Yüreğimizi ağzımıza getiren ve Fantastik Canavarlar‘ın dönüm noktalarından biri olan infaz odasını hatırlıyorsunuz değil mi? Önce Graves’in sonra da MACUSA’nın bu kadar acımasız olacağına imkan vermek istememiştik ancak Newt ve Tina odaya girdiği andan itibaren hepimiz nefesimizi tutarak başımıza gelecekleri beklemiştik. Gördüklerimiz bizi gerçekten derinden etkilemişti. Mugglenet editörlerinden Amy, infaz odasına ve MACUSA’nın tercih ettiği yönteme, olayın tarihsel boyutu ile bakıyor. Derin bir nefes alın, karanlık geçmişe gidiyoruz.
Not: Bu yazı 16 yaşından küçük takipçilerimiz için rahatsız edici olabilir.
Fantastik Canavarlar filminin karanlık tarafı hepimizi son derece şaşırttı. Büyülerini baskıladığı için ölüme yol açan çocuklar ve güçlü politik iklim temaları arasında geçen film bizleri, sadece sihirli yaratıklar ile olan bir çanta düşünmekten çok daha başka yerlere de götürdü. Bu kadar karanlık olayların arasında, infaz odasından daha tüyler ürpertici başka bir şey bulmak ise son derece zor. Tarihte yaşanan cadı ve büyücü yargılamalarına bakıldığı zaman, MACUSA idam cezası ve infaz odasının öğeleri ile bazı benzerlikler göze çarpıyor.
MACUSA infaz odasının dört temel elementi; su, sandalye, ateş ve anılar. Bu dört temel elemente, hepsinin tarihsel önemleri ile gelin tekrar bakalım.
İnfaz odasında suya benzeyen bir çeşit madde vardı. İlerleyen sahnelerden gördüğümüz kadarıyla sudan çok başka bir şey olduğunu idrak etmiştik ancak cadılık ve büyücülük sebebiyle suçlananların suyun içine atılmasını sembolize etmesi açısından önemli. 15. ve 16. Yüzyıl’da Avrupa’da yaşanan cadı avlarına bakacak olursak, suçlanan kişilerin masum ya da gerçekten cadı olduklarını anlamak için yapılan birkaç test vardı. Bunlardan en ünlüsü ise yüzdürme testiydi. Bu testte, suçlanan cadılar bağlanarak suyun içine atılırdı. Cadı olmakla suçlananların, vaftiz olmadıkları kabul edilir dolayısı ile suyun içine atıldıkları zaman, suyun onların vücudunu reddedip yüzdüreceğine inanılır, böylelikle suçlu ve cadı oldukları kararına varıldı. Masumlar ise suya batardı.
17. Yüzyıl İngiltere’sinde cadılık ile suçlananların itirafta bulunmasını sağlamak için bazı işkence metotları kullanılırdı. Bunlardan biri de “Ducking Stool” denen yöntemdir. Bu yöntemde, tahterevalli düzeneğinin bir ucunda sandalye yer alır ve sandalye suyun üzerine konumlandırılır. Cadı olmakla suçlanan bu sandalyeye bağlanır ve sandalye suya yaklaştırılarak, boğulma korkusu tetiklenirken, suçlarının suçunu ya da iş birlikçilerini itiraf edeceği düşünülürdü.
İnfaz başladığı zaman, su ya da karışım hareketlenmeye ve sonlara doğru yanmaya başlıyor, hatta bazı közler sandalyeye kadar sıçrıyordu. Tarihin karanlıklarına bakıldığı zaman bazı cadıların bu şekilde kızdırılmış sandalyelere oturtulduğu böylelikle bir daha şeytanla ilişkiye girmesinin önlenmiş olduğunun düşünüldüğü görülüyor. 1462 yılında, Perronnette adındaki bir kadın, kazıkta yakılmadan önce, 3 dakika kadar kızdırılmış demir sandalyeye oturtularak işkence görmüştür. (Kaynak: Camille Naish : Death Comes to the Maiden, kitap)
Başlarda su formunda olan ve daha sonra ateşe bürünen bu madde aklımıza cadı yargılamalarında kullanılan başka bir metodu getiriyor; kazıkta yakma. 11. Yüzyıl’dan 18. Yüzyıl’a kadar, Avrupalı din alimleri, ölen insanlar için uygun yerlerin kilise mezarlıkları olduğunu düşünüyorlardı. Cadılar ve büyücüler ise yakılmalı ve külleri muhtemel ölüm ötesi büyülerin engellenmesi için muhafaza edilmeliydi.
Tarihteki cadı avları ile anıların nasıl bir bağa sahip olduğunu merak ediyorsunuz değil mi? Eski cadı avlarına bu kadar çok gönderme yapılırken ve hepimizin fark ettiği üzere, asma ve asılma ile ilgili hiçbir referans yok. Oysa, asılma cezası Avrupa’da cadı ve büyücüleri infaz etmek için tercih edilen bir numaralı metottu. Cadı olmakla suçlanan ve diğer yöntemler ile infaz edilenlerin sayısı hayli fazla olsa da, darağacına gidenlerin sayısı daha yüksekti. Öte yandan, Amerika tek bir kişi bile bu yargılamalar sonucu yakılmadı. Taşlanarak öldürülen Giles Corey dışında herkes darağacına gitti. Peki Amerikalıların infaz odasında ilmek ve dar ağacı var mı? Bence cevap evet, Tina’nın anıları ve kendi isteği, ona hem ilmek hem de darağacı oluyor. Tina’nın tekrar anımsadıkları, onu sandalyeye oturtup, infaza gitmesini sağlıyor. Kısaca, “ilmeği boynuna kendi geçiriyor.”
Cadı avlarında tam olarak kaç kişinin öldürüldüğüne dair elimizde bilgi olmasa da tahminler 50,000 ile 200,000 arasında insanın 15. ve 18. Yüzyıl’da yapılan yargılamalar sonucu öldürüldüğü yönünde. MACUSA’nın bu metotları bilinç altında tutarak, kendi infaz yöntemini oluşturduğu söylenebilir mi?
İnfaz odasında gördüğümüz şeylerin tarihteki cadı avları ile bağlantısı olması gerçekten üzücü. Ancak, Rowling’in bu kadar çok şeyi bir arada harmanlayabilmesi ve derin manalar vermesi ise belki de onu bu kadar başarılı yapan noktalardan sadece bir tanesi. Peki siz sahne hakkında neler düşünüyorsunuz? Bizimle paylaşmayı unutmayın!
Yorumlara bak
No-majler cadıları şeytani bir varlık gördükleri ve sevmeyip korktukları için bu yöntemleri kullanmışlar. Cadılarda kendi türleri için böyle bir durum söz konusu değilken aynı uygulamaları yapmaları biraz da olsun saçma.
Bence 16 uas arti degil 19 yas ustu okuyabilir guzel bir yazi olmus
Ya birşey sormak istiyorum. Öyle bir konuşuyorsunuz ki sanki cadılar gerçekten varmışta idama falan gidiyormus. Cadılar ve büyücüler var mı veya varmıydı ki? Cidden, olsalar ne güzel olurdu. Ama "yakılırdı", "olurdu" falan diye konuşuyorsunuz yai gerçekte varlar mıydı lütfen cevap verin.