Harry’nin ertesi sabah beklediği ilk şey, Yoldaşlık üyelerinin onu Müdür’ün odasına sürüklemesi ve bir öğrenciye zarar verdiği için azarlanmasıydı. Neredeyse gecenin bir yarısı yatağından zorla kaldırılmayı beklemiş, gecenin büyük bir kısmını uyanık geçirmişti. Sabah geldi geçti, ama kimse onu almaya gelmedi.
James’in portre kapısının ardında kendisini beklediğini gördüğünde, Harry her zamanki tehdit ve uyarılara maruz kalacağından emindi; ancak, James ona sadece gülümseyip günaydın demiş, kahvaltı için Büyük Salon’a doğru yol alırken güzelce muhabbet etmeye başlamıştı.
“Okulda ilk haftan bitti bile,” diyerek sırıttı James. “Nasıl hissediyorsun?”
Harry cevap vermedi; James’i görmezden geleceğine dair kendine verdiği söze bağlı kalıyordu. Bu durum, James’in umurunda değil gibiydi. Kayıtsızca konuşmaya devam etti.
“Tuhaf bir his bu. Çok zaman geçmiş olsa da, kendiminkini hatırlıyorum,” diye eski günlerden söz etti James. “İlk haftayı atlattığımda oldukça rahatladığımı hatırlıyorum, ama evimi fena halde özle…” Cümlesinin ortasında durdu ve pot kırmak üzere olduğu için içinden kendine küfretti.
Harry kafasını kaldırıp soğuk bir şekilde ters ters ona baktı. Tiksintiyle bakışlarını çevirdi ve adımlarını hızlandırarak ondan uzaklaştı. James iç geçirerek ona yetişmek için koşmak zorunda kaldı.
“Ee, bugünkü planın ne?” diye sordu. “Cumartesileri genellikle Hogwarts’ta en yoğun geçen gündür; herkesin yapacak bir şeyi vardır.”
Harry, James’in olduğu yöne bile bakmadan yürümeye devam etti. Birkaç dakika sessizce yürüdükten sonra, aniden James’in aklına bir şey geldi.
“Harry, bekle, sana bir şey vereceğim.” James durup cüppesinin iç kısmından bir asa çıkardı.
Harry’nin soğuk bakışları asadan James’e kaydı.
“Tatmin oldun mu?” diye sordu, soğuk bir ses tonuyla.
“Kingsley ve Moody’nin asanı alması yanlıştı,” diyerek onu yatıştırmaya çalıştı James. “Haberim olsaydı, almalarına izin vermezdim.” Asayı sahibine geri uzattı.
Harry asayı alıp yeniden cebine tıkıştırdı.
“Eminim, öyledir!” diye alaylı bir ifadeyle karşılık verdi.
Bu konuşmanın üzerine sessizce yürümeye başladılar. Tam köşeyi dönmüşlerdi ki, Harry Büyük Salon’a açılan kapıların önünde tek başına bekleyen bir suret gördü. Duraksadı; James’ten uzaklaşmak için yarı koşar gibi attığı adımlar şimdi yavaşlamıştı.
Lily, Harry ve James’i yaklaşırken gördüğünde gergin bir biçimde gülümsedi. James’le Harry’ye söyleyeceği şeyi yaklaşık on kez prova etmişti, ancak şimdi Harry’yle konuşma vakti geldiğinde birden endişeye kapılmıştı.
“Günaydın, Harry,” diye selamladı, onu duyabileceği mesafeye geldiğinde.
Harry onu duymazdan geldi. Lily bunu bekliyordu, o yüzden konuşmasını sürdürdü.
“Hogwarts’taki ilk hafta sonuna hoş geldin,” diyerek gülümsedi. “Cumartesileri genellikle Hogwarts’taki en yoğun gündür; herkesin yapacak bir şeyi vardır,” diye devam etti. James’in yüzündeki ifadeyi gördü ve kısa bir an sonra bu sözlerin James’in söylemesi gereken kısım olduğunu hatırladı. Planı berbat ettiği düşüncesini aklından kovdu ve devam etti. “Senin bir planın var mı?”
Harry ona ters bir bakış attı, ama bunun dışında sessizliğini korudu.
“Tabii, evet, ilgini çeken pek fazla bir şeyin olmadığını tahmin ediyorum, en azından şimdilik,” diye mırıldandı Lily, konuşma girişiminin ne kadar berbat gittiğine biraz panikleyerek. Derin bir nefes aldı; nasılsa söylediğinde ne olacağını görecekti. “Merak ediyordum da, yani, ben ve James merak ediyorduk.” James’in ona attığı bakış üzerine sözlerini hemen düzeltmişti. “Bugün ne dersin ne de bir planın olmadığı için, benim şahsi odamda James ile bana katılmak istersin, belki?” Lily başını kaldırıp Harry’ye baktı; buz gibi bakışlarıyla karşılaşınca ise bakmamış olmayı diledi. “Bugünü birlikte… oturup konuşmak için bir fırsat olarak düşünmüştük; yani… bir aile olarak,” diye ekledi, yalvarırcasına.
Harry, önce uzun uzun Lily’ye baktı ve ardından James’e döndü.
“İkinizin de cehenneme kadar yolu var!” diye tısladı.
Sonra da dönüp Büyük Salon’a girdi; James ve Lily’yi hayal kırıklığının da ötesinde bir acıyla arkasında bırakmıştı.
Harry, ona doğru kafasını sallayan, gülümseyen ve el sallayan sayısız öğrenciyi görmezden gelerek Gryffindor masası boyunca yürüdü. Weasley ikizleri ile Lee Jordan’ın, etraflarını saran öğrencilere parlak renkte şekerlemelere benzeyen şeyleri bir avuç dolusu paraya takas ettiklerini fark etti. Bu üçlüyü geçen hafta boyunca da diğer öğrencilere bir şeyler satarken görmüştü. Görünüşe göre, Damien haklıydı; ikizler ve Lee okulda yedinci sınıfı tekrar etseler de, ilgilendikleri tek şey ‘şaka ve hile’ ürünleriydi.
Harry masa boyunca ilerleyip oturacak sakin bir yer ararken, Ron Weasley’yi bir yanında kız kardeşi, öbür yanında Hermione ile otururken gördü. Damien da onun karşısındaydı. Harry yanlarından geçerken hepsi kafalarını kaldırıp ona baktı; Ron ise bakışlarını hemen başka yöne çevirdi. Harry, onların yanından geçip masanın en sakin yerine yöneldi. Oturup önüne bir tabak çekti.
Tostundan bir ısırık almamıştı ki, Damien birden belirip karşısına oturdu.
“Seninle konuşmam gerek,” dedi, ciddi bir şekilde.
“Benimle konuşman gerekmeyen bir zaman hiç olacak mı?” diye sordu Harry.
“Dün olanlar,” diye söze başladı Damien; kısık sesle konuşuyordu ve sesi gergindi. “Harry, öyle gelip de… insanlara o şekilde davranamazsın!” Bunları söylerken zorlanıyordu; fazlasıyla sinirliydi. “Ne başkalarına öyle iğrenç isimler takabilirsin, ne de insanlara, Ron’a zarar verdiğin gibi, zarar verebilirsin!”
“Ve bunu bana sen söylüyorsun diye, seni dinleyeceğimi mi sanıyorsun?” diye sordu Harry; canı sıkılmıştı. Damien’a doğru eğildi: “İşe yaramaz ailenden istediğin her zıkkımı elde eden şımarık bir velet olman, bana ne yapacağımı söyleyebileceğin anlamına gelmiyor!”
Damien afallamıştı. Oturduğu yerde doğruldu ve ağabeyiyle konuşmadan önce kendini sakinleştirmek için derin bir nefes aldı.
“Birincisi, ben öyle her istediğini elde eden şımarık bir çocuk değilim. İkincisi, anne ve babamızdan bir daha böyle bahsedersen, sana canını ne kadar yakabileceğimi gösteririm.”
Harry pis pis güldü.
“Beni tehdit mi ediyorsun sen?” diye sordu keyifle. “Dinle burayı, velet, ben senin hayatında bugüne kadar tanıdığından daha fazla insanın canını yaktım. Sana benim hakkımda ne söylediler, bilmiyorum ama sana ne kadar acı çektirebileceğimi anlamamışa benzediğine göre gerçekleri bilmediğin besbelli.”
“Senden korkmuyorum,” dedi Damien. “Belki de korkmam gerek, biliyorum, özellikle de dün geceden sonra, ama korkmuyorum. Zerre kadar korkum yok senden.”
“Endişelenme,” diye ona sırıttı Harry, “Korkacaksın.”
Damien omuz silkti.
“Senden asla korkamam. Bu hoşuna gitse de gitmese de, kendi kanımdan birine karşı korku veya nefret besleyemem. Ne yaparsan yap, ne söylersen söyle.”
Harry dehşete düşerek buna verecek cevabı olmadığını fark etti. Damien’ın ayağa kalkışını izledi.
“Bu arada, dün geceki olaydan kimseye bahsetmedik, o yüzden sen de bahsetme.”
“Neden?” diye sordu Harry.
“Bu sadece probleme yol açardı da ondan,” dedi Damien, mutsuz bir ifadeyle. “Sadece senin için değil, Ron için de. Sana asan yokken saldırdı.”
Harry buna cevap vermedi; Damien arkadaşlarının yanına dönerken onu izledi ve bu küçük Potter yüzünden yine içten içe kafasının karıştığını hissediyordu.
Günler haftaları kovaladı ve Harry, umduğundan hızlı bir şekilde, Hogwarts’ta bir ayını doldurmuş oldu. Harry kendini öğrencilerden soyutlamaya devam etmiş, bunu bir tek Damien’da başaramamıştı. Bu küçük Potter, Harry’nin peşinden sadık bir köpek gibi koşmaya devam ediyordu. Yemek saatlerinde Harry’yle oturuyor, onunla havadan sudan konuşmaya çalışıyor, akşamları ise Ortak Salon’da ona katılıyordu. Harry, Damien’a ne kadar korkunç davranırsa davransın veya onu ne kadar çok aşağılarsa aşağılasın, Damien onun yanından ayrılmamakta ısrar ediyordu.
O olaydan beri, Ron Harry’den kaçınmak için özel bir çaba sarf ediyordu; öyle ki, Harry’yi yatakhanede görmek zorunda kalmamak için günün sonuna kadar bekledikten sonra yatağına gidiyordu. Ron, Hermione ve Ginny’yle birlikte düzenli aralıklarla Damien’ı Karanlık Prens’ten vazgeçmesi ve yemek saatlerinde kendileriyle oturması için ikna etmeye çalışıyor, ama Damien kafasını iki yana sallayıp Harry’ye eşlik etmeye inatla devam ediyordu.
Damien’ın çabaları karşılıksız kalmamıştı. Harry, Damien’ı görmezden gelip aşağıladıktan, hatta onu tehdit ettikten sonra bile tüm bunların işe yaramadığını anlamış, onun konuşmalarına artık karşılık vermeye başlamıştı. Harry’nin tepkileri tek kelimelik cevaplardan veya bir şey söylemeksizin sadece kafa sallamaktan öteye geçmese de, bu Damien için yeterli görünüyordu. Genç çocuk, sırf ağabeyiyle sessizlik içinde oturmamak için, uzun bir hikâyeyi bir çırpıda sevinçle anlatıyordu.
James ve Lily, bu konuda Damien kadar başarılı değildi. Harry’ye yaklaşma girişimlerine devam etseler de, her seferinde daha da acımasız şekillerde dışlanıyorlardı. James, ders giriş ve çıkış saatlerinde Harry’ye eşlik etmeye devam ediyordu, ama sürdürdüğü konuşmalar hep tek taraflı kalıyordu. Harry, James yanındayken sessizliğini korumayı tercih ediyordu; bu da, James’in canını Harry’nin verdiği sert cevaplardan daha fazla yakıyordu. Lily ise sıklıkla İksir dersinin ardından Harry ile konuşmak için fırsat yakalamaya çalışıyor, ancak karşılığında sert bakış ve retten başka bir şey almıyordu.
Harry’nin konuşmak istediği tek kişi, Draco Malfoy’du. Harry ve Draco geçen ay içinde iki kez görüşmüşlerdi. Damien onu Draco hakkında sorguladığından beri, Harry önlem almaya başlamış, onunla olan görüşmelerini olabildiğince azaltmıştı. Şüphe uyandırmadan buluşabilecekleri bir yer henüz bulamamışlardı ve Harry de yakayı ele vermek istemiyordu. Kendilerini Seherbaz gibi gösteren Yoldaşlık üyeleri her an her yerde Harry’nin karşısına çıkıyor, Harry ise Draco’nun da onların radarına yakalanmasını istemiyordu. Deli-Göz Moody, Hogwarts’ı terk etmek istemeyen tek Seherbaz’dı. Yerinden hiç ayrılmıyor, sihirli gözü ile her gün, her dakika Harry’yi izliyordu.
Hogwarts’ta tıkılıp kalmış olmak ve arkadaşı olan tek kişiyle iletişime geçememek, Harry’yi çaresiz hissettiriyor ve sinirlendiriyordu. Bundan tek kaçış noktası, kuşkusuz ki, Severus Snape idi. Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersleri, hız kaybetmeden, yağlı saçlı Profesör için işkence seanslarına dönüyordu. Harry, Snape’in öğrettiği her şeyi alay konusu yapıyor ve küçümsüyordu. Cezaya bırakma tehditleri gülünüp geçiliyor, Gryffindor’dan bina puanı silmek ise Harry’yi ancak daha da mutlu ediyordu; Snape’in agresifleştiği zamanlar ise, Harry babasının mizacıyla ilgili üstü kapalı imalarda bulunuyor, bunun üzerine Snape hemen geri adım atmak zorunda kalıyordu.
Şu anda bahsi geçen Profesör, Müdür’ün yanındaydı; baş belası Harry Potter’dan yakınıyordu.
“Daha fazla katlanamıyorum! Yön Saptırma Büyüsü’nü öğretirken bana güldü. Kahkahayı bastı, Albus!” dedi Snape. “Onu korkutacak bir şey yapamayacağımı iyi biliyor! Son Ölüm Yiyen toplantısında, Karanlık Lord Harry’nin nasıl olduğunu sordu. Ben de, ona, Harry’nin sınıftaki büyüleyici hâl ve hareketlerinden bahsettim. Ayrıca, Harry herhangi bir öğretmenden ceza yiyecek olursa, Karanlık Lord benim kellemi alacağı konusunda beni uyardı. Bu stresi kaldıramıyorum artık.”
Dumbledore, ellerini çenesinden çekti ve gözlerini, Snape’in hüsran dolu bakışlarına çevirdi.
“Zor olduğunu biliyorum,” diye söze başladı. “Ama sakin kalırsan, durum iyiye gidecek. Harry sadece sınırlarını zorluyor; kontrol edebileceğini düşündüklerinin üzerine gidiyor. Sinirli olması çok normal…”
“Bu konuda yalnız değil!” diye gürledi Snape.
“Severus,” diyerek onu yatıştırmaya çalıştı Dumbledore. “Geçecek. Harry, er ya da geç, durumunu kabul edecek. İhtiyaç olan tek şey, biraz sabır.”
“Buna gerçekten inanıyor musun?” diye sordu Snape, ihtiyar büyücüyü süzerken. “Hogwarts’a getirileli bir ay oldu ve benim onu öldürmemek için gösterdiğim sabrımı ve gayretimi sınamaktan başka ne yaptı?”
“Mesele ne yapacağı değil, neyi yapmayı reddedeceği,” diye cevap verdi Dumbledore, gözleri parlarken.
Snape duraksadı; siyah gözleri ak saçlı büyücüyü inceliyordu.
“Ne demek istiyorsun?” diye sordu.
“Harry, geçmişinde büyük bir empati örneği gösterdi; Harry’nin Voldemort’la olan ilişkisine bakınca, pek çok kişinin imkânsız diyeceği bir özellik,” diye açıkladı Dumbledore. “Bu empati özelliği, Poppy’nin çocuklarına yardım etmesine sebep olan şeydi. Kenara çekilmeyi reddedip onların ölmesine izin vermedi. Bu, kilit nokta, Severus; onu geri getirmemize, doğru tarafa çekmemize yardımcı olacak ve Voldemort’u yok etmemizi sağlayacak kilit nokta.”
“Nasıl?” diye sordu Snape, canı sıkkın bir hâlde. “Empati kurma gibi bir özelliği varsa, bundan nasıl faydalanacağız?” diye ekledi, küçümseyici bir tonla.
Dumbledore gülümsedi.
“Faydalanmayacağız,” diye yanıtladı Dumbledore. “Empatinin olduğu yerde genelde pişmanlık da ortaya çıkar.” Gülümseyip arkasına yaslandı. “Ve herkes pişmanlığın kefarete giden yol olduğunu bilir.”
Baykuş postası kahvaltının her zaman en gürültülü parçasıydı. Kanat çırpma sesleri, sayısız baykuşun ötüşleri ve evlerinden hediyeler ile mektuplar alan öğrencilerin heyecan içinde ciyaklamaları, muazzam büyüklükteki salonda diğer sesleri bastırmaya yetiyordu.
Harry baykuş postasına aldırış etmiyordu; tabii, salona doğru uçan ve bu sırada aşağıda bekleyen öğrencilere paket ve zarflar atan baykuş sürüsünü gördüğü ilk an hariç, aslında hiç aldırış etmemişti. O ilk an gördüğü bu manzaraya bakakalmış, hayranlık duymaktan kendini alamamıştı; ancak, Dumbledore’un gözlerini üzerinde hissettiği için hemen gözlerini indirmiş ve sıkılmış gibi davranıp kahvaltısıyla oynamıştı. O zamandan beri, baykuşlar geldiğinde hiç yukarı bakmamaya gayret ediyordu.
Damien, Harry’nin önünde oturuyor, ona önceki gün korkunç bir şekilde başarısızlığa uğrayan can sıkıcı eşek şakasının detaylarını anlatıyordu. Bu sırada cılız, kahverengi bir baykuş onun önüne kondu. Harry, baykuşa gözünün ucuyla baktı; anne ve babası okulda yanlarında olduğu için, Damien’a kimin mektup gönderdiğini hafiften merak etmişti. Damien heyecanla baykuşa uzandı ve ufak bacağından parşömen tomarını çözüp hemen açtı. İlk birkaç satırı okuyup sırıttı.
“Siri amcadan!” diye ilan etti.
Harry bakışlarını başka yöne çevirdi.
“Yakında Hogwarts’a gelecekmiş!” diye heyecanla bağırdı Damien. “Bir şeye ihtiyacım var mı diye soruyor. Sanırım bir paket tezekbombası getirmesini isteyeceğim. Bende az kaldı,” diyerek sesli düşündü. “Seni soruyor,” dedi Damien Harry’ye, ona bakarak.
Harry duymamış gibi yaparak hiçbir şey söylemedi.
“Gelmesi için sabırsızlanıyorum,” dedi Damien, parşömeni tekrar sararken. “En iyi şakayı hazırlamamda bana yardımcı olacak!”
Harry Damien’a sinirli bir bakış attı ama bir şey söylemekten kaçındı. Önündeki yulaf lapası kâsesini bitirmeye odaklandı. Sonrasında bir iki dakika geçmişti ki, Harry salonun bir anda ne kadar sessizleştiğinin farkına vardı. Kafasını kaldırınca neredeyse her öğrencinin Gelecek Postası gazetesinin bir nüshasına kapandıklarını gördü. Kendilerinde olmayanlar ise, ayağa kalkıp diğer öğrencilerin nüshasını okumak için çevrelerinde toplanmışlardı. Öğrencilerin yüzünde hem şaşkınlık hem de korku ifadesi belirmişti. Yavaş yavaş salona yayılan bir uğultu başladı. Aniden bütün bakışlar Gryffindor masasına dönmüştü.
Harry, bakışların, altıncı sınıf Gryffindor’ların arasında oturan kahverengi saçlı bir çocuğa döndüğünü gördü. Neville, kendisinin herkesin ilgi odağı olduğundan haberi yokmuş gibi görünüyordu. Dikkatini önündeki gazeteye vermişti. Beti benzi atmış, kahverengi gözleri kısılmış ve çenesi kaskatı kesilmişti.
“Neler oluyor?” diye sordu Damien, etrafına bakarak.
Harry öbür tarafına döndü ve üçüncü sınıftaki bir çocukta gazete olduğunu gördü. Uzanıp gazeteyi elinden kaptı ve karşılığında şaşkın ve kızgın bir “hey!” cevabı alsa da duymazdan geldi. Başlığı okuyunca kalbinin göğsünde acıyla hopladığını hissetti. Gelecek Postası’nın ön sayfasında kocaman kalın harflerle şu sözler yer alıyordu: “Seçilmiş Kişi’nin Ailesini Karanlık Prens Katletmiş!”
“Büyücülük Dünyası’na karşı işlediği suçlardan ötürü, şuanda yüksek güvenlikli bir hapishanede müebbet hapis yatan, nam-ı kötü Karanlık Prens’ten bir itiraf geldiğini iddia eden yeni bir demeç bugünlerde konuşuluyor. Bu demece göre, Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen’in oğlunun işlediği ve gitgide büyümekte olan dehşet verici suçlar listesine bir yenisi daha eklendi. Karanlık Prens’in Frank ve Alice Longbottom’a işkence edip onları vahşice katlettiği iddia ediliyor. Longbottom çiftinin ağır tahrip edilmiş cesetleri iki yılı aşkın bir süre önce evlerinde bulunmuştu. Frank ve Alice Longbottom’ın her ikisi de Seherbaz’lardı, ama pek çok kişi Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen’in hedefi hâline gelmelerinin sebebinin, biricik oğulları Neville Longbottom’dan ötürü olduğunu düşünüyordu. Kimilerine göre, Neville Longbottom ‘Seçilmiş Kişi’ olarak bilinmekte. Neville Longbottom’ı Karanlık Lord’a bağlayan bir Kehanet’in gerçekten olup olmadığı son on altı yıldır pek çok tartışmanın konusuydu. Mr Neville Longbottom’ın Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen’le yüzleşmesinin kaderinde olup olmadığına bakılmaksızın, ailesinin acımazsızca öldürülmesine karşılık olarak, Karanlık Prens’le yüzleşmek için artık bir nedeni var gibi görünüyor.”
Harry gazeteden bakışlarını kaldırdı ve gözleri hemen yine Neville’e odaklandı. Onun gazeteyi bir kenara itip aniden ayağa kalktığını gördü. Neville kimseyle göz göze gelmeden arkasını dönüp salondan çıktı ve arkasından kapıyı sertçe çarptı.
Büyük Salon’da homurdanmalar başlamıştı bile; Neville’ın aniden çıkıp gitmesiyle sesler on kat daha arttı. Harry kapıdan bakışlarını çektikten hemen sonra Ginny’yle göz göze geldi. Ginny gazeteyi elinde sıkı sıkı tutuyordu ve gözleri Harry’ye sabitlenmişti. Ron ve Hermione bile yüzlerinde açıkça görülen bir korku ve tiksintiyle ona bakıyorlardı. Ginny kafasını tiksinirmişçesine iki yana salladı ve bakışlarını Harry’den ayırdı. Sonra da çantasını kaldırıp omuzuna astı ve oradan ayrıldı.
Harry, bakışlarını Ginny’den çekerek Damien’ın sorgulayıcı bakışlarıyla karşılaştı. Onun da önünde gazetenin bir nüshası duruyordu. Damien, her şeyden çok şoka uğramışa benziyordu.
Harry, kafasını yana çevirip öğretmenler masasına bakmaktan kendini alamadı. Mavi bakışlar, onun bakışlarıyla buluşmayı bekliyordu. O sakin mavi gözlerdeki bir şey, Harry’ye bunun Dumbledore’un işi olduğunu söylüyordu. Harry, hayatında hiç bu kadar öfkeli hissetmemişti. İnanılmaz bir hiddetle, Dumbledore’a gözlerini dikti. Masanın altında ellerini o kadar sert sıkıyordu ki, canı yanıyordu. Dumbledore’un yüzünde belli belirsiz fark edilen bir tebessüm gördü ve o anda Harry’nin tepesi iyice attı. Hogwarts’ta kapana kısılmış olması artık umurunda değildi. Yoldaşlık üyelerinin onu izleyip izlemediği de umurunda değildi. Hatta Ruh Emici’lerin gökyüzünde onun etrafında dolaşıyor olması da umurunda değildi. Gözlerini Dumbledore’dan ayırmadan ayağa kalktı; etrafındaki öğretmenlerin onun hareketleri üzerine açıkça gerildiğini görebiliyordu. Dumbledore sakince oturmaya devam edip Harry’yi ilgisiz mavi bakışlarla süzdü. Harry göz temasını çekip arkasını döndü ve salonu terk etti.
Harry, İksir dersinin bitmesini iple çekiyordu. Derse hiç dikkatini veremediği için Yaşayan Ölü İksiri’ni iyi yapamamıştı. Ancak Harry bunu önemsemiyordu. Nasıl iksir yapıldığını biliyordu; bunu Hogwarts’ta kanıtlamaya ihtiyacı yoktu.
Toplanma vakti gelir gelmez, Harry Draco’nun sırasının yanına notunu düşürdü. Draco, notu gizlice alıp çantasına tıkıştırdı.
Harry çantasını toplayıp sınıftan ilk ayrılan kişi oldu.
Harry geldiğinde, Draco neredeyse yarım dakikadır bekliyordu. Harry’nin erkekler tuvaletinde buluşma isteğine şaşırmıştı, çünkü geçen sefer orada buluştuklarında neredeyse Damien’a yakalanacaklarından yakınıp durmuştu. Tam ağzını açıyordu ki, Harry ona doğru geldi ve yüzündeki ifade Draco’yu anında susturdu.
“Slytherin’leri topla!” diye tısladı Harry, daha Draco’nun yanına gelmeyi bile beklemeden. “Dumbledore’a bir ders vermenin zamanı geldi!”
“Neler oluyor?” diye sordu Draco; kafası karışmıştı. “Ne yaptı?”
“Çizgiyi aştı artık,” diye gürledi Harry.
“Bugün gazetede çıkanları mı kastediyorsun?” diye sordu Draco. “Bu, Dumbledore’un işi mi?”
Harry’nin öfke dolu gözleri, Draco’ya cevabını vermişti. Bir süre sessiz kaldıktan sonra, en yakın arkadaşının bakışlarıyla tekrar buluştu.
“Benim ne yapmamı istiyorsun?”
“Biraz paraya ihtiyacım var ve ortak salonunuzun tam olarak nerede olduğunu ve parolasını bilmem gerekiyor,” dedi Harry.
“Tamam,” dedi Draco; para kesesini çıkarmak için elini çoktan cebine atmıştı bile. “Benim ne yapmam gerekiyor, peki?”
“İhtiyacım olan şeylere ulaştığımda sana söyleyeceğim,” diye cevap verdi Harry.
“Dikkatli ol,” diye uyardı Draco, para kesesini Harry’ye uzatırken. “Seni takip eden gözler olduğunu unutma. Aptalca bir şey yaparken sakın yakalanayım deme.”
Harry kafasını iki yana salladı; öfkesi ellerinin titremesine sebep oluyordu.
“Benimle uğraşabileceğini zannediyor,” dedi usulca. “Beni oyuna getirip bundan ucuz kurtulacağını sanıyor.” Harry Draco’yla göz göze geldi. “Ama kime karşı oynadığından haberi yok. Madem oyun oynamak istiyor,” diyerek pis pis sırıttı, “o zaman biz de oynarız.”
Çeviren: Duygu Baştürk