[Kısım 2]
Harry şişenin tıpasını çekti ve çantasından birkaç parça pamuk bulup çıkardı. Pamuğu şişenin ağzına koyup şişeyi eğerek pamuğu bir parça iksire buladı. Başını kaldırıp baktığında, aynadaki yansımasıyla karşılaştı. Yansıması, gözüne artık daha iyi görünüyordu; kendi banyosunda kendi küvetinde duşunu almış, üzerini kendi kıyafetleriyle değiştirmişti.
Küçük şeyleri özlediğini fark edince kendi bile şaşırmıştı; odasını, kitaplarını, kıyafetlerini ve diğer tüm önemsiz eşyalarını özlemişti. Kendi diş fırçasına bakıp sırıtırken tam bir aptal gibi görünüyordu.
Bunları düşünürken kafasını iki yana salladı ve bakışlarını kaldırarak şu anki görevine odaklandı. Islak saçını geriye doğru tarayarak yüzündeki morluğu ilk defa incelemeye koyuldu. Acı verdiği kadar kötü de görünüyordu. Morluğun ortasında, kesilen yerde ince bir kan izi vardı.
Kapının hafifçe vurulduğunu duyduğunda, antiseptik iksir döktüğü pamuğu yüzüne yaklaştırıyordu.
Kapının açılma sesini duyduğunda ise gerilerek duraksadı. Ayak sesleri yaklaşıyor, banyoya doğru geliyordu. Bella elinde bir kutuyla kapıda belirdi. Ona bakarken sırıtıyordu.
“Çok daha iyi görünüyorsun,” dedi.
Harry de ona sırıttı.
“Bir banyo bazen mucizeler yaratır,” diye cevapladı, “özellikle de, dört çocukla birden paylaşmak zorunda değilsen.”
“Aynı anda mı?” diye sordu Bella, kaşlarını çatarak. “Ben görmeyeli Hogwarts bayağı bir değişmiş.”
Harry onun sırıtan yüzüne bir parça pamuk fırlatırken, Bella kayarak kenara kaçtı.
“Ne kadar komiksin,” dedi Harry.
Bella banyoya girip kutuyu banyo dolabının üzerine koydu ve açtı.
“Otur,” dedi, kutudan birkaç malzeme çıkarırken.
“İyiyim ben, kendim halledebilirim,” diye karşı çıktı Harry, ama Bella gözünü kutudan ayırmadan başıyla ona oturmasını işaret etti. Harry homurdanarak dolabın üzerine zıplayıp oturdu.
Bella elinde tuttuğu kavonozun kapağını açarak ona yaklaştı. Sol kolunun yenini yukarı çekerken, Harry’nin iple kesilen bileğine kaşlarını çatarak baktı. Çocuğun önce sol bileğine, ardından ise sağ bileğine merhem sürerken gıkı çıkmıyordu. O sessizce çalışırken, Harry onu izliyor, yüzünden geçen ifadeleri okuyordu. Çok öfkeliydi, en azından çatılmış kaşları ona öyle söylüyordu. Aynı zamanda, iplerin yarattığı derin yaralara bakarken endişeli de görünüyordu. Harry gülümsemeden edemedi. Hogsmeade’de Moody’nin saldırısına uğradıktan sonraki halini görseydi, Bella muhtemelen tüm köyü ateşe verirdi.
“Ee,” diye başladı Harry, “ben yokken işler nasıl gitti?”
Bella’nın dikkatini dağıtması gerekiyordu.
Başını kaldırıp ona baktığında, hâlâ onun sağ bileğini iyileştirmekle meşguldü.
“Sen yokken hiçbir şeyin düzgün gitmediğini mi duymak istiyorsun?” diye cevapladı.
“Kabul etmeliyim ki, her şeyi bıraktığım gibi bulunca şaşırdım,” diye alay etti Harry. “Galiba Ölüm Yiyen’ler düşündüğüm kadar embesil değiller. En azından, malikâneyi alaşağı etmemeyi başarmışlar.”
Bella tek kaşını kaldırdı, ama dudağının kenarları, aynı birbirleriyle şakalaştıkları eski günlerdeki gibi, kıvrılmıştı.
“Ölüm Yiyen’ler senin arkanı kurtardı; yani, ben senin yerinde olsam, onlarla uğraşmazdım,” dedi, parmaklarını temizleyip kavonuzun kapağını kapatırken.
“Ben iyi idare ediyordum,” dedi Harry, “senin kurtarma timinin ortalığı ateşe vermesine gerek yoktu.”
Bella elinde tuttuğu ince pamuk parçasına bir miktar antiseptik iksir döktü.
“Evet, ne kadar iyi idare ettiğini gördüm.” Elini uzatıp Harry’nin saçlarını geriye itti ve yarasını görünce yılan gibi tısladı. “Bir de idare ediyor olsaydın, ne duruma geleceğini düşünmek bile istemiyorum.”
Yarayı temizlemeye koyulunca, Harry soluğunu tuttu; yarası, iksirin değmesiyle yanmaya başlamıştı. Bella duraksadı; kara gözlerini Harry’nin yüzüne diktiğinde ifadesinden acı çektiğini anlıyordu. Daha yavaş ve hafif dokunuşlarla yarayı temizlemeye devam etti.
“Çok pervasızsın,” diye fısıldadı Bella.
“Ne demek istiyorsun?”
Bella elini çekip pamuğu yenisiyle değiştirdi.
“Yakalanmanın sebebi, düşünmeden kafanın dikine göre hareket etmendendi. Sana kaç kere söyledim, Karanlık Lord dışında, hiç kimse için hayatını tehlikeye atmayacaksın.” Yarayı son bir kez daha temizleyip pamuğu atarken başını iki yana salladı. “Seni az daha kaybediyorduk.” Eline daha küçük bir kavonoz alıp kapağını açtı ve biraz krem aldı. “Son aylarda babanın neler çektiğinden haberin bile yok.”
“Ah evet, zavallı babam, kesin hayatı cehenneme dönmüştür,” diye takıldı Harry. “Ben mi? Ah ya, ben ise çok eğleniyordum.”
Bella hafifçe gülerek onun yeniden alnına düşen asi saçlarını geriye itti.
“Ekselanslarının durumu idare ettiğinden emindim.”
Harry suratını buruştursa da bir şey söylemedi. Bella yaranın üzerine krem sürerken ve renginin git gide yerine geldiğini görüp gülümserken, ikisi de sessizliğe gömüldü. Bella ellerini yıkamak için hareket etti.
“Yani,” diye başladı Harry, yeniden, “ben yokken babam beni özledi, öyle mi?”
Bella ellerini kurulayıp kavanozun kapağını kapatırken dönüp ona baktı.
“Seni özlediğini de kim söyledi?” diyerek ona takıldı. “Bizim aslında yapacak çok işimiz vardı. Sen yokken ortam nasıl huzurlu, nasıl sessizdi anlatamam.” Muzip bir şekilde parmağıyla Harry’nin yanını dürterek onu güldürdü. Sonra, gülümsemesi yüzünde solarak, “ama buranın sensiz ne kadar sessiz olduğu konusunda ciddiydim,” dedi. “Karanlık Lord, buraya gelip yatağının boş olduğunu görmemek için, malikânenin bu kısmına hiç uğramadı.” Bakışlarını yere indirdi. “Onu daha önce hiç öyle görmemiştim.”
Harry kendini dolabın üstünden atıp onun önünde durdu. Ellerini omuzlarına koyup onu kendine döndürdü. Bella başını kaldırıp, bakışlarını ona muziplikle bakan yeşil gözlere dikti.
“Sana beni daha çok sevdiğini söylemiştim,” diyerek sırıttı.
Bella kaşlarını kaldırarak ağzını büzdü.
“Sözünü geri al!” dedi, şakayla, “onun bir numaralı adamı benim.”
“Evet, bir numaralı Ölüm Yiyen’i,” dedi Harry ve başını daha da yukarı kaldırarak, “ben ise onun oğluyum.”
Bella ‘hıh’ladı.
“Teknik olarak,” diye mırıldandı ve hemen ardından, Harry’yi baştan ayağa iyice süzüp sordu: “Başka bir yerinden yaralandın mı?”
Harry başını iki yana salladı.
“Hayır, iyiyim.”
Bella da başıyla onayladı.
“Pekâlâ, o zaman bunları topluyorum.”
Harry duraksadıktan sonra elini uzatıp onu durdurdu.
“Aslında, bir şey daha var, ama babama sakın söyleme.” Bella’nın gözlerinin kısılmasını izledi.
“Prens?” diye sordu. “Ne oldu? Bir sorun mu var?”
“Hayır, yok,” diye cevapladı Harry. “Sadece yaralandım, ama babam bunu öğrenecek olursa, deliye döner ve ben de baş ağrılarına daha fazla katlanamam.”
Bella ona daha da yaklaştı.
“Ne oldu?”
Harry derin bir nefes alarak üzerindekini çıkardı. Bella’nın keskin gözleri onun göğsünü tarasa da, ne bir iz ne de bir yara bulabildi.
“Söz ver, Bella.”
“Önce göreyim, sonra karar vereceğim.”
Harry iç çekerek arkasını dönüp ona sırtını gösterdi. Gergin sessizliğin içinde gözlerini sımsıkı yummuş, kafasında Bella’nın bakışlarının şu anda nasıl korkunç göründüğünü hayal ediyordu. Ellerinin sırtına dokunduğunu hissetti; bir anda omurgasından aşağı keskin bir ağrı saplandı. İnlememek için dişlerini sıkarken gergindi.
“Bunu kim yaptı?” diye sordu usulca ki, Harry onun bunu yapanı öldürmeye hazır olduğunu biliyordu.
“Hiç kimse.” Harry onun öfkeden gerilmiş yüzüne bakmak için yerinde döndü. “Düştüm, o kadar da önemli değ-“
“Önemli mi değil?” diye tısladı Bella. “Sen sırtının halini hiç gördün mü?”
“Arkamda olduğunu düşünecek olursak, hayır, görmedim,” diye cevapladı Harry.
“Bak, Harry, eğer bir şeyler saklıyorsan, yemin ederim, doğrudan Efendimize giderim,” diyerek onu uyardı Bella.
“Hayır,” dedi Harry, “bak, ben iyiyim. Sadece Quidditch oynarken süpürgemden düştüm.”
Bella ona dik dik bakarak başını geriye itti.
“Quidditch oynarken mi?”
Harry başıyla onayladı.
“Biliyorum, biliyorum,” dedi, tedirgin bir halde, “sadece bana biraz merhem bırak ve bu söylediğimi unut, tamam mı?”
Bella ona dik dik bakmakla meşguldü. Başını iki yana salladı.
“En son elinde bıçaklarla oynayan çocuk, şimdi süpürgelerle mi oynuyor?”
“O çocuk en son yakalanmış ve insanları aşağılamaktan zevk alan bir manyağın eline düşmüştü.”
Bella irkildi.
“Dumbledore seni Quidditch oynamaya mı zorladı, yani?”
“Hayır, pek öyle sayılmaz.” Harry elini saçlarından geçirerek, “bak, bana sadece bir iyilik yap, tamam mı? Şunun ağrısı beni öldürüyor.”
Bella sessiz kaldı. Geriye dönerek eline yara iyileştirici merhemi aldı ve yeniden kapağını açtı.
“Dön arkanı,” dedi.
Harry ona söyleneni yaptı ve Bella da kendi kendine söylenerek yaranın üzerine bol miktarda merhem sürdü.
“Süpürgeden nasıl düştün?” diye sordu.
“Snitch’i yakalamaya çalışırken-”
“Snitch mi?”
“Evet, Altın Snitch. Küçük bir top-”
“Snitch’in ne olduğunu biliyorum!” diye söylendi Bella. “Arayıcı olarak mı oynuyordun?”
“Evet,” diye cevapladı Harry, acının ardından gelen rahatlama hissiyle, “babama söyleme, olur mu?”
“Ben söylemeyeceğim, ama sen söylemelisin,” dedi. “Başından geçen her şeyi, ama her şeyi bilmek istiyor,” diye vurguladı. “Aptal bir Snitch’i bile yakalamak için süpürgenden düşecek kadar kötü bir Arayıcı olduğun gerçeği de buna dâhil.”
“Hey!” dedi Harry, yüzünü çevirip dik dik bakarak, “Snitch’i yakalamaya çalışırken düşmedim,” diyerek kendini savunmaya geçti. “Yara izimin ağrısı gözümü kör ettiği için düştüm!”
“Ne?” diye sordu Bella.
“Yara izim,” dedi Harry, “oyunu bitirmeye çalışırken ağrımaya başladı. O kadar korkunçtu ki, önümü göremiyordum bile. Ayrıca, burnum da kanamaya başladı ve-”
“Ne dedin sen?” Bella kavanozu bırakıp Harry’ye döndü. “Burnun mu kanadı?”
Harry, o anda, burun kanamalarından babasına da Bella’ya da henüz hiç bahsetmediğini fark etti.
“Evet, çok tuhaftı,” diye başladı Harry, “acı şiddetlendikçe, burun kanamaları da başladı.”
Bella başını iki yana salladı.
“Hogwarts’tayken yara izinin ağrımaması gerekiyordu,” dedi.
“Evet, ama ağrıdı,” dedi Harry, “hem de en olmadık zamanlarda.”
“Ama bu nasıl olur?” diye sordu Bella. “Yara izin, yalnızca, Karanlık Lord’a yakın olduğun zaman ağrıyor. Lord Voldemort ne kadar kızgın olursa olsun, aranızda o kadar mesafe varken senin etkilenmemiş olman gerekiyordu.”
“Ben de öyle zannediyordum,” dedi Harry, “ama yara izim ben Nurmengard’da iken de acıdı. Hatta burnum ilk kez Yoldaşlık karargâhına götürüldüğüm gün kanadı.” Bella’nın gözlerinin şokla açıldığını görünce ise başını iki yana salladı. “Hemen heyecanlanma. Karargâh Fidelius Büyüsü altında ve yerini ben de bilmiyorum. İçeriye Anahtar’la götürüldüm.”
Ancak, Bella’nın umurunda olan şey bu değil gibi görünüyordu; en azından, şimdilik.
“Anlamıyorum,” diye mırıldandı. “Yara izin o kadar uzaktayken acımamalıydı.” Bakışlarını kaldırıp Harry’nin boynunda asılı duran ve çıplak göğsünde gururla parlayan kolyeye baktı. “Hortkuluk,” dedi, Harry’ye bakıp gülümseyerek, “bu kadar acı çekmenin sebebi, Hortkuluk’un boynunda olması.”
Harry’nin eli ister istemez gümüş kolyeyi kavradı.
“Tabii ya,” dedi, soluğu kesilerek, “babamın Hortkuluk’u!” Bunu nasıl da aklına getirememişti. “Babamın ruhunun bir parçası bunun içinde, o yüzden de babam her üzüldüğünde, yanındaymış gibi onun hüznünü hissettim, çünkü gerçekten de bir parçası benimleydi.”
Bella da rahatlamış, gülümsüyordu.
“Beni de endişelendirdin,” dedi, kavanozu tekrar alırken. Yeniden Harry’nin sırtıyla ilgilenmeye koyuldu.
Harry bir şey söylemese de, burun kanamalarını düşünüyordu. Bella merhemi sürmeyi bitirdikten sonra ellerini yıkadı ve malzemeleri topladı. Harry ise üzerini giyindi.
“Bella?”
“Hı?”
“Peki ya burun kanamaları?”
Bella Harry’ye dönerek durdu. Son kavonozu da kutuya yerleştirirken işini ağırdan alarak sırtını dikleştirdi. Yüzünde bir gülümsemeyle Harry’ye baktı.
“Bu konuda endişelenme, Hortkuluk’u çok yakınında taşıdığın ve Efendimiz de senin yakalanmandan dolayı çok sinirli olduğu için, vücudun şiddetli bir reaksiyon göstermiş olmalı.” Doğrudan onun gözlerine bakmadan konuşmasına devam etti: “Ama yine de, bence, Efendimiz ile konuşurken ona bundan bahsetmelisin. Burun kanamalarını ona senin söylemen önemli.”
Harry başıyla onayladı.
Bella güven vermeye ve sakin kalmaya çalışıyordu; ama gel gelelim, Harry onun aynadaki yansımasını görmüştü. Endişeli olduğu barizdi.
Harry’nin aklına, Dumbledore ile Potter’ın ona iki gün önce söylediği yalanlar geldi ve bir anda kalbi tekledi. ‘Yara izin yalnızca lanetli bir yara izi değil… alnındaki izi sana Voldemort verdi ve tam da bu yüzden acı çekiyorsun… seni zayıflatıyor… Sen ve Voldemort birlikte var olduğunuz sürece, yara izinde hissettiğin acı git gide daha da kötüleşecek… biri diğerinin elinde ölmediği sürece ikisi de yaşayamaz.’
Harry bunları aklından hemen çıkardı. Yalandı, hepsi koca bir yalan. Bella haklıydı; bu, Hortkuluk’u boynunda taşımanın yol açtığı bir reaksiyondu, hepsi bu.
Harry banyodan çıkarak Bella’ya hoşça kal dedi. Yatağına tırmanıp uzandı. Yarın babasıyla her şeyi konuşacaktı ve ona burun kanamalarının bütün olası sebeplerini de soracaktı. Babası ne olduğunu bilirdi. Nasıl durdurulacağını da bilirdi.
Harry bitkin bir halde iç geçirdi ve yana döndü. Son dört aydır tek bir gece dahi düzgün uyumamıştı; aklı hep endişe dolu düşüncelerle doluydu ya da Potter’larla olan geçmişini içeren kâbuslarla. Geceleri en fazla birkaç saat uyumayı anca becerebilmişti.
Şimdiyse evindeydi; kendi yatağına dönmüş, rahatça uzanıyordu. O anda, baş belası burun kanamaları bile onu uyanık tutamazdı. Uzun bir zaman sonra, dört uzun aydan sonra, Harry ilk kez mışıl mışıl uyudu.
Çeviren: Tuba Toraman