Olaylar sadece Harry Potter ile arkadaşlarının etrafında ve büyücülerin iç çekişmeleriyle döndüğü için Yüzüklerin Efendisi gibi bazı başka fantastik eserlerin aksine; büyücülerin dışındaki halkları ve sihirli yaratıkları pek fazla tanıma imkânı bulamasak da, seri aslında epey zengin ve kalabalık bir evrene sahip. Cincüceler, ev cinleri, deniz halkı ve at adamların her birinin kendi hikâyeleri, kendi tarihleri de var. Ev cinlerininki bunların içinde muhtemelen en sıkıcı olanıyken, cincücelerin bir hayli kanlı, deniz halkının gizemli, at adamların ise saygı uyandıran bir öyküsü var. Bu topluluklar içinde favorim de bu sebepten at adamlar. Hikâyeye dahil oldukları kısıtlı anlarda at adamları okumak hep çok keyifli oldu benim için. Hatta kendilerine büyücülerden daha fazla saygı duyduğumu söyleyebilirim.
Harry Potter serisinde öğrendiğimiz kadarıyla kendi halinde yaşamayı seven ve rahat bırakılmayı isteyen at adamlar, oldukça kibirliler ve büyücüleri en kötü ihtimalle denkleri olarak görüyorlar. Çoğu zaman ise büyücülerden bile üstün oldukları inancındalar. Çocuklardan insan yavrusu ya da tay olarak bahsetmelerinden bunu rahatlıkla anlayabiliyorsunuz. İnsanların işlerine karışmayı, “pis işlerine bulaşmayı” sevmiyorlar. Çok zekiler ve çoğu insandan daha bilgeler. Firenze’in Hogwarts’ta Kehanet dersi verdiği sırada, Trelawney’nin ve derslerinin gerçekten ne kadar kepaze olduğunu öğrenciler kadar siz de anlıyorsunuz. Astrolojiyi “insan saçmalığı” olarak niteleyen Firenze, meslektaşından “türünün sınırlamalarıyla gözleri kapanmış ve eli ayağı bağlanmış” olarak bahsediyor ve göklerde gördükleri işaretleri yorumlamanın hiç kolay olmadığını, bunun yüzyıllar alabildiğini söylüyor. Bu arada Firenze elbette ki sürüden atılıyor. Çünkü insanlara öğretmenlik yapması, türüne bir ihanet, alçaltıcı bir hareket olarak yorumlanıyor. Tıpkı Harry’yi Voldemort’tan kurtarmak için sırtına bindirmesi gibi.
Burada bir parantez açarsak, büyücülere karşı cincücelerde de benzer bir tutum var. Fakat cincüceler daha çok maddi konular yüzünden büyücülerle ters düşmüşler. İki topluluk arasındaki en büyük sorun, cincücelerin aidiyet ve hırsızlık anlayışlarının insanlarınkinden tamamen farklı oluşu. Cincüce inancına göre bir büyücü bir cincücenin zanaatinden para karşılığı yararlanıp bir meta yaptırırsa bunu kiralamış sayılıyor ve eşyanın varislere miras bırakılması hırsızlık olarak kabul edildiğinden, kiracı öldüğünde söz konusu metanın onu işleyen cincüceye döndürülmesi gerekiyor. Sırf bu yüzden Godric Gryffindor’la bile papaz olup isyanlara kalkışmışlar. Mesele yüzyıllardır çözülmediği ve aşırı kindar oldukları için de büyücülere hâlâ tavırlılar.
Gringotts yüzünden de büyücülerle defalarca anlaşmazlığa düşülmüş. Sihir Bakanlığı dönem dönem Gringotts’ın yönetimine el koymuş fakat sonunda anlaşmaya varılıp tüm yetki yeniden cincücelere devredilmiş. O günden beri cincüceler, Gringotts’ı büyücüler için işletiyor, büyücülerin yanlarında çalışmalarına müsaade ediyor fakat perde arkasından büyücülerin tüm mal varlığını yönetiyorlar. Rahatlıkla büyü yapabilmelerine rağmen asa taşımalarının yasaklanmış olmasına da ezelden beri gıcıklar. İşte bu gibi husumetler sebebiyle Quidditch dünya kupası sırasında Ludo Bagman tarafından dolandırıldıklarında işi kan davasına dönüştürüyorlar ve yine bu sebeple son büyücüler savaşında hiçbiri kılını bile kıpırdatmıyor.
At adamlara geri dönersek; onların da insanlara karşı oldukça önyargılı ve hatta düpedüz ırkçı oldukları söylenebilir fakat çok da haksız değiller. Bunu Umbridge’in at adamlarla karşılaşmasındaki tavrından anlayabiliyoruz. Umbridge, diğer büyücü dışı topluluklar ve sihirli yaratıklara karşı olduğu gibi at adamlara da katıksız bir nefret duyuyor ve onları hor görüyor. Ne yazık ki Umbridge, büyücüler içinde böyle düşünen tek kişi değil. Modern zamanda bile büyücülerin diğer türlere yönelik mutlak üstünlüğünü savunan kalabalıklar mevcutken; büyücülerin çağlar boyunca at adamların güvenini sarsacak sayısız eyleme imza attıkları da kayıtlara geçmiş durumda.
15. yüzyılda sihirli yaratıkları sınıflandırmak üzere bir araya gelen büyücüler, iki ayağı üzerinde yürümeyen her canlıyı canavar sınıfına dahil edip at adamları her türlü haktan tümüyle dışlıyor. Bu sınıflandırma o kadar çarpık ki sırf iki ayak üstünde yürüdükleri için iki kelimeyi bir araya getiremeyen ifritler bile varlık statüsüne erişiyor. İnsanlara en az at adamlar kadar antipati duyan ve oldukça kurnaz olan cincüceler ise bu fırsattan istifade, muhtemelen büyücülere bir ders vermek niyetiyle, iki ayak üstünde yürüyen fakat gelişmiş bir zekâ veya ahlak bilincinden yoksun ne kadar sihirli yaratık varsa hepsini toplayıp komisyona getiriyorlar. Ünlü sihir tarihçisi Bathilda Bagshot, bu hazin fiyaskoyu Sihir Tarihi’nde şu şekilde tarif ediyor:
“Sırga’ların gaklaması, kahşin’lerin inleyip sızıldanması ve fuphup’ların amansız, kulak zarı delici şarkıları yüzünden pek az şey işitilebiliyordu. Büyücüler ve cadılar önlerindeki kâğıtlara bakmaya çalışırken, envai çeşit cinperiyle peri kıkır kıkır gülüp vıdı vıdı ederek onların başlarının etrafında fırıl fırıl dönüyordu. On kadar ifrit ellerindeki sopalarla odayı darmadağın ederken, cadalozlar süzülerek dolaşıp yiyecek çocuk arıyordu. Konsey başkanı toplantıyı açmak için ayağa kalktı, bir dombaz pisliği öbeğine basarak kayıp düştü ve lanet okuyarak salonu koşa koşa terk etti.”
İleriki dönemlerde yeltenilen sınıflama girişimleri de bir o kadar vahim. İki ayak üstünde yürüyebilen canlılar sınıflandırması yetersiz kalınca; insan dili konuşabilen canlılara varlık statüsü ve türlü sihirsel hak ve imtiyazlar verilmesi kararlaştırılıyor ve yine bir toplantı tertip ediliyor. Yaşayanların ölülerden daha fazla önemsendiğine öfkelenen hayaletler müzakereleri terk ederken cincüceler, bu kez de basit birkaç kelime öğretmek suretiyle içeriye aldıkları ifritler sayesinde toplantıyı bir kez daha sabote ediyor. Bu sefer toplantıya davet edilen at adamlar ise, oldukça zeki, ahlaklı ve gelişmiş bir medeniyet olmalarına rağmen suyun üstündeyken insan dilini konuşamayan deniz halkının dışlanmalarını protesto ederek toplantılara katılmayı kesinlikle reddediyorlar.
17. yüzyılda da benzer girişimler sonuçsuz kalıyor ve sihirli yaratıkları sınıflandırmak ancak 19. yüzyılda mümkün oluyor. Sihirle uğraşan topluluğun yasalarını anlayabilen ve bu yasaları oluşturma sorumluluğunu kabullenen yaratıklar olduklarına kanaat edilen at adamlar nihayet varlık statüsüne layık görülüyor. Fakat cadalozlar ve vampirlerle aynı sınıfta yer almak istemediklerinden, “sihirli yaratık” sınıfında kalmayı talep ediyorlar. Deniz halkı da at adamlarla aynı talepte bulunuyor ve her iki tür de kendi istekleriyle sihirli yaratık statüsünde bırakılıyor. O günden bugüne de at adamlar, Sihir Bakanlığı’nda kendilerine rezerve edilen departmanlar bulunmasına karşın, insanlarla ya da bakanlıkla herhangi bir iletişime geçmekten imtina ederek münzevi bir hayat yaşıyor ve insan tarafından taciz edilmedikleri müddetçe etliye sütlüye karışmıyorlar.
Yazan: canned
* * *
ekşisözlük üzerinden yazılan orijinal metne buradan ulaşabilirsiniz.