Hayran Yapımı

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #71: Geleceğin Sis Perdesi

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

68. BÖLÜM

69. BÖLÜM

70. BÖLÜM

Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı öldürmeyip kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
ÖNEMLİ BİR NOT: Karanlık Prens serisinin ilk cildi İçimdeki Karanlık hikâyesinin yeniden yazılmış bölümleri 57. bölümle sınırlıydı. Yazar bu maceranın yeni versiyonunu uzun süredir yazmadığı için, kalan bölümlerin yeni versiyonunu eskisiyle bağlayarak yayınlama kararı aldık. Bundan böyle bölümler, Tuba Toraman‘ın düzeltisiyle karşınızda olacaktır. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin yetmiş birininci bölümü!

bölüm 71

Geleceğin Sis Perdesi

James merdivenleri koşarak inerken bir taraftan da sakin kalmaya çalışıyordu. Harry’nin kendisine bakmakta ondan daha iyi olduğunu biliyordu, ama Ölüm Yiyen’lerin ona neler yapabileceğine dair korkunç şeyler düşünmekten de kendini alamıyordu. Hızla mutfağa girdiğinde Lily, Sirius ve Remus’u bir araya toplanmış, çok üzgün bir halde buldu. Dumbledore, Moody, Arthur, Molly ve Tonks onların birkaç adım ötesinde duruyorladı. Longbottom’lar gitmiş, onlarla birlikte misafirlerin çoğu da ayrılmıştı. Böyle harika bir gece böyle berbat bir şekilde sonlanmıştı. James, Lily’ye doğru koşup sesini sakin tutmaya çalıştı.

“Harry gitmiş,” demeyi başardı, paniği onu ele geçirmeden önce.

Lily kocasının ağzından çıkanları hazmetmeye çalışırken, gözleri şokla açılmıştı.

“Odasında değil. Onu hiçbir yerde bulamıyorum. Malikâneyi terk etmiş!” dedi James, artık panik dolu bir ses tonuyla.

Dumbledore ile diğer Yoldaşlık üyeleri, James’in panikle çıkan sesini duyunca hemen yanlarına geldiler.

“Pekâlâ, panik yapmıyoruz. Çocuk bir hata yapacak değil. Hepimiz bunu biliyoruz!” dedi Moody onlara, gür sesiyle.

“Şimdi tek yapmamız gereken, dağılıp onu aramak. Çok uzağa gitmiş olamaz. Bunun güvenli olmayacağını o da biliyor.”

James endişeden dudağını ısırdı. Harry, öfkeli olduğu zamanlarda böyle makul düşünecek tarzda biri hiç değildi. Bu zamana kadar Harry’ye Potter Malikânesi’nden katiyen ayrılmaması gerektiğini söylemediği için içten içe kendini azarladı. Gerçi bu da Harry’yi durdurmazdı.

James bilerek gözlerini Dumbledore’dan kaçırdı. Yüce büyücü, James’e, Harry’yle konuşup onu Malikânede kalması gerektiği konusunda bilgilendirmesi gerektiğini söylemiş, ama James onu dinlememişti. Ona emirlerine karşı geldiğini söyleyebilirdi, ama James’in şu anda bunun için endişelenecek vakti yoktu. Daha Harry’yi yeni geri almışken, şimdi her şey bir anda tepetaklak olmuştu.

Herkes Harry’yi aramak için harekete geçti. Molly Ron, Ginny ve Hermione’yi yanına alarak Kovuk’a döndü. Dört çocuk da olanlar yüzünden çok üzgün görünüyordu. Her biri de içten içe Neville’i suçluyordu. Neville’in, Harry’nin ona saldırmasına ve Malikâne’yi terk etmesine yol açacak bir şeyler söylediğinden eminlerdi.

Damien hızla cep telefonunu çıkararak Harry’yi aradı, ama Harry’nin telefonu belli ki kapalıydı. Lily sorgulayan gözlerle telefona bakıyordu, ama bu konuda bir şey sormamaya karar verdi. Daha fazla stresi kaldırabileceğini hiç sanmıyordu. Harry’yi bulmak için Malikânenin içini de, dışını da tekrar tekrar iyice aradılar. Sürekli ona sesleniyor, ama hiçbir cevap alamıyorlardı. Lily ile Damien eve geri dönüp sefil bir halde oturma odasında oturdular. Damien sürekli telefonla Harry’ye ulaşmaya çalışıyor, ama şans ondan yana gülmüyordu.

“Hadi, Harry! Aç şu lanet telefonu,” dedi Damien, öfkeyle numarayı yeniden çevirip Harry’nin cevap vermesi umuduyla telefonu kulağına götürürken. Ama Harry hâlâ cevap vermiyor, daha sonra tekrar denemesi gerektiğini söyleyen aynı mesaj yinelenip duruyordu.

Damien ile Lily yatmaya gitmediler. İkisi de böylesine yoğun bir geceden sonra yorgunluktan ölüyordu, ama yine de, Harry’nin nerede olduğunu öğrenmeden uyuyamazlardı. İkisi de masada çıt çıkarmadan oturuyordu ve her ikisinin de akıllarından korkunç senaryolar geçiyordu.

Sabahın erken saatlerinde, James ile Sirius eve döndüler. Onlar Harry’yi aramaya çıkalı tam altı saat olmuştu. Her ikisi de yorgunluktan bitap düşmüş bir halde odaya girer girmez koltuğa çöktüler. Lily ile Damien ise hâlâ uyanıklardı ve hızla onlara doğru koştular.

Lily tam Harry’yi bulup bulmadıklarını soracaktı ki, her iki adamın da yüzleri endişeden kırışmış bir halde, yanlarında Harry olmadan eve geldiklerini fark etti.

Lily, James’in yanına diz çöküp onun yorgun görünen gözlerine baktı.

“Her yere baktık. Diğerleri hâlâ aramaya devam ediyor. Onu biraz dinlensin diye eve getirmem gerekirdi, ama kolay kolay gelmezdi işte,” dedi Sirius, James’e bakarak.

James düşüncelerinde kaybolmuş görünüyordu. Başını eğmiş bir şekilde oturuyor, aklı orada değilmiş gibi görünüyordu. Lily’nin gözlerine bile bakamıyordu. Harry’yi kaybederse ne yapacağını düşünüp duruyordu. Lily’nin yüzüne nasıl bakardı? Harry’yi kurtarmayı bile beceremezken Damien’ı nasıl koruyacaktı?

Sirius Lily ve Damien’la konuşurken, James sessizliğe gömülmüş bir şekilde oturmaya devam etti. Etrafında konuşulduğunun bile farkında değil gibi bir hali vardı. Harry ile Neville’in arasında ne geçtiğini merak ediyordu; ne geçmişti de, Harry öyle bir şiddete başvurup evden fırtına gibi uzaklaşmıştı? Her ne olursa olsun, Harry gecenin bir yarısı kimseye bir şey söylemeden Malikâneyi terk etmemeli, daha sağduyulu davranmalıydı. Bu belayı aramaktan başka bir şey değildi.

Koridordaki bir ses hepsinin dikkatlerini oraya çekti ve her biri aynı anda konuşmayı kesip sesleri duymak için kulak kesildiler. Ön kapının kapandığını ve hole doğru yürüyen ayak seslerini duydular; dördü birden kimin geldiğini görmek için aceleyle kapıya koşturdu.

Kapıyı açıp kendini koridora atan ilk kişi James idi. Koridorda duran kişinin Harry olduğunu görünce koca bir rahatlama hissi tüm vücuduna yayıldı. Harry, dördünün birden hızla odadan çıktığını görünce adımlarının ortasında durmuştu. Sabahın dördünde Damien’ın neden hâlâ ayakta olduğunu merak ederek onlara baktı.

James, Harry’nin yüzünde tuhaf bir bakışla ve sapasağlam bir halde karşısında olduğunu görünce, rahatlama hissiyle bacaklarının gücünü yitirdiğini hissetti. Yine de yorgun görünüyor, yeşil gözlerinden hâlâ biraz can sıkkınlığı ve öfke okunuyordu. James’in rahatlama hissinin yerini aniden öfke aldı. Harry bu şekilde nasıl çekip gidebilirdi? Herkesin onun için ne kadar kaygılanacağını düşünmemiş miydi?

Harry gözlerini onlardan ayırıp odasına çıkan merdivenlere doğru ilerledi. Kimseyle konuşacak halde değildi.

“Nereye gittin?” diye sordu Lily, sesi duygusallıktan çatallaşmış bir halde.

“Dışarı,” diye yanıtladı Harry, ona bakmadan.

Bu cevap, James’i mutlak sessizliğinden uyandırmışa benziyordu.

“Dışarı mı? Tüm söyleyeceğin bu mu? Dışarı çıktın, ha? O şekilde çekip gitmeden önce birine haber vermen gerektiğini düşünmedin mi?”

Harry merdivenlerin başında durdu ve dönüp ona baktı.

“Hayır,” dedi sadece.

James Harry’ye doğru ilerledi, ama Sirius onu hemen kolundan yakaladı.

“Çatalak, dur. Güvende ve evde. Mutlu olmalısın,” diye fısıldadı ona.

James bir şey söylemedi ve kolunu çekerek Sirius’un tutuşundan kurtardı.

Damien hızla ağabeyinin yanına merdivenlere ulaştı.

“Dışarı çıkmadan önce neden haber vermedin?” diye sordu Damien.

“Çünkü herkes partiyle fazla meşguldü. Ben de kimse nerede olduğumu fark etmez diye düşündüm,” diye cevapladı Harry, duygusuz bir ses tonuyla.

“Ne demek kimse fark etmez? Sanki seni umursamıyormuşuz gibi davranma, Harry, çünkü öyle olmadığını sen de biliyorsun,” dedi Lily, Harry’nin önüne gelip durarak.

Harry cevap vermedi; onun yerine, gitmek için döndü. Kimseyle uğraşamayacak kadar yorgundu.

“Harry…” diye başladı Lily, ama Harry onun sözünü kesti.

“Bunu sabaha bırakamaz mıyız?” diye sordu, usanmış bir ses tonuyla.

“Hayır, bırakamayız. En azından bize neden Neville’in canını yaktığını söylemek zorundasın,” dedi Lily.

Harry hiçbir şey söylemedi, ama gözlerinde tehlikeli bir ışık parlamıştı. Bakışlarını kaçırıp kendini sakinleştirmeye çalıştı.

“Önemli bir şey değil,” diye cevapladı.

“Önemli mi değil? Harry, onun bileğini kırdın! Bizim evimize misafir olarak gelmişken onun canını yaktın. Mutlaka bir sebebi olmalı!” dedi Lily, neredeyse bağırarak.

Harry’nin artık canına yetmişti. Üşümüş, yorulmuş ve tüm bu olanlardan daral gelmişti.

“Belki de, ne olduğunu ona sorman gerekirdi! Tüm o söylediği saçmalıkları sana da memnuniyetle söyleyeceğinden eminim! Ama sakın bana bağırma! Bu gecenin faciaya dönüşmesinin suçlusu ben değilim!” diye bağırdı Harry.

James gelip Lily ile Harry’nin arasına girdi. Olaylar çığrından çıkmadan duruma el atması gerekiyordu. Lily öfkeden tir tir titriyordu ve böyle giderse Harry onun ters yanına denk geldiğine bin pişman olacaktı.

“Lily, sakin ol,” diye fısıldadı ona. Lily gözlerini sımsıkı yumup sakinleşmek iiçn derin bir nefes aldı. James dikkatini Harry’ye çevirdi.

“Harry, Neville’in canını neden yaktığın umurumda bile değil. Hiçbir şey, öyle bir davranışı haklı göstermez. Üstelik sonuçlarını düşünmeden öylesine çekip gitmen işleri daha da kötüleştirdi. Şu son altı saattir aklımızdan ne senaryolar geçti, biliyor musun? Olabilecek tüm felaketleri bir bir zihnimizde yaşadık! Yoldaşlık’ın yarısının hâlâ dışarıda seni arıyor olduğunun farkında mısın?” dedi James ona.

Harry’nin kalan son sabrı da taşmış gibi görünüyordu.

“Ben kendi başımın çaresine bakabilirim! Yoldaşlık’ının benim için bir şey yapmasına ihtiyacım yok! Son on beş yıl boyunca onlar olmadan hayatta kalmayı başardıysam, şimdi de yapabilirim. Kimsenin bana bakmasına ihtiyacım yok! Ayrıca, sizler beni asıl aramanız gerektiği zamanda aramadınız! Neden şimdi zahmet ediyorsunuz ki!” diye patladı Harry, yeşil gözlerinde delicesine bir öfkeyle.

James ile Harry birbirlerine bakarak sessizlik içinde öylece durdular; her ikisi de gözlerini birbirininkinden kaçırmıyordu. James, cümlesinde doğrudan ona yöneltmiş olduğu suçlamayı gayet iyi duymuştu. Harry onca yıl boyunca yanlarında olmadıkları için ailesini suçluyordu. Harry’nin yüreğinde bir parça, Voldemort tarafından kaçırıldıktan sonra onu aramamış oldukları için onları suçluyordu. James, Harry’nin sözlerinin onu yaralamasına ve öfkelendirmesine karşılık, kendini tutmaya çalışıyordu.

“Bunu yüzüme vurma, Harry. Yıllar önce kaçırıldığında neler olduğunu sana zaten açıklamıştık. Senin hayatta kaldığını hiç kimse bilmiyordu. Senin hâlâ hayatta olduğunu bilseydik eğer, seni bulmak için dünyanın altını üstüne getirirdik!” dedi James, titreyen ellerini sabit tutmaya çalışarak.

Harry bakışlarını kaçırıp öfkeyle yere baktı. James daha fazla bir şey söyleyemeden, Sirius bir adım öne çıktı.

“Çatalak, dostum. Bence bu kadarı yeter. Harry artık evde ve güvende. Şimdi gidip herkese onun döndüğünü haber vereceğim. Siz de dinlenmek için birbirinize biraz zaman verin,” dedi Sirius, kapıya yaklaşırken.

Kapıdan çıkmadan önce durdu ve dönüp Harry’ye baktı.

“Sadece meraktan soruyorum, nereye gittin?” diye sordu.

Harry yorgun bakışlarını kaldırıp ona baktı.

“Hiçbir yere. İdman sahasındaydım,” diye cevapladı.

Sirius eli kapıda donakalmıştı. Ağzı bir karış açık Harry’ye bakıyordu. James ile Lily de yüzlerinde şok ifadeleriyle Harry’ye bakakalmışlardı.

“Yani, bizim seni deli gibi aradığımız tüm o zaman boyunca, sen arka bahçede miydin?” diye sordu Sirius.

“Evet,” diye yanıtladı Harry.

“Ah, pekâlâ. En azından bir sonrakinde seni aramaya nereden başlayacağımızı öğrenmiş olduk,” dedi Sirius, James’le göz göze gelerek. James bakışlarını kaçırdı. İdman sahasına yerleştirdiği gizlilik büyülerinin berbat bir fikir olduğunu anlamıştı.

“Ama, Harry. Ben ile annem sana seslenmiştik. Bizi duymadın mı?” diye sordu Damien, Harry’nin nerede olduğu şokunu üzerinden atmaya çalışırken.

“Duydum. Ama kimseyle konuşacak durumda değildim,” diye yanıtladı Harry.

“Ve şu anda da hiç o durumda değilim. O yüzden her ikiniz de bana bağırmaya yeniden başlamadan önce, yatmaya gidiyorum,” diye ekledi Harry, annesi ile babasına ve ikisini de merdivenin başından bırakıp gitti.

James ile Lily onun arkasından gitmemeye karar verdiler. Bunu sabah halledeceklerdi. Onlar da bu partiyi yaparak hayatlarının en büyük hatasını yaptıklarını düşünerek yatmaya gittiler. Anlaşılan, Harry henüz onların arkadaşlarıyla tanışmaya hazır değildi. Harry’nin neredeyse izole bir şekilde büyümüş olduğunu biliyorlardı. Voldemort, Harry’nin yanına yalnızca iki Ölüm Yiyen’in yaklaşmasına izin veriyordu. Lucius ile Bella. Harry’nin konuşabildiği tek çocuk ise Draco Malfoy’du. Aslında tam da bu yüzden, Harry’ye ne kadar çok arkadaşları olduğunu göstermek istemişlerdi. Harry böylece yalnızca birkaç kişiyle arkadaşlık yapmakla sınırlı kalmadığını görecekti. Ancak, bunun Harry’ye çok fazla geleceğini düşünememişlerdi. Her ikisi de ona Neville hakkında soru sormamaya karar verdiler. Anlaşılan, Neville’le arasında geçen şey onu fena halde rahatsız ediyordu. O yüzden onlar da Harry sakinleşene kadar onu bu konuda zorlamamaya karar verdiler. James’i endişelendiren bir diğer şey de, Harry’nin onu arayan Yoldaşlık’a karşı verdiği tepki olmuştu. James, Harry’nin bebekken onu aramadıkları için annesi ile onu suçladığını biliyordu. Harry’nin Voldemort’un elinde büyümesinin sebebi buydu. James bile kendini Harry’yi aramadığı için suçluyordu. Sabah olunca Harry ile bu konu hakkında ciddi bir konuşma yapmaya karar verdi.

* * *

Damien, o gecenin ilerleyen saatlerinde gizlice Harry’nin odasına sızmıştı. Harry uyanıktı ve Damien’la konuşurken sakindi. Harry, Damien’a, Neville’le aralarında olanları anlattı. O anlatmayı bitirince, Damien duyduklarına inanamamıştı.

“Şerefsize bak! Sana böyle şeyler söylemiş olduğuna inanamıyorum. Onu bir sonraki görüşümde kıçına tekmeyi basacağım!” dedi Harry’ye.

Harry istemeden de olsa gülümsemişti.

“Ya evet, o da hemen dize gelir, Damy,” dedi, karşılığında Damien’ın onu yumruklamasına yol açarak.

“Sana yumruklarım nasıl iyi olurmuş gösteririm. Gerçi seninkiler kadar iyi olmasa da,” dedi Damien, gülmekte olan Harry’ye. Aniden aklına bir şey gelince sessizleşti.

“Harry, sana aslında bunu daha önce de sormak istemiştim. Birilerine bir şeyler öğretmekten nefret ettiğini biliyorum, ama merak ediyorum da, bana nasıl dövüşüldüğünü öğretir misin?” diye sordu, umutla.

“Sen zaten nasıl dövüşeceğini biliyorsun,” diyerek takıldı ona Harry, Damien’ın yumruk attığı karnını ovarken.

“Ya ben ciddiyim! Senin gibi dövüşebilmek istiyorum. Sen Muggle tarzı dövüşmeyi biliyorsun. Bence harika bir şey bu.”

Harry düşünüyormuş gibi yaptı.

“Bilmiyorum, Damy. Yani, bu beni özel yapan tek şey. Sana öğretirsem, sen de benimle aynı seviyeye gelirsin. Bunu istediğimi sanmıyorum,” dedi Harry ona.

Damien tek kaşını kaldırıp Harry’ye alaycı bir bakış attı.

“Pekâlâ, belli ki sende özel bir şeyler var. Yoksa sadece bu tiple fazla hayatta kalamazdın. Bence bu Muggle tarzı dövüş şeyine ihtiyacın var,” diyerek güldü Damien, Harry ona bir kitap fırlatırken. Kitap Damien’ın kafasına isabet edince ikisi de gülmekten kırıldılar.

“Hadi ama, Harry. Cidden bana öğretemez misin? Şimdi harika bir idman sahan da var. Ben senin Quidditch sahamda oynamana izin veriyorsam, sen de onu benimle paylaşmalısın bence, yoksa hiç adil olmaz.”

“Sahanın senin olduğunu da kim söyledi?” diye sordu Harry, Damien’la göz göze gelerek.

“Benim işte, biliyorsun. İlla birinin söylemesine gerek yok. Neyse, ne diyorsun? Öğretecek misin?” diye sordu tekrar.

Harry öğretmemesi için hiçbir sebep göremiyordu. Damien’a, buradan hemen toz olup onun uyumasına izin verirse ona öğreteceğini söyledi. Damien kabul edip hevesle odayı terk etti. Harry yatağına devrilerek yorgun bedenini ve zihnini dinlenmeye bıraktı. Damien sayesinde, Neville’i de onun kırıcı sözlerini de zihninden atmayı başarmıştı. Onunla konuştuğu için Damien’a içten içe minnettardı. O sümüklü, şımarık velet olmasaydı, ne halde olacağını düşünmekten kendini alamıyordu. Harry, her şeyden çok ihtiyaç duyduğu uykusuna çekilirken gülümsüyordu.

* * *

Harry ertesi sabah kahvaltı boyunca çıtını çıkarmamıştı. Annesi ve babasıyla otururken ortamdaki gerginliğin bal gibi farkındaydı. Ona hâlâ dün geceden dolayı kızgın olduklarını biliyordu. Ama konuyu açmamakta kararlıydı. Annesi ile babası onunla konuşuyordu, ama tavırlarında Harry’nin fena halde sinir bozucu bulduğu bir gerginlik vardı.

Sonunda, masadan kalkarlarken, babası konuyu açtı.

“Dün gece hakkında seninle bir şey konuşmak istiyorum,” dedi, yorgun bir sesle.

Harry, annesi ile babasının arkasından oturma odasına geçti. Damien onlara ters ters baktıktan sonra, bu ‘delilik’ bitene kadar odasında olacağını duyurdu. Daha kimse onu durduramadan ise hızla ortadan kayboldu.

“Pekâlâ, dün gece hakkında eklemek istediğin nedir?” diye sordu Harry.

Neville’e yaptığı yüzünden ona kızgın olmakta haklı olduklarını biliyordu. Bir partinin ortasında karşı karşıya kaldıkları durum çok utanç vericiydi. Ama Harry ne kadar istese de, geri adım atamıyordu. Partiyi planlarken bunu düşünmüş olmaları gerekirdi. Ona bu konuda fikrini bile sormamışlardı.

“Dün gece…” diye başladı Lily, James’e bir bakış atarak.

“…sana öyle bağırdığım için özür dilemek istiyorum. Senin için çok endişelenmiştim ve duygularıma pek engel olamadım. Ama Harry, sen de bizi anlamalısın. Senin… bir anda… kayıp olduğunu fark edince neler yaşadık bilemezsin,” dedi Lily, gözlerinde oldukça kaygılı görünen bir bakışla.

Harry onu bu şekilde üzdüğü için kendini bir anda çok suçlu hissetti. Onu, on altı yıl kadar önce Kılkuyruk tarafından kaçırıldığı o geceye götürmek istememişti. Annesinin titreyen ellerini görünce Harry’nin öfkesi de bir anda kaybolmuştu.

“Sizi üzmek istememiştim. Sadece biraz dışarı çıkmaya ihtiyacım vardı. Ben böyleyim işte. Üzüldüğümde ya da öfkelendiğimde, kendimi dışarı atarım. Bu, sakinleşebilmemin tek yolu,” diye açıkladı Harry.

“Olan oldu. Sana dün gece Neville’le aranda ne olduğunu sormayacağım, çünkü bu konuda konuşmak istemediğini biliyorum. Ben sadece davranışının kabul edilemez olduğunu anlamanı istiyorum,” dedi James, sesinin kulağa ne kadar katı geldiğini fark edip bundan nefret ederek.

Harry ona sinir olmuş bir ifadeyle baktı.

“Benimle beş yaşındaymışım gibi konuşmana gerek yok! Davranışımın nasıl olduğunu ben de biliyorum. Söylemek zorunda değilsin.”

James onunla tartışacak gibi görünüyordu, ama onun yerine, koltuğa oturup boyun eğerek ona baktı.

“Çocuk olmadığını biliyorum. Ama böyle şeyler söylemek zorundayım, çünkü evimize gelen bir insana o şekilde davrandın. Ama şu anda bu konuya girmek de istemiyorum. Benim şu anda tek ilgilendiğim konu, senin güvenliğin.” Harry yüzünü düşürmemeye çalışırken James onu izliyordu.

“Harry, kendi başının çaresine bakabildiğini biliyorum, ama Malikânenin dışına çıkmanın ne kadar tehlikeli olacağını sen de biliyorsun. Başına neyin gelebileceğini söylememe gerek yok,” dedi James, Harry’nin can sıkkınlığının arttığını görerek.

“Haklısın, söylemene gerek yok,” diye karşılık verdi Harry, öfkeyle.

James derin bir iç çekti. Konuşma planladığı gibi gitmiyordu. Harry ona sinirleniyordu.

“Harry, ben seninle tartışmıyorum. Bana sinirlenmeni de istemiyorum. Bana kalsa sana hiçbir kısıtlama koymazdım, bunu sen de benim kadar iyi biliyorsun. Ama bu benim elimde değil.”

Harry bu sözleri duyunca yumuşamış gibi görünüyordu. Yanlarına gelip o da oturdu; konuşurken yere bakıyordu.

“Biliyorum,” dedi, yumuşak bir sesle.

“Bu sadece… peşimde kimin olduğu aklıma geldikçe kendimi aşağılanmış gibi hissediyorum. Ben bunca zamanı onlarla birlikte büyüyerek geçirdim. Bu sadece bana çok… tuhaf hissettiriyor, hatta ağır geliyor,” diye bitirdi sözlerini Harry, beceriksizce.

Lily dehşete düşmüş bir halde James’e baktı. Onlar bunu hiç böyle düşünmemişlerdi. Voldemort ile Ölüm Yiyen’leri peşine düştüğü için Harry’nin ne hissettiğini hiç anlamamışlardı. Kendi dertleriyle fazla meşgullerdi.

“Bunun kaldırılması zor bir şey olduğunu biliyorum, ama zamanla düzelecektir. Şimdi ortalık biraz sakinleşene kadar tek başına dışarı çıkmaman senin için en iyisi, bence,” dedi James, oldukça sakin bir ses tonuyla.

Harry hemen tepki vermedi. Yavaş yavaş başını kaldırıp James’e baktı.

“Korktuğunu biliyorum ve bunu da anlıyorum. Ama korkak bir fare gibi saklanmayacağım. Kendi başımın çaresine bakabilirim, biliyorsun. Kendi evimde tutsak gibi yaşamaya hiç niyetim yok,” diye karşılık verdi Harry.

James’in de Lily’nin de yüzlerinde yenilmiş birer ifade vardı. Harry’nin böyle bir tepki vereceğini tahmin ediyorlardı.

“Dışarı çıkmak istersen, çıkabilirsin. Ben her zaman evde kalman gerektiğini söylemiyorum. Benim söylediğim, yanına birini de alıp çıkman. Sadece tek başına çıkma, yeter. Tek söylediğim bu,” dedi James, Harry’nin kabul etmesi için içten içe dua ederek.

Harry ise başını iki yana sallayıp güldü.

“Benim yanıma koruma alıp çıkmamı mı istiyorsun? Saldırıya uğrayacak olsam, bunun bana sahiden yardımcı olacağını mı zannediyorsun? Merlin, senin korumaların muhtemelen ayağıma dolanıp daha çok sorun çıkarmaktan başka bir işe yaramaz!”

“Harry…” diye başladı Lily, ama Harry onun sözünü kesti.

“Bakın, sizinle bu konuyu tartışmayacağım. Ben çocuk değilim, bana öyleymişim gibi davranmayı bırakın. Ben hayatımı on dört yaşından beri riske atarak yaşadım. Her göreve gönderildiğimde, tehlikeyle burun buruna geliyordum. Kendimi nasıl koruyacağımı biliyorum. O yüzden, bu muhabbeti kapatın, tamam mı?”

Harry bunları da söyledikten sonra ayağa kalkıp odadan ayrıldı. James ile Lily’yi ise hiç olmadıkları kadar endişeli bir halde gerisinde bırakmıştı.

* * *

Harry güvenliği ile ilgili daha fazla nutuk dinlemeye hazır değildi, o yüzden James ile Lily’nin şimdilik bu konuyu kapatmaktan başka çaresi kalmamıştı. Harry sonraki iki günü Damien’la dışarıda geçirmiş, ona kendini savunmayı öğretiyordu. Çalışmaları adım adım iyiye gidiyordu. Harry Damien’a bir şeyler öğretirken keyifli görünüyordu. Ama gel gelelim, Dumbledore’la konuşması için çağırılınca tüm keyfi yerle bir olmuştu. Görünüşe göre, Dumbledore geçerken uğramış, gelmişken de Harry’le kısa bir konuşma yapmak istemişti.

Dumbledore’un onunla neden konuşmak istediğine dair Harry’nin oldukça iyi bir tespiti vardı. Bu zamana kadar haftalarca kendi haline bırakılmıştı. Muhtemelen Dumbledore, ondan Voldemort’u yakalamaları için yardım istemenin tam zamanı olduğunu düşünüyordu. Ve elbette, Dumbledore konuyu neredeyse anında o noktaya getirmişti.

“Bakanlık’a karşı hislerinin ne kadar kuvvetli olduğunu biliyorum, Harry. Seni kesinlikle suçlamıyorum. Sana karşı oldukça kabaydılar ve seninle yaptıkları sorgularda çok serttiler. Ancak, Yoldaşlık’a yardımcı olma ihtimalinin olduğunu biliyorsun. Eğer bize yardım etmek istersen, Voldemort’u yakalayabiliriz,” dedi Dumbledore, her zamanki sakin sesiyle.

Harry onun birkaç adım uzağında duruyordu. Onunla birlikte oturmayı reddederek ona eşlik etmeye hiç de gönüllü olmadığını açıkça göstermek istiyordu. James ile Lily ise Dumbledore’un yanında oturuyorlar, konuşma boyunca sessizliklerini koruyorlardı.

“Benim yardım etmek isteyeceğimi de nereden çıkardın?” diye sordu Harry, alabildiğince sakin bir şekilde.

“Bir şeyi anlamanı istiyorum, Dumbledore. Sen olmasaydın Bakanlık’tan yakayı kurtaramazdım, biliyorum. Artık sana bir can borcum olduğunun farkındayım. Hogwarts’ta olan bitenlere rağmen benim hayatımı kurtardın. Bu konuda nankör olduğumu düşünme, çünkü değilim.” Harry, sözlerinin ardından Dumbledore’un dudaklarında hafif bir gülümsemenin belirdiğini fark etti.

“Ancak, bu, senin benden istediğin her şeyi yerine getireceğim anlamına gelmiyor. Birilerini yakalamak için sana ya da Yoldaşlığına ya da Bakanlık’a yardım edeceğim anlamına da gelmiyor. Bu iş böyle yürümez.” Harry, Dumbledore’un oturduğu yere doğru bir iki adım ilerleyip daha da yaklaştı.

“Bir kukla gibi kullanılmayacağım, Dumbledore. Voldemort’un beni kullanmasını nasıl reddediyorsam, senin de beni kullanmana izin vermem. Aradaki savaşın gidişatını düşünüyorum da, ben bana düşenin fazlasını yaptım zaten. Hortkuluk’lar yok edildi. Voldemort’u istiyorsan, onun peşinden kendin gidebilirsin. Beni bu işe karıştırma!”

Harry gitmek için döndü, ama Dumbledore’un seslenmesiyle durdu.

“Seni bu işe karıştırmayacağım, Harry, eğer istediğin buysa. Ama işte Voldemort’un seni bu savaşın dışında bırakacağını hiç sanmıyorum. Bununla nasıl başa çıkacaksın?” Dumbledore Harry’yi korkutmak niyetinde değildi, ancak Harry’nin –canı istesin ya da istemesin– bu savaşın bir parçası olduğunu anlaması önemliydi.

“Bunun seni ilgilendirdiğini sanmıyorum. Bununla tek başıma başa çıkabilirim. Onun yoluna çıkmam, olur biter,” dedi Harry, ilgisizce.

Dumbledore, Harry’ye hüzünlü bir gülümsemeyle baktı.

“Ah çocuğum, keşke dediğin kadar kolay olsaydı. Bana inanmayacağını biliyorum, ama sana yine de bunu söylemem gerekir. Kehanet’i hatırlıyorsun, değil mi?” dedi Dumbledore ve der demez de, Harry, James ile Lily’nin yüzlerindeki tüm rengin attığını fark etti.

Harry cevap olarak başıyla bildiğini işaret etti.

“Biliyorum ve senin aklından geçeni de biliyorum. Benim kehanette bahsedilen kişi olduğumu düşünüyorsun. Ama işte bu konuda Bakanlık’la aynı tarafta olduğumu söyleyeyim. Muhtemelen Fudge ile ikimizin aynı fikirde olduğumuz tek konu, bu. Kehanet tam bir şaçmalık!” dedi Harry, daha kimse onu bölemeden.

“Harry, kehanetler gibi şeylerin inanılması güç olduklarını biliyorum ve seni ikna etmek için elimden de hiçbir şey gelmez. Tek söyleyebileceğim, Kehanet’in sen Voldemort’u öldürmezsen şu ya da bu şekilde onun seni öldüreceğini buyurduğu,” dedi Dumbledore, hüzünlü bir şekilde.

James de Lily de Harry’nin tepkisini ölçmek için ona döndüler. Dumbledore’un söylemeye çalıştığı şeyin, Voldemort Harry’yi elleriyle öldürmese bile Harry’nin yara izinin onu önünde sonunda öldüreceği olduğunu biliyorlardı. Harry’nin Dumbledore’a bağırıp çağırmaya başlamasını ya da odayı fırtına gibi terk etmesini bekliyorlardı. Ancak, Harry’nin Dumbledore’a bakan yüzünde bir gülümsemenin belirdiğini görüp şaşkına döndüler.

“Yara izimden bahsediyorsun,” dedi, sadece. “O gün revirde benimle konuşmuştun,” diye hatırlattı Harry.

“Bu konuda… nasıl bu kadar sakin kalabiliyorsun?” diye sordu Lily, dehşete düşmüş bir halde.

“Çünkü, anne, buna inanmıyorum. O zaman da inanmıyordum, şimdi de inanmıyorum. ‘Biri yaşarken diğeri de yaşayamaz,’ diyor kehanet, değil mi? Voldemort ile ben neredeyse koca bir on yedi yılı birlikte yaşadık! Kehanetin saçmalıktan başka bir şey olmadığı ortada,” diye cevap verdi Harry.

“O zaman Voldemort’un Kehanet’e inanmasını nasıl açıklayacaksın? Öyle ki, seni daha bebekken kaçırıp öldürmeye çalıştı. O buna inanıyorken, sence de bu şeyin arkasında bir gerçeklik payı olamaz mı dersin?” diye sordu Dumbledore.

“İnanıp inanmaması önemli değil. Önemli olan, benim inanmıyor olmam,” dedi Harry ve bunu da söyledikten sonra odadan ayrılmak için arkasını döndü. Dumbledore, Kehanet’in ciddiyetini anlaması için onunla konuşmak için ona seslendi.

“Beni ikna etmeye falan çalışma. Kehanet asla gerçekleşmeyecek. Ben sizin kurtarıcınız değilim, Dumbledore. Büyüceşura’nın önünde ne söylemiş olursan ol, ben Voldemort’la savaşan ve ona asa kaldıran kişi asla olmayacağım.”

Harry, üç yetişkini kendi iç karartıcı düşüncelerine dalmış bir halde bırakıp odayı terk etti.

* * *

James ile Lily bir daha kehanet konusunu açmamışlardı. Bunun Harry ile aralarında tartışma çıkarmaktan başka bir şeye yaramayacağını biliyorlardı. James ise içten içe Harry’nin Dumbledore’a yardım etmeyi reddetmiş olmasının sevincini yaşıyordu. O her zaman Harry’nin mümkün olduğu kadar bu savaşın dışında ve Voldemort’tan uzakta tutulmasını istemişti. Harry’yi büyütme şansı onun elinde olsaydı, onu Yoldaşlık’tan ve savaştan alabildiğince uzak tutmayı tercih ederdi. Damien’ı da tıpkı bu şekilde büyütmüştü. James’e göre, bu savaştan uzak durmayı hak eden biri varsa, o da Harry idi.

James oturma odasında Remus, Sirius ve Lily’le oturuyor, onlarla oldukça keyifli bir konuda derin derin sohbet ediyordu. Harry’nin on yedinci doğum günü yaklaşıyordu.

“Peki, o zaman ortam nasıl olacak?” diye sordu Sirius, aralarında farklı seçenekleri konuşurlarken.

“Onu sonra düşünürüz, şimdi konuk listesini bitirmeliyiz,” dedi Lily, telaşlı bir sesle.

“Hmm, bence minimumda tutalım. Yine acillik olmayalım derim,” diyerek takıldı Sirius.

“Bence önce mekânı belirlemeliyiz,” dedi Remus, elindeki tüm uygun mekânların listelendiği küçük kitabı kaldırarak.

“Evet, önce ona karar vermeliyiz,” dedi Lily.

“İçinde yeme içme servisi olduğu sürece her yer olabilir. Yeme içme kısmı en önemli mevzu,” diye ekledı Sirius.

“Yemekten başka bir şey düşünemez misin sen?” diyerek onu azarladı Lily.

Sirius gülümseyerek başını iki yana salladı.

“Hayır!” dedi, gülerek.

Gülüşleri, şöminede yükselen yeşil alevlerle birlikte Moody’nin odaya girmesiyle kesildi.

“Beyler! Bir sorunumuz var! Hogsmeade saldırı altında,” dedi hemen.

James, Remus ve Sirius anında ayağa fırladılar.

“Az önce bir imdat çağrısı aldık! Oraya giderken sizi almaya geldim. Hemen gitmeliyiz.”

Dört Seherbaz da aceleyle odadan ayrılıp Lily’yi yalnız bıraktılar. Lily, arkalarından, hiçbirine bir şey olmaması için dua ediyordu.

James ve diğerleri faciaya dönmüş bir görüntüyle karşılaşmışlardı. Her yerde alevler vardı ve Hogsmeade halkı evlerine kaçmak için koşuşturup duruyordu. Dükkânlar, restoranlar ve daha birçok bina alevler içindeydi ve onlar yanan binalardan kaçarken Ölüm Yiyen’ler masum insanlara işkence edip onları öldürüyordu.

James ve diğer Seherbaz’lar hemen harekete geçip indirebildikleri kadar Ölüm Yiyen indirmeye koyuldular. Savaş oldukça çetin geçiyordu ve Ölüm Yiyen’ler ikiye bir düellolar ederken, James birçok defa yanan alevlerin içine düşmekten son anda kurtulmuştu.

James fena halde düello etmekle meşguldü ve neler olduğunu fark etmedi bile. İki Ölüm Yiyen’i birden indirdikten sonra dönüp baktığında köşede, bir mücadelenin verildiğini görüntüsü onu durdurdu.

Gözlerinin önünde çevre evler yerle bir olmuştu. Evlerden geriye kalan enkazlar yığın halinde zeminde duruyordu ve etrafa ürkütücü bir sessizlik çökmüştü. Artık ortada ne alevler ne de çığlık çığlığa bağıran insanlar vardı. Tam bir ölüm sessizliği hâkimdi. James önündeki enkaza bakarken, arkasındaki lanetler savuran sesler de yok olmuş gibiydi. Korkunç sahneyi gördüğünde ise nefesi göğsünde sıkışıp kalmıştı.

Önünde bir anda bir platform belirmişti. Oldukça yüksekti ve yukarı doğru yükselen en az yirmi kadar basamağı vardı. Platformun tepesinde siyah renkli mermer bir mezar vardı. Mezar taşı ay ışığının altında parlıyordu ve sadece görüntüsüyle bile tüyleri diken diken ediyordu. Ama James’in şok ve korkuyla geri adım atmasına yol açan şey bu değildi. Siyah mermer taşının üzerinde James’in o uzaklıktan bile rahatlıkla okuyabildiği, parıl parıl parıldayan, gümüş renkli bir yazı vardı. James orada yazılanı okuduğunda, sözler beynini delip geçiyor gibiydi: Harry James Potter.

Karşısında duran mezara bakarken James’in midesi bulanıyordu. Arkasından gelen hayret nidalarını duydu ve dönüp baktığında Moody, Sirius, Remus ve Arthur’un yanına geldiklerini gördü. Onlar da ağızları bir karış açık dehşete düşmüş bir halde kaskatı duruyorlardı. Hiçbirinin bir şey söyleyecek dermanı bulamadığı ortadaydı. Bu korkunç bir görüntüydü. Sonunda Remus bir adım öne çıkıp elini James’in omzuna koydu.

“James, bu gerçek değil. Harry güvende. Bu sadece boş bir mezar ve öyle de kalacak,” diyerek arkadaşını rahatlatmaya çalıştı.

“İşte ben buna katılmıyorum,” dedi, etraflarından soğuk gelen bir ses.

Seherbazlar anında asalarını kaldırıp önlerindeki karanlığın içinde duran şeyi görebilmek için gözlerini kıstılar. Merdivenin ucunda siyah bir bulut belirmişti. Önlerinde neredeyse otuz kadar Ölüm Yiyen duruyordu. Ama James’in gözleri onların en önünde duran uzun boylu, cüppeli bir adama kitlenmişti. Kıpkırmızı gözler, kukuletanın altında alevler gibi yanıp parlıyordu.

Voldemort, Seherbaz’lar onu görebilsinler diye, yavaşça kukuletasını indirdi. Hepsinin asaları birbirlerine dönük olduğu halde asalarını öfke ve gerginlikten sabit tutmaya çalışıyor, ama lanetler savurmuyorlardı.

“Küçük hediyem hakkında ne düşünüyorsun, Potter? Ona çok yakışacağını düşündüm, sence de öyle değil mi?” dedi Voldemort, yüksek perdeden soğuk bir sesle.

James, Voldemort’a doğrulttuğu asasını sabit tutmaya gayret ediyordu, ama elllerinin titremesine de kalbinin deli gibi atmasına da engel olamıyordu.

“Tüm bunları sırf sana bunu göstermek için düzenledim. Herkesten önce senin görmeni istedim,” diye sözlerine devam etti Voldemort, hastalıklı derecede sakin bir sesle.

“Hayal kurmaya devam edebilirsin, bir daha Harry’nin yanından bile geçemeyeceksin!” diye bağırdı James, öfkeyle.

Voldemort’un sırıttığını gören James ürperdi.

“Onu daha önce bir kez aldım. Bu sefer beni ne durduracak?”

James’in arkasından bir büyü uçtu, ama Voldemort’a vurmadı. Voldemort, tüm vücut kalkanını kaldırıp büyüyü bertaraf etmişti. James, onun, Harry’ye ne kadar benzediğini fark edip daha da fenalaştı.

“Aptal olma. Bir daha denemeye kalkarsan, Ölüm Yiyen’lerim her birinizi parçalarına ayırır,” dedi Voldemort, tehditkâr bir ses tonuyla.

“Hepinizi hemen şuracıkta öldürüp bu işi bitirebilirim, ancak intikamımı alırken hepinizin yüzlerini görmek istiyorum. Ben kurtarıcınızı öldürürken, hepinizin gözlerinden umudun yok oluşunu izlemek istiyorum!” dedi Voldemort, sesi öfkeyle artarken. Dosdoğru James’e baktı.

“Onu benden aldığın güne lanet edeceksin! Onu rahat bıraksaydın, yaşıyor olacaktı. Ama senin müdahalen her şeyi berbat etti. Bunu sen yaptın, arkasından yas tutarken bunu sakın unutma. Onun ölümünden sen sorumlu olacaksın!” dedi Voldemort, James’e.

James ona daha bir lanet savuramadan önce, Ölüm Yiyen’lerden biri harekete geçip James’e bir Sokma Büyüsü göndererek asa tutan elinde bir kesik açtı. James asasını düşürdü ve eli kanamaya başlarken acıyla tısladı. Başını kaldırıp Voldemort’a baktı; onu paramparça etmekten daha çok istediği bir şey yoktu.

“Hogsmeade halkı, Karanlık Lord’un alacağı intikamın tanıkları olacak! Bana ihanet edenlere ne olduğunu bizzat görecekler!” diye duyurdu Voldemort, evlerinde saklanan insanlar onu duysunlar diye yüksek bir sesle.

“Oğlunu sürükleyerek buraya getireceğim ve onu diri diri yakacağım!” diye tısladı Voldemort, tüyleri diken diken eden bir sesle; gözleri öfkeden alev alev yanıyordu.

“Onun ölürken attığı çığlıkları herkes duyacak ve senin ona yardım etmek için yapabileceğin hiçbir şey olmayacak! Onun ölümünü çaresizlik içinde izleyeceksin ve suçlayabileceğin tek kişi kendin olacaksın!” dedi Voldemort, ona.

Tam o anda birçok lanet Voldemort’a doğru uçtu. James de dâhil, hepsi aynı anda lanetler savurmuştu. James asasını yerden almış, sağlam olan eliyle asasını tutup bir lanet yollamıştı. Daha büyülerin hiçbiri, Karanlık Büyücü’ye ya da onun Ölüm Yiyen’lerine ulaşamadan önlerinde kaybolmuştu. Voldemort ortadan kaybolmadan önce, acımasız gülüşünün sesi havada yankılanmıştı.

James ve diğerleri, -Dumbledore da dâhil- mezarı yok etmeye çalışmıştı, ama anlaşılan, mezarın etrafında kimsenin oraya ulaşamaması için yerleştirilmiş görünmez bir duvar vardı. Harry James Potter ismi parıl parıl parıldıyor, James onu çaresiz bir şekilde yok etmeye çalıştıkça sanki onunla alay eder gibi durmaya devam ediyordu.

James ve diğerleri yaralı oldukları için, yenilgiyi kabul edip oradan ayrılmak zorunda kalmışlardı. Sirius ve Remus, gözlerini siyah renkli mezar taşından bir an olsun ayırmayan James’i resmen sürükleyerek götürmek zorunda kalmışlardı.

“Bu gerçekleşmeyecek, Çatalak. Kimsenin Harry’ye yaklaşmasına izin vermeyeceğiz. Harry’yi kolladığımız gibi, Voldemort daha bir şey yapamadan onu biz yok edeceğiz,” dedi Sirius ona ve Remus da birlikte yavaş yavaş dönerlerken benzer şeyler söyledi.

James cevap vermedi. Kulaklarında sürekli aynı şey çınlayıp duruyordu. Kanını donduran o sözler…

“Onu daha önce bir kez aldım. Bu kez beni ne durduracak?”

#72: Duygusal Tepkiler için tıklayın

Çeviren: Tuba Toraman

fC ve Tuba Toraman

Fantastik Canavarlar genel içerik editörü.

Yorumlara bak