Harry Potter’ın azılı düşmanlarından Draco Malfoy! Aramızda Draco’yu sevip benimseyenler elbette var ama onlar bile Draco’nun kimi zaman yanlış yolu seçtiğini ve olduğundan farklı görünme çabasında olduğunu inkâr edemez.
Draco Malfoy’un soyadının hakkını verme çabaları, onu “çok tipik bir Malfoy” hâline getirdi. Şimdi, Pottermore’dan çevirdiğimiz bu eğlenceli yazıyla, adım adım Draco Malfoy’un bizde bıraktığı anıları yâd edelim.
Draco Malfoy, dâhil olduğu her ortamda gösterdiği Malfoy-vari tavırları ile hepimize kök söktürmüştür.
Bir dükkâna giriyorsunuz, bedeninize uygun bir kıyafet seçme derdinde oldukça tuhaf bir pozisyondasınız ve dükkana hiç tanımadığınız bir çocuk giriyor. 11 yaşında kaç taneniz böyle komik bir pozisyonda hiç tanımadığınız başka bir çocukla sohbet etmeye çalışır? Muhtemelen hiçbiriniz. Ama hepimiz bunu yapmış bir kişi tanıyoruz. Harry Potter ve Felsefe Taşı’nda Draco Malfoy’un yaptığı, tam da buydu.
Ayrıca, bu sohbetin alışılmışın dışında olduğunu da hatırlarsınız. Draco, Harry’ye ne kendini tanıttı ne de ona ismini sordu. Daha ziyade, hiç tanımadığı o çocuğa aniden bahsettiği şey, ne kadar iyi uçtuğuydu. Daha 11 yaşındaki Malfoy’un burnu, çoktan Kaf Dağı’na çıkmıştı bile.
Ayrıca, bu kısacık sohbette Draco, babasından tam üç kere bahsetmiş ve bildiğimiz Draco tiplemesini (Draco hayranlarının onu bildiği ve sevdiği şekliyle) ilk kez orada ortaya sermişti.
Hogwarts’ta ikinci yıldayız. Gryffindor Quidditch Takımı’nın antrenmanı esnasında aniden Slytherin takımı sahada belirir, Oliver Wood ise antrenmanı bölündüğü için çılgına döner. O esnada Draco’nun süpürgesinde havayı yararak patlar-uçlu keleker misali gelişini hepimiz biliyoruz. “Babacı” Draco Malfoy, babasına Slytherin Quidditch Takımı’nın her üyesi için birer Nimbus İki Bin Bir aldırmış ve bu rüşvetle Sltyherin Quidditch Takımı’nın bir üyesi olmaya hak kazanmıştı. O anda Fred ve George’a da aynen şunu söyledi:
“O Tertemiz Beş’leri piyangoya koyabilirsiniz. Müzelerin ilgisini çeker belki.”
Tamam, anladık Draco, sakin ol, hepimiz süpürge sergileme meraklısı değiliz. Ailen bu süpürgelerle ileride bir gün müze açmayı mı planlıyor?
Aslında bu an, çok keyifli bir andı; çünkü ardından yapılan ilk maçta Slytherin, o mükemmel süpürgelerine rağmen Gryffindor’a karşı yenilmişti. Nasıl mı? Draco, o sırada Harry ile uğraşmak yerine kulağının arkasında gezinen Snitch’i fark etseydi belki de yenilmezlerdi.
Draco şanlı kariyerinde Harry’yi bir kez düelloya davet etmekle kalmaz, bunu iki kez yapar. İnsanları düelloya davet etmek, tam da Malfoy-vari bir davranış: küstah, vakur ve coşkulu bir adım. Ancak düello yapmak aslında pek de Draco’nun harcı bir durum değil. Ondandır ki, Felsefe Taşı’nda daha ilk düelloda hileye başvurması şaşırtıcı değildi. İkincisinde ise, rakibinden daha erken davranarak ve Snape’ten yardım alarak hileye başvurmuştu.
Tam da tahmin ettiğimiz gibi, Draco.
Draco, bir malikanede büyümüş bir çocuktu. İçinde tavus kuşlarının bulunduğu devasa bir araziye sahip bir malikanede. Ama gelin görün ki, dev bir kartalın kanatlarına sahip, kocaman pençeleri olan bir Hipogrif’e hakaret etmemesi gerektiğini bilecek kadar da terbiye almamıştı.
Aslına bakarsanız, başıyla selamlamayı başarmış olması bile bir mucize.
Hermione, yıllarca Malfoy’dan gelen eziyetlere katlanmak zorunda kaldı: Onunla alay etti, dişleriyle dalga geçti ve her şey bir yana, ona “Bulanık” diye küfretti. Ama Harry Potter ve Azkaban Tutsağı’nda bir an vardı ki, Hermione’nin karşılığı oldukça sert olmuştu; çünkü Draco’nun bu sefer alay ettiği kişi kendisi değil, Hagrid’di. Hermione’nin tepkisi ise, Draco’nun suratına bir tane patlatmak oldu. Yalnız, bu sefer Draco’nun tepkisi hiç de Malfoy-vari değildi: Cevap olarak sessiz kalmayı tercih etti.
Canım Draco konuşmasına konuşur ama geri adım attığı pek görülmemiştir. Bu olayda ise yalnızca çekip gitti – Hermione’den alabildiğine uzağa…
Dördüncü yılında Draco, Harry’ye arkadan uğursuzluk büyüsü yapmaya kalkmış; ama neyse ki Profesör Moody önce davranıp onu bir dağ gelinciğine dönüştürmüştü. Harikulade bir andı; çünkü Draco’nun o sivri suratı, sahiden de bir gelinciği andırıyordu.
Draco bir hayvan olsaydı, kesinlikle bir dağ gelinciği olurdu. Belki de Patronus’u bir dağ gelinciğidir ve onu azıcık düşünmeye sevk ediyordur.
İnsan formuna geri döner dönmez, içinde “babam” kelimesinin geçtiğinden emin olduğumuz bir şeyler mırıldanmıştı. O zamanlarda Harry’ye Quidditch’te de yeniliyor olsaydı, bu Draco için tam bir felaket olabilirdi.
Draco şüphesiz Hufflepuff’ları da küçümsüyordu (Harry ile ilk kez tanıştığında bu binadan olan herkesi aşağılamıştı). Ancak Harry’ye olan ağır nefreti, onun Üçbüyücü Turnuvası’nda bir Hufflepuff olan Cedric Diggory’yi desteklemesini sağladı. “Dandik Potter” rozetleri tipik bir Malfoy hareketiydi; çünkü tam da rozetlerin bomba etkisi yaratacağını düşünen türde bir tipti. Ayrıca Draco’nun bu sihirli rozetleri yapmak için tüm boş zamanını odasında harcamış olması da mümkün.
Hayal etsenize: Draco odasında oturmuş, azılı düşmanının ismini tekrar tekrar çiziktiriyor. Bu kadar yaratıcı olacağını kim düşünürdü?
Malfoy beşinci yılında Teftiş Mangası’nın bir üyesiydi. Her daim çevresi kendisi gibi koca bir öğrenci grubuyla dolu olsa da, bir türlü Dumbledore’un Ordusu’nu bulmayı başaramamıştı. Neden mi?
Dumbledore’un Ordusu üyelerinin sayısı daha fazlaydı, Draco. Çok daha fazla! Onları çok uzun bir süre yakalayamamış olmak ağrına gitmiş olsa gerek. Yoksa kurnaz olması gerekenler, Slytherin’ler değil miydi?
Gryffindor binasının gururu Harry Potter, Salazar Slytherin’in -kimsenin girmeyi başaramadığı- gizli inine girmeyi başarmıştı. Harry, yalnızca Slytherin soyuna ait bir özellik olan Çataldili’nide konuşabiliyordu. Üstelik daima kurnaz planlarını uygulamayı başarmış ve bir Slytherin olmaktansa çok az bir farkla dönmüştü.
Malfoy’un ne derece iyi bir Slytherin olduğu tartışılabilir. Ama buna rağmen denemekten hiç vazgeçmedi.
Kim bilir belki de olması gereken bina, Hufflepuff’tı! Ne dersiniz?