[Kısım 2]
Anahtar, Harry’yi küçük, sıkış tıkış ve karmakarışık bir mutfağa getirdi. Harry, yerinde doğrulup etrafı incelemeye koyuldu. Altın renkli Anahtar’ı pervasızca bir kenara attı. Buharlaşmaya çalışarak koruma büyülerini test etti, ama tam da tahmin ettiği gibi, büyüler onu engellemişti. Bir çıkış yolu ararken arka bahçeye çıkan kapıyı gördü. Kapıya doğru tam bir adım atmıştı ki, o anda mutfağa giren kızdan saklanmak için ufak mutfak kilerine dalmak zorunda kaldı. Ufak odanın karanlığında kendini gizlemeye çalıştı. Kalbi hızla çarparken mutfakta dolanan belli belirsiz duyulan adımları, açılıp kapanan dolapların sesini ve kaldırılıp indirilen kutu ve paketlerin tıkırtı ve hışırtılarını dinledi. Kızın dikkatini çekmemek için olduğu yerde kıpırdamadan bekledi. Kaçmak için onun gitmesini beklemesi gerekiyordu.
“Ron! Onları bulamıyorum!”
Birdenbire, kızın bağırışlarını duydu.
“Üçüncü dolapta!”
Uzaktan bir çocuğun bağırışı duyuldu.
“Oraya baktım! Orada değil!” diye cevap verdi kız.
Harry dikkatlice olduğu yerde döndü; kızın kim olduğunu görmek için çaktırmadan bakmaya çalışıyordu.
İlk fark ettiği şey, kızın sırtına kadar dökülen uzun kızıl saçlarıydı. Diz çökmüş ve yüzü bakındığı dolabın açık kapısının arkasında kalmıştı. Kız geri çekilip kapıyı çarparak kapattı ve ofladı.
“Ron! Burada değil! Gevrek toplarımız kalmamış sanırım!” diye bağırdı.
Harry onun yüzünü görür görmez tanıdı. Kısa bir zaman önce, Hogsmeade’de hayatını kurtardığı kızdı bu. Harry onu tekrar görmeyi beklemiyordu; en azından bu şekilde. Ginny kalkıp kot pantolonun tozunu silkelerken onu izledi.
“En üstteki dolapta, Gin!” diye seslendi çocuk, tekrar.
Ginny kaşlarını çattı.
“Yemin ederim, çok tembelsin!” diye patladı. “Miskinlik etmeyi bırak da, gel kendin bul!”
“Lütfen, Gin!” diye sızlandı Ron.
Ginny kendi kendine bir şeyler mırıldandı ve aşınmış ahşap masanın etrafında duran sekiz sandalyeden birini çekti. Onu taşıyıp dolabın önüne yerleştirdi ve erkek kardeşinin istediği atıştırmalığı aramak için sandalyenin üstüne tırmandı.
Harry bakışlarını kızdan çekti ve gözleri odadaki şömineye takıldı. İkizlerin banyoya kapatılmış bir hâlde bulunmalarının sadece dakikalar alacağını ve Anahtar’ın kayıp olduğunu anlar anlamaz, Yoldaşlık’ın buraya geleceğini biliyordu. Kaçacaksa buradan bir an önce çıkmalıydı, ama kız mutfaktan çıkana kadar bunu yapması mümkün değildi. Tekrar kıza dönüp baktı, ama onun hiç acelesi yok gibiydi; konserve kutuları ile paketleri bir kenara koymuş, gevrek toplarını arıyordu.
Harry bunu yapmak istemezdi, ama kendini başka seçeneği olmadığı konusunda ikna etti. Tekrar yakalanmaya hiç niyeti yoktu. Kilerin içinde kalarak derin bir nefes aldı ve çömeldi. Dikkat çekmeden hareket etmeye başladı; çok yavaşça ve sessizce ilerlemeye devam edip kilerden çıktı. Gözlerini mutfak tezgâhında gezdirdi; bulaşık selesinde bulunan çeşitli kap kacak ve mutfak aletlerine bakınıyordu. Harry eğildi ve gözleri hiçbir şeyden haberi olmayan kıza kenetlenmiş bir halde, elini uzattı ve sözsüz büyü kullanarak ihtiyacı olan eşyaya Accio büyüsünü yaptı. Bir kasap bıçağı havada süzülerek Harry’nin eline kondu.
Havayı delip geçen bıçağın sesi, kızın bir an için duraksamasına neden oldu. Kız kafasını çevirip etrafına bakındı. Hiçbir şey olağandışı görünmediği için dolabı aramasına kaldığı yerden devam etti. Tezgâhın öbür tarafına bakmış olsaydı, Harry’nin diğer taraftaki dolaplara sırtı yaslı bir halde çömelmiş olduğunu görürdü.
Harry bir dakika daha bekledi; bir yandan göz ucuyla şömineye bakıyor, alevler yeşile döner de Yoldaşlık üyeleri buraya gelir diye korkuyordu. Olduğu yerden kalkıp dolapların yanından ilerledi; sessiz kalmaya ve fark edilmemeye çalışıyordu. Kendini hazırlayıp elindeki bıçağı kavradı. Köşeye baktığında, kızın hâlâ dolabı karıştırmakta olduğunu gördü.
Harry hedef aldı ve derin bir nefes alarak bıçağı fırlattı. Bıçak havada süzülüp kızı geçerek hedefini, tencere rafını destekleyen zinciri vurdu. Keskin bıçağın vurduğu zincir kırıldı ve tencereler gürültüyle yere yığıldı. Çıkan ses o kadar ani ve yüksekti ki, kızın çığlık atıp arkasına dönmesine sebep oldu; neredeyse sandalyeden yere yuvarlanacaktı. Kız etrafa savrulmuş tencere tava karmaşasına bakmak için döndüğü anda, Harry şansını denedi. Kızın ona ve kapıya arkası dönükken, kapıya atıldı ve kapı kolunu çevirerek kendini evden dışarı attı; hızlıca basamakları inip bahçe boyunca ilerlemeye başladı.
Harry, birilerinin onu görüp görmediğini kontrol etmek için bile durmadı. Olabildiğince hızlı koşup çite doğru yöneldi. Buharlaşma karşıtı koruma büyüsünün bahçeye kadar uzandığını varsayıyordu. Eve buharlaşmadan önce, çiti geçmesi gerekiyordu. Harry aşırı büyümüş çimenleri ve göledi hızla geçip çitin önünde sıralanan çalılığa yöneldi.
Bir bağırış duyuldu ve aniden, bir şey, Harry’nin kulaklarını yakarcasına yanından geçip tam önünde patladı. Birdenbire, önünde alevden bir çizgi belirmiş, alevler bir buçuk metreye yakın yükselerek Harry’nin çite ulaşmasını engellemişti. Harry ateş duvarına varmadan durmayı başarmıştı. Arkasını döndü ve James Potter’ın asasını ona doğrultmuş olduğunu gördü. Harry olduğu yerde kalakaldı; elleri sımsıkı yumruk hâlini almış, öfkeli gözlerle James’e bakıyordu.
Harry, James’in arkasından, evden çıkan ve telaşla ona doğru gelen diğer suretleri görebiliyordu. Onlara doğru koşarak gelenlerin arasında Sturgis Podmore ve Kingsley Shacklebolt’u seçebilmişti. Harry, koruma büyülerinin çitin ardında kalktığına dair fikrinde yanılmış olabileceğini düşünerek, yeniden Buharlaşmayı denedi; ancak, Buharlaşmaya çalıştığı anda tekrar engellendiğini hissetti. Harry’nin buz gibi bakan yeşil gözleri, asasını kaldırmış ve ona daha da yaklaşan James’e dikilmişti.
“Senin ona tekrar gitmene izin vermeyeceğim,” dedi James, kararlı bir şekilde.
Harry pis pis sırıttı.
“Bir şeyi unutuyorsun,” diye karşılık verdi. “Artık istediğini elde edemezsin,” dedi, nefret dolu bir sesle. Yumruklarını sıkmıştı. “Çünkü burada, kilit büyüsü yok.”
Elini kaldırıp hedef alarak James’i havaya doğru fırlattı. James bir metre kadar uzağa fırlayarak pat diye çimlerin üzerine düştü. Sturgis ve Kingsley Harry’ye lanetler göndermeye başlarken, James tam zamanında düştüğü yerden kalktı.
“Hayır! Bekleyin!” diye bağırdı James. “O savunmasız!” Ama Harry, ona doğru gelen iki ışık demetinden tam zamanında kurtulmayı rahatlıkla başarmıştı.
Sturgis Harry’nin asasız büyüsüyle geriye doğru uçarken, Kingsley sözsüz ve asasız büyüyü savurmayı başarmıştı. James, her şeyden önce Harry’nin güvenliği için, aceleyle düello eden üçlüye doğru koştu. Her şey bir yana, Harry asasızdı. Ancak, çok geçmeden, James Harry’nin onlarla düello etmek için asaya gerek duymadığını anlamıştı. Harry, Sturgis ve Kingsley’in kendisine gönderdiği büyülerden kurtulmakla kalmıyor, asasız büyüyle de onları geri savuruyordu.
James, Harry’nin kuvvetli darbelerinden biriyle çarpıldı ve neredeyse kendisinin büyüyle oluşturduğu alevlere düşüyordu. Onu hevesle yutmak için bekleyen alev duvarının ucundan döndü. Oradan yuvarlanarak uzaklaşıp ayağa fırladı.
“Sersemlet!” diyerek onu devirmeyi denedi Sturgis; ama Harry, dünyanın en kolay şeyiymiş gibi, bir adım yana kayarak ona doğru gelen ışık demetinden kurtulmayı yine başardı.
Harry, elinin bir hareketiyle, Sturgis’i havaya uçurup kurbağa göledine fırlattı.
“Petrificus Totalus!” diye bağırdı Kingsley.
“Sersemlet!” diye haykırdı James.
“Obscuro!”
Son ses, James’in arkasından gelmişti ve büyü, Harry’yi, James ve Kingsley’in saldırılarından kurtulmaya çalışırken vurmuştu. James, büyünün Harry’yi arkasından vurduğunu gördü; Harry elleriyle gözlerini ovuşturarak öne doğru sendeledi.
James, arkasına döndüğünde, onlara doğru hızla gelmekte olan mor saçlı Tonks ile Arthur, Remus ve Sirius’u gördü. Remus’un asası, Harry’ye doğrultulmuş haldeydi; anlaşılan, laneti gönderen oydu.
Harry’nin görüşü bozulduğu anda, Kingsley asasından büyülü ipler göndererek onu bağlamakta gecikmedi.
İpin vücudunu sıkıca sarıp ellerini bağlamasıyla, Harry yere düştü. Hem onu sarmalayan ipe, hem de aniden gelen körlük hissine karşı mücadele ediyordu, ama her ikisinden de kurtulamıyordu.
Remus, Sirius, Arthur ve Tonks onlara yetişti; Kingsley ve sırılsıklam olan Sturgis de dâhil, her birinin asası Harry’ye doğrultulmuştu. James ise, asasını ayağının hemen yanındaki yere doğrultmuş bir halde aralarında duruyordu; oğluna yardım etmek istemenin ama ederse tekrar kaçmaya çalışacağını bilmenin getirdiği çaresizlikle Harry’ye bakıyordu.
“Karargâha mı dönüyoruz?” diye sordu Sirius, tereddütle.
“Karargâha dönüyoruz,” diye onayladı Kingsley.
James ileri atıldı; Harry’yi alan kişinin diğerlerinden biri olmasını istemiyordu. Nazik olmaya çalışsa da, dokunuşu geçici olarak görmeyen çocuğu yine de ürküttü. James kendi Yoldaşlık Anahtar’ını çalıştırdı. Hayatında ikinci kez, direnen bir Harry’yle, Yoldaşlık karargâhının yolunu tuttu.
Herkes, Karanlık Prens’in neredeyse kaçmak üzere olduğu haberini aldığından beri çok gergindi. Ama kimse Molly ve Arthur Weasley kadar gerilmiş olamazdı. James Harry’yi götürdükten sonra, ikisini de karargâha dönmeleri için ikna etmek zorunda kalmışlardı. Çocuklarını evde yalnız bırakmak istemiyorlardı; ancak, Sturgis ve Kingsley’nin kalıp onlara göz kulak olmayı önermesi üzerine, Molly de Arthur da Dumbledore ile konuşmak için karargâha uçuç tozuyla dönmeye karar vermişlerdi. Şimdi ikisi de karargâhın salonunda oturuyor, Lily’nin onlara hazırladığı çaydan zar zor yudumluyorlardı.
Dumbledore onların yanında oturmuş, James’in aşağıya gelmesini bekliyordu. Birkaç dakika sonra kapı açıldı ve James içeri girdi.
“Her şey yolunda mı?” diye sordu Sirius, endişeyle.
James kıpkırmızı bir suratla onaylarcasına başını salladı.
“Yeniden odasında,” diye cevap verdi. “Tekrar görebilsin diye, Obscuro büyüsünü tersine döndürdüm,” dedi James. “Ondan sonra biraz… birazcık daha sakinleşmiş görünüyordu.”
“Bir süre sakinleşeceğini zannetmiyorum,” dedi Kingsley. “Kaçmasına ramak kalmışken pusuya düşürülüp yeniden yakalandı. Çok öfkelidir.”
Kaçma girişiminden söz edilmesi üzerine, Molly’nin elleri öyle bir titredi ki, neredeyse elindeki fincanı düşürüyordu.
“Onun evimde olduğuna inanamıyorum!” diyerek burnundan soludu. “Çocuklarımla aynı evdeydi! Onlara…!” yutkundu ve gözlerini kapattı; aklından geçenleri düşünmemeye çalışıyordu.
Lily ile James göz göze geldi; ikisi de huzursuz görünüyordu. Lily’nin duyduğu hüsrandan dolayı gözleri yaşarmıştı. Arkadaşlarının oğluna karşı duydukları korkudan nefret ediyordu, ama onları nasıl suçlayabilirdi ki?
Molly sımsıkı yumduğu gözlerini açsın diye, Dumbledore elini onun titreyen ellerinin üzerine koydu.
“Korkacak bir şey yok, Molly,” dedi nazikçe. “Çocuklarına zarar gelmedi.”
Molly ona şaşkınlık ve kızgınlık içinde bakıyordu.
“Kızım mutfaktaydı!” diyerek burnundan soludu. “Ona her şeyi yapabilirdi!”
“Evet, ama yapmadı,” diye sakince karşılık verdi Dumbledore. “Harry, bugün karşılaştığı üç Weasley’yi de öldürebilirdi ama öldürmedi.” Dumbledore’un mavi gözleri, bir süre Molly ve Arthur’u süzdükten sonra masada oturan diğerlerine döndü. “Harry’nin öldürmek için bir şansı, bir fırsatı vardı ama bunu kullanmadı. Anahtar’ı almak için Fred ve George Weasley’yi kolayca öldürebilecekken onları oyuna getirmeyi tercih etti. Genç Ginny’yi öldürebilirdi, ama bunun yerine, kaçmak için onun dikkatini dağıtmayı tercih etti. Kızın mutfakta ondan başka birinin olduğundan bile haberi olmadığını söyledi,” diye hatırlattı Dumbledore, Molly’ye.
Molly sessizleşti; Arthur’la Anahtar yoluyla eve döndüğü ve Ginny’yi yerde, etrafa saçılmış tencere ve tavaları toplarken bulduğu o anı hatırladı. Panikle ona koşup seslenmiş ve iyi olup olmadığını sormuştu. Ginny, her şeyden çok, James, Sturgis ve Kingsley’nin aniden belirmesinden ve annesinin tavırları yüzünden korkmuşa benziyordu. Arthur, Ginny’nin yanında beklemiş ve ancak Remus, Tonks ve Sirius uçuç tozuyla gelince mutfaktan çıkmayı kabul etmişti.
Molly’nin bakışları Dumbledore’la kesişti; ona inanmak istiyordu. Çocuklarının Karanlık Prens etraflarında olduğu zamanlarda güvende olduklarına inanmak istiyordu, ama kendini bu düşünceye henüz tam anlamıyla inandırabilmiş değildi.
“Harry hiç kimseye zarar vermedi. Sadece kaçmaya, evi olduğunu düşündüğü yere geri dönmeye çalışıyordu,” diye devam etti Dumbledore. “Gel gelelim, bugün yaşananlar bize Harry’nin Ölüm Yiyen’ler gibi olmadığını gösteriyor. Harry kimseyi kolaylıkla öldürmüyor. Hatta Harry’nin, Voldemort’tan talimat almadıkça, şimdiye kadar kimseyi öldürmediğini söyleyecek kadar ileri gidebilirim.”
İsmin söylenmesiyle, odadaki herkesin tüyleri diken diken olmuştu. James başını bıkkınlıkla ovuşturup gerginlikle elini saçlarından geçirdi.
“Bugün neredeyse kaçıyordu,” dedi James, kızgınlıkla. “Sturgis çocukları bulup alarmı çalıştırmış olmasaydı, Kovuk’a zamanında gelemezdik ve Harry de kaçmış olurdu.” James, iki elini de yumruk haline getirdi. “Dumbledore, Hogwarts’ın iyi bir fikir olduğundan emin misin? Oradan da kaçmaya çalışacaktır.”
“Çalışabilir, ama başaramayacak.” Dumbledore her zamanki sakinliğiyle cevap vermişti.
“Oradan kurtulmak için, öğrencileri koz olarak kullanmayacağından nasıl emin olabilirsin?” diye sordu Arthur.
“Söz veriyorum, Arthur, öğrencilerim güvende olacak. Onların güvenliğini riske atmam,” diye cevap verdi Dumbledore.
“Bu yıl dört çocuğum Hogwarts’ta okuyacak,” dedi Arthur, usulca. “Kusura bakma, ama senin sözünden daha fazlasına ihtiyacım var, Dumbledore.”
Dumbledore, bir süre bir şey söylemeden, sadece kızıl saçlı büyücüye baktı. En sonunda başını onaylarcasına salladı.
“Pekâlâ, nasılsa, bu konu hakkında sizi toplantıda bilgilendirecektim.” Biraz öne doğru eğildi ve ellerini birbirine kenetledi. “Severus’tan Harry hakkında olabildiğince bilgi edinmesini istemiştim, o da bana hem tuhaf hem de sevindirici bir haberle geldi,” dedi. “Görünüşe göre, Harry’nin, Voldemort ile adamlarının aksine, her ne suretle olursa olsun bağlı kaldığı ‘kurallar’ı var. Bize göstermeye çalıştığı kadar acımasız bir savaşçı değil. Kendi kurallarını kendi koyan birisi ve bu kurallardan birisi ise, hiçbir masumun onun elinden zarar görmeyeceği.”
James istemsizce masaya daha da yaklaştı. Dikkati yalnızca Dumbledore’un üstündeydi.
“Buna nasıl inanabiliriz?” diye sordu Tonks. “Karanlık Prens’ten bahsediyoruz; Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen’in masumları öldürmesi için gönderdiği çocuktan…!”
“Ah, işte asıl mühim olan nokta da bu zaten,” diyerek onu durdurdu Dumbledore. “Voldemort, Harry’yi masumları öldürmek için göndermiyor. Karanlık Prens’i, ona karşı koyanları ve ihanet edenleri cezalandırması için görevlendiriyor; yani, Ölüm Yiyen’leri.”
Herkes, Dumbledore’un ne demek istediğini anlamıştı; Tonks da, gözleri anlamanın verdiği hisle fal taşı gibi açılmış, onaylarcasına başını sallıyordu.
“Tabii ya! Sadece Ölüm Yiyen’leri öldürdü!” diyerek bir sevinç çığlığı attı.
“Frank ve Alice,” diye hatırlattı Arthur, ciddiyetle.
“Ah… evet,” diye bakışlarını indirdi Tonks; gülümsemesi yüzünden silinmişti.
“Frank ve Alice Harry’nin gözünde masum değildi,” diye açıkladı Dumbledore, hüzünle. “Harry’ye göre, masumlar Voldemort’a karşı açılan bu savaşta yer almayanlar. Ona göre, masum olan, çocuklar.” Molly ve Arthur’a doğru baktı. “Harry çocuklarınıza saldırmadı, çünkü oğullarınız Yoldaşlık üyesi değil ve bilfiil Voldemort’a karşı savaşmıyorlar. Kızınıza saldırmadı, çünkü o da bir masum. Aynı Poppy’nin çocuklarında olduğu gibi. Harry onları masum oldukları için kurtardı.” Arthur’un yüzünde artık anlamış olduğunu gösteren bir ifade vardı. “Hogwarts’taki öğrenciler güvende olacak ve Harry onlara zarar vermeyecektir.”
James kafasının içinde yankılanıp duran şeyi söylemek istemiyordu. Bu soruyu yalnızken sormak istiyordu, ama Remus bunu anlamışçasına onun yerine soruyu sordu.
“Anlamıyorum, Voldemort Harry’nin bu kurallarını neden hoş görsün ki?”
“Evet, sonuçta, savunmasız çocuklar, Ölüm Yiyen’lerin en sevdiği kurbanları, değil mi?” diye sordu Sirius.
“Harry, sözüm ona, görevlerini tamamlamada oldukça başarılı,” diye cevapladı Dumbledore. “Voldemort, Harry’nin, kazandığı sürece, istediği şekilde savaşmasına müsaade ediyor.”
James, içinde, Harry’ye olan saygısının arttığını hissetti. Dünyanın bugüne kadar gördüğü en kötü büyücünün pençelerinde büyümüştü, ama yine de ahlaki değerlerle büyümeyi başarmıştı.
“Burada bir şey akla yatmıyor, Dumbledore,” dedi Tonks. “Harry neden çocuklara zarar vermek istemesin? Kulağa çok kötü gelse de, bence Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen, Harry’nin, eli asa tutar tutmaz, her türlü canlıya zarar vermesini sağlardı.” Vücudu söylediği şeyin iğrençliğiyle titredi. “Harry’nin başkalarına merhamet göstermesine hiçbir şekilde izin vereceğini sanmıyorum. Masumlara gelince de, Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen’in genelde hedeflediği zaten bu, değil mi?”
“Tuhaf olduğuna katılıyorum ve bu daha fazla araştırılacak, ama gelinen noktada bilmemiz gereken tek şey, Harry’nin kendi tercihiyle Hogwarts’taki öğrencilere zarar vermeyeceğidir.” Dumbledore ayağa kalktı. “Bugün yaşanan yorucu olaylardan sonra toplantıyı ertelesek iyi olur.” Önce Molly ve Arthur’a, ardından Lily ve James’e baktı. “Sanırım açıklama borçlu olduğunuz üç genç adam var,” diyerek onlara yorgun bir ifadeyle gülümsedi. “İyi şanslar.”
James ve Lily, küçük odaya girdiklerinde, Damien’ı, solgun bir yüz ve endişe dolu bakışlarla bir kanepede öylece oturur halde buldular. Damien, annesi ile babasını görür görmez, ayağa kalktı, ama bir şey demedi. James kapıyı kapattı ve on iki yaşındaki çocuğa bir süre öylece baktı.
“Her… her şey yolunda mı?” diye sordu Damien.
James başını aşağı yukarı salladı ve Lily ile birlikte, Damien’a doğru yürüdüler.
“Evet, şu an her şey yolunda. Molly ve Arthur, Fred ve George’u onlarla bir konuşma yapmak için eve götürdü.”
“Onlara ne oldu?” diye sordu Damien; ses tonundan kafasının karıştığı ve endişelendiği belli oluyordu. Onu pelerinin altında bırakıp yukarı çıktıklarından beri, Fred ile George’u görmemişti.
“Neyse ki, hiçbir şey,” diye cevap verdi James, elini saçından geçirirken.
“Otur, Damien,” diyerek ona oturmasını işaret etti Lily ve kendisi de yanına oturdu. James ise Damien’ın önündeki sehpanın üzerine oturdu. “Bir açıklama bekliyoruz, Damy,” diye başladı Lily. “Karargâha bu şekilde gizlice girerken aklından ne geçiyordu?”
Damien bakışlarını yere indirdi ve yerinde huzursuzca kıpırdandı.
“Özür dilerim, ama sen ve babam haftalardır burada kalıyorsunuz ve hiç kimse neler olup bittiğini söylemiyor. Neredeyse her gün toplantılar yaptığınız için, Yoldaşlık’ta büyük bir şeylerin döndüğünü anladık,” diye yakındı Damien. “Sadece neler olduğunu bilmek istedim; Fred ve George’un da toplantıyı gizlice dinleme planları yaptığını öğrenince, onlara katıldım.”
Lily ve James birbirlerine baktılar.
“Toplantıyı gizlice dinledin mi?” diye sordu James. Sturgis odaya bir hışımla girip Harry’nin Percy’nin Anahtar’ıyla kaçtığını söylediğinde, toplantı yeni başlamıştı. James, Damien’ın pek bir şey duymamış olduğunu tahmin ediyordu.
“Hayır,” diye yanıtladı Damien. “Fred ve George’un geri gelmesini bekliyordum. Yukarıda kapıya sertçe vurduklarını ve bağırdıklarını duydum, sonra da yardım etmek için koştum. Aylak Amca ve Sturgis Podmore’un da onları duyduğunun ve benim arkamdan koşmaya başladıklarının farkında değildim; Aylak Amca pelerinimin altındayken bana çarptı. Pelerini üzerimden çekip beni aşağıya getirdi ve burada beklememi söyledi.” Damien, annesi ile babasına göz ucuyla baktı. “Fred ve George’a bakmak için odadan çıkmayı denedim, ama çok fazla kargaşa vardı; herkes panik ve endişe içinde görünüyordu, o yüzden de ayakaltından uzakta, burada kalayım dedim.”
“Akıllıca bir hamle olmuş,” dedi Lily. “Zaten yeterince başın belada. En azından, Remus’u dinleyip yerinden kımıldamamışsın.”
Damien hiçbir şey söylemedi, ama babasına soru sorarcasına bakıyordu.
“Harry kim?” diye sordu, usulca.
James gerildi, Lily ise Damien’a şaşkınlıkla baktı.
“Sen… sen Harry’yi nerden biliyorsun?” diye sordu Lily.
“Anahtar’la buraya geldiğimiz zaman onu gördüm. Yukarı çıkıyordu ve sen de ona seslenip onu durdurmaya çalışıyordun,” diye söyledi Damien, babasına karşı. “Fred ve George’un yukarı çıkma sebebi, onun kim olduğunu öğrenmekti.” Önce annesinin, daha sonra babasının endişeli görünen yüzlerine baktı. “Onları banyoya kapatan Harry miydi?” diye sordu.
Lily derin bir nefes aldı.
“Evet,” diye cevap verdi, usulca.
Damien tekrar James’e döndü.
“Neden öyle bir şey yapsın ki?” diye sordu. “Bir Yoldaşlık üyesi neden Fred ve George’u tuzağa düşürüp onları o şekilde bıraksın?”
James ve Lily, on iki yaşındaki oğullarıyla yüzleşmeden önce, son bir kez birbirlerine baktılar.
“Damien, Harry bir Yoldaşlık üyesi değil,” dedi Lily.
Damien şaşırmışa benziyordu.
“Değil mi?” diye sordu. “Karargâhta ne arıyor, o zaman? Kim o?”
James derin bir iç geçirdi.
“Annenin ve benim sana hiç bahsetmediğimiz bir şey var,” diye giriş yaptı James. “Sen doğmadan üç yıl önce, bizim bir oğlumuz daha vardı,” diyerek sırrı açığa çıkardı. Damien’ın şok olmuş yüz ifadesini görmezden gelmeye çalışarak devam etti. “Sana bir ağabeyin olduğunu söylemedik, çünkü o bizden alındığında daha on beş aylıktı.” James derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. “Benim… arkadaşım… yani, arkadaşım olduğunu düşündüğüm biri, oğlumu alıp götürdü ve Voldemort’a verdi.”
Damien neye uğradığını şaşırmış, ela gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Bir annesine bir babasına bakıyor, doğruyu söyleyip söylemediklerini anlamaya çalışıyordu. Sadece yüzlerine bile bakarak, yalan söylemediklerini görebiliyordu.
“Şu kehaneti bilirsin?” diye onay beklercesine sordu Lily.
Damien başını evet anlamında salladı. Altı yaşındayken kehaneti duymuştu. Kehaneti, Damien’a tatilde onların evinde kalırken Ron söylemişti. Büyücülük dünyasındaki hemen hemen herkes kehanetin söz ettiği kişiyi, yani, kaderinde Voldemort’u yok etmek olan kişiyi bilirdi.
“Neville mi?” diye sordu, usulca.
Lily üzgün bir ifadeyle kafasını iki yana salladı.
“Neville değil,” dedi. “Kehanette bulunulduğunda, ben ağabeyine hamileydim; aynı zamanda, Alice de… Alice de Neville’e hamileydi. Dumbledore kehanetin Alice’in oğlunu değil, benim oğlumu kastettiğini düşünüyordu.” Bakışlarını indirdi. “Görünüşe göre, Voldemort da aynısını düşünmüştü. Arkadaşımızı bize karşı düşman etti ve Voldemort Harry’yi öldürsün diye, oğlumuzu bizim çatımızın altından çaldı.”
Damien biraz solgun görünüyordu; gözleri Lily ve James arasında gidip geliyor, bu korkunç aile sırrını idrak etmeye çalışıyordu.
“Erkek kardeşinin Voldemort tarafından kaçırılıp öldürüldüğünü öğrenmenin, sana bir faydası olmayacağını düşündüğümüz için sana hiçbir şey söylemedik,” diye açıkladı James. “Ama Voldemort’un fikrini değiştirdiğini bilmiyorduk. Onu öldürmek yerine, kendi oğluymuş gibi büyütmeye karar vermiş.”
Damien’ın yüzünde anladığına benzer bir ifade oluştu ve birden arkasına yaslandı.
“Karanlık Prens,” dedi, nefesi kesilircesine.
James, gözlerini Damien’dan ayırmadan kafasını salladı.
“Nurmengard’da Karanlık Prens’i gördüğümde, onun benim Harry’m olduğunu biliyordum,” diye açıkladı. “Bana esrarengiz bir şekilde benziyordu ve gözlerini de annenden almıştı. Basit bir kan testiyle de emin oldum.” James konuşmasına devam etti. “Harry James Potter benim oğlum, ama Voldemort’u babası olarak görüyor. Emirlerini sorgulamadan yerine getirdiği bir baba.”
Damien babasına bakakalmaktan başka bir şey yapamamıştı; ses tonundan kalp kırıklığını hissedebiliyordu.
“Ama her şey kaybolmuş değil, Damy,” diye aceleyle açıklamaya koyuldu Lily. “Muhtemelen, Karanlık Prens ve yaptığı onca şey hakkında çok şey okumuşsundur, ama iyi şeyler de yaptı. Ölüm Yiyen’lerin başlattığı bir yangından, Madam Pomfrey’in çocuklarını kurtarmış. O kadar da kötü biri değil!” diye vurguladı.
Damien bir şey söylemedi; orada öylece oturup tüm bu akıl almaz gerçekleri olabildiğince sindirmeye çalıştı.
“Dumbledore, gerçek dünyayı ona göstermek ve taraf değiştirmesini sağlamak için Harry’yi bu sene Hogwarts’a almaya karar verdi,” dedi James. “Dumbledore, Harry’nin kehanette bulunulan kişi olduğuna inanıyor ve onun Voldemort’u yok edebilecek tek kişi olduğunu düşünüyor.” James içten içe bu fikre acı acı güldü. Bu gidişle olası görünmüyordu. “Harry’yi Bakanlık’tan korumak için elinden geleni yapıyor.”
Tüm bu konuşmaların ardından, hepsi birden sessizliğe bürünmüştü; Damien tek bir kelime etmiyor, sadece oturup tüm bu bilgileri özümsemeye çalışıyordu.
“Tüm bunları senden sakladığımız için özür dilerim,” dedi Lily, Damien’ın koluna dokunarak. “Çok fazla şey cereyan ediyordu; ilk olarak Harry’nin Bakanlık’taki duruşmasını ertelemeye çalışıyorduk, ama sonra saldırı gerçekleşti ve Harry’yi neredeyse kaybediyorduk. O yüzden onu karargâha getirdik; Voldemort’tan korumak için,” diye açıkladı. “Ve işte, tam da bu yüzden, burada kalarak Harry’yle iletişim kurmaya çalışıyorduk; kararını değiştirip Voldemort’a geri dönmesin diye.”
“Sana ise, bu hafta sonu eve döndükten sonra anlatmayı planlıyorduk,” diye ekledi James. “Yakında öğrenecektin.”
Damien konuşmuyor; başı eğik, düşüncelere dalmış bir şekilde oturmaya devam ediyordu.
“Damy?” diye seslendi ona James.
Damien kafasını kaldırıp James’e baktı. Tek bir kelime etmeden ayağa kalkıp kapıya doğru yürüdü.
“Damien, nereye gidiyorsun?” diye sordu arkasından Lily.
“Yukarı, Harry’yi görmeye,” diye cevap verdi Damien, sadece.
James ve Lily hemen ayağa kalkıp Damien kapıya ulaşmadan onun önünü kestiler.
“Onu göremezsin,” diye karşı çıktı Lily birden.
“Neden?” diye sordu Damien.
“O… yanında… güvende olunacak… birisi değil… henüz,” diye açıklamaya çalıştı James. “Fred ve George’u tuzağa düşürüp kaçmayı denedi. Tam kaçıyordu ki, yeniden yakalandı. Şu anda fazla öfkeli.”
“O benim kardeşim, bana zarar vermez,” diye kısaca cevap verdi Damien.
“Damy, Harry kendini bu ailenin bir parçası olarak görmüyor. Seni de kardeşi olarak düşünmeyecektir, en azından şimdilik.” Bu sözleri üzerine, Damien’ın surat ifadesinin düştüğünü gören James kalbinin fena hâlde sızladığını hissetti.
James ve Lily, Damien’ın bir kardeşinin olmasını ne kadar çok istediğini biliyordu. Ron’unki gibi erkek ve kız kardeşleri olsun istiyordu. On iki yaşındaki oğullarının şu anda tek bir şeye odaklandığını biliyorlardı: bir kardeşinin olduğuna. Ama Harry’nin de ne kadar kırıcı olabileceğini biliyorlardı. Harry ile bir haftadan uzun bir süredir birliktelerdi; onun annesiyle babasını nasıl hiçe saydığına bakılırsa, küçük kardeşine kim bilir neler yapardı.
“Seninle tanışmak istemeyecektir, şu anda değil,” diye açıklamaya çalıştı Lily.
“Bunu bilemezsin!” diye karşı çıktı Damien. “Belki beni sorun etmez.”
“Damien, Harry’nin yanına falan yaklaşmıyorsun, bu gece olmaz,” diye emretti Lily.
“En azından onu görmeme izin verin!” diye ısrar etti Damien. “Anne, az önce bir ağabeyim olduğunu söylediniz ve o burada, ama ben onunla tanışamıyorum, öyle mi? Bunu yapamazsınız! Lütfen onu görmeme izin verin,” diye yalvardı Damien.
James ve Lily küçük oğullarına baktılar; yüzündeki çaresiz ifadeyi görünce kalpleri kırılmıştı. Ama onlar anne ve babasıydı; her şeyin daha iyisini bilirlerdi. Harry tekrar yakalandığı için küplere binmiş bir hâldeydi. Şu anda birisiyle tanışacak zaman değildi. Lily derin bir nefes aldı ve Damien’ın gözlerinin içine baktı.
“Hayır, Damien; bu da sana son sözüm,” dedi. Ona küçük bir buz hokeyi topu verdi. “Bu Anahtar seni Kovuk’a götürecek. Bu gece orada kal. Yarın eve dönmen için bir şeyler ayarlayacağız.”
Ciddiye alınmayışı, Damien’ın son derece canını sıkmıştı. Topu annesinden aldı.
“Onunla ne zaman tanışabileceğim, peki?” diye sordu.
“Bilmiyorum, belki iki üç güne,” diye cevapladı Lily.
“İki üç güne mi?” Damien kafasını iki yana salladı. “Hayatta olmaz! Ağabeyimi hayatım boyunca görmedim ve beni iki üç gün daha bekleteceksiniz, öyle mi?”
“Daha önce de olabilir,” diye yatıştırdı James. “Biraz… daha sakinleştiğinde seni buraya getiririm.”
“Ne zaman?” diye ısrar etti Damien.
“Bilmiyorum, Damien, hafta sonu olabilir.”
Damien öfkeden köpürmeye hazır görünüyordu.
“Bu şaka, değil mi? Son iki haftadır böyle büyük bir sırrı benden saklıyordunuz ve şimdi kendi kardeşimi görmek için üç gün daha beklemem gerekiyor!” İkisinden biri pes eder mi diye bakışlarını gezdiriyordu. Maalesef ki, pes etmediler. “Peki, öyle olsun bakalım!” diyerek sinirden köpürdü.
Damien topu döndürüp Anahtar’ı çalıştırdı.
“Damy, böyle yapma…” diye konuşmaya çalıştı James.
“Sizinle konuşmak istemiyorum!” diye karşılık verdi Damien.
Anahtar hızlandı ve Damien göbeğinin oradan çekilerek Kovuk’a doğru sürüklendi.
James, dönüp Lily ile yüz yüze geldi.
“Harika, birdi iki oldular!” dedi üzgün bir ifadeyle.
Çeviren: Duygu Baştürk