Hayran Yapımı

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #44: Alex [Kısım 2]

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

43. BÖLÜM [Kısım 1]

43. BÖLÜM [Kısım 2]

44. BÖLÜM [Kısım 1]

Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı öldürmeyip kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin kırk dördüncü bölümü!

bölüm 44

Alex

[Kısım 2]


Damien, ayakları yere bastığında, kendini bir kalabalığın ortasında buldu. Etrafa göz gezdirerek nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Her yerde yüksek sesle tezahürat eden, bağıran insanlar vardı ve Damien dedikleri hiçbir şeyi anlamıyordu. Burası alkol ve ter karışımı bir kokuyla kaplıydı. Parlak spot ışıkları, odanın ortasında bulunan kocaman bir çelik kafesi aydınlatıyordu. Damien’ın kalabalığın Muggle kıyafetleri giyindiğini anlaması biraz geç olmuştu. Kimsenin üzerinde tek bir cüppe dahi görünmüyordu.

“Muggle’lar,” dedi Damien, soluğunu tutarak, “Muggle Dünyası’nda mıyız?”

O gürültünün içerisinde James’in onun ne dediğini duyması şaşırtıcıydı.

“Öyle görünüyor,” dedi.

Bağırış çağırışlar Damien’ın beyninde uğulduyordu.

“Neden buradayız?” diye sordu Damien. “Harry’nin neden böyle bir anısı olsun ki? Muggle Dünyası’nda onun ne işi var?”

“Bilmiyorum,” dedi James, çevreyi tarayarak, “ama içimde kötü bir his var.”

Damien’ın da içini sıkıntı bastı.

Zihninde, ‘Ah lütfen, onlara saldıracağını sakın söyleme bana!’ diyerek için için dua etti.

“O nerede?” diye sordu Damien, kalabalığı keskin gözleriyle arayarak, “Harry’yi hiçbir yerde göremiyorum.”

Bas bas bağıran kalabalıktan kulakları sağır edici tezahüratlar yükseliyordu. İçtikleri teneke kutuları coşkulu bir biçimde havaya atıp duruyorlardı.

“Alex! Alex! Alex!”

Odadaki herkes bu ismi haykırıyordu.

Odanın diğer tarafından, iki çocuk belirip kafese doğru ilerledi. Bir tanesinin uzun bir boyu ve kirli sarı saçları vardı. Diğerinin ise… Damien şoktan kalakalmış bir halde nefesini tuttu. Bu, Harry idi. Dağınık siyah saçları ve parlak yeşil gözleriyle bu kesinlikle Harry idi. Yalnızca, Damien’ın bildiği Harry’ye pek benzemiyordu. Daha yaşlı, on altı yaşından çok daha yaşlı görünüyordu. Bu Harry’nin kolaylıkla yirmi iki yaşında ya da ondan bile yaşlı olduğu söylenebilirdi.

“Ne… ne oluyor?” James de ağzı bir karış açık Harry’ye bakıyordu.

“Büyü kullanmış,” dedi Lily, “ya da belki bir yaşlandırma iksiri.” Ses tonundan bile bunu onaylamadığı anlaşılabiliyordu.

Harry ile diğer çocuk dar bir koridordan geçerek kafese girdiler. Yüzleri birbirlerine dönük bir halde ve birbirlerine pis pis sırıtarak yavaş hareketlerle kafesi turladılar. Sarışın çocuk Harry’den en az bir baş uzundu, ama Harry’nin kendine duyduğu arsız güvenin yarısına bile sahip değildi. Alex’in adına yapılan tezahüratlar arttıkça, çocuğun gerginliği de artıyor gibi görünüyordu.

Harry her iki elini de kaldırdı.

“Hadi, Jason,” dedi, “ilk hamleyi sen yap.”

Sarışın çocuk kendini hazırlayarak keskin bir yumrukla ileri atıldı. Harry onun yolundan çekildi ve hızla dönüp Muggle’ın yüzünün tam ortasına vurarak zavallı çocuğu fena halde yere serdi. Damien bu hareketi hatırlamıştı. Harry’nin aynısını Gündüz Gezen’lere yaptığını görmüştü. Kalabalık iyice çıldırarak Alex diye bağırıp duruyordu.

“Harry takma isim mi kullanıyor?” diye sordu Damien. Hem gürültü yüzünden, hem de ağabeyi hakkında öğrendikleri yüzünden başı dönüyordu.

“Öyle görünüyor,” dedi James, oğlunu şaşkınlıkla izlerken.

“Bu çok barbarca,” dedi Lily, öfkeyle, Harry’nin Muggle’ı yumruklarıyla serseme çevirmesini izlerken.

“Bu sokak dövüşü,” dedi James. “Artık Harry’nin nasıl Muggle tarzı düello edebildiğinin sebebini biliyoruz.”

Dövüş daha üç dakika dolmadan bitmişti. Muggle yerde yaralı ve kanlar içinde yatarken, Harry vücudunda tek bir çizik dahi olmadan kafesten çıktı. O ön kapılara doğru ilerlerken, gümüş renkli bir duman Damien’ın ve annesi ile babasının etrafını sararak git gide büyüdü; artık sadece sisi görebiliyorlardı. Sahne değişiyordu; Damien bunu ter ve alkol kokusunun yok olmasından anlayabiliyordu. Sis aralandı ve Damien kendini kocaman bir odada bulunca gözlerine inanamadı.

“Neden öyle bir yere gidiyorsun ki? Sen iyice aklını mı kaçırdın?”

Damien arkasına döndü; bu sesi tanımıştı. Draco Malfoy’u Harry’nin karşısında dururken görünce hiç şaşırmadı; her ikisi de on üç ya da on dört yaşlarından büyük göstermiyordu. İkisinin de yüzü birbirine dönük ve öfkeliydi.

“Her şeyden önce, sen benim eşyalarımı karıştırarak ne halt ettiğini zannediyorsun?” diye sordu Harry.

“Orada öyle bir şey bulmayı beklemiyordum!” dedi Draco, parmağıyla siyah Düşünseli’ni göstererek. Draco’nun gri gözleri bir şeyin farkındalığıyla kocaman açılırken, Damien, Lily ve James onları izlediler. “Geceleri gittiğin yer orasıydı, değil mi?” diye sordu Draco. “Muggle dövüş kulübüne gidip Muggle’larla düello ediyorsun. Onların düello tekniklerini öğreniyorsun!”

Harry gözlerini kaçırarak Düşünseli’ne doğru yürüdü.

“Bir daha eşyalarımı karıştırayım deme, Draco. Yoksa, yine böyle bir günde, beni nasıl kışkırttığını anlamazsın bile.”

Damien’ın tüyleri diken diken oldu.

“Sorumu cevaplamadın!” dedi Draco, tehdidini duymazdan gelerek. “Geceleri çaktırmadan dışarı çıkıp Muggle’larla düello ediyorsun! Neden?”

“Çünkü öyle istiyorum ve bunu da yapabiliyorum, tamam mı?” diye hırladı Harry.

Draco bir süre sessiz kaldıktan sonra başını iki yana salladı.

“Karanlık Lord onun arkasından pislik Muggle’larla buluştuğunu öğrenirse, sana neler yapacağını biliyorsun, değil mi?” diye sordu, korku dolu bir sesle. “Korkunç ve ağır bir ölümün mü olsun istiyorsun? Çünkü sonun tam anlamıyla öyle olacak.”

Lily soluğunu tutuyor, James ise öfkesine zar zor hâkim oluyor gibi görünüyordu. Damien alçak sesle ‘kapa-çeneni, Malfoy!’ diye mırıldandı.

“Bu seni hiç ilgilendirmez,” dedi Harry, Draco’yu fırçalayarak. “Babamın bana ne yapıp yapmayacağı benim problemim, senin değil.”

“Öyle olsun!” dedi Draco. “Zaten bunun bir parçası olmadığıma memnun olurum,” diye ekledi, tedirgin bir halde eliyle Düşünseli’ni işaret ederek. “Ama yine de, Karanlık Lord’a verecek iyi bir sebep bulsan iyi edersin.”

“Bir sebebim var,” dedi Harry.

“Gerçekten mi?” diye sordu Draco, kısık gözlerinin arasından. “Öyleyse neden beni de aydınlatmıyorsun? Geceleri gizlice dışarı sızıp Muggle’larla düello etmenin ne gibi bir amacı olabilir ki?”

“Neden ona bu kadar karışıyor?” diye sordu Damien, canı sıkılmış bir halde. “Ortada Malfoy’a dokunan bir şey yok ki.”

İki çocuğun arasında gergin bir sessizlik oldu.

“Nott’la olan o olayı hatırlıyor musun?” diye sordu Harry, usulca.

Draco’nun kaşları çatıldı.

“Yedi yaşındayken sana saldırdığı olaydan mı bahsediyorsun?”

Damien yüksek sesle nefesini çekti. Dönüp babasına baktı, ama o sinirli bir şekilde sertçe başını salladı.

“O olayın yaşandığı günden beri, bilinçaltımda ciddi bir korku taşıyorum,” dedi Harry. “Nott’un karşısında tamamen savunmasızdım. Asam olmadan, bir hiçtim. Gücüm ancak elime asamı alınca ortaya çıktı. Onsuz kendimi koruyamazdım. Asasız büyü yapabilsem bile, onunla yapabileceğim büyüler kısıtlı. O yüzden de düşündüm ki, dövüş teknikleri öğrenirsem, asa ile olduğu kadar asasız da güçlü olabilirim. Başarırsam, bir asam olmadan da kendimi savunabilirim. Onlara karşı bir avantajım olur. Babama hiçbir şey söylememe sebebim, karşı çıkacağını ve güvenliğimden korkacağını biliyor olmam. O yetimhanedeyken Muggle’ların ona neler yaptığını sana anlatmıştım, hatırlıyor musun?”

Damien Draco’nun korkudan titrediğini gördü. Voldemort’un onlara neler anlattığını merak ediyordu. Yalanlar da söylemiş miydi?

“Dövüş tekniklerini her yönüyle öğrenmeyi tamamladığım zaman, babama yeni yeteneklerimi göstermeyi planlıyorum,” diyerek devam etti. “Her şeyi itiraf edeceğim. Önce baya bir kızacak, ama sonra, elde ettiğim gücü görünce, bence memnun olacak.”

Draco Harry’ye bakarak başını iki yana salladı.

“Sen de aynı babam gibi güçle kafayı bozmuşsun.”

“Güç her şeydir, Draco,” dedi Harry, usulca. “Gücün olmazsa, hiçbir şeysin. Ben zayıf olduğum için hayvandan beter muamele gördüm.”

Damien, orada öylece yürekleri parçalanmış halde duran annesi ile babasına bakmadan edemedi.

“Babam bana güç verdi ve ben de onu büyütmek istiyorum,” dedi. “Gücümü kendimi daha çok geliştirmek için kullanmak istiyorum. Bir daha savunmasız olmak istemiyorum.”

“Evet, tamam, bunların hepsi iyi de… bilmiyorum yani, Muggle’lar mı?” dedi Draco, yüzünde bir tiksinti ifadesiyle. “Ne bileyim başka şeyler gibi dövüşmeyi öğrenemez miydin? Mesela, ejderhalar?”

Harry gülümsedi.

“Biliyorum, gerçekten çok berbat, ama bazı dövüş tekniklerinde gerçekten iyiler,” dedi Harry. “Ne kadar pis yaratıklar da olsa, Bulanık’lar kadar kötü değiller. Ya safkan bir büyücü olacaksın, ya da safkan bir Muggle. Bu kan karışımı olayı çok iğrenç!”

“Aynen,” diye onayladı Draco.

Damien irkildi. Harry’nin Hermione’ye ‘Bulanık’ dediği iğrenç olaydan annesine hiç bahsetmemişti. Çaktırmadan ona baktığında, Lily’nin Harry’ye donakalmış bir ifadeyle bakarken gözlerinin yaşarmış olduğunu fark etti.

“Her neyse, şimdi sana söylediğime göre, bana bir konuda söz vermelisin,” dedi Harry, Düşünseli’ne doğru dönerek; onu elinin bir hareketiyle yüzüğe dönüştürdü.

“Biliyorum, biliyorum, kimseye bir şey söyleme, diyeceksin, değil mi?” diye mırıldandı Draco.

“Aslında, bunları hiç hatırlamamanı söyleyecektim,” dedi Harry; yerinde dönerek elindeki asayı arkadaşına doğrulttu. “Unuttur!”

Damien şok içinde bakakaldı. Harry Draco’ya Hafıza Büyüsü yapmıştı! Damien’ın midesi kasıldı. Draco’yu sevmiyor, hatta ona katlanamıyordu; ama Harry Draco ile arkadaş olduğunu onaylamıştı. Arkadaşlar birbirlerine böyle bir şey yapmamalıydı. Bunun adı, güvene ihanetti ve düşüncesi bile iğrenç bir şeydi.

Draco’nun tepki verme şansı bile olmamıştı. Lanet onu doğrudan göğsünden vurmuştu. Draco afallamış bir halde bir süre baktıktan sonra birkaç kez gözlerini kırpıştırdı.

“Ee, Harry, ben… ne diyordum?”

Harry gülümseyerek ona doğru yürüdü; o esnada da, yüzüğü parmağına geçirmişti.

“Bana Noel tatili öncesi olan Quidditch maçından bahsediyordun,” dedi Harry, Draco’yu koltuğa doğru yönlendirerek.

Damien, ani bir yalpalamayla, havaya doğru çekildiğini hissetti. Ne olduğunu daha anlayamadan, yanında annesi ve babasıyla birlikte Dumbledore’un ofisine inmişti. Dumbledore sabırla onları bekliyordu. Dumura uğramış görünen üç yüze de bakıp gülümsedi.

“Anıları oldukça aydınlatıcı bulduğunuza eminim.”

“Muggle dövüşü mü?” James başını iki yana sallıyordu. “O becerileri nerede geliştirdiğini hayatta tahmin edemezdim.” Sandalyelerden birine çöktü.

“Kaçarak o dövüşlere gitmeyi nasıl başarmış?” diye sordu Lily, o da oturarak. “İkinci anı Voldemort’un bundan haberdar olmadığını kanıtlıyor.”

“Harry’nin anıları şimdiye kadar bize onun ne derece bağımsız olduğunu gösterdi,” dedi Dumbledore. “Harry kendini güvende hissediyor ve Voldemort’un onaylamayacağını bile bile kendi kafasının dikine gidip yeni beceriler öğrenecek kadar da, nasıl demeli, yeterince cesur görünüyor. Şimdiye kadar gördüklerimize bakılırsa, Harry inandığı bir şey için Voldemort’a karşı durabiliyor. Poppy’nin çocuklarını Ölüm Yiyen’lerden kurtardı, Miss Weasley’yi de öyle. Ayrıca, Merlin bilir, sihir kullanmadan nasıl düello edeceğini öğrenmek için kaç zamandır o Muggle dövüş kulüplerine gidiyor? Ve tabii ki, sırf küçük kardeşine hediye vermek için dün Hogwarts’a gelişini de düşünecek olursak, Harry Voldemort’un korku imparatorluğuna başkaldırıyor, diyebiliriz. Harry zaten Voldemort’la savaşmış, savaşmaya da devam ediyor. Bu, şimdilik, yalnızca, Voldemort’un bile fark edemediği ya da pek de önemsemediği çok küçük eylemlerle gerçekleşiyor.”

“Harry’nin Muggle düellosu yaptığını şimdi biliyor mudur?” diye sordu Damien. “Dünyanın geri kalanı bilirken o nasıl bilmesin ki?”

“Ben de Harry’nin sonunda Voldemort’a gerçeği açıklamış olduğunu düşünüyorum,” dedi Dumbledore. “Ancak, benim altını çizdiğim durum şu ki, Harry doğru olduğunu düşündüğü konularda Voldemort’un isteklerini önemsemiyor.” Mavi gözleri parlıyordu. “İşte bize umut verecek nokta da bu. Buna inanmalı, sımsıkı tutunmalıyız. Harry Voldemort’la mücadele edecektir. Bizim ise tek yapmamız gereken, Harry’nin dikkatini doğru yöne çevirmek.”

James ile Lily yavaşça ve tereddütle başlarını sallayıp onayladılar. Damien ise hiçbir şey söylemedi. Aklı hâlâ bugün görüp öğrendiği şeylerle doluydu.

“Şimdi,” dedi Dumbledore, gülümseyerek, “James, sana Sirius ile Remus’a hazır olmaları gerektiğini söylemeni öneririm. Ne mutlu ki, Harry’yi aramaya nereden başlayacağımızı biliyoruz.”

James başıyla onayladı.

“Tamam,” dedi, usulca. “Sanırım, ‘Alex’e dövüş kulübünde küçük bir ziyaret yapmanın tam zamanı.”

* * *

Aynı hafta ‘Alex’i arama çalışmaları başlamıştı. İlk gece, James, Sirius, Remus ve Dumbledore birlikte Muggle Dünyası’na gitmişler, ama hiçbir sonuç alamamışlardı. Anlaşıldığı üzere, bu Muggle dövüş kulüpleri yasal değildi, o yüzden de onların izini sürmek de bir hayli zor bir işti.

Dördü birden görünüşlerini değiştirip Muggle kıyafetleri giyinerek kendilerini Muggle doğumlu cadı ve büyücülerden gizlemişlerdi. Her şey bir yana, araştırmaları Bakanlık talimatı adı altında yapılmıyordu. Dumbledore hali hazırda zaten Bakanlık’ın kara listesine alınmıştı. Daha fazla başını belaya sokmaya hiç gerek yoktu.

James, Sirius ve Remus yalnızca kıyafetlerini değiştirmiş, gerçek kimliklerini gizlemek için yüzlerine hafif sihirli dokunuşlarda bulunmuşlardı; ancak, Dumbledore bıyığından sakalına kadar hepsini büyük oranda kısaltmak zorunda kalmış, renklerini de kumrala dönüştürmüştü.

İz süre süre en sonunda yedinci günlerinde bir dövüş kulübü bulmuşlardı. Mekânı adamakıllı kontrol edip Harry’den hiçbir iz olmadığını gördüklerinde, Sirius etrafa sormaya karar verdi. Barın arkasında duran siyah saçlı güzel bir kadına doğru yürüdü.

“Hey,” dedi, kadını selamlayarak.

“Ne içersin?” diye sordu kadın.

“Ah, hiçbir şey, ben aslında birini arıyordum,” diye cevapladı Sirius.

“Bu duyduğum en kötü tavlama numarası,” dedi kadın.

Sirius, yüzünde çekici bir gülümseyle, ağzını yayarak sırıttı.

“İnan bana, başım kalabalık olmasaydı…” diyerek kadına göz kırpıp bir şeyler ima edercesine sustu.

“Tabii, tabii,” dedi kadın, gözlerini yuvarlayarak; ancak, sırıtmamak için kendini zor tuttuğu açıktı.

“Ben Alex’i arıyorum. Bu çevrede çok popülermiş,” dedi Sirius.

Kadının kaşları çatıldı.

“Alex mi? Alex ne?”

“Tüm bildiğim bu,” dedi Sirius. “Uzun boylu, genç, on alt- şey, yirmili yaşlarının başında,” dedi Sirius, tam zamanında kendine gelerek. “Siyah saçlı, yeşil gözlü, dövüş hareketleri o kadar hızlı ki, çoğu zaman flu görünüyor.”

Kadının gözleri büyüdü.

“Aa, Alex! Tamam, tamam, kimden bahsettiğini biliyorum.” Sırıttı. “O darmadağınık harika saçları, kocaman güzel yeşil gözleri ve inanılmaz seksiliği olan çocuk!”

Sirius hafiften ürperdi. Harry onun vaftiz oğluydu. Yirmilerinde görünen bir kadının on altı yaşındaki vaftiz oğluna seksi deyişi, ona oldukça uygunsuz geliyordu.

“Evet, sanırım,” diye mırıldandı.

“Ah, Alex’i yıllardır görmedim,” dedi. “Eskiden hep burada takılırdı; yani, ta ki, Little John’un seçkin müşterisi olana kadar.”

“Little John mu?” diye sordu Sirius; kalp atışları deli gibi hızlanmaya başlamıştı. “O kim? Onu nereden bulabilirim?”

Barmen kadın başını iki yana salladı.

“Üzgünüm, nerede olduğunu bilmiyorum,” dedi. “Little John dövüşlerini daima oradan oraya taşır. Her zaman böyle olmuştur. Bu onların tarzı. John kulübünü bu şekilde işletirdi. Öldüğünde, oğlu da aynı geleneği sürdürdü.” Diğer müşterisine bir içki doldurdu. “Ama Alex, Little John’un favorisi. En son, artık dövüşlere yalnızca Alex’i çıkarttığını duydum.”

“Gerçekten mi? Neden, peki?” diye sordu Sirius; Harry’nin özellikle tek bir dövüş kulübünde takıldığını duyunca şaşırmıştı.

“Hiçbir fikrim yok,” diye cevapladı kadın, “ama onlarla arasının baya iyi olduğu söyleniyor. Sanırım, Alex ile John akraba gibi bir şey.”

Sirius içten içe inledi. James’in bir bunu duymadığı kalmıştı. Harry’yi kapmak için yarışacak sahte bir aile daha…

“Bu Little John’un en son nerede kamp kurduğunu biliyor musun?” diye sordu Sirius.

“Üzgünüm, bilmiyorum,” dedi kadın. “Birkaç defa kuzeyde olduklarını duymuştum, tüm söyleyebileceğim bu.”

Sirius, kadının numarasını almamak için kendiyle mücadele ederek, ona teşekkür etti ve duyduklarını anlatmak için James ile Remus’a doğru aceleyle ilerledi.

“Bu bir başlangıç,” dedi Remus. “Şimdi tek yapmamız gereken, Little John dövüş kulübünü bulmak. Bir şeyler ya da birileri bizi Harry’ye götürecektir,” diye ekledi, yüzünde bir gülümsemeyle.

Ancak, Muggle Dünyası’nda geçen beş yorucu ziyaretten sonra bile, onları Little John’a ya da ‘Alex’e götürecek tek bir ipucu dahi bulamamışlardı. Birkaç dövüş kulübüne daha bakmış olsalar da, ellerine geçen tek şey hüsrandı. Konuştukları herkes aynı şeyi söylemişti: Little John kulübünün yerini bilmiyorlardı, kulüp sürekli hareket halindeydi ve ‘Alex’ maça çıkacak olsa, çıkacağı tek yer Little John olacaktı.

James etrafa soruşturup durdukça, ‘Alex’in görünüşe göre bir efsane olduğunu öğrenmişti. Yirmi bir ya da yirmi iki yaşlarında gözüküyordu, ama olağanüstüydü. Tek bir dövüş dahi kaybetmemişti. Sık sık ortaya çıkmasa da, çıktığı geceler en çok müşteriyi o çekiyordu. Hatta bazı kulüp işletmecileri, Alex’in artık yalnızca Little John’da çalışmasından dolayı hissettikleri can sıkıntılarını da gizlememişlerdi.

“Anlamıyorum,” dedi James, sokakta yukarı doğru yürürlerken. “Harry Muggle düellosu öğrenmek istedi ve öğrendi. Peki, hâlâ neden bu Muggle kulüplerine gitmeye devam ediyor?”

“Bence asıl sorman gereken soru, bu John kişisine neden bu kadar bağlı olduğu,” dedi Sirius.

“O Muggle’ı bulunca tüm bu cevapları da almış olacağız,” diye ekledi Remus.

“Beyler!” Dumbledore elini kaldırıp üçünü de susturdu. “Sanırım, şans yüzümüze güldü.”

James Dumbledore’un gülümseyerek baktığı yere doğru hızla döndü. Uzakta, küçük kare bir bina vardı. Pencereleri tahtalarla kapatılmış olsa da, açık kapıdan içeri girip çıkan insanları görebiliyordu; bir kamyonetten büyük bir ekipmana ait parçaları alıp binaya taşıyorlardı. Binanın hemen yanında, büyük bir yapı iskelesine konmuş beyaz, basit bir bez parçasının üzerinde LJ harfleri okunuyordu.

“Little John,” diye mırıldandı James.

İnanamıyordu. Onu bulmuşlardı. Onca dövüş kulübü gezdikten sonra onu tamamen tesadüf eseri bulmuşlardı.

“Bu nasıl bir şans böyle?” dedi Sirius, şanslarının yaver gitmesinden dolayı dumura uğramış bir halde.

“Şansın bizden yana olmasının vakti gelmiş,” dedi James ve hemen binaya doğru ilerlemeye koyuldu. Hava çoktan kararmaya başlamıştı. Sahibiyle konuşma şansını kaçırmak istemiyordu. Bu Muggle John’un onu Harry’ye götüreceğinden emindi.

Dört büyücü de hızla o yöne doğru ilerlerken, büyük bir aracın biraz uzaklarında park halinde olduğunu fark ettiler. Bu gördükleri araç, Muggle arabalarından çok daha büyüktü.

“O ne?” diye sordu Sirius. “Araba olamaz, değil mi?”

“Bu karavan dedikleri taşınabilir bir ev,” diye bilgilendirdi onları Dumbledore.

“Kimin umurunda?” diye mırıldandı James, tepeden hızla inerken.

Adamlar kamyonetten aldıkları son parçayı da binaya taşıyıp arkalarından kapıyı kapattılar. James artık koşmaya başlamıştı.

“James, bekle,” dedi Dumbledore, James’i durdurarak. “Oraya öylece yürüyüp gidemeyiz. Harry John ile birlikte orada olabilir.”

James bunu düşünmemişti.

“Görünümlerimizi değiştirdik,” dedi. “Harry bizi tanıyamaz.”

“Ben olsam o kadar emin olmazdım,” dedi Dumbledore. “Harry bizim kılık değiştirdiğimizi kolayca anlayabilir. Onun Muggle Dünyası’nda kullandığı ‘Alex’ ismini öğrendiğimizi fark ederse, ortalıktan kaybolur ve onu bulma şansını bir daha yakalayamayabiliriz.”

James ağır ağır yutkundu. Harry’yi tekrar kaybetmenin düşüncesine bile katlanamıyordu.

“O zaman, ne yapıyoruz?” diye sordu.

Dumbledore asasını çıkardı.

“Hayalbozan Büyüsü bu işi görür. İçeri girip Harry’nin orada olup olmadığını kontrol ederiz, sonra da, büyüyü kaldırıp John’dan alabildiğimiz her bilgiyi almaya çalışırız. Harry ile nasıl iletişime geçeceğimizi söylese bile, bu onu bulmaya yeter.”

“Belki onun bir sonraki dövüşüne gelebiliriz,” dedi Sirius, “Alex’i dövüşürken görmek için.”

“Alex’i dövüşürken yeterince gördük,” dedi Remus.

Dumbledore asasını salladı ve her birine sırayla şeffaf bir görünüm kazandırdı.

“Tamam mıyız?” diye sordu James, önünde gümüşümsü saydamlıkta görünen üçlüye bakarak. “Gidelim.”

Dördü birden binanın yanında dizilmiş kamyonetlerin ilkine ulaştıkları anda, karavanın içinden hafif bir bağırtının geldiğini duydular.

“Nigel? Nigel, tatlım, yapma. Dışarı çıkma, hava kararıyor. Nigel? Nigel?”

Karavanın kapısı pat diye açıldı ve içinden neşeyle kıkırdayıp ciyaklayan bir çocuk çıktığında, dört büyücü de olduğu yerde hareketsiz kaldı. Çocuk iki yaşından büyük görünmüyordu. Heyecanlı bir nidayla son basamaktan da atlayıp serin çimlere düştü. Ayağa kalktı, ama ayaklarının üzerinde, sanki yürümeyi daha birkaç ay önce öğrenmiş gibi, zar zor duruyordu.

“Nigel? Nigel, tatlım, buraya gel,” dedi çocuğun annesi, karavandan seslenerek.

Küçük çocuk ellerini çırptı ve başka bir bağırtı kopararak koştu.

Küçük çocuğu izleyen dört büyücü de gülümsemeden edememişti.

“Çocuklar,” dedi Sirius’un sesi, “fazla şekerden olsa gerek, yerlerinde duramıyorlar.”

“Senin bahanen ne, peki?” dedi Remus, ona takılarak.

“Hadi,” dedi, James’in sabırsız sesi. “İçeri girmeliyiz.

Daha birkaç adım atmışlardı ki, çocuğun çıkardığı neşeli kıkırdamalar onların dikkatini yeniden çocuğun üzerine çekti.

“Bu çocuk hiperaktif, demedi demeyin,” dedi Sirius.

Tam da o anda, çocuk ansızın durdu. Sağına, James ile diğerlerinin durduğu noktanın tersi yönüne başını çevirdi. Ağaçların arasından oraya doğru gelen bir kıpırdanma vardı; günbatımından sonra hava kapkaranlık olmuştu. Küçük çocuk bir süre durup ağaçların soğuk esintiyle sallandığı noktayı izledi. Sonra, aniden, yine heyecanlı bi feryat koparıp ağaçlık alana doğru koştu.

“Lex! Lex! Leexx!” diye bağırıyordu çocuk, kollarını heyecanla sallayıp koşarken.

“O çocuğun nesi var?” diye sordu Sirius. “Tüm Muggle çocukları böyle mi yoksa?”

“Biz nereden bilelim?” dedi Remus, karşılığında.

“Burada durmuş, neden bir çocuğu izliyoruz?” diye sordu James. ”Harry’yi arıyor olmamız gerekiyor. Hadi artık, gid-” James’in sözleri boğazında takılıp kalmıştı; ağaçların arkasından gölge gibi görünen bir şeklin geldiğini görmüştü.

Küçük çocuk ‘Lex’ diye bağırmaya devam ederek gelen kişiye doğru koşuyordu. Şekil karanlıktan aydınlığa çıkar çıkmaz, küçük çocuk kollarını diğer çocuğun bacaklarına sararak ona sımsıkı yapıştı. James etrafındakilerin de derin bir sessizliğe büründüğünü fark etti ve ardından, Sirius’tan fısıltıyla söylenmiş bir küfür yükseldi; hepsi şeklin kim olduğunu görebiliyordu.

Harry, yüzünde bir gülümsemeyle eğilip küçük çocuğu kucağına aldı. Çocuk kollarını bu sefer de onun boynuna doladı.

“Hey, dışarıda ne yapıyorsun, küçük beyefendi?” diye sordu Harry; çocuğu boynundan çekerek kendisiyle yüz yüze getirdi. “İçeride olman gerekir. Baksana, hava ne kadar karanlık.”

Çocuk kıkırdayarak Harry’nin omzuna tırmanmaya çalıştı. Harry kıkır kıkır gülerek çocuğu döndürüp omuzlarına oturttu. Çocuk Harry’nin saçlarını avuçlayıp tutarak sevinç çığlıkları attı.

Harry çocuğu karavana doğru götürdü; görülen o ki, çocuğun onun saçını çekiştirmesinden rahatsız olmuyordu.

“Lex, koş! Koş, Lex!” dedi çocuk, içten kıkırdamalarla.

James çocuğun neden ‘Lex’ diye bağırdığını şimdi anlamıştı. Aslında ‘Alex’ demeye çalışıyordu.

“Sen beni ne zannettin? Atın mı?” diye sordu Harry, elini kaldırıp onu gıdıklayarak.

“Nigel, gir içeri, hava çok karanlık. Bir daha söylemeyeceğim,” dedi kadın, karavanın içinden.

Harry açık duran kapıya geldi ve önünde durdu. İçeriden gelen ışığın sıcak parıltısı yüzüne vurduğunda, James Harry’nin de sihirle görünümünü değiştirdiğini fark etti. Çok olmasa da, biraz daha yaşlı görünüyordu.

“Alex? Bu ne sürpriz! Buraya ne zaman geldin?” diye sordu, kadının şaşkınlık dolu sesi.

“Şimdi geldim, John’u görmem gerekiyordu,” diye cevapladı Harry, Nigel isimli çocuğu omuzlarından indirip kollarına alarak. “Nasılsın, Fiona?”

“Ah, aynı bıraktığın gibi. Nasıl olduğunu bilirsin,” dedi kadın. “Bugün çıkıyor musun?”

“Benim de John’la konuşmak istediğim konu buydu,” dedi Harry, yüzünde bir gülümsemeyle karavana yaslanıp.

Nigel kendini Harry’nin kollarından atarak çimlere doğru zıpladı. Harry’yi çağırarak koşuyordu.

“Lex!”

“Hayır,” dedi Harry, başını iki yana sallayıp ona gülümseyerek. “Uyuma vaktin geldi, ufaklık. Gir içeri.”

“Ya!” diye bağırdı çocuk.

“Nigel, içeri gir,” dedi Harry.

“Ya! İstemiyo!” dedi çocuk.

“İyi,” dedi Harry; ellerini pantolonun cebine sokup karavana yaslandı ve olduğu yerde durdu. “O zaman, ben senin arkadaşın değilim artık.”

“Ya!” diye bağırdı çocuk, korkmuş görünerek.

“O zaman, içeri gir,” dedi Harry.

Nigel merdivenlere koşup üç basamağı da tırmanarak içeri koşturdu.

“En azından, birini dinliyor,” dedi kadın; merdivenlerden inip iki elinde taşıdığı sıcak kupalardan birini Harry’ye verdi.

“Nigel sadece arkadaşını kaybetmek istemiyor,” diyerek sırıttı Harry, içeceğinden bir yudum almadan önce.

 

“Seni dört aydır görmediğini düşünecek olursak, Nigel’ın kaygılanmasına şaşırmıyorum,” dedi kadın ve basamaklara oturarak içeceğinden bir yudum aldı.

James, Hayalbozan büyüsünün altında olan diğer üç büyücünün o azıcık ışıkta kadının yüzünü görüp göremediklerini bilmiyordu, ama o onu yeterince açık bir şekilde görmüş, kadına donakalmış bir halde bakmaktan başka hiçbir şey yapamıyordu. Kadın, onu en son gördüğü haliyle tamamen aynıydı. O aynı uzun kahverengi saçlar ve aynı iri kahverengi gözler. Yuvarlak yüzü biraz kilo kaybetmiş gibi görünse de, gözleri hâlâ aynı kibar, tatlı bakışlara sahipti.

James, Alice Longbottom’a bakıyordu.

* * *

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #45: Kuşkudan Doğan Sürpriz okumak için tıklayın!

Çeviren: Tuba Toraman

fC ve Tuba Toraman

Fantastik Canavarlar genel içerik editörü.