Albus Dumbledore kolay kolay paniğe kapılacak karakterde bir insan değildi. Devasa bir tehlike içindeyken bile, sakin kalabilme konusunda oldukça becerikliydi. Bu sakinliği büyücünün neredeyse kendisi kadar meşhurdu. Ancak bugün, ofisinde oturup James Potter’ın endişe duyduğu meseleyi dinlerken yıllar sonra ilk kez paniğe kapılıyordu.
Yine de, hislerini göstermedi; yüz ifadesi sakindi ve ellerini çenesinin altına koymuştu, ama gel gelelim, gözleri duyduğu endişeye ihanet ediyordu. Gözlerinde her zamanki pırıltıdan eser yoktu.
“Daha önce böyle bir şey duydun mu hiç?” diye sordu James, sesi titreyerek.
Dumbledore’a yabancı gelen bu panik hissi, cevabın hayır olduğunu anladığında daha da kötüleşti.
“Lanetli yara izleri nadirdir,” diye söze başladı, ellerini çenesinden çekerken. “Belgelerde izine pek rastlanmasa da, lanetli yara izleri zaman zaman nüksetmeleriyle bilinirler.”
“Evet, zaman zaman!” diye tekrar etti James, “iki ay içinde sayısız kez değil!” Kafasını iki yana sallayıp eliyle yüzünü ovuşturdu. “Acı çekiyor. Bunca zamandır, Harry acı çekiyor ve ben bunu fark etmedim bile,” diye kendini payladı. Ne biçim bir babaydı? Oğlunun acı içinde olduğunu nasıl olur da göremezdi? Harry’nin pek çok kez alnını ovduğunu ve acı içinde yüzünü buruşturduğunu görmüştü. Yine de daha fazla uğraşmalı, Harry’yi yardımını kabul etmesi için zorlamalıydı. Oğlunu yüz üstü bırakmış olmanın verdiği hayal kırıklığıyla kendisinden bir kez daha nefret etti.
“Burun kanamaları,” diye usulca söze girdi Dumbledore, “Harry, bunların ne zaman başladığını söylemişti?”
“Söylemedi,” diye bitkin bir hâlde cevap verdi James. “Sadece çok yakın zamanda başladığını söyledi.”
Dumbledore biraz rahatlamışa benziyordu.
“Güzel, güzel,” diye mırıldandı; kafasının içinde bir şeyleri çözmüşçesine gözlerini yere indirdi.
“Senin bilmeni istemiyor,” dedi James ona. “Bunu ona karşı kullanacağını düşünüyor.”
Dumbledore, Harry’nin ona duyduğu güvensizlik karşısında hissettiği acıyı gizlemek için gülümsedi.
“Beni hâlâ düşmanı olarak görüyor,” diye cevap verdi. “Ve iyi bir asker olmanın şartı, düşmanına zayıf noktalarını asla göstermemekten geçer.” Dumbledore başını iki yana salladı. “Zamanla ona zarar verme niyetimin olmadığını anlayacaktır.”
“Sana geldim, çünkü Harry’nin neden bu kadar acı çektiğini bilirsin diye ummuştum,” dedi James; sesinde suçlayıcı bir ton vardı.
“Keşke bilseydim,” diye açık yüreklilikle cevap verdi Dumbledore. “Ama söylediğim gibi, lanetli yara izleri nadirdir.” Duraksadı ve karşısında endişeli bir baba olarak duran James’in gözlerine baktı. “Sihirli doğum izleri üzerine araştırma yapmış bir arkadaşım var; kendisi bu konularda engin bir bilgiye sahip. Çalışmaları esnasında, lanetli yara izlerine dair bir şeylere rastlamış olabilir. Ona danışacağım.”
James başını aşağı yukarı salladı; ufak da olsa içini bir umut kaplamıştı. Belki de, bu işi çözebilirlerdi.
Ekim ayının sonlarına doğru, soğuk gri bir sabahtı ve Harry yataktan sürünerek çıktı. Bugün büyük gündü, çünkü Gryffindor – Slytherin maçı vardı. Harry elini yüzünü yıkayıp miskin miskin Quidditch cüppesini üzerine geçirdi.
Ortak Salon’a iner inmez, Damien yeni Nimbus 3000’ini göstererek koşa koşa ona doğru geldi.
“Harry, bak! Babam bana ne almış? Çok havalı, değil mi? Artık ikimizin de Nimbus’u var! Maçı kesinkes biz kazanacağız!”
“Evet,” diye cevap verdi Harry, gözlerini devirerek. “Hiç şımarık değildin sen, değil mi?”
Ama Damien’ın onu duymayacak kadar keyfi yerindeydi. Kahvaltı için Büyük Salon’a giderken gördüğü herkese mutlulukla süpürgesini gösteriyordu.
Harry’ye her zamanki gibi yine James eşlik ediyordu. Yol boyunca Seherbaz’ın gözlerinin onun üzerinden ayrılmaması canını sıkmıştı. Onunla hiç konuşmamıştı ki, bu Harry’ye göre büyük bir gelişmeydi; ancak, sessiz bakışları da sinirini bir hayli bozuyordu. Büyük Salon’a vardıklarında ise Harry dayanamayarak ona dönüp fısıldadı:
“Şimdi de, beni bakışlarınla mı yıldırmaya karar verdin?”
James ona gülümsedi, ama gözleri endişe ve hüzün doluydu.
“Sadece iyi olup olmadığını anlamaya çalışıyordum,” diye cevapladı, alçak sesle.
Harry ters ters ona baktı.
“Başka bir yöntem bul,” dedi, soğuk soğuk. “Bunun modası geçeli çok oldu.”
James’i kapıların orada bırakıp içeriye yürüdü, ama bir şey yiyemeyecek kadar gerilmişti.
Quidditch sahasını dolduran kalabalık, Harry’nin daha önce gördüğü hiçbir kalabalığa benzemiyordu.
‘Tüm bu insanlar nereden geldi?’ diye sordu kendi kendine, Gryffindor takımının diğer üyeleriyle soyunma odasından ayrılırken.
Diğer Gryffindor oyuncularıyla birlikte beklemeye koyuldu. Kaptanları Angelina, sahanın ortasına, Slytherin olduğu her halinden belli olan uzun boylu ve acımasız görünen birine doğru ilerliyordu. Harry gözleriyle Slytherin oyuncularını süzdü. Tüm oyuncuları erkeklerden oluşuyor, her biri de –tıpkı kaptanları gibi– iri cüsseli ve hantal görünüyordu. Draco, aralarında, yaşı en küçük ve en çelimsiz olarak kendini belli ediyordu. Harry, gözleri Draco’ya kitlenmiş bir halde, ona bakmayı sürdürdü. Slytherin Arayıcısı olarak, küçümsercesine dudaklarını büküyordu, fakat Harry’yle göz göze gelince yüzündeki sırıtış biraz kayboldu.
Madam Hooch düdüğünü çaldı ve on dört oyuncu birden aynı anda havaya fırladı. Tezahüratlar dört bir yanda yankılanıyordu ve seyirciler bir tarafta kırmızı-altın renklerde, diğer tarafta yeşil-gümüş renklerde pankartlar taşıyordu. Tepeye ulaşan ilk oyuncular, Harry ile Damien’dı. Damien Harry’ye göz kırparak Quaffle’ı almak için süratle Ginny’ye doğru uçtu. Draco da kısa bir süre sonra Harry’ye katılmıştı. Bir an birbirlerine baktıktan sonra ikisi de farklı yönlere doğru uçtular. Damien Quaffle’ı Ginny’e fırlattı, o da topu yakaladığı gibi sahanın diğer ucunda bulunan üç çembere doğru hızla fırladı. Ancak, onun iki katı büyüklüğünde bir Slytherin’in sert müdahalesi yüzünden Quaffle’ı elinden kaçırmıştı.
Slytherin takımının, oyunun daha ilk bir dakikası dolmadan, öne geçtiğini gören Harry keyiflenmişti. Altında duran yeşil-gümüş renklerle bezenmiş kalabalık muazzam bir tezahürat koparıyordu. Damien Quaffle’ı yakalamak için süratle atıldı ve topu çemberden geçirmek için sahanın ucuna doğru harekete geçti. Harry, Damien’ın uçuşundan çok etkilenmişti. Saniyeler içinde, Damien yoluna çıkan iki Slytherin ile bir Bludger’ı atlatmayı başarıp muhteşem bir gole imza attı. Damien’ın skor yapmasıyla, kırmızı-altın renkler içindeki öğrenci kalabalığı müthiş bir tezahürat kopardı. Harry, gürültü yüzünden spikerlik yapan Lee Jordan’ın skorun 10-10 olduğunu söyleyen sesini zar zor duyabildi.
Harry, on iki yaşındaki çocuğun başarısını izlerken, vücudunun gururla titrediğini ve içinin ona ısındığını fark etti. Ama mantığını devreye sokup bu düşünceyi aklından hemen kovdu.
Dönüp oyunculara göz attığında ilk kurbanının kim olacağına karar verdi. Damien’dan sonra en hızlı oyuncu, takımın kaptanıydı ve Harry şimdi gözlerini ona dikmişti. Angelina Johnson gitmeliydi.
Harry Angelina’nın karşı yönüne doğru uçtu. Draco da hemen onu takip etmişti. Süpürgesini sağa kırınca, Draco da aynısını yaptı. Harry, Draco’nun ona söylediklerinin doğru olmasını diledi. Dün gece maç öncesi konuştuklarında, Slyherin Vurucu’larının –her zaman yaptıkları gibi– Gryffindor Arayıcısı’nı hedef almayı planladıklarını söylemişti. Draco buna derhâl karşı çıktığını, Slytherin’lerin Karanlık Prens’i hedef alma planlarını dehşetle dinlediğini dile getirmişti. Ancak, tabii ki, Slyhterin’de Harry’nin gerçek kimliğini bilen Draco’dan başka kimse yoktu. O yüzden Draco da hiçbir şey yapamamış, geri durarak çenesini kapalı tutmuş, takım arkadaşlarının Harry ile ilgili yaptıkları pis planlarına sessiz kalmak zorunda kalmıştı. En azından, ona bunları söylediğinde pek mutlu görünmüyordu.
Harry’nin keskin bir dönüş yapmasıyla, Lee’nin sesi tüm sahada yankılanarak Gryffindor Arayıcısı’nın Snitch’i görmüş olabileceğini söylüyordu. Harry kendi kendine gülümsedi. Şimdi, hiçbir şeyden şüphelenmeyen Angelina’ya doğru hızla uçuyordu. Harry, gözünün kenarıyla, Crabbe’in ona bir Bludger gönderdiğini fark etti.
‘İşte bu.’
Bludger süpürgesinin kuyruğuna çarpmak üzereyken, Harry tam zamanında dalışa geçti.
Ve bundan sonrası tam da planladığı gibi oldu.
Bludger sert bir şekilde Angelina’ya çarptı. Angelina acı ve şok içinde çığlığı bastı. Darbeyi en çok kolundan almıştı. Kolunu göğüs hizasında tutarken süpürgesinin üzerinde öyle bir sendeledi ki, az daha tüm kontrolü kaybediyordu. Gryffindor takımı şimdi onun yanındaydı, Harry de dâhil. Ama Angelina hepsine iyi olduğunu ve oyuna geri dönmelerini söyledi. Bu sırada, Slytherin bir gol daha atarak skor yapmayı başarmıştı.
Skor şimdi 20-10’du ve Slytherin öndeydi. Oyun ilerledikçe, Gryffindor Slyhterin’in puanlarına ucu ucuna yetişmeyi başarıyordu. Bir saat sonra, skor Slytherin lehine 60-50 olmuştu. Angelina fazlasıyla yavaşlamıştı. Draco Harry’nin uyguladığı taktiği kullanarak, Fred’in yolladığı bir Bludger ile Ginny’nin de yaralamasına sebep olmuştu. Bu da demek oluyordu ki, Gryffindor’un iki Yakalayıcısı da kötü durumdaydı.
Draco’nun şimdiki hedefi, üçüncü ve son Gryffindor Yakalayıcısı olan Damien’dı. Damien’a doğru hızla uçarken bir anda Harry önüne çıkıp onun yolunu kesti. Yeşil gözler onu uyarırcasına parlıyordu ve Draco ne demek istediğini mükemmelen anlamıştı.
‘O değil!’
Draco kaşlarını çatmış, gri gözlerini kısarak soru sorarcasına ona bakıyordu. Ama Harry ona gözleriyle emir verir vermez oradan uzaklaştı. Draco Damien’a son bir bakış daha attıktan sonra, itaatkâr bir şekilde oradan ayrıldı.
Harry, Altın Snitch’i aramaya bir kez bile yeltenmemişti ve üstelik Draco’nun da dikkati Harry’nin üzerinden bir an olsun ayrılmıyordu. Skor Slytherin’in lehinde ilerlemeye devam ediyordu: 80-60.
Öfkeden deliye dönmüş bir Angelina Harry’e doğru uçtu.
“Harry, yakala şu Snitch’i ve daha da kötüye gitmeden bu felakete bir son ver!” dedi; sesinden canının yandığı anlaşılıyordu.
Harry aşağıya bir göz atarken başını salladı.
‘Evet, artık buna bir son verelim.’
Harry, küçük altın topu, kale direklerinden birinin yakınlarında kanat çırparken gördü. Müthiş bir hızla harekete geçti. Draco ise hemen arkasından uçmaya başladı. Şimdi kalabalıkta tüm gözler iki Arayıcı’ya dikilmişti; Snitch’e önce kimin yaklaşacağını merakla izliyorlardı. Harry gözden kaybolmak üzere olan topa doğru hızını artırdı, Draco da Harry’nin yanında onunla birlikte hızlandı. İki çocuk da Snitch’i yakalamak için şimşek gibi uçuyorlardı. Snitch bir o yana bir bu yana uçuyor, sanki ikiye ayrılacağından korkarmış gibi yakalanmamaya gayret ediyordu.
Harry ile Draco süpürgelerini sağa kırdılar; ikisi de altın topun gözden kaçmasına fırsat vermiyordu. Yine, ikisi birden ani bir dalışa geçerek Snitch’i almak için uzandılar. Harry’nin uzattığı parmakları altın toptan yalnızca birkaç santim uzaktaydı. Parmakları topun ince kanatlarının çırpınışını hissedebiliyordu. İşte tam o anda, Harry kararını verdi. Başını Draco’ya doğru çevirip onun kaygılı gözlerine baktı. Harry arkadaşına göz kırparak dalıştan çekildi. Draco’nun parmakları ise Altın Snitch’e doğru kapandı.
Draco yere iniş yaptığında, önce şaşkın görünüyordu. Sonra, sırıtarak hâlâ elinde çırpınan Snitch’i herkese göstermek için havaya kaldırdı. Harry Slytherin’in zaferini izlemek için bir süre daha havada asılı kaldı. Slytherin’ler keyiften dört köşe olmuş, çığlık çığlığa bağırıyor ve takımını alkışlıyorlardı. Gryffindor’lar, Ravenclaw’lar ve Hufflepuff’lar ise sessizliğe gömülmüşlerdi. Oysaki aralarından çoğu Harry’yi takımla birlikte antrenman yaparken izlemiş ve onun harika olduğuna kanaat getirmişlerdi. Ama şimdi kimse ne olduğunu anlayamıyordu. Snitch’i yakalamaya o kadar yaklaşmıştı ki… Son anda kaybetmesinin nedeni neydi?
Harry yere ayak basarak süpürgesinden indi. Etrafı, mahvolmuş görünen Gryffindor oyuncularıyla sarılmıştı. Angelina fırtına gibi ona yaklaştı; Fred, George ve Ron da hemen yanındaydı.
“Ne haltlar döndü orada?” diye avazı çıktığı kadar bağırdı.
“Ne diyebilirim ki? Malfoy daha hızlıydı, sanırım,” diye cevapladı Harry.
“Kes lan saçmalamayı!” diye bağırdı Ron; yüzü ve kulakları şimdi en az saçları kadar kıpkırmızıydı. “Malfoy o lanet Snitch’i yakalayabilecek kadar hızlı falan değildi! Ona sen izin verdin!”
“Ron!” diye bağırdı Angelina, bu tarz bir suçlamada bulunduğu için ona sinirlenerek.
“Bırak bu ayakları, Angie, bana görmediğini söyleme sakın!” dedi Ron. “Dalıştan çıktığı için Snitch’i Malfoy yakaladı! Harry Slytherin’in kazanmasını sağladı!”
“Neden onların kazanmasını isteyeyim ki?” diye sordu Harry.
Angelina başıyla onayladı.
“Kesinlikle,” dedi. “Harry’nin bunu yapması için bir sebep yok.” Derin bir nefes aldı. “Sanırım, hepimiz şoka girdik, o yüzden de…”
“Ah, yapma, Angie!” diye karşı çıktı Fred. “Bu kadar ahmak olma!”
“Sence de, tuhaf değil miydi?” diye ekledi George, “oyun süresince saldırıya uğramayan tek Yakalayıcı’nın onun kardeşi olması!”
Harry’nin gözleri ikizlere bakarken tehlikeli bir şekilde parladı, ama yine de sessiz kaldı. O anda, Harry Damien’ın aralarında olmadığını fark etmişti. İkizlerin Angelina ile yaptığı ağız dalaşını tamamen duymazdan gelerek arkasına baktı. Damien ile Ginny’yi sahanın öbür tarafında dururken gördü. Ginny Slytherin’lerin coşkulu zaferini izlerken, neredeyse ağlayacak gibi görünüyordu. Bir eliyle beceriksizce omzunu tutuyor, belli ki acı çekiyordu. Ancak, Damien’ın ifadesindeki bir şey, Harry’nin kalbinin teklemesine yol açtı. İhanete uğradığını gösteren o bakışlar aradaki mesafeye rağmen anlaşılabiliyordu.
Gryffindor ortak salonuna savaş kaybedilmiş gibi bir hava hâkimdi. Bir bakıma, savaş kaybedildiği bile söylenebilirdi. Slytherin ile Gryffindor arasında ezelden beri kızgın bir rekabet söz konusuydu. Daha ilk maçta Slytherin’e yenilen Gryffindor, koca bir yıl Slytherin’lerin yüzüne nasıl bakacaktı?
Weasley’lerin aksine, diğer tüm Gryffindor’lar Harry’nin iyi bir oyun çıkardığını, ancak bu sefer Draco Malfoy’un şansının yaver gittiğini düşünüyorlardı. Harry aptallıklarına içten içe gülüyordu. Kupayı kazanma şanslarını bile bile sabote etmişti ve bunu gözlerinin önünde yaptığı halde, gerçeği görmek istemiyorlardı. Tabii ki, oyunun kaybedilmesiyle Gryffindor’ların küçük bir çöküş yaşayacağını tahmin ediyordu, ama bu kadar şiddetli bir çöküşün yaşanması Harry’yi hayretler içinde bırakmıştı. Öğrenciler resmen yenilginin yasını tutuyorlardı. Hatta aralarında bazı ahmakların gözü bile yaşarmıştı. Harry onların üzüntüsünden keyif alacağını zannetmişti, ama gel gelelim yanılmıştı. Ve bunun tek nedeni de, Damien isimli sümüklü şımarık bir veletten başkası değildi.
O anda ortak salonda olmayan tek Gryffindor, Damien’dı. Bu yüzden, Harry çok sık aralıklarla kapıyı gözlüyor, onun dönüşünü bekliyordu. Neden mi? Bunu kendisi de bilmiyordu.
Ortak salon yavaş yavaş boşalmaya başladı ve kısa bir süre sonra, yanan alevlerin yanında oturan Harry salonda tek başına kaldı. Saat on bire çeyrek varken, portrenin kapısı kayarak açıldı ve Harry, Damien’ın içeri tökezleyerek girerken ne kadar mutsuz göründüğünü fark etti. Erkekler yatakhanesine doğru yol alan Damien başını kaldırdı ve ona gözlerini dikmiş bakan Harry’yi gördü. Adımlarını durdurdu.
Harry, çocuğun yüzünden birçok duygunun aynı anda geçtiğine tanık oldu. Daha önce hiç kimseyi bu kadar üzgün görmemişti.
‘Merlin, bu yalnızca bir oyun,’ diye geçirdi içinden.
“Hey, neredeydin…?” Damien’ın elini kaldırmasıyla, Harry sustu.
“Yapma, Harry, sakın yapma,” dedi, gergin bir ses tonuyla.
Harry, hiç alışkın olmadığı bu davranışın karşısında tamamen afallamıştı. Damien üst kat merdivenlerine doğru ilerledi.
“Damien…” diye başladı Harry, yerinden kalkarak.
“Hayır!” diye bir anda haykırdı Damien. “Senden hiçbir şey duymak istemiyorum!”
Harry, Damien’ın yükselen sesinden ziyade, gözünde parlayan yaşların şokunu yaşıyordu.
“Merlin aşkına, bu sadece boktan bir oyun!” dedi Harry, öfkeyle. “Bu kadar üzülmene değecek bir şey değil.”
Damien’ın gözleri büyüdü ve ona doğru bir adım ilerledi.
“Oyun benim umurumda bile değil!” diye tısladı.
“Neye bu kadar sinirlisin, o zaman?” diye sordu Harry.
“Çünkü sen bana ihanet ettin!” diye haykırdı Damien. “Bugün elinde bir seçim şansın vardı, Harry. Ya arkadaşına yardım edecektin ya da kardeşini sahiplenecektin; sen bana karşı olmayı seçtin.”
“Arkadaşım mı?” diye sordu Harry, numara yapmayı sürdürerek. “Kimden bahsediyorsun?”
“Ah, vazgeç artık, Harry!” dedi Damien. “Malfoy ile arkadaş olduğunu biliyorum. Onunla konuştuğunu da biliyorum, hatta bugünkü oyunu bırakmanın sebebinin o olduğunu da biliyorum!”
“Saçmalık!” diyerek reddetti Harry.
Damien başını iki yana sallayarak ona incindiğini belli eden bir ifadeyle baktı.
“Ne var biliyor musun, Harry? Ağabeyim olduğunu ilk öğrendiğimde tek isteğim, tıpkı Ron’un kardeşleriyle olduğu gibi, seninle yakın olmaktı. Ama başından geçenleri düşününce, sana ulaşmanın kolay olmayacağını biliyordum. Senin bize açılman ve alışman için zamana ihtiyaç olduğunu da biliyordum. Tam da bu yüzden, bana yaptığın onca şeyi sineye çektim. Ben bu yüzden, yaptığın her şeye bir bahane uydurarak senin çok kötü bir insan olmadığın konusunda kendimi ikna ettim ve arkadaşlarımı da buna inandırmaya çalıştım.” Başını iki yana salladı. “Ama yanılmışım. Aile olmanın senin için bir anlam ifade ettiğini düşünerek aptallık etmişim!”
“Sen benim ailem değilsin!” diye tısladı Harry, ona. “Bunu sana ilk tanıştığımızda söylemiştim!”
Damien durdu; ela gözleri kalbinin daha çok kırıldığını gösteriyordu.
“Seninle ilk tanıştığımda, bana bok gibi davrandın!” dedi Damien, öfkeyle. “Ama yine de, kardeşin olduğunu ilk kez duymanın şokunda olduğunu düşünerek söylediklerini umursamadım. Hogwarts’a geldiğinde en yakın arkadaşlarıma, aile kadar yakın gördüğüm arkadaşlarıma hakaretler ettin! Hermione’ye o iğrenç lafı söyledin, yetmedi, sırf onu korudu diye Ron’a saldırdın. Bunların hepsini görmezden geldim ve arkadaşlarımı sana kötü davranmasınlar diye ikna ettim; meğer sana bahaneler uydurarak ne büyük bir aptallık etmişim! ‘Asan yoktu, yalnızca kendini korumaya çalışıyordun, Hermione’ye o isimle seslenirken bunun ne kadar kötü bir kelime olduğunu bilmiyordun!’ Neden biliyor musun? Çünkü kardeşler birbirleri için tam da böyle yapar. Birbirlerine yaptıklarını unutarak arka çıkarlar. Her şeye alışmaya başladıkça, senin de buraya, ailene ait olduğunu fark edeceğini düşünmüştüm…”
“Sen de en az baban kadar kalın kafalısın!” diyerek onun sözünü kesti Harry. “Acaba daha hangi dilde konuşmam gerekiyor, anlamanız için? Siz benim ailem değilsiniz!”
“Buraya kadar!” Damien iki elini de kaldırıp ona keskin gözlerle bakarak başını iki yana salladı. “Ben pes ediyorum! Bu saçmalığa daha fazla katlanamam! Ağabeyim olmak istemiyorsun madem, tamam, çünkü ben de artık senin ailen olmak istemiyorum! Bitti, buraya kadar!”
Son sözünü söyleyen Damien dönüp merdivenlerden çıkarak Harry’yi geride yapayalnız bıraktı.
Çeviren: Tuba Toraman