Akşam yemeği o kadar uzun sürmüştü ki, işkence gibiydi. Harry zar zor bir şeyler atıştırmış, tabağındaki yemeklerle oynayıp duruyordu. Draco’yla bir an önce görüşmek için dakikaları sayıyor, saatin sekizi bulmasını bekliyordu. Arkasını dönüp Slytherin masasına bakmamak için zar zor direniyordu. İzlendiğini biliyordu; üstelik yalnızca ona meraklı gözlerle bakan öğrenciler tarafından değil, Profesörler ile diğerlerinin de gözü onun üzerindeydi. Soluna dönecek olsa, Müdür’le anında göz göze geleceğini biliyordu. O yüzden başını tabağından kaldırmıyor, Draco’ya ya da Dumbledore’a bakmamak için kendi kendine bir mücadele veriyordu.
“Harry?… Harry?… Harry?”
Harry iç çekerek, karşısında oturan ve gözünü kısmış bir halde ona bakan on iki yaşındaki çocuğa doğru başını kaldırdı.
“Ne var?” diye tısladı.
Damien gözlerini daha da kıstı.
“Beni dinlemiyordun, değil mi?” diye yakındı.
“Hayır,” diye dürüstçe cevapladı Harry.
Damien kızgın bir ifadeyle somurttu. Harry’ye bir süre dik dik baktıktan sonra omuzlarını kaldırdı.
“Tamam, pekâlâ, ben de en baştan başlarım o zaman.”
“Sen hiç yerinde ses çıkarmadan oturamaz mısın?” diye homurdanarak sordu Harry.
“Hayır,” diyerek sırıttı Damien. “Bu herkes tarafından bilinir aslında.”
Harry bakışlarını tekrar tabağına indirip çatalıyla yemeğinden aldı.
“Masada konuşmanın kaba bir davranış olduğunu bilmiyor musun?”
Damien kıkırdadı.
“Senin tabağındaki yiyeceklerle oynadığın kadar değil,” diye cevap verdi.
Harry ona sert bir bakış attı.
“Git başka yerde otur!”
“Niyeymiş?” diye sordu Damien.
“Çünkü başımı ağrıtıyorsun,” diye cevap verdi Harry.
Damien, suratını assa da yerini değiştirmeyi reddederek oturduğu yerden kımıldamadı.
“Filch ile olan hikâyemi bitirmeden olmaz,” dedi. “İşte, tam o sırada mükemmel bir şaka planlamıştım; mürekkep şişelerini tam zamanında patlaması için hazırlamıştım…” Damien hikâyesini tekrar anlatmaya başlamıştı; yüzünde yeniden anlatmanın verdiği bir heyecan vardı.
Harry onu susturmaya çalışsa da başarılı olamadı. Damien’a ters ters baktığı halde, çocuk hiç oralı olmuyordu. Kendi muziplik hikâyesinin içinde kaybolmuş görünüyordu. Damien’ın arkasından iki çocuk geçmiş, masanın ucuna doğru yürüyorlardı. Harry dikkati dağılarak başını kaldırdı. Fred ve George Weasley masanın en başucuna, diğer kızıl saçlı kardeşlerinin yanına oturmadan önce Harry’ye pis bakışlar attılar. Harry, ikizlerin başıyla onu işaret edip erkek kardeşlerine bir şeyler söylediklerini gördü. Ron Weasley başını çevirip Harry’ye baktı ve hemen gözlerini kaçırdı. Ginny’nin gözleri Harry’ninkilerle buluştu ve birkaç saniye baktıktan sonra, yüzünde açıkça bir tiksintiyle, o da başını çevirdi.
“Şu ikizler kaç yaşında?” diye aniden sordu Harry, Damien’ın lafını bölerek.
“Ne? Kim?” Damien kendini hikâyeye öyle kaptırmıştı ki, Harry’nin yine onu dinlemediğini bile fark etmemişti. Harry’nin baktığı yere doğru başını çevirdi. “Fred ve George mu?” diye sordu. “On sekiz yaşındalar,” diye cevapladı.
Harry gözlerini ikizlerden ayırıp Damien’a döndü.
“O zaman neden hâlâ buradalar?” diye sordu. O bile öğrencilerin reşit olduğunda okuldan mezun olduklarını biliyordu.
Damien geniş geniş gülümseyip başını iki yana salladı.
“Yeterli FYBS alamadılar,” diye cevapladı. “Anneleri deliye dönüp, Müdür Dumbledore’la onların yedinci yılı tekrar edip edemeyeceğini konuşmuştu.”
Harry sırıtarak başını tekrar ikizlere doğru çevirdi.
“Mantıklı, zaten pek parlak görünmüyorlar,” dedi.
Weasley ailesiyle büyümüş olan Damien’ın, Harry’nin sözleri üzerine, yüzü asıldı. Harry’ye kaşlarını çattı.
“Fred ve George gerçekten çok akıllıdır,” diyerek onları savundu. “Onlar harikadırlar! İcat ettikleri şeyleri görmelisin!”
“İcat ettikleri mi?” diye sordu Harry.
“Evet, Patlayan Havai Fişekler, Kusturan Pastiller, Uzayan Kulaklar ve daha binlercesi!”
Harry tek kaşını kaldırdı.
“Madem bu kadar harikalar, o zaman neden sınıf tekrarı yapıyorlar?” diye sordu.
“Kendi ürünlerini icat etmek çok zamanlarını aldı,” diye açıkladı Damien. “Çalışmaya pek fırsat bulamadılar, ama ortaya çıkardıkları ürünler baş döndürücüydü!” dedi Damien, büyük bir saygıyla. “Geçen yıl tonla para kazandılar! Hogwarts’taki herkes, onların ürünlerinden en az bir tane almıştır; yani, Profesörler ile Slytherin binasını saymazsak, tabii.” Damien, Slytherin’den bahsettiği anda, Harry’nin kaşının kalktığını fark etmemişti. Arkadaşlarını hararetli bir şekilde savunmakla fazla meşguldü. “Ayrıca, yedinci yılını tekrarlayanlar yalnızca onlar değil,” diyerek başka iki öğrenciyi işaret etti. “Lee Jordan ile Angelina Johnson da, daha çok FYBS alabilmek için sınıf tekrarı yapıyor.”
Harry, Damien’ın bahsettiği iki öğrenciye baktı. Yüzünde pis bir sırıtışla Damien’a döndü.
“Onlar da pek parlak görünmüyor.”
On beş dakika sonra, James Harry’ye ortak salona kadar eşlik etmek için gelmişti. Ana merdivenlere daha gelmemişlerdi ki, Harry merdivenlerin başında dikilen üç Seherbaz’ı görmezden gelerek ona döndü.
“Önce kütüphaneye uğramak istiyorum.”
James şaşırmış görünüyordu.
“Kütüphane mi?” diye sordu.
“Evet, kütüphane; hani şu, içinde çok sayıda kitabın bulunduğu rafların dizili olduğu büyük oda,” diyerek onunla alay etti.
Harry’nin alay etmesi üzerine, James gözlerini devirdi.
“Evet, kütüphanenin ne olduğunu biliyorum,” dedi. “Ama bugün senin ilk günün. Kütüphaneye neden gitmek istiyorsun ki?”
“Dondurma almak için,” diye cevapladı Harry. “Ne için olabilir? Kitaba ihtiyacım var. Beni FYBS düzeyinde sınıflara koydunuz. Tüm o saçma sapan ödevleri yapmak için yardımcı kitaplara ihtiyacım var.”
James ona gülümsedi; Harry’nin ödevlerini yapmayı açık açık reddetmediğini ve yapmayı kabul ettiğini düşünerek mutlu olmuştu.
“Sabah gitmeye ne dersin?” diye kibarca bir öneride bulundu James. “Bu daha ilk günün, yorgun olmalısın. Bu gece pek bir şey yapamayabilirsin.”
“Ödevlerimi ne zaman yapacağımla ilgili bana akıl vermeye başlayacaksan, tüm o lanet şeyleri kendin yap o zaman, çünkü ben…!”
“Tamam, tamam, Merlin, yalnızca bir öneride bulundum,” diyerek araya girdi James; iki eli de havadaydı. “Kütüphaneye gitmek istiyorsan, o zaman kütüphaneye gidelim,” diyerek Harry’yi yatıştırdı.
Harry, yanlarından geçtikleri çok sayıda Seherbaz’ı görmezden gelerek James’in arkasından yürüdü. Çok sürmeden, James Harry’yi kütüphaneye getirmişti ve kütüphaneye girdiklerinde saat tam sekize geliyordu.
“Pekâlâ, acele et, kütüphane dokuzda kapanıyor,” dedi James.
Harry onu duymazdan gelerek dizi dizi sıralanmış rafların arasında yürüyüp Tarih bölümünü geçti; kütüphaneciyle kısa bir konuşma yaparak kapının bitişiğinde biraz bekledi; James’in onu takip etmediğini görünce ise rahatladı.
Rafların arasında kitap arayan bir avuç öğrenciyi de geçerek kütüphanenin daha da içlerine doğru ilerledi. Sarı saçlı arkadaşını kolaylıkla fark etti; koridorun ortasında tek başına duruyor, bir dizi kitaba bakıyormuş gibi yapıyordu. Harry sırtını, Draco’nun sırtına doğru verdi ve iki çocuk da zıt yönlere bakarak kitap arıyormuş gibi davrandılar.
“Senin ne işin var burada?” diye fısıldadı Draco.
“Sana da merhaba,” diye fısıldayarak cevap verdi Harry.
“Ben sandım ki… Herkes senin hapiste olduğunu sanıyordu!” diye tısladı Draco; sesi fısıltıdan biraz yüksek çıkmıştı.
Harry yalnız olup olmadıklarını görmek için iki tarafını da kontrol etti.
“Hapisteyim,” dedi Harry, “Dumbledore’un hapishanesinde.”
Draco hareket edip sağına doğru birkaç adım ilerledi. Harry de onu taklit etti. Böylece, birbirlerine yakınlıklarını koruyarak yine sırt sırta durmuşlardı.
“Babam… senin hapiste olduğunu düşündüklerini söyledi, yani hâlâ öyle düşünüyorlar… deliye dönmüş bir halde… her yerde… seni arıyorlar!”
Harry yara izini ovuşturdu.
“Biliyorum,” diye mırıldandı. “Babama bir mesaj iletmen gerek.” Harry sessize yakın bir fısıltıyla sözlerine devam etti. “Ona benim iyi olduğumu söyle. Ne olursa olsun, hiçbir surette, beni kurtarmaya kalkışmasın. Bu, tam da Dumbledore’un istediği şey!”
Harry, onu göremese de, Lord Voldemort’la irtibata geçme düşüncesinin arkadaşında ne derece bir gerilim yarattığını tahmin edebiliyordu.
“Kimseyi dinleyeceğini mi zannediyorsun?” diye fısıldadı Draco; sesi korkudan daha da kısılmıştı. “Senin burada olduğunu öğrendiği gün, sana gelecek.”
Bir kızın koridorda belirip kitap aramaya koyulmasıyla, her iki çocuk da fısıldaşmayı durdurdu. Harry hareket edip Draco’dan uzaklaştı; eline rastgele birkaç tane kitap alarak sayfalarını hızla çevirmeye başladı. Draco da aynısını yapıyordu. Kız kitap rafları arasında bir süre daha bakındıktan sonra nihayet köşeyi dönüp gitti. Draco yerini değiştirip Harry’nin bulunduğu rafa geldi, ama ona bakmadı.
“Buraya gelemez,” diye fısıldadı Harry, tartışmaya kaldığı yerden devam ederek. “Gelirse, yakalanır! Burası çok korunaklı ve ayrıca Dumbledore da burada…” Aniden durdu; babasının Dumbledore ile yüzleşip onu yenme ihtimalinin olduğunu dile getirmek istemiyordu. “Ona mesajımı iletmen gerek. Ona, koruma büyüleri üzerinde çalışmaya devam etmesini söyle. Koruma büyülerini kırmayı başarırsalar, kaçabilirim.”
Draco ona öfke dolu bir bakış attı.
“Sen deli misin?” diye tısladı. “Buradaki koruma büyülerinin kırılma ihtimali yok! Burası Hogwarts! Britanya’daki en iyi korunan yerlerden biri. Bırak kırmasını, üzerinde çalışmak bile yıllarını alır!”
“Kırılabilir, koruma büyüleri herkesin sandığı kadar her daim emniyetli değil,” diyerek karşı çıktı Harry; karşı rafa geçerek yüzünü kitaplara döndü. Şimdi Draco’yla yeniden sırt sırta duruyorlardı. “Hogwarts Koruma Büyüleri Projesi başlayalı çok oldu, üzerinden neredeyse üç yıl geçti.”
“Gerçekten mi?” Draco’nun sesi şok olmuş gibi çıkıyordu.
“Er ya da geç, Hogwarts’ın güvenlik duvarları yıkılacak,” diye fısıldadı Harry. “Taş çatlasa birkaç ay daha sürer; ayrıca, babamın yakalanma riskini göze almaktansa burada aylarca beklemeyi tercih ederim.”
“Seni buradan çıkarmak için aylarca bekleyeceğini hiç sanmıyorum,” diye çıkıştı Draco. “Senin için Bakanlık’a gelme riskini bile göze aldı.”
“Evet, çok da işe yaradı! Burada hâlâ düşmanlarımla tıkılıp kalmış durumdayım!” diye fısıldadı Harry. Gözlerini kapatıp öfkeyle soludu. “Dört yıl!” diye tısladı. “Sihir Bakanlığı’ndaki koruma büyüleri ve güvenlik önlemleri üzerinde tam dört yıldan uzun bir süre çalışıldı ve şimdi ise hepsi çöpe gitti! Saldırıdan sonra, Bakanlık bütün koruma büyülerini değiştirmiş, güvenliği yenileşmiştir; bu da, her şeye sil baştan başlamamız gerekeceği anlamına geliyor! Buradaki koruma büyülerini de değiştirirlerse, Hogwarts’ta kat ettiğimiz yol da boşa çıkar.”
“Zaten değiştiriliyor!” diye çıkıştı Draco. “Dumbledore dünkü büyük şölende bundan bahsetti. Bakanlık’a yapılan saldırıdan sonra, buradaki güvenlik önlemlerinin de geliştirilmekte olduğunu söyledi.”
Harry duraksadı; kalbi göğsünde deli gibi çarpıyordu.
“Öyle mi söyledi?” diye sordu; o kadar sessizce fısıldamıştı ki, Draco ne dediğini zar zor anlamıştı.
“Evet, herkesin önünde söyledi.”
Harry bir elini saçından geçirdi; içinden Dumbledore’a ağza alınmaz isimler takıyor, küfrediyordu. Bu gidişle gerginlikten beyni patlayacaktı. Bunu daha önce düşünemediği için kendine lanetler okudu. Böyle bir şeyin olabileceğini tahmin etmediği için kendi kendini azarladı. Tabii ki, Dumbledore koruma büyülerini değiştirecek, güvenliği sıkılaştıracaktı. Onu burada kendi isteği dışında tutuyor, Voldemort’u da tuzağa çekmeye çalışıyordu. Gerekli hazırlıkları yapmış olması gerekirdi.
“Draco, Lucius’a söyle, projeyi unutsun; artık devam etmenin bir manası yok. Arazinin etrafındaki koruma büyülerine odaklansın; onlar okuldakilerden daha karmaşık değildir.” Harry telaş içinde planlama yapıyordu. “Belki birkaç aya üstesinden gelebilirler. Güvenlik duvarını birkaç dakikalığına dahi zayıflatmayı başarsalar, o süre zarfında çaktırmadan kapılardan geçip eve dönebilirim.”
Draco gözlerini kapatıp derin derin iç çekti. Hiçbir şeyin, onun bahsettiği kadar kolay ya da basit olmayacağını biliyordu.
“Peki, mesajını iletirim,” diyerek onu onayladı. Başını yana çevirip hızla Harry’ye bir göz attıktan sonra hemen yeniden çevirdi. “Sen iyi misin?” diye sordu, sahici bir endişeyle.
“İyiyim,” diye cevapladı Harry aceleyle. “Şimdilik, iyi oynuyorlar.”
“O Seherbaz’lar burada her yerden çıkıyorlar.” Draco başını iki yana salladı. “Senin için buradalar,” diye ekledi.
Harry sırıttı; elindeki kitabı, önünde git gide büyüyen yığının üzerine bırakarak yenisini aldı.
“Aslında onlar Seherbaz değil, çoğu Yoldaşlık üyesi,” diye açıkladı ona. “Seherbaz’lar dışarıda, okulun arazisinde konuşlanmış durumda; onların ilerisinde de Ruh Emici’ler tetikte bekliyor.”
“Ne için?” diye fısıldadı Draco; korkudan taş kesilmişti.
“Benim için. Olur da bir hata yaparsam diye,” dedi Harry.
Bunun üzerine, Draco arkasını dönüp Harry’nin ters görüntüsüne baktı ve yürüyüp onun yanına geldi.
“Sen de aradaki mesafeyi korusan iyi edersin,” diye uyardı onu, Draco.
Harry’nin gözleri, Draco’nun endişe dolu gri gözleriyle buluşunca Harry ona sırıttı. Geriye dönüp gitmeye hazırlandı.
“Babama mesajımı ilet,” dedi. “Koruma büyüleri üzerine ne kadar çok çalışırsa, o kadar iyi.” Tam gitmek üzereydi ki, aklına aniden başka bir şey geldi. “Ayrıca ona söyle, öfkesini kontrol etsin. Baş ağrım olmadan da her şey yeterince zor zaten.”
Draco’nun yüzü kızarmıştı.
“Ona ne yapması gerektiğini söyleyecek değilim! Ona ne yapacağını söylemeye kalkarsam, benim kafamı uçurur!” diye tısladı.
Harry gülümsedi. Gitmeden önce dönüp bir anlığına ona kısa bir bakış attı ve oradan uzaklaştı. Draco da tersi yönde uzaklaşmıştı. Harry, James’i kapıda onu beklerken buldu. Rastgele seçtiği kitapların kaydını yaptırarak kütüphaneden ayrıldı; şimdi kendini çok daha iyi hissediyordu. En azından babasına bir mesaj göndermeyi başarmıştı.
Lord Voldemort, bu sabah oğlundan gelen mektubu okuyan Lucius Malfoy’u dinliyordu. Harry’nin Draco’yla gönderdiği mesajı dinlediğinde, duyduklarından hiç hoşlanmamıştı. Lucius mektubu okumayı bitirdiğinde, bir süre öylece durduktan sonra sarışın adama doğru ilerledi. Ona ulaştığında, Lucius başını öne eğerek mektubu uzattı. Voldemort mektubu alıp kendisi de okudu; yalnızca Harry’nin isminin geçtiği cümlelere odaklanmıştı.
O iyiydi; Draco mektupta öyle yazmıştı: ‘Harry iyi’. Ama Voldemort için Harry’nin yalnızca iyi olması yeterli değildi. Oğlunun acı çektiğini biliyordu; Dumbledore’un tutsağı olmuş, Seherbaz’lar ve Yoldaşlık tarafından izleniyor, Potter dibinden ayrılmıyor, ayrıca Ruh Emici’lerle de tehdit ediliyordu. Tüm bu eziyetlerin içinde kim iyi olabilirdi ki? Voldemort endişelerini durdurmaya ve içinde bulundukları bu korkunç durumla baş etmeye gayret ederek öfkesini yatıştırdı.
Başını kaldırıp en sadık ve güvenilir Ölüm Yiyen’lerine, Lucius ve Bellatrix’e baktı; itaatkâr bir şekilde emirlerini yerine getirmeye hazır bir şekilde bekliyorlardı. Mektubu Lucius’un eline geri verince Lucius hızla alıp cebine koydu.
“Hogwarts Koruma Büyüleri Projesi’nde ne durumdayız?” diye sordu Voldemort, Lucius’a.
“Tamamlanması için en az bir altı aya ihtiyaç var,” diye cevapladı Lucius, bir asker edasıyla.
Voldemort canının sıkıldığını belirten bir tıslama çıkardı.
“Altı ayda bu işi çözebilirdik,” dedi, “ama Dumbledore koruma büyülerini değiştirdi bile! Şimdi tekrar en başa döndük.” Kırmızı gözlerini kapatmış, başını ovuyor, öfkesine yenilmemek için mücadele ediyordu. Draco, yara izi acıdığı için Harry’nin çok ciddi baş ağrıları çektiğinin altını çizmişti. Harry onun bu kadar uzağındayken nasıl olur da öfkesinden etkilenebilirdi? Ama Voldemort’un şimdi bunu düşünecek zamanı yoktu. Önce, oğlunu geri almaya odaklanmalıydı.
“Lord’um, izin verirseniz?” diye konuştu Lucius, ihtiyatla. Voldemort’un sinirli bir işaretiyle de hızla konuşmaya devam etti. “Draco’nun söylediği gibi, Dumbledore güvenliği sıkılaştırdığını söylemiş olsa da, Prens’i yine de güvenli yollardan çıkarabiliriz.”
Voldemort başını kaldırıp ona baktı.
“Aklında ne var?” diye sordu.
Lucius birkaç adım daha yaklaştı; asasını çıkarıp Hogwarts için yapılmış oldukça detaylı bir haritanın büyü yoluyla Voldemort’un önünde belirip havada süzülmesini sağladı.
“Lord’um, bildiğimiz gibi, Hogwarts’ı koruyan koruma büyülerinin toplamda üç halkası var,” diye hatırlattı; bu haritanın etrafında oturup sayısız toplantılar yapmış, büyülerin zayıf noktalarını bulmak için çok çalışmışlardı. “Aralarında ilk ve en karmaşık olanı, şatonun kendisini saran halka,” dedi Lucius. “Muhtemelen güçlendirilecek halka da bu olacak ve kırılması neredeyse imkânsız bir hal alacak. Büyüleri kırmak şöyle dursun, sadece üzerinde çalışmak bile yıllarımızı alır.” Voldemort’un öfke dolu bakışları altında, sözlerine aceleyle devam etti. “İkinci halka ise, Yasak Orman’dan itibaren başlayan araziyi çevreliyor; muhtemelen buradaki güvenlik önlemleri de sıkılaştırılacak ve büyüleri kırmak mümkün olmayacak-“
“Bir planın mı var?” diye sordu Voldemort, öfke dolu bir tıslamayla. “Yoksa sadece oğlumun ne kadar korkunç bir tuzağa düştüğünü mü anlatıyorsun?”
Lucius başını öne eğdi.
“Özür dilerim, Lord’um,” diye başladı, “ben yalnızca bu iki halkanın değiştirilecek ve güçlendirilecek olan halkalar olabileceğinin altını çizmek istemiştim.” Konuyu son halkaya getirdi. “Bununla birlikte, son halka olan kırılması en basit koruma büyüleri ise, Hogwarts’ın ana girişinden Hogsmeade köyüne giden yolu kapsıyor. Mevcut haliyle, Cisimlenme-karşıtı ve Anahtar-karşıtı büyüler üç halkada da olduğu için, Anahtar kullanmayı denemek için Hogsmeade’e gitmek gerekiyor.”
“Yani, Harry’nin Cisimlenmeden ve Anahtar kullanmadan önce Hogsmeade’e mi gitmesi gerekiyor?” diye sordu Bella, öfkeyle. “Neden ona sadece eve dümdüz yürüyüp gelmesini söylemiyoruz?”
Lucius, yüzünü Voldemort’a dönmeden önce, dik dik ona baktı.
“Eğer kuşkularım yerindeyse,” diye devam etti Lucius, “Dumbledore, Harry’nin içinde bulunduğu alanlara yoğunlaşacaktır; yani, şatonun içine ve araziye. Prens’in okulun kapısından çıkmasına zaten izin vermeyeceği için diğer kısımlardaki koruma büyülerini güçlendirmeyi, hatta değiştirmeyi bile düşünmeyebilir.”
Bu nokta, Voldemort’un dikkatini çekmeyi başarmıştı; Voldemort, gözlerini, Lucius’tan ayırıp önünde asılı duran haritaya çevirdi.
“Dumbledore’dan bahsediyoruz,” diye tısladı Bella. “Hiçbir şeyi şansa bırakmayacaktır!”
Lucius başını onun bulunduğu tarafa doğru eğdi.
“Öyle bile olsa, yaptığı değişikliklerin tümü birden etkili olmayacaktır; sadece üç, bilemedin dört ay kadar işe yarayabilir.” Gri gözleri Efendisine döndü. “Alanı araştırıp test edebiliriz. Ekibimizin bir kısmı koruma büyülerini zayıflatmanın yollarını ararken, bir diğer kısmı ise Hogsmeade’de Anahtar kullanımını engelleyen büyüleri kırmak için çalışabilir.” Voldemort’a baktı; gözleri, onun kırmızı gözleriyle buluştu. “İlk iki halkada bulunan Cisimlenme ve Anahtar-karşıtı büyüleri kıramayız, fakat üçüncüdeki koruma büyüleri için bunu yapabiliriz. Küçük de olsa bir şansımız var. Koruma büyülerini kırmak doğrudan alarmları çalıştıracaktır. Doğru zamana kadar, halkaları kırmak yerine üçüncü halkayı zayıflatmalıyız. Bir Anahtar’a biçim değiştirtip onu Draco’ya yollayabilirim. Anahtar’ı Harry’ye ulaştırabilir ve Anahtar-karşıtı büyü kırıldığı anda da Harry kaçmak için onu kullanabilir.”
“Ama Anahtar yalnızca Harry kapılardan çıkarsa çalışabilir,” dedi Bella. “Harry’nin kapılara ulaşmasına izin vermezler,” diye ekledi, yüreği sıkışmış bir halde; ‘onlar’ ile Yoldaşlık’ı ve Seherbaz’ları kastediyordu.
“Görüyorum ki, Prens’e olan inancın bir hayli zayıf,” dedi Lucius.
“Ben sadece içinde bulunduğu koşulların farkındayım!” diye çıkıştı Bella, gözleri kısılmış bir halde. “Onun, Yoldaşlık’ın mesken tuttuğu şatodan çıkmasını, Seherbaz’larca korunan araziyi geçmesini ve hatta kapılardan çıkmasını mı bekliyorsun?” diye sordu. “Yapabilse dahi, Ruh Emici’ler Harry’nin kapıları geçmesine asla müsaade etmez!” diye bağırdı. “Harry’yi biz çıkarmalıyız!” diye tısladı. “Oraya girip onu biz getirmeliyiz.”
“Yapamayız,” diye karşı çıktı Lucius. “Güçlendirilmiş koruma duvarlarını bırak kırmayı, ne olduklarını anlamamız bile yıllar alır.”
“O zaman başka bir yol buluruz!” dedi Bella, ısrarla.
“Ne gibi?” diye sordu Lucius, soğuk soğuk.
“Dumbledore Harry’yi bırakana kadar, öldürebildiğimiz kadar çok insanı öldürmek gibi!”
“Bu dediğin, yalnızca, Bakanlık’ın Harry’yi yok etmesine yarar!”
Voldemort elini kaldırarak her ikisini de anında susturdu. İkisine de bakmıyor, gözleri aklında bir şey varmışçasına haritayı tarıyordu.
“Bella haklı,” diye konuştu, en sonunda sessizliği bozarak. “Harry kapıları geçmeyi başaramaz. Şatonun içine olmasa bile, araziye girmeli ve onu getirmelisiniz.” İki Ölüm Yiyen’e de acımasız gözlerle baktı. “Yalnızca tek bir hamle şansımız var; eğer kurtarma girişimi Bakanlık’ta olduğu gibi başarısız olursa, bu sefer Harry öldürülür.” Son sözleri söylerken gözleri öfkeyle parladı. “Fudge onu vakit kaybetmeden yok eder, çünkü o korkak daha fazla risk alamaz. Oraya Harry’yi kurtarmaya girdiğimizde hazırlıklı olmalıyız. Bu da demek oluyor ki, Harry’ye mümkün olan en yakın mesafede olmak zorundayız.”
Lucius başını öne eğdi, ama ifadesinde başarılı olacaklarına dair en ufak bir inanç kırıntısı dahi yoktu.
“Emredersiniz, Lord’um.”
Voldemort Lucius’a baktı.
“Tüm çalışmaları durdur. Yakın çevreden en düşük rütbeli olanlar da dâhil, tüm Ölüm Yiyen’ler ikinci ve üçüncü halkalardaki büyülerin üzerinde çalışacaklar.” Bella’ya döndü. “Yanına bir ekip topla ve Hogsmeade’e git. O bölgeye gizlice yerleş, kılık değiştirip iş bul, yapman gereken ne varsa yap; çünkü Hogwarts’ın her daim gözetlenmesini istiyorum. Olur da Harry’ye ulaşmanın en ufak bir yolu çıkarsa, bunu kaçırmak istemiyorum!”
Bella ve Lucius daha da eğilip görevlerini kabul ettiklerini belirttiler.
“Lucius,” diye seslendi Voldemort ona, Lucius tam da çıkmak üzereyken. “Snape’i çağır. Hogwarts’ta kapana kısılmış oğluma göz kulak olması gerektiğini ona hatırlatmak istiyorum.”
Lucius başını onaylarcasına tekrar eğdi.
“Emredersiniz, Lord’um.”
Harry’nin okula gelmesinin üzerinden üç gün geçmiş ve daha şimdiden sabrı taşmaya başlamıştı. Harry çok küçük yaştan beri yalnızdı. Babası, her zaman, Ölüm Yiyen’lerle bir araya gelip toplantılar yapar, yakın çevresiyle stratejiler geliştirmekle meşgul olur, hiç değilse baskın ya da isyan planları yapardı. O yüzden Harry çoğunlukla bir başına bırakıldığı için yalnız kalmaya alışmıştı. Ama şu son üç gündür, nereye dönse insanlarla karşılaşıyordu. Öğrenciler, okul çalışanları, Seherbaz’lar, Yoldaşlık üyeleri, hayaletler ve hortlaklar, hatta ona dik dik bakan ve onunla sohbet etmeye çalışan portreler…
Tüm bunlar yüzünden, Harry aklını yitirmek üzereydi. Bir saniyeliğine bile olsa, ne huzur bulabiliyor ne de özlemini çektiği yalnızlığına varabiliyordu. Dört çocukla aynı odada kalıyor, sayısız insanın doluştuğu büyük salonda yemeğini yiyor, sınıflara da koca bir grup insanla gidiyordu. Yine de, tüm bunların hiçbiri, dibinden ayrılmayan James Potter kadar sinirini bozmuyordu.
“Merlin, çok hızlı yürüyorsun!” diye mızıldandı James, Harry’ye yetişmek için birkaç adım koşarken.
“Senden kurtulmaya çalışıyorum!” dedi Harry, çabuk çabuk Büyük Salon’a doğru yürürken.
“Ah, oysa ben açlıktan ölüyorsun sanmıştım,” diyerek sırıttı James.
Harry dönüp ona kızgın kızgın baktı.
“Neden beni rahat bırakmıyorsun?” diye sordu. “Her bir adımı benimle yürümek zorunda değilsin! Zaten etrafım gitmem gereken yere gidip gitmediğimi gözetleyen gözlerle yeterince dolu! Beni her yerde takip etmek zorunda değilsin!”
“Zorunda olmadığımı biliyorum, sadece öyle istiyorum,” diyerek şakalaştı James.
Harry ona ters ters baktı, ama hızlı adımları onu Büyük Salon’a getirmişti bile; o yüzden hızla salona girdiğinde, yalnızca yemek saati süresince olsa da, James’ten uzaklaştığına memnundu. Harry oturur oturmaz Damien belirdi ve karşısındaki yerini aldı. Harry inledi.
“Artık bundan çok sıkıldım!” diye hırladı.
Damien onun bu berbat ruh halini görmezden geldi.
“Ee, bu sabah hangi derslere girdin?” diye sordu, tabağına yemek doldururken.
“Sinir Bozucu Böcek Zararlılarından Nasıl Kurtulunur?” diye homurdanarak cevap verdi Harry.
Damien omuz silkti.
“Güzelmiş.”
Harry derin bir iç çektikten sonra, Damien her zamanki susmak bilmez haliyle sabahki Tarih ve Bitkibilim derslerini anlatmaya koyuldu. Harry daha ilk iki dakikada dinlemeyi kesmişti. Gözleri salonu taradı, gelip geçen öğrencileri süzdü ve en son öğretmenler masasında durdu. James ve Lily’nin dikkatle onu izlediklerini fark etti. Siniri bozulan Harry’nin aklına aniden bir fikir geldi ve kendi kendine sırıttı.
“Hey,” diyerek Damien’ın sözünü kesti, “biliyor musun, ne fark ettim?”
“Ne?” diye sordu Damien, şaşkın şaşkın; aynı zamanda Harry onunla konuştuğu için heyecanlanmıştı.
“Haklıydın, Hogwarts sahiden de hayal edemediğim kadar büyük bir yer,” diyerek gülümsedi Harry. “Eğer sınıflara giderken yanımda birileri olmasa, kesin kaybolurdum.”
“Bu yalnızca birkaç gün sürer,” diyerek onu avuttu Damien. “Biraz zaman ver, alışacaksın.”
“Sanmıyorum,” diye karşılık verdi Harry. “Daha bu kattaki tuvaletlerin yerini bile bilmiyorum. Tuvaletim gelse, dördüncü kata kadar koşturmam gerekecek.”
Damien’ın gözleri büyüdü.
“İyi de, erkekler tuvaleti hemen bu koridorun ilerisinde,” dedi.
“Ne tarafta?” diye sordu Harry.
Damien bir yeri işaret etti, ama hemen ardından durup dikkatlice düşündü. Sonra diğer tarafı işaret etti.
“Sağ tarafta… ikinci sağda değil, hayır, dur… solda mıydı yoksa?”
Harry pis pis sırıttı.
“Bana yolu göstersen daha iyi olmaz mı?” dedi.
Damien başıyla onayladı ve iki çocuk da kalkıp kapılara doğru yöneldiler.
Öğretmenler masasında, James ayağa fırladı. Hızla salonu geçip Harry ile Damien’a yetişmeye çalıştı; bir taraftan da, salondaki diğer öğrencileri kuşkulandırmamaya gayret ediyordu. Önü aniden salonu dolduran kalabalık yedinci sınıf bir öğrenci grubu tarafından kesilmişti. James kalabalığı yararak ilerlemeye çalıştı. Harry ile Damien’ın kapılardan neredeyse çıkmak üzere olduğunu gördü. Harry o anda yüzünü çevirip James’le yüz yüze gelerek ona göz kırptı ve pis pis sırıttı; ardından, Damien’la birlikte salondan çıkıp gözden kayboldular.
James bir anda kanının donduğunu hissetti. Harry’nin ona attığı bakıştan hiç hoşlanmamıştı, hem de hiç. Gelip geçen öğrencileri yolundan çekmeye çalıştı; artık bunu umursamayacak kadar paniğe kapılmıştı. Sonunda kalabalığı geçmeyi başarıp kapılardan çıktı.
Kalbi göğsünde deli gibi çarparken ve soğuk soğuk terler dökerken kendini koridora attı. Kendi kendine Harry’nin Damien’a bir şey yapmayacağını söylüyordu; Dumbledore, ona, Harry’nin masum gördüğü kimseye zarar vermediğini söylemişti. Peki, Dumbledore’un bunun için gerçek bir kanıtı var mıydı? Gözleriyle koridoru taradı, ama Büyük Salon’a doğru ilerleyen küçük bir grup öğrenci dışında kimseler yoktu.
James oğullarını arayarak koridor boyunca koşmaya başladı. Harry, sahiden de, burnunun dibinde Yoldaşlık üyeleri ve Seherbaz’lar varken birini yaralayacak kadar gözü kara mıydı? Cevabı bilmediğini fark edince daha da panikledi. Asasını çıkardı.
“Yol göster!”
Asası etrafında dönüp farklı farklı noktaları hedeflemeye başladı: bir sola, bir sağa, sonra tekrar sola, öne ve sonra yine sağa. Anlaşılan, Dört-Nokta Büyüsü Hogwarts’taki güvenlik önlemleri nedeniyle doğru düzgün işlemiyordu.
Koridorun diğer ucundan gelen Sturgis’in görüş alanına girmesiyle, James ona doğru koştu.
“Harry’yi gördün mü?” diye sordu.
Sturgis’in ifadesi anında değişti.
“Büyük Salon’da seninle olması gerekiyordu!” diye cevapladı.
“Öyleydi, ama Damien’ı aldı ve onunla birlikte ben onlara ulaşamadan gözden kayboldu.”
Sturgis bir an bile tereddüt etmeden, belinde bulunan kristal küreye dokundu ve diğerlerine imdat çağrısı gönderdi.
Birkaç saniye içinde Kingsley, Moody, Tonks ile birlikte diğer beş Yoldaşlık üyesi de onlara doğru koşuyordu.
“Ne oldu?” diye sordu Moody, onlara ulaşır ulaşmaz.
“Damien Potter ile birlikte kayıplara karışmış,” diye cevapladı Sturgis.
“Dağılın ve her tarafı arayın…” Moody’nin sözleri, arkasındaki bir kapının açılmasının ardından gelen ayak sesleriyle kesildi.
Hepsi birden dönüp baktığında, Harry’nin kapının ardından çıktığını gördüler. James, Harry’nin yalnız olduğunu ve ıslak ellerini bir kâğıtla kuruladığını gördüğünde kalbinin teklediğini hissetti. Anında, başta James ve Sturgis olmak üzere, her biri Harry’ye doğru koştu. Harry başını kaldırıp baktığında tüm Yoldaşlık üyelerinin asalarını kaldırmış ona doğrulttuklarını fark etti.
“Seni lanet olasıca!” Moody James’i geçip hızla Harry’ye doğru koştu ve onu yakaladığı gibi duvara yapıştırdı.
James hiç vakit kaybetmeden, Moody ile Harry’yi geçip hızla Harry’nin az önce çıktığı tuvalete daldı. O sırada az daha birini eziyordu.
“Ahh!” Damien neredeyse yere kapaklanacakken bağırdı. “Ahh! Baba?” Damien şaşırmış görünüyordu.
James rahatlama hissinden neredeyse yere yığılacak gibi hissetti. Damien’ı omuzlardan yakalayıp tuttu.
“Damy! İyi misin?” diye sordu; sesi korkunç bir şekilde titriyordu.
“Ben… iyiyim,” dedi Damien yavaşça; kafası karışmış bir halde kaşlarını çatıyordu. “Ne… ne yapıyorsun? Neler oluyor?” diye sordu.
James, Harry’nin yalnızca onu korkutmak istediğini o anda fark etti. Damien’a hiçbir şekilde zarar vermemişti. Hızla dönüp tuvaletten çıktı; Damien da arkasından onu takip etti. İkisi de tam zamanında yetiştiler; ekip Harry’ye asasını doğrulturken Moody de Harry’nin başını yana çevirmiş, karşılık vermesin diye yüzüne bastırıyordu.
“Durun!” James Moody’yi yakaladığı gibi, onu zorla Harry’nin üzerinden çekti. “Bırak onu!”
Etraflarındaki Yoldaşlık üyelerinin hepsi afallamış bir halde James’e bakıyordu, ama sonra on iki yaşındaki çocuğun kapının orada durduğunu gördüklerinde ağızları açık bir halde bakakaldılar. Karanlık Prens’in hiçbir şey yapmadığını anlamışlardı, en azından bu kez.
“Ne oluyor burada?” diye sorusunu yineledi Damien; bu sefer sesi korkmuş geliyordu.
“Büyük Salon’dan neden onunla ayrıldın?” diye sordu James, sinirli bir şekilde.
“Ne demek istiyorsun?” diye sordu Damien. “Harry’ye yalnızca tuvaletlerin nerede olduğunu göstermek istemiştim,” diyerek savunmaya geçti.
“Evet,” dedi Harry, başparmağıyla ağzının kenarından akan kanı temizlerken. “Sen ne yaptığımı zannediyordun?”
James başını çevirip ona baktı, ama söyleyecek söz bulamıyordu. Harry’nin tüm bunları kasten yaptığından emindi; yüzüne yerleştirdiği o sırıtışla bunu anlamıştı. Yaralanmış olması bile umurunda değildi. James’le oynamak istemiş ve James de tereddüt etmeden onun oyununa gelmişti.
Damien, herkesin Harry’yi neyle suçladığını anlamıştı. Harry’nin onu alıp ona zarar verdiğini düşünmüşlerdi. İğrendiğini belli eden bir bakışla babasına baktı.
“Baba!” dedi, suçlarcasına.
“Şey… Ben paniklemiştim.” James açıklamaya çalışıyordu.
Damien dinlemek istemedi. Babasına sırtını dönüp Yoldaşlık üyelerinin yanından geçerek hızlı adımlarla oradan uzaklaştı. Harry de harekete geçti ama James’in önüne gelip durmuş, geniş geniş sırıtıyordu.
“Beni istediğin kadar takip et, ama olur da birine gerçekten zarar vermek istersem beni asla durduramazsın,” dedi James’e, yüzünde bir hoşnutluk ifadesiyle.
Harry yürüyüp uzaklaştı; Moody’nin yanından geçerken yeşil gözleri ona kenetlenmiş bir halde durdu. Ağzını yeniden silip ona doğru bakarak ‘Bu yaptığını ödeyeceksin!’ dercesine ona dik dik baktı. Moody’de ona aynı şekilde pis bir bakışla bakıyordu.
Harry salona geri döndü ve artık James Potter’ın görüş alanında olmamasının hoşnutluğuyla, yalnız olduğu bu nadir anların tadını çıkardı.
Harry, bugün öğleden sonra, hayatında ilk defa bir İksir dersine girecekti. Zindanlarda bulunan sınıfa girer girmez, öğretmenler masasında oturan ve ona gülümseyerek bakan Lily ile karşılaştı. Lily’nin gözleri onu görünce parladı, ama Harry onu görmezden gelip sınıfın arka sıralarından birine oturdu.
Sınıf dolarken, Harry Draco’nun da diğer Slytherin’lerle birlikte geldiğini fark etti. Draco, Harry’nin göz hizasında bulunan sıralardan birine oturdu. Görülen o ki, Gryffindor’lar İksir dersini Slytherin’lerle birlikte alıyordu. Draco’yla kütüphanede buluştukları o günden beri konuşmamıştı. Harry hemen onu tanımazdan geldi ve sarışın çocuk da aynı şeyi yaptı.
Ron, Hermione ve Neville gelip Harry’nin yanındaki sıralara oturdular; Neville onun yanına oturmuştu. Harry’ye gülümseyerek başıyla selam verirken, Harry ona karşılık vermedi. Neville’i görmezden gelmeye çalışmak için ciddi bir mücadele veriyordu. Ona her baktığında, onun ve Ölüm Yiyen’lerin Longbottom’ların evine saldırdığı o gece gözünün önüne geliyordu. Harry aklını toparlamaya çalıştı. İçinden ‘Toparla kendini!’ diyerek kendini azarladı. Aklındaki düşünceleri kovmak için parmağındaki siyah, gümüş yüzükle oynamaya başladı. Lily’nin sesi onu kendine getirmişti.
“Herkese günaydın,” diyerek selam verdi Lily. “Şimdi, uzun bir yaz tatilinin genç zihinlerinizde nasıl bir felakete yol açmış olabileceğini biliyorum,” dedi gülümseyerek. “İksir sanatının temel bilgilerini unutmuş olabilirsiniz, o yüzden FYBS düzeyinde çalışmaya başlamadan önce, geçen sene SBS’lerinizde öğrendiklerinizin üzerinden geçmemizde fayda var.”
Lily’nin bakışları, başını öne eğmiş oturan Harry’de durdu; yüz ifadesini göremiyordu.
Harry, bu tekrar dersinin onun için yapıldığının farkındaydı. İksir yapımında ne kadar usta olduğunun düşüncesiyle kendi kendine güldü. Harry sekiz yaşındayken, babası, Lucius’dan onu iksir konusunda eğitmesini istemişti.
Lily sınıfa sorular sormaya başladı; öğrenciler ellerini kaldırarak soruları cevaplıyordu. Harry oturduğu yerden, bu oldukça basit sorulara cevap vermek için havaya kalkan elleri seyretti. Hiçbir soruya cevap vermeye niyeti yoktu. Hermione’nin elinin havadan hiç inmemesini eğlenerek izledi. Birçok soruya, aynı kitaplarda bulunan cümlelerle cevap veriyordu.
‘Merlin, en azından bir soruyu olsun kendi yorumunla cevapla!’ diye aklından geçirdi Harry, Hermione’nin ‘ejderha dilinin on farklı kullanımı’na verdiği ezbere cevapları dinlerken.
“Mükemmel, Miss Granger!” dedi Lily, gülümseyerek. “Hervin ile Harnicord bitki özleri arasındaki en önemli farkı ve çoğunlukla ne için kullanıldıklarını kim söylemek ister?” diye sordu. Gözleri oğlunun üzerinde durdu. “Harry?”
Yeşil gözler yukarı kalkıp onunkilerle buluştu. Lily bekledi, ama Harry ona dik dik bakmak dışında hiçbir şey yapmadı.
Hermione’nin eli yine havaya fırlamıştı ve cevap vermesine izin verilmezse sandalyesinden düşecek gibi bir hali vardı.
“Sorun değil, Harry. Bilmiyorsan,-“ diye konuşmaya başladı Lily; onu böyle bir duruma soktuğuna pişman olmuştu. Harry’nin iksirlerle ilgili ne kadar şey bildiğine dair hiçbir fikri yoktu.
“Hervin özü ile Harnicord özü zihin kontrolü için kullanılırlar,” diye aniden cevaplamaya koyuldu Harry; gözleri Lily’ye kitlenmişti. “Hervin özü, yalnızca, yaprakları demlenip tamamen yok olduğu anda kullanılabilir; Harnicord ise tekrar tekrar kullanılabilir. Hatta çok kez kullanılmış bir Harnicord, iksiri daha da güçlü kılar. Aralarındaki en önemli fark ise biri tekrar kullanılabilirken, diğerinin tekrar kullanılamamasıdır; ayrıca, kullanım amacı içen kişinin zihnini kontrol etmektir. Eğer karışıma fazla eklenirse, her iki bitki özü de içen kişinin mide zarını delerek kişiyi birkaç dakika içinde öldürebilir; bu yüzden, bu iki bitki özünün birlikte demlendiği bir iksir karışımında, bu özlerin dikkatli ve doğru kullanımı hayati bir önem taşır.”
Lily hemen tepki vermedi; hâlâ Harry’nin verdiği cevabın şokunu yaşıyordu. Öğrenciler sandalyelerinde dönmüş Harry’ye bakıyor, birbirlerine de şaşırmış bakışlar atıyorlardı. Hermione eli hâlâ yarım havada kalmış halde oturuyordu; anlaşılan elinin havada olduğunu tamamen unutmuştu. Draco dönüp yüzünde bir sırıtışla Harry’ye baktı; gri gözleri eğlendiğini gösteriyordu.
“Doğru,” diye konuştu Lily, en sonunda. “Gryffindor’a on puan.”
Harry inledi. Cevabının binaya puan kazandıracağını bilseydi, yalan söyler ya da cevap bile vermezdi.
Ders, daha fazla tekrarlar yaparak ilerledi. Ders bittiğindeyse herkes bir sonraki sınıfına gitmek için toparlanıyordu. Draco ayağa kalktığında, küçük bir parşömen parçasını elinden düşürdü. Harry eşyalarını toplarken önündeki sıraya oturarak çantasını aldı; sıranın üzerinden bilerek çantasını düşürdü ve kitaplarından biri yere fırlayarak tam da düşen parşömen parçasının üzerine düştü. Ayağa kalktı ve oraya doğru yürüyüp eğilerek kitapla birlikte yere düşürülen notu da hiç zorlanmadan aldı. Kitabını ve defterini çantasına yerleştirdi ve kapıya doğru yürüdü.
“Harry, bir dakika lütfen,” diyerek onu durdurdu Lily.
Harry burun delikleri büyüyerek iç çekti. Lily herkes gidene kadar bekledi ve kapıyı kapattı. Dönüp ona kocaman bir gülümsemeyle baktı.
“Bugün derste verdiğin cevaplardan gerçekten çok etkilendim,” dedi. “İksir’lere karşı gerçek bir yeteneğin var,” diye ekledi gülümseyerek.
“En iyiler tarafından eğitildim,” dedi Harry, soğuk soğuk.
Lily bu sözlerin canını yakmasına izin vermedi, ama yine de etkisi yüzünden okunuyordu. Derin bir nefes aldı ve elini uzatıp Harry’nin omzuna dokundu.
“Son zamanlarda her şeyin senin için ne kadar zor geçtiğini biliyorum ve muhtemelen seni bu duruma soktuğumuz için bizden nefret ediyorsun, ama tüm bunları sırf sana yardım etmek için yaptığımızı umarım anlarsın.”
Harry onun elini omzundan itip ona dik dik baktı.
“Sizin yardımınıza ihtiyacım yok,” dedi.
“Harry…”
Ancak, Harry döndü ve kapıyı kırarcasına açıp odadan fırtına gibi uzaklaştı.
Lily derin derin iç çekti ve Harry’ye kızmamaya gayret etti. Tek istediği ona ulaşabilmekti, ama Harry direnmeyi sürdürüyordu ve James’in de git gide dayanacak gücü kalmıyordu.
Lily’nin üçüncü sınıflarla olan bir sonraki dersi için, öğrenciler gelmeye başlamıştı; Lily, kendini, acısını bir kenara bırakmaya ve derse odaklanmaya zorladı. Damien’ın gülümseyen yüzü görüş alanına girdi ve Damien yürüyerek ağabeyinin az önce oturduğu sıraya yerleşti. Lily gülümsedi ve derse başladı.
Çeviren: Tuba Toraman