin ve Tonks shipperlerdan oluşan bir topluluk keşfettim. Birçoğu gerçekten mükemmel yazarlar olan bu güzel insanlar, hayran kurgu ve orijinal eserlerimdeki becerilerimi güçlendirmem için bana tavsiye ve cesaret verdi.
Karakterlerimizin düşüncelerini, duygularını ve iç dünyalarını geliştirmem gerektiğine yönelik bir tavsiye aldığımı hatırlıyorum. Ne söylemek istediğimi okuyucuya söylemeden göstermeye yönelik iyi bir tavsiye ve hatta editörlüğümü, düzenlemelerimi ve dil bilgisi yeteneklerimi geliştirmeye yönelik tavsiyeler de vardı. Yeni fan fiction meslektaşlarımın da yardımıyla yavaş yavaş yazılarım gelişmeye başladı. Kendi orijinal öykülerimi yerli yarışmalara sokmaya başlamıştım. Hatta birkaç yazımdan seçerek oluşturduğum bir oyunu da üniversitemde sahnelenmek üzere yazmıştım. Yazma konusunda kendime güvenim artmıştı. Her şeye rağmen, Lupin ve Tonks’un ilişkilerine dair endişe dolu hikâyelerimi ete kemiğe büründürmeye devam ettim.
Sonra, bir gün, muhteşem “epik hikâyemi” bitirmeme iki bölüm kadar kalmışken durdum. O hikâyeyi sonradan da neden hiçbir zaman güncellemediğimi sormuş olsaydınız muhtemelen cevap veremezdim. Belki yeterince zamanımın olmadığını söylerdim. Üniversiteden mezun oluyordum ve yarı zamanlı bir işte çalışıyordum sonuçta. Ancak, okul ve işler beni nasıl Harry Potter evrenindeki diğer “tek atışlık” hikâyelerden alıkoymuyorduysa bu açıklama aslında tam olarak doğru değildi. Asıl gerçek şuydu ki, bu hikâyenin sondan önceki son bölümünü ne zaman yazmak için otursam bir şeyler beni durduruyordu ve kendi hikâyemi bitirmeme engel oluyordu.
Ancak yıllar sonra, o eski fan fiction’a geri dönüp bakmak için çılgın bir arzu duyduğumda ve son güncelleme tarihini gördüğümde neler olduğunu anladım. Bu epik aşk hikâyesini yazmayı 2007 yılının ekim ayında bırakmıştım. Bu benim yeni üniversiteme geçişimden sonra genç bir adam ile yetişkin olarak romantik bir ilişkiye başladığım ay ve yıl ile aynı tarihti. Lupin ve Tonks’un hikâyesi bitememiş olsa da, benimki bitmişti. Bu çiftle ilgili başka pek çok hikâye yazsam da, hasret, endişe, öfke ve tutku içeren bu özel hikâye artık yazmaya ihtiyacım olmayan bir şeydi.
Geriye dönüp baktığımda, bunun aslında fan fictionların benim için anlamı olduğunu görebiliyorum. Tamamen anonim olarak, korkularımı, şüphelerimi, görüşlerimi ve özlemlerimi ifade edebileceğim güvenli bir alandı. Ayrıca olay örgüsü fikirleri, yazı stilleri ve bakış açılarıyla da güvenle oynayabileceğim bir alandı.
Şimdi yayımlanmış bir oyun, roman ve Kindle için birkaç farklı kimlikle yazılmış eserle, ulusal bir pazarlama ajansında reklam metin yazarı olarak bir kariyerden bahsetmeye bile gerek yok, hayatımın ne kadarını bu kendimi içine eklediğim ilk fan fiction hikâyesine borçlu olduğumu anlıyorum. Bu hikâyeyi yazmak, başladığım hikâyeleri bitirebildiğimi, insanların yazdıklarımı okumak istediklerini, bana yardım ve destek olmak için gönüllü olduklarını ve kendimi ifade edebileceğim güvenli bir alan olduğunu gösterdi.
Gerçek şu ki, bir genç kızın kendisini ifade etmesine ve duygularıyla baş edebilmesine yardımcı olan “kötü” bir fan fiction, literatürdeki herhangi bir harika iş kadar yararlıdır. Herkesin bir anlığına bırakılması gereken güçlü bir duygusu veya dürtüsü vardır. Düşüncelerimizin, duygularımızın ve dürtülerimizin gücü bizi insan kılar. Gerçekten başarılı olan insanların bu tür güçlü duygulara yaratıcı çıkışlar bulabilen insanlar olduklarına inanıyorum. Bu insanlar, alışveriş kuyruğunda yabancılara saldırmak, birilerinin mülkünü yok etmek, kendilerine zarar vermek veya başkalarına zarar vermek yerine, enerjilerini yaratıcılığa yönlendirmenin bir yolunu bulurlar. Fan fictionlar da bunu yapmanın yollarından biridir.
Fan fiction’ı değerlendirmenin yolu edebi ölçütlerde aramak doğru değildir (ki bu alanda gerçekten parlayan metinler var olsa da). Bunun yerine fan fiction, yazarlarına ve okuyucularına verdikleriyle değerlendirilmelidir.
Yazarlarına, kendi duyguları, girişimleri, mutlulukları ve korkuları ile oynama alanı sunuyor ve okuyucularına da sevdikleri bir dünyaya başka bir kaçış yolu yaratıyorlar.
Artık (otuzlu yaşlarımda olduğumu ekleyebilirim) geçmişte korkunç fan fictionlar yazdığımı kabul etmekten utanmadığımı fark ettim. Bu yılın başlarında, kocamın en eski fan fiction çalışmalarımdan bazılarını okumasına izin verdim. Daha gençken, hayran filmleri izlemeyi seven (ve bazen hâlâ seviyor) bir Star Wars hayranıyla evlendiğim için şanslıydım. İlişkimizin başlarında utanarak yaptığım ilk itirafımdan sonra fan fiction yazdığım gerçeğini anlamış ve kabul etmişti.
Şimdi ise benim de kabul etme zamanım geldi. Fan fiction beni bir yazar ve bugün olduğum kişi yapan şey.
Bu nedenle fan fiction yazanlara, özellikle de genç fan fiction yazarlarına mesajım: Devam edin. İnsanlar çalışmalarınızı “içine kendini koymuşsun” ya da karakterlerinizi “Mary-Sue” ya da “Gary-Stu” olarak nitelendirse bile. Yazarlar ve eleştirmenler hayran kurgularını “intihal” veya “orijinal değil” diyerek kınasalar bile. Onları dinlemeyin. Kendinizi ve okuyucularınızı dinleyin. İçinizde sizi sevdiğiniz bir dünya hakkındaki bu hikâyeyi bitirmeye zorlayan bir şeyler hissediyorsanız, önemli olan tek şey budur. Fan fiction yazıyorsanız, yazmanız gerekir; dışarıda bir yerde birilerinin okuması gerekiyordur.
Korkunç fan fiction yazmanın bana öğrettiği ders bu. Ve tüm farkı da bu yarattı.
Rachel Dvorak
Hayran kurguları hakkında sizin görüşleriniz neler? Yorumlarınızı bizimle paylaşmayı unutmayın!
Kaynak: MuggleNet
Yorumlara bak
Ben fan fiction hikayeler okumaya Harry Potter okuduktan sonra başladım. Şimdi bu yazıyı okurken de "Ne güzel zamanlarmış."diyorum.