Ne bekleyişti ama. Nasılsınız? Fantastik Canavarlar: Grindelwald’ın Suçları’nı izlediniz, evlerinize geldiniz. Bu kadar beklediğinize değdiğini düşünüyor musunuz? Filmden tatmin olmuş olarak çıktınız mı salondan? Belki izledikleriniz halen taze ama benim film üzerine düşünmek için iki gün fazladan sürem oldu. Bu süre zarfında aklımdan geçenleri size sürpriz bozanlı (spoiler) şekilde aktarmak için buradayım.
Öncelikle, Harry Potter evreni üzerine düşünmeyi, konuşmayı sevdiğinizi bildiğimden okuyacağınızı düşündüğüm bir konudan kısacık bahsetmek istiyorum: Benim için Dumbledore. Çünkü moral bozucu düşüncelerden bir süreliğine kaçınmanın en güzel yollarından biri de Harry Potter evreni üzerine kafa yormak değilse nedir?
Dumbledore benim serideki favori karakterim ve bence Rowling’in tüm kitapları içinde yazdığı en katmanlı, en harika şey.
Yalnız kalmışlığını, kederini, gizli aile bağlarını, utançlarını, geçmişini bilgece bir kaçıklık maskesi altında saklayarak, gizliden gizliye işlerini yürüten, iz süren, dedektiflik yapan ihtiyar bir adam Dumbledore.
Kafasının içindeki ses hala genç belki ama geçen zamanla birlikte birçok konuda artık daha farklı düşünüyor.
Bir yanda herkesin olağanüstü gücünün ve dehasının farkında olduğu ve çekindiği birisi, diğer yanda insanlarla yakınlık kurabilmek için kaçıklığı bir alçakgönüllülük gösterme ve nezaket yöntemi olarak da kullanan bir adam çünkü işlerini görebilmek için müzakere ve manipüle etmek zorunda.
Kesinlikle çaresiz değil, bir zamanlar öğrencisi olan Voldemort karşısında kendisini güvende hissedebilecek kadar güçlü.
Gücünün caydırıcılığından ötürü öldürülme gibi bir endişesi çok yok ama çok da ince bir ipin üzerinde yürümek zorunda. Bu yüzden ne yoldan olursa olsun istediğini harfiyen yaptırması şart. Bu yolda incinecek hisler önemli değil ya da sadece yönlendirilmesi gereken bir şey olarak önemli. Etrafı kendini Dumbledore ile birlikte güvende zannederken feda edilmiş kimselerle dolu. Haliyle bir gün kendisi de ölecekse bu kendi seçimi ve bir planın sondan önceki parçası oluyor.
Bir yandan bir okul yönetiyor, diğer elinde Bakanlık’ı ve gizliden gizliye Yoldaşlık’ı tutuyor.
Yalnız kaldığında odasında düşünceli bir şekilde bir aşağı bir yukarı gezinmeden edemiyor çünkü o yaşa gelene kadar sayısız meseleyi halletmiş olmasına rağmen kafasında dolaşan, çözülmeyi, birbirine bağlanmayı bekleyen onlarca önemli konu var. Hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolan insanlar, gökyüzünde beliren Karanlık İşaret’ler… Ömrünün son çeyreğinde karşısına çıkan bu son büyük sınavı da vermek zorunda.
Dışarıdan bakınca Hogwarts’ın başındaki güçlü, dünyaca ünlü, saygın büyücü. Bir insanı tek başına ünlü edebilecek başka birçok makamın da sahibi. Bir an bakınca kaçık bir adam, bir an sonra bilge biri. Daha derinine inerseniz yönetiminde Voldemort’la mücadele eden birçok farklı insandan oluşan gizli bir ağı var. Daha da derinde ise yıllardır yağmurlu karanlık günlerde tek başına yürüttüğü çok gizli bir araştırması. (Ben onu hep asasının bir hareketiyle kuruttuğu ıslak seyahat peleriniyle hayal ederim.) Yaşayan birkaç kişi hariç kimsenin bilmediği en derin yönlerinden biri ise hataları yüzünden ailesini kaybetmiş bir adam oluşu. Ölü bir kız kardeşi ve Domuz Kafası’nın sahibi, kimsenin hatırlamadığı bir erkek kardeşi var. Kendiyle baş başa kaldığında yine o adam oluyor. Kafasının içinde hala o yaşta olsa da geçen yılların yükünü üzerine çökmüş hissediyor. Fawkes’u besliyor. Ara sıra kendini tamamen görünmez hale getirerek okuldan çıkıp, kardeşinin yanına, Domuz Kafası’nda bir şeyler içmeye gidiyor. Harry Sirius’u kaybettikten sonra bir Anahtar ile müdür odasına geldiğinde, Dumbledore arkadan gelip önce yavru Fawkes’u dikkatle yuvasına yerleştiriyor. Şimdiye kadar yalnızca kitapların Dumbledore’undan bahsettiğimi anlamışsınızdır çünkü 8 filmin hiçbirisi izleyicide bu izlenimi uyandırmayı başaramadı bence.
Fantastik Canavarlar serisi ise benim gözümde aslında bu yaşlı adamın hikayesini anlatmak için oluşturulmuş bir bahane. Kahraman Newt olsa da tıpkı Harry Potter serisinde olduğu gibi Fantastik Canavarlar da Dumbledore’un mentorluğunda gelişen, bir yarısı onun tarafından tasarlanan, kahramanların onun tarafından oyun tahtasına sürüldüğü bir macera. Böyle hikayelerde genellikle karakterin mentor tarafından sürüldüğü maceradaki dramasını izlerken, mentorun hikayesini yalnızca öğreniriz.
Ama bu defa öğrenmekle kalmayacağız, çünkü bu filmlerde Dumbledore’un kendi hikayesini, kendi macerasını yaşadığı yıllardayız. Bu defa, ailesini kaybettiği günlerin yıllar sonrasında gücünün ve gençliğinin zirvesinde bir Dumbledore ile karşı karşıyayız. Yani zaman onun zamanı, dünya onun dünyası. Bir Dumbledore düşünün ki daha gözlük bile takmıyor, bir Dumbledore düşünün ki henüz ucunu kemerine sıkıştıracağı kadar uzun bir sakalı yok.
Zeki, bilgili, genç ve son derece güçlü ancak unutmamak da gerek ki bu seride Dumbledore henüz bilge bir adam değil. Geçmişteki kişisel hatalarından bolca beslenen bencile kararlar alacağı bir mücadele ama yine de bir mücadele hikayesi var karşımızda. Yaşlılığında izlenimlerini fazlasıyla aldığımız gibi esprili ve müşfik kişiliğiyle kapamaya çalıştığı kederli, bencil ve manipülatif yönünü bu seride başrolde görmeyi bekleyebiliriz, bu kimseyi şaşırtmasın. Toy bir delikanlı değil ama bilge bir adam da değil. Belki bazı sahnelerde insanları yanıltmak için bize yaşlılığını anımsatan eksantrik bir rol takınır, enerjik hareketlerde bulunur, belki alaycılığını ve kibrini gizleyemez. Neticede zaman onun zamanı. Neticede Dumbledore demek takılmış maske üzerine maske, üstlenilmiş rol üzerine rol demek olduğu için aslında resim tamamlanmadan gördüğümüz şeyden emin olmamız mümkün değilse de, bu, filmde izleyeceğimiz karakteri yorumlamayacağımız ve eleştirmeyeceğimiz anlamına da gelmiyor elbette.
Fantastik Canavarlar filmlerinin ikincisini geride bıraktık ve bana sorarsanız Grindelwald’ın Suçları, Harry Potter evreninde geçen bir film olarak günahlarını bir kenara bırakınca bile bir “film” olarak iyi değil. Ben film olarak kötü olmasını aslında kolayca görmezden gelebilirim, “Yazar senaryo yazımında yetkin değil, bu kadar olmuş, en azından anlatmak istediği hikâye güzel,” diyebilirdim. Gerçekten bunu yapmayı çok isterdim ama işte hikâye de kötü arkadaşlar. Bu hikâye kötü bir genişleme paketi. Üstelik kötü anlatılmış.
Filmde çok ciddi bir karakter kalabalığı, konu eksikliği ve laf fazlalığı var. Bu defa Paris sokaklarındayız ve Credence orada, Nagini orada, Grindelwald Credence’ın peşinde orada. Newt Credence’ın peşinde orada, kötü Seherbaz Credence’ın peşinde orada. Leta ve Theseus Bakanlık ile birlikte Credence’ın peşinde orada. Yusuf Credence’ı Leta’nın kardeşi sandığı ve Leta’dan intikam almak istediği için Credence’ın peşinde orada. Sonra bir anda Queenie ve Jacob Paris’te belirip Newt’e rastlıyor. Tina Credence’ın peşinde orada. Newt bunu öğrenince Tina’nın peşine düşüyor. Jacob Queenie’nin peşinde, Queenie de Jacob ve Tina’nın peşinde iken Grindelwald’a rastlıyor. Tina Yusuf’a rastlıyor. Yusuf ona Credence’ın bir kehanetteki kişi olduğundan bahsediyor. Bir de kehanet çıktı, şu çorbaya bakar mısınız? Daha bitmedi. Daha bunlara kan sözleri, bozulmaz yeminler, 2. Dünya Savaşı, Titanic, McGonagall, Nicolas Flamel ve Fawkes eklenecek.
Bütün bunları bir arada düşününce karşınızda çok acayip bir hikâye göreceğinizi zannedersiniz. Ancak filmde Paris sokaklarında koştururken insanların diğerlerine rastlayıp durmasından başka bir şey olmuyor ve nefes nefese yapılan uzun diyaloglar gerçekleşiyor. Newt Tina’yı Yusuf tarafından hapsedilmiş halde buluyor ve Yusuf’un asıl niyetinin Credence’ı öldürmek olduğunu öğreniyoruz. Sonra ne alakaysa Yusuf’un gözünde parazit çıkıyor ve Newt onu kurtarıyor. Newt nereden biliyorsa Leta’nın soy ağacının bakanlıkta bir kutuda olduğunu söylüyor. Ya da bu genel bir bilgi ve diğerleri genel kültürden yoksun. Sonra Bakanlık’ta kedi şekilli kötü efektlerin saldırısından kurtulup kutunun mezarlıkta olduğunu öğreniyoruz. Sonra herkesin Grindelwald tarafından mezarlıkta düzenlenen bir toplantıya davet edildiğini, hepsinin bu yüzden oraya çekildiğini işitiyoruz. Çünkü sadece bir davetiye göndermek fazla zor. Böylece Grindelwald sağ olsun, hepsi bir yerde toplanmayı başarıyor. Büyük bir zekâ parıltısıyla bunun bir tuzak olduğunu varsayıyorlar. Sonra konuşulacak kanser konular başlıyor. Bütün bu silsile o kadar birbirinin içine geçmiş halde anlatılıyor ki filmden çıktıktan sonra hangi sahnede kim vardı, hangi sahnede ne konuşuldu hepsi karışmış oluyor; kaçırdığım bir nokta olmuşsa bağışlayın ama bu anlatımın olaylara değil lafa dayanmasının bir sonucudur. Anlatılan şey de çok ahım şahım bir şey olmayınca film seyirciyi yakalamakta, seyirci filmi yakalamakta zorlanıyor. Bir noktada Leta’nın anılarını seyrediyoruz ve Böcürt’ünü görüyoruz. Sonra mikrofonu Yusuf alıp kendi aile tarihini anlatmaya başlıyor ve bize upuzun bir nutuk dinletiyor. Biz de ağzımız açık, ne diyor bunlar, ne oluyor şimdi, iyice çorba oldu diye perdeye bakıyoruz.
Yusuf’un anasını bir Lestrange kaçırıp ondan çocuk yapmış. Yusuf’un ailesi bu yüzden dağılmış. Yusuf da Credence olduğunu sandığı bu çocuğu öldürerek Leta’nın ailesini dağıtmış olacak, böylece intikam almış olacakmış. Credence’ın peşinde olmasının sebebi kehanet değilmiş. Sonra mikrofonu Leta alıyor ve “Arkadaşım yanlış biliyorsun o olay öyle değil, senin aradığın çocuk olan kardeşim yıllar önce Titanic’te öldü benim yüzümden,” diyor. Böylece Leta’nın böcürtünün anlamını öğreniyoruz. Bu arada Credence da Küçük Hüsamettin gibi benim anam babam kim o zaman diye ortada geziyor. Nihayet sözü Grindelwald alıp topladığı safkanlara (Fransa’da o kadar “safkan” olması ilginç. Birçoğu kendine safkan diyen Ölüm Yiyenler gibi melezlerden oluşsa dahi sayıları oldukça fazla. İngiltere’nin cadı ve büyücü nüfusunun sadece 3000 olduğunu unutmayalım. Kendine safkan diyenler bunlarsa geri kalanı oldukça kalabalık olmalı.) konuşmasını yapıyor, kalabalık olaysızca dağılıyor, böylece ek bir iki sahnenin ardından film bitiyor.
Kalabalık elbette olaysızca dağılmıyor fakat ortada doruğa ulaşmadan inişe geçen bir durum var. Bu ana kadar koşturmaca ve direkt olarak söz yoluyla niyetlerin itirafından başka bir şey izlemedik. Bize bir tuzak vadedildi ama adam konuşmasını, propagandasını yapıp gitti. Sadece kendisine saldıranları Zebaniateşi ile baş başa bıraktı. Bakanlık gelip bunu yapmasaydı ortada kimse için herhangi bir tuzak hazırlanmış değildi. Ortada bir arzu, bir engel, herhangi bir çatışma, mücadele ve yenişme, bir bilgisizlikten bilgiye geçiş de yoktu, 10 milyon dolarlık görsel efektlerin çarpışmasını izninizle çatışmadan saymazsak… Siz personaların çarpışmasını mı görmeyi tercih edersiniz, ışık şovlarının mı?
Peki filmin adıyla bize vadedilen bütün o “suçlar” filmin neresindeydi? İlk filmin başında gözüken gazete manşetlerinden okuduğumuz karmaşa hakkında bu filmde ne öğrendik? Neymiş yani bu Grindelwald’ın suçları, hangi suçlardan yargılanmak için Avrupa’ya nakledilmiş? Yoksa geçiş filmi olduğu için onu da mı sonraki filmlerde öğreneceğiz? Fantastik Canavarlar 2: Grindelwald’ın Suçları Ama O Konuya Gelmeden Önce Sizi Biraz Bekleteceğiz?
Bu filmin bir geçiş filmi olduğu ve her şeyi bu filmde öğrenmeyi beklemememiz gerektiği görüşüne katılmıyorum çünkü sırf bir geçiş filmi olsun diye bir filme 300 milyon dolar yatırmazsınız, o filmin yine kendi içinde başlayıp biten bir hikayesinin olması gerekir. Kimsenin her şeyi öğrenmeyi beklediği zaten yok. İnsanların yakındığı nokta işte bu hikayenin olmayışı. “Herkes Credence’ın peşindedir, sonunda Grindelwald çıkıp bir konuşma yapar ve gider” bir hikaye değildir. 2 saat boyunca Paris sokaklarında birbiriyle karşılaşıp konuşmak bir hikaye değildir. Ortada bir arzunun, bir engelin, bir çatışmanın yani belli başlı öykü elementlerinin olması gerekir ve bunların doğru araçlarla sunulması gerekir. O doğru araç da olaylardır, laf değil.
Rowling’in daha önce yazdığı hangi kitabında her şeyi ama her şeyi anlatmayı yarım bıraktığını gördünüz? Olaylar sonraki kitapta devam eder, kimilerinin anlamı başka türlü çıkar ancak bir kitabın kendi öyküsü hiçbir zaman kendi içinde eksik, yarım kalmaz. Bazı olaylar sonraki kitapta devam edecekse bile kendi içinde başlayıp biten kendine ait bir hikayesi vardır ve her kitap kendi hikayesini anlatır, sadece başka bir hikayeye giriş işlevinden ibaret olamaz. Çünkü o zaman o kitap kendi başına bir hikaye olmaz. Çünkü bir hikayenin gelişmesi ve sonucu da olur. Tüm serinin kendi içinde bu yapıya sahip olması gerektiği gibi her film ve kitap da kendi içinde bu yapıyı barındırır. İşte bu film bunu barındırmıyormuş gibi görünüyor. İlk Fantastik Canavarlar filmi dahi bu yapıya uyarken sıra Grindelwald’ın Suçları’nı yazmaya gelince Rowling kafasına bir şey çarpıp hikaye yazmayı unutmuş gibi davranmış.
Aslında filmde gözden kaçan bir hikaye hala var. Gözden kaçıyor çünkü gözden kaçacak şekilde anlatılmış. Çünkü anlatım olaylara değil lafa dayandırılmış. Haliyle izleyicinin bir kulağından girip öteki kulağından çıkıyor. Seyirci filmde hiçbir olayı izleyerek öğrenmiyor, filmdeki birinden duyarak öğreniyor. Yoksa “herkes Credence’ı isterken Grindelwald’ın Credence’ı kendisine getirmelerini sağlayacak bir plan kurmuş olması ve sonunda da Credence’ı alıp gitmesi” gibi bir konu filmde elbette var. Ancak biz bunun nasıl yaşandığını hiçbir zaman görmüyoruz, hatta duymuyoruz bile. Filmde duyduğumuz tek şey yan karakterlerin getirdikleri yan hikayeler. Gördüğümüz şey ise aceleci bir koşturmaca. Ateş Kadehi kitabını hatırlayın. Voldemort Harry’yi ele geçirmek için bir plan yapar ve sonunda geçirir de. Fakat aynı esnada Harry kitap boyunca kendi hikayesini yaşar. Kitabın sonunda ise bu hikaye sırasında bize hiç fark ettirilmeden bir hizmetkârın nasıl Harry’nin önüne Voldemort’a doğru giden yolun taşlarını döşemiş olduğunu öğreniriz. İşte bu bir hikayedir dostlar. Rowling’in bu filmde beceremediği şey de budur. Alın size sonraki kitaplarda devam edecek bir olay ve kendi içinde de başlayıp biten bir hikaye.
Ayrıca birçok insanın gizem unsuru ile eksikliği birbirine karıştırdığını görüyorum. Örneğin Melez Prens kitabında sahte Hortkuluk’un içinden R. A. B. imzalı bir notun çıkması ve onun kim olduğunun hemen o kitapta açıklanmaması bir gizemdir. Harry bu notu hiç açmadan cebine atsa, sonra da okumasına sıra gelemeden, biz o notu göremeden kitap bitse bu gizem değil bir eksiklik olurdu, sonraki kitaplarda notu okusak dahi. “Ee, o not neydi, neden bu kitapta çıkarıp bakmadı, bakılmaz mı hiç?” diye haklı olarak sorardık. Leta’nın kimi sevdiği, Newt’i seviyorsa neden Theseus ile birlikte olduğu bu filmin sıra gelemediği için işlenememiş konularından birisidir ve sonraki filmlerde öğrensek dahi bu filmde karakter kalabalığı yüzünden vakit ayrılamadan, seyirci konuyu anlayamadan bitip gitmiş, eksik kalmış bir unsurdur. “Her şeyi bu filmde öğrenmeyi mi bekliyorsunuz” argümanını bu yüzden geçersiz buluyorum.
Bir diğer konu ise bu filmin günahlarının beyninizi acıtmasını istemiyorsanız kitaplardan öğrendiğiniz her şeyi unutmanız gerektiği. Bu filmde görecekleriniz kitaplarda yaşanmış olayların öncesi değil. Bu tamamen farklı bir evren ve bu evrende belli ki her şey bambaşka gerçekleşmiş. Düşünün bir, Nicolas Flamel bu filmde olsa ne olur, olmasa ne olur? Onun yerine X kişisi olsa bir şey değişir miydi? Flamel’in Flamel olmasının konuya ne gibi bir etkisi, katkısı oldu? Sadece hayranlar tanıdık bir ismi görüp sevindiler hepsi o. Dolapta bir Felsefe Taşı, sıraya kazınmış bir Ölüm Yadigarları sembolü, Nagini, McGonagall ve Fawkes görmek filmi daha iyi bir film haline getirmiyor. Bunlar Harry Potter evreninin unsurları. Mesele bu unsurları kullanarak bana nasıl bir hikâye anlattığın. Mesele anlatılan hikâyenin kötü olması. Bu filmde Nagini niye var arkadaşlar? Hayranlara tanıdık bir isim gösterelim dedin ve ana hikâyeyi değiştirdin, tamam. Neye yaradı peki Nagini’nin olması bu filmde? İleride Tom Riddle’ın eline geçecek ve geçtiğinde henüz tamamen yılana dönüşmüş olmayacak ki ismi Boncuk değil Nagini kalabilsin. Yılların tutmamasının önemi yok, Rowling onu da değiştirir nasılsa.
Yıllardır internette Rowling’in açıkladığı bilgiler diye dolaşan şeyler vardır. Bunlar büyük oranda hayran teorisi ve gerçek açıklamaların bir karışımından ibaretler. Örneğin: Hayır, Felsefe Taşı’nda Harry’nin saldığı boa yılanı Nagini değil. Hayır, Voldemort Aşk İksiri ürünü olduğu için sevemiyor değil. Hayır, bunlar Rowling’in açıkladığı şeyler değil.
Öte yandan Rowling’in açıkladığı şeylerden de pek hayır gelmiyor. Kendisi bildiğiniz üzere filmden önce Nagini için “Animagus değil, Maledictus dedim,” diye bir tweet attı. Evet, kitap serisi devam ederken Animagus olmadığını belirtmişti. Ama Maledictus gibi bir şey de söylememişti, dümdüz bir yılan olduğunu söylemişti. Eğer söylemediği şeyler üzerinden gideceksek o iş yaş çünkü o zaman diyebiliriz ki Crookshanks aslında bir Mıncık değil, Queenie’nin Animagus’u. Dobby de Tina’nın Patronus’u. Gümüşi renkli enerjiden oluşmadığına aldırma, yeni kural koydum, Patronus öyle olmak zorunda değil artık. Eskiden yazdığım her şeyi unut. Baştan yazıyoruz. Fawkes da aslında Anka değil Voldemort’un Böcürt’ü. Karşısında başkası olunca değişmemesine aldırma, unut kitapları, yeni kural koydum, Böcürt istediği görünümde kalabiliyor öyle. Voldemort’u korkutmayı ve Dumbledore’u çok sevmiş o yüzden hep Anka olarak kalmaya karar vermiş. Bir dakika, Voldemort o yıllarda henüz doğmamıştı bile ama önemi yok, McGonagall da doğmamıştı zaten. Norbert var ya mesela, o aslında Muggle Jacob. Deli-Göz Moody onu Ölüm Yiyen sanıp ejderha yumurtasına çevirmiş. O yumurta da Quirrell’ın eline geçmiş, oradan da Hagrid’e geçmiş. Sonra o yumurtadan da Norbert çıkmış. Biraz daha abartalım mı? Herkes aslında başka bir şey. Pigwidgeon aslında Mcgonagall ile Dumbledore’un gizli kızı. Voldemort intikam için ona da kalıcı biçim değiştirtmiş. Animagus demedik sonuçta. Ama başka bir şey de demedik değil mi? Aragog aslında Hagrid’in Firenze’den olma çocuğu. Kitaplarda Hagrid’in onu nasıl edindiğini unut. Gay ilişkiden doğan sihirli çocuk o. Ne? Ne demek “olur mu öyle şey??” Homofobik misin yoksa sen? Sihir yok mu bu seride arkadaşım? Devle insan çiftleşince yarı dev olduğuna inanıyorsun da buna mı inanmıyorsun?? Ne demek “ama serinin daha önce koyduğumuz kuralları??” Burada kuralları Rowling koyar. O nasıl yazdıysa o. Gerekirse hemen birilerine “Sihirli Çocuk” diye bir müzikal yazdırıp onu da serinin resmi parçası haline getirir. Ayrıca bunları yazdın ve şimdi Rowling seni homofobik pis bir faşist olduğun için Twitter’da engelleyecek. Bir Harry’nin Felsefe Taşı’nda saldığı boa yılanı var dünyada, bi de bu kız. Nagini o boa yılanı değilse bu kız olmalı, çünkü hiç başka yılan yok dünyada. Evet. O yüzden Nagini sıradan bir yılan olamaz.
Bunlar bizim 15 yıl kadar önce internet forumlarında esprisini yaptığımız şeylerdi. Bugün Rowling sağ olsun hepsi gerçek oluyor. Eskiden sadece Scabbers’ın Kılkuyruk çıkmasıyla idare edebiliyorduk, bugünse ne güzel suyunu çıkartabiliyoruz. Harry Potter evreni çok iyiye gidiyor. Aynı şekilde, daha önce 1935 doğumlu olduğunu öğrendiğimiz McGonagall 1927 yılında geçen bu filmde niye var? Hatta yetmiyor, McGonagall Newt’in öğrencilik yılları olan 1910’larda da okulda. İnsanlar film çıkmadan bunun zaman döndürücünün bir marifeti olabileceğini iddia etmişler, Rowling gibi şahane bir yazarın böyle bir hataya düşmeyeceğinde diretmişlerdi. Ama Rowling’in muhteşem yazarlığı onları yakaladı. Takdir edersiniz ki böyle bir seriyi ciddiye alabilmek ve yazara güvenerek üzerinde teori oluşturabilmek oldukça zor. Yarın öbür gün yazar 20 yıl önce yazdığı şeyi kökünden değiştirip, sizin çocukluğunuz boyunca okuyup keyif aldığınız, anılarınız haline gelmiş bir hikâyeyi çöpe çevirebilir. Bir yazarın kendi eserine karşı bu kadar acımasız ve kayıtsız davranması gerçekten hayret verici.
İlk filmin ardından Grindelwald’ın Mürver Asa’yı kaybetmiş olması gerektiğini düşündüğümü daha önceki bir yazımda belirtmiştim.
Grindelwald bunun farkında mı? Ya da şöyle sorayım, Rowling bunun farkında mı?
Bu filmde Grindelwald’un Mürver Asa’yı sakladığı yerden çıkarmış kullanıyor olduğunu görsek de, Grindelwald ilk filmde Tina tarafından asası elinden çağırılmak suretiyle silahsızlandırıldığı, yani yenildiği için, Grindelwald’un himayesinde muhtemelen uzakta bir yerde saklı duran Mürver Asa da bunu biliyor ve artık Grindelwald’un elinde gerektiği gibi çalışmıyor olması gerekiyor. (Böyle olmazsa yine kitaplarla korkunç bir çelişki ortaya çıkar. Ölüm Yadigarları’nda hikaye bunun üzerine kurulu!)
Grindelwald bir noktada bunun farkına varacaktır çünkü ne de olsa asanın “sahipliği” çok çok genç yaşta onu çaldığından beri kendisinde ve gücünü biliyor. Eskisi gibi çalışmıyorsa bunu anında fark edecektir. Hatta öyle bilgili bir büyücünün asası ilk elinden alındığı andan itibaren bunun böyle olacağını biliyor olması gerek. Ama şimdilik onun da Voldemort gibi asa ilmi konusunda yeterince bilgi sahibi olmadığını düşünelim.
Gerçi Voldemort’un asa sahipliğini tam olarak idrak edememesi, tıpkı kendisinden daha küçük Ev Cini gibi canlıların sihirli güçlerini küçümsemesi türünden bir karakter zaafı idi. Aynı çocukken bir şeyleri çalıp dolabında saklaması gibi bir şeyi elinde tutmanın onun sahibi olmaya yeteceğini sanıyordu. Bu zaaflar onun çöküşüne giden yoldaki taşları döşemesine de neden oldu. Asa sahipliğini ve Draco’nun tereddüdünü hesaba katmadı, Kreacher’ı hesaba katmadı, Snape’i hesaba katmadı, Lily’nin fedakarlığını hesaba katmadı, aynı şeyi tekrar hesaba katmayarak Harry’nin kanını kendi bedenini yeniden inşa etmek için kullandı. Çünkü sevginin ve fedakarlığın gücünü anlamıyordu.
Gregoroviç’ten asanın sahipliğini almak için onu Sersemletmesinin yeteceğini bilen Grindelwald’ın ise Mürver Asa’yı kaybettiğinin farkında olmaması düşünülemez. Peki hala onu elinde gezdiriyor olması niye? Bir düşünün, siz Mürver Asa’nın sahipliğini kaybettiniz, asa yıllardır sergilediği gücünü artık sergilemiyor. Hala onu cüppenizin cebinde sizinle beraber her yere dolaştırır mıydınız? Zaten sizin için normal bir asadan farksız bir hale gelmişken, sahipliğini sizden alan kişiyi bulup yenene kadar onu sadece sizin bildiğiniz bir yerde saklı tutmak daha emniyetli olmaz mıydı? Zira gördük ki Dumbledore’un sözde dengi, ilk filmde Mürver Asa yerine başka bir asa kullanıyorken düelloda kıskıvrak yakalanabildi, asası elinden alınabildi. Şimdi Mürver Asa da kendisi içi sıradan bir asa gibi çalışırken bir de Mürver Asa’yı yanında taşıyıp elinden alınması riskini göze almak akla yatkın mı? Alan kişiler onun Mürver Asa olduğunu bilseler ayrı kötü, bilmeseler ayrı kötü. Bakanlık bilmeden Asa’yı ortadan ikiye ayırabilir bile. Böyle bir riske girilir mi? Grindelwald Tina’yı ilk gördüğü yerde neden sersemletmiyor ve onun birisi tarafından yenilip Asa’nın sahipliğinin hiç bilmediği birine geçerek tamamen yitip gitmesinden endişe etmiyor? Eğer mezarlık sahnesinde Grindelwald Tina’yı yendiyse, Asa tekrar ona geçmiş demektir ama Grindelwald’ın film boyunca bütün bunlardan hiç bahsetmemiş olması garip değil mi?
Müridi “Döner bıçaklarıyla dalalım abi!” derken Grindelwald onu durdurup, “Aa, öyle demiyoruz, ‘Çoğunluğun İyiliği İçin’ diyoruz,” diyerek onu düzeltiyor ve esas istediğinin çoğunluğun iyiliği filan değil sadece güç olduğunu vurguluyor. Grindelwald böyle biri miydi sizce? Voldemort gibi safkan propagandasını sürdürürken aslında sadece kendisini düşünen biri miydi, yoksa bir ideoloji insanı mıydı? Ölüm Yadigârları kitabında onun derinlikli bir karakter olduğu izlenimini veren şey arkasında durduğu bir idealinin olmasıydı. Oysa bu filmde bunu terk edip, ideolojiyi kendisi için de değil, sadece dümdüz kötülük için kullanan, bebek öldürten biri haline çevirmişler ki yenilgisinden sevinç duyalım. Yani gücü kendisi için istemiyor ve bebek öldürmüyor olsa idealinde bir problem yok, buradan bunu mu anlamalıyız? Aynı propagandayı gücü kendisi için istemeyen Newt yapsa kabul edilebilir mi? (Demek Newt de Felsefe Taşı’nı Kelid Aynası’ndan çıkarabilirdi. Hmm.)
Burada bize işareti verilmesi gereken şey, bu filmde eksik olan ve eğer bırakılmışsa sonraki filmlere bırakılmamış olması gereken şey Grindelwald’ın kendisi için ne istediği olmalıydı ki ideolojiyi bahane ederek yaptığı kötülükler sadece kötülük olarak kalmasın ve bizim için bir anlam bulsun. Hortkuluklar olmasa da Yadigârlar yoluyla ölümsüzlüğü arzuladığı gösterilebilirdi örneğin. Ya da dibine kadar gelmişken Felsefe Taşı’nı çalmayı arzulayabilirdi, sadece sözünü etse bile yeterdi, bu arzusunu görmeliydik. En azından Flamel ve görünen Felsefe Taşı’nın filmdeki varlığı da bir işe yaramış olurdu. Ancak bu da onu yine kendisi için güç isteyen, ölümsüzlük isteyen Voldemort’un kopyası bir kötü yapmaz mıydı? Biz onu bir siyasi figür olduğu için farklı ve güzel bir roman karakteri bulmamış mıydık en başta?
Peki ya Grindelwald’ın zayıf noktasının da Voldemort’unkiyle birebir aynı olmasına ne diyorsunuz? Yazarımız zahmet edip Grindelwald’a onu biricik yapacak, ona has bir zaaf vermemiş bile. Bütün güçlü kötülerin ortak noktası budur deyip geçiştirmiş: Grindelwald kendisinden daha küçük canlıların gücünü hesaba katmıyormuş. Yani Asa’nın yitip gittiğini bu yüzden mi fark etmedi diyeceğiz? Peki Grindelwald’ın bu zaafı filmde ne kadar anlamlı kullanıldı bunu konuşalım. Burnuk! Voldemort, Ev Cini sihrinin kendi sihrini geçebileceğini, onun koyduğu cisimlenme korumasını aşabileceğini düşünmüyordu. Onu küçümsediği için onların varlığını hesaba katmıyordu. Grindelwald üzerinde dolaşan kocaman Burnuk’u nasıl umursamadı Allah aşkına? Ya da o hengamede hissetmedi diyelim, hissetmemiş olması, kendisinden küçük varlıkların gücünü umursamadığı anlamına mı gelir? Bütün bunlar sırf doğru düzgün bir şey yazmak yerine fan service yapmak için yerli yersiz tanıdık öğeler kullanma tembelliğinden başka bir şey değil.
Ben kitapları okuduğum süre boyunca Grindelwald konusunu hep siyasetle, diplomasiyle, siyasi zorbalıkla, komployla, tehditle iç içe hayal etmişimdir. O yüzden konunun merkezinde yine hayvanların bulunmasını, Grindelwald ile mücadelede siyasetten ziyade hayvanların kullanılmasını biraz garip karşılıyorum. Evet, anladık, Newt hayvanları çok seviyor. Ama artık evinde yuvasında dursun şu hayvanlar. Her sahnede işi onların çözmesi, Newt’in çantasından çıkarıp çıkarıp hayvan kullanması size de biraz Pokemon izlenimi vermiyor mu artık? (Hem de 6. Nesil Pokemon. İlk nesil olsa yine iyi.) Grindelwald devleri kendi yanına çekmeye çalışsa, Ruh Emici’leri ayartmaya çalışsa bunu anlarım. Onlar da sihirli yaratık. Voldemort’tan farklı olarak Ejderhaları kullansa anlarım. Muggle Devlet başkanlarına Gizliliği bozacak eş zamanlı komplolar kursa, yakınlarını esir alsa, öldürmekle tehdit etse, tüm devlet başkanlarını aynı anda öldürüp yerlerine kendi adamlarını geçirmeyi denese bunu anlarım. Ama hele ki bizimkilerin sürekli sihirli kediden köpekten, dumandan filan medet ummaları sizin de kafanızdaki Grindelwald dönemi imajını biraz sarsmıyor mu? Evet anladık, küçük yaratıkların gücü ve onu önemsemeyen kötüler. İyi de filmin adı Fantastik Canavarlar diye her konunun bu kadar içinde olmak zorundalar mı? Bari azıcık daha büyük ve güçlü şeyler görsek? Göreceğimiz ima edilse? Bireysel olarak siyasetle işi olmayan Voldemort’un hamleleri bile Grindelwald’ınkilerden daha politik idi.
7 +3 kitaptan sonrasını Rowling’in internette açıkladıklarına ya da başkalarına yazdırdıklarına bakarak doldurursanız işte böyle oluyor. Eğer çocukken kitaplar sizi büyülediyse, gerisindeki eksiklikleri, boşlukları ya da anlatılmamış noktaları kendi hayal gücünüzle kapamayı seçebiliyorsunuz ya da en fazla zaten anlatılmadığı için üzerinde pek durmayabiliyorsunuz. Ama işi başkalarına hatta Rowling’e bile bırakırsanız, eksikleri onların anlattıklarıyla doldurursanız, kusurlar gün ışığına çıkmaya başlıyor ve Rowling’in bizim okurken hayal ettiğimizden çok daha küçük bir dünya kurguladığını görüyoruz. Dahası, o dünyayla ne yapacağını bilemiyor gibi, sürekli 20 yıl önce yazdığı şeyleri değiştiriyor da değiştiriyor. Esas tat kaçıranı, ısrarla en başından böyle kurguladığını iddia edip buna inanacağımızı umması.
Hatırlarsanız film çıkmadan önce Dumbledore’un neden Grindelwald’ın peşine düşmediğini sonunda öğreneceğimiz söyleniyordu. Açıkçası o zaman buna hiçbir anlam verememiştim. Bunu zaten bilmiyor muyduk? Dumbledore Ariana’yı öldüren darbeyi kimin indirdiği bilgisinden kaçınmak için Grindelwald ile karşılaşmayı yıllardır erteliyor ve tüm gelişmelere kulak tıkamıyor muydu? Öyle değilmiş… Meğer Grindelwald’ın peşine düşermiş de, zamanında birbirlerine saldırmayacaklarına dair kan yemini etmişler, o yüzden düşemiyormuş. Rowling Grindelwald’ı bitirdiği gibi Dumbledore’u da böylece bitirmiş oldu. Bunu bile değiştireceği hiç aklıma gelmezdi hani. Düşünün ki Voldemort’un Öldüren Lanet’inin Harry’den geri sekmesinin sebebi değiştirilmiş. Aslında Lily kendini feda ettiği için değilmiş de, Harry’nin üstünde muska varmış. Ölüm Yadigârları’nda Harry’nin kendini feda ederek aynı büyüyü yapması hikayesi de böylece boşa çıkıyormuş ama Rowling umursamıyormuş. Fantastik Canavarlar 2′deki değişiklik işte tam olarak buna denk düşüyor.
Dumbledore’un kitaplarda Grindelwald’ın peşinden gidememe sebebi onun karakterinin derinliğini ve karanlık geçmişinin ağır yükünü oluşturan, onu pişman eden, yaşlandıran şeydi. Gençken Grindelwald’a karşı çıkamadığı gibi yetişkinken de çıkamıyordu. Lily Harry için kendini öne atmıştı. Ama Merope oğlu için hayatta kalmamıştı. Dumbledore kendisinden vazgeçip kardeşleri ile evde kalmayı seçmemişti. Sonucunda kardeşi ölmüştü. Harry’nin onlardan en büyük farkı ve şansı buydu. Rowling işte bunu ortadan kaldırmış ve Dumbledore’un savaşmaktan kaçmasına sebep olan bütün bir geçmişi, travmayı ortadan kaldırıp onu küçücük, somut bir nesneye çevirmiş. Meğer o kırıldıktan sonra hiç problem kalmayacakmış. Bakın bu kötü yazarlıktır. Bunlar kitaplardan uyarlanan filmler değil yeni yazılan hikâyeler ve hikâyeyi anlatmak için kısıtlı bir zaman da yok, ortada koskoca 5 film olacak. 5 filme kalkıp da böyle bambaşka ve ucuz bir hikâye uydurmayı kimse bana iyi yazarlık diye yutturamaz.
Grindelwald’ın bu Söz’den rahatsız olmadığını, onu üzerinde taşıdığını görüyoruz. Yani Dumbledore’un kendisine saldıramaması işine geliyor. Kendisi de saldıramıyor olsa da ona karşı Credence gibi başkalarını manipüle edip kullanıyor. E iyi de, bu Söz senin için bu kadar işe yarar, bu kadar değerli bir şeydi madem bunu bir kasaya koy, yerini sakla? Niye parıl parıl üzerinde gezdiriyorsun?
Böylece bu kötüler kötüsü hikâyeden anlıyoruz ki ilk filmde Graves kılığındaki Grindelwald bu saldırmazlık sözü yüzünden gerçekten de Newt’i Dumbledore’un göndermiş olmasından çekinmiş. Filmde bir de bu gerçek var tabii; Dumbledore’un hiç de kitapta okuduğumuz gibi olaylara kulak tıkamıyor oluşu. Pişmanlığı ve travması Rowling tarafından geçmişinden silinmiş gibi hareket eden Dumbledore bu filmde elbette Grindelwald ile dolaylı da olsa mücadele etmekten çekinmiyor. Bu da son derece Dumbledore-vari bir hareket olsa da, geçmişindeki motivasyonları silinmiş, onun özünü oluşturmuş şey değişmiş bir Dumbledore izleme fikri hoşuma gitmiyor. Ben bu seride kitaplardaki karakterlerin geçmişlerini filmler yoluyla izleyeceğimizi zannediyordum, bambaşka bir alternatif evrenin hiç bilmediğimiz hikayelerini değil.
Biz Harry Potter serisinde kendisinin anlattığı kadarıyla onun okula öğretmenlik yapmaya çekildiğini ve elinde çok güçlü bir asayla durdurulamaz gibi görünen Grindelwald’a dair duyulan haberlere kulak tıkadığını okumuştuk. Ta ki bu konuda bir şeyler yapabilecek tek kişi olan kendisinin sessiz kalması artık fazla utanç verici bir hale gelmeye başlayana kadar. Böylece ikinci ve son düelloları yaşanmıştı. Bunları söyleyen bizzat kendisiydi. Harry’ye her şeye rağmen Grindelwald’a karşı gizlice bir mücadele de yürüttüğünün imasında hiç bulunmadı. Dumbledore’un bir hata olarak her şeye yıllarca tamamen kulak tıkaması ve sonunda mecbur kalınca ortaya çıkıp yapabileceğini yapmak zorunda kalması karakterin geçmişindeki karanlık yapısına çok daha yakışan bir durumdu. Ancak Rowling bu seride bunu sorumsuzca değiştirmiş. Ha, karakter buna da müsait elbette. Dumbledore tabii ki boş durmayabilecek birisi aynı zamanda. Ama kitaplarda böyle bir şey olmadığını da okumuştuk işte. Karakterin izlenimi, hikâyenin yapısı bu şekilde verilmişti. Ben şimdi onca yıl okuduğum kitapları yalanlayan bir filmi sırf üç beş efekt ve Hogwarts sahnesi için nasıl seveyim? Bir diğer dev çelişki için ilk filme göz attığım yazımdaki asasız da sihir yapabilme bölümüne bakabilirsiniz.
Peki sonraki filmlerde Dumbledore Newt’i planlarını bozmak üzere Grindelwald’ın üzerine gitmeye ikna etmek için Newt’e Grindelwald’un Mürver Asa’nın sahipliğini geri kazanmak amacıyla Tina’nın peşine düşeceğini çıtlatır mı dersiniz? Dumbledore’un New York metrosundaki o ufacık anı öğrenebilme, bilebilme ihtimali var mı ki? Newt ülkeye geri döndükten sonra Dumbledore ile bir araya gelip uzun bir görüşme gerçekleştirdikleri muhakkak. Dumbledore olayları en ince detaylarına kadar öğrenmek için Newt’i üstü kapalı bir şekilde iyice sorguya çekmiş, belki de o ana dair anılarını Düşünseli’nde inceleyip bu minik detayı fark etmiş olabilir mi? Dumbledore Düşünseli’ni bu yaşta edinmiş midir sizce? Size verdiğim umutlara güvenmeyin, seriyi ben yazmıyorum. Rowling’e ise hiç güvenmeyin zaten.
Hayranlara servis etmek için çok ideal bir sahne bu. Dumbledore Kelid Aynası’nda ne görüyordu? Böcürtü neydi? Patronus’u neydi? Bunlar en az 15 yıl önce yeni kitapları beklerken hepimiz tarafından merak edilmiş, defalarca sorulmuş, tartışılmış ve zaman içinde de Rowling tarafından yanıtlanmış sorular. Aynanın tam olarak nasıl işlediğini bilmesek de, kalbin en derinindeki arzuları gösterdiğini biliyoruz. Ayrıca kişinin gördüğü temel şey sabit kalsa da görüntünün anlık büyük istekler için değişebildiğini de biliyoruz, çünkü Harry aynada anne ve babasını hayatta görürken, Quirrell karşısında ise Felsefe Taşı’nı Voldemort’tan önce ele geçirdiğini görmüştü. Sonuçta insanın kalbinde çok sayıda büyük ve derin istek olabilir ve bunlar anlık olarak öne çıkabilir. Dumbledore’un da 11 yaşındaki Harry’ye cevap olarak verdiği esprili çorap hikayesinin aksine, ailesini hayatta, sağlıklı ve bir arada gördüğünü yine Rowling’den öğrenmiştik. 11 yaşındaki Harry dahi ne kadar özel bir soru sorduğunun daha o an farkına vararak utanmış ve Dumbledore’un elbette ki doğruyu söylemediğini düşünmüştü. Genç Albus’un ise Ariana’yı kaybedeli görece az bir zaman geçmiş olmasına rağmen, o an Gellert’i aynada yanında gördüğünü görüyoruz. İlginç… Daha sonradan o verdiği kan sözünü bozmak istediğini ima edercesine gümüş mührü görüyoruz. Dumbledore’un Newt’ten eğer ele geçirebilirse bunu ele geçirmesini istememiş olması da garip. Dumbledore en arzu ettiği şeye tamamen şans sayesinde kavuşmuş oldu.
Dumbledore 17 yaşında bir yaz tatilinde birkaç aylığına tanıdığı genç adam için birçok şey hissetmiş ve hissediyor olabilir. Ancak kardeşini öldüren darbeyi kimin indirdiği bilgisinden kaçmak için tekrar yüzleşmekten yıllar boyu kaçındığı adamı neden aynada yanında görsün? Hangi his onu aslında o an yanında istemesine sebep oluyor olabilir? Aşk? Dostluk, İntikam? İçini kemiren merak? Kitap Dumbledore’unu düşünecek olursak büyük ihtimalle dördüncüsü. Ariana meselesi olmasaydı, genç Albus yaptığı her şeye rağmen Gellert’i yine yanında görmek isteyebilirdi belki. Bu da karakterlere hoş bir karanlık ve derinlik katardı. Ancak şu şartlar altında merak duygusu çok daha olası. Cevabı almış (?) bilge Dumbledore ise ilerleyen yaşlarında gençliğindeki hatalarını yapmamış olmayı dileyerek artık aynada ailesini görür. O artık hayatının sonuna yaklaşmış yaşlı bir adamdır ve dünya artık onun bildiği, maceralarını yaşadığı dünya değildir. Hala bir mücadele yönetmektedir ancak yerine yetişen yeni bir nesil vardır. Felsefe Taşı elinin altında olmasına rağmen ölümsüzlük hayalinden çoktan vazgeçmiştir ve bir şeylerin sonuna geldiğinin farkındadır. İşte bu film bu yüzden çok önemliydi. Bu izleyeceğimiz dünya başta da bahsettiğim gibi Dumbledore’un dünyasıydı. Onun maceralarını yaşadığı ve hatalarını yaptığı dünya. Aynı zamanda hatalarıyla yüzleştiği dünya. İnsan bol keseden serpiştirilmiş ucuz sihirli hayvan aksiyonundansa komploların, eski meselelerin, duygusal çatışmaların ön planda olduğu çok daha ciddi bir film izlemeyi istemiyor mu sizce de? Eh, aslını isterseniz genel izleyici kitlesi hiç de istemiyor. Böyle bir şey görme ihtiyacı hissetmiyor, bunun üzerinde düşünmüyor, umurunda da değil. 2 saatlik heyecanlı sihirli aksiyon ve göndermeli replikler mısır yerken birçok insan için yeterli.
Film Dumbledore’unun ise aynada Grindelwald’ı görme sebebi, ona saldırmasını engelleyen mührü görüyor olmasından da anlayabileceğimiz gibi daha çok intikam olsa gerek. Gelelim insanların Dumbledore’un Gellert’i aynada görmesini bir aşkın dışa vurumu olarak yorumlamasına. Sizce böyle bir şey mümkün mü? Başta kendi yazdığı şeylerle kırk bin defa çelişmiş kötü bir yazar varsa ya da serinin geleceği bir film stüdyosu tarafından Büyücülük Dünyası’nı filmlerden tanıyan bir neslin beklentisine göre tayin ediliyorsa elbette mümkün.
Dumbledore’un romantik yaşamı Harry Potter serisinde boş bırakılmış bir konu idi. Bu boşluğu Rowling daha sonradan kasıtlı olarak bıraktığını söyledi ve Dumbledore’un eşcinsel olduğunu açıkladı. Belli ki bunu bir çocuk kitabı serisi içinde açıklamayı kendisinde saklı sebeplerden ötürü uygun bulmamıştı. Belki de seri için konuyla ilgisiz ve haliyle gereksiz bir derinlik ve genişleme olacağını düşündü. Albus’un 17 yaşındayken duygusal bir şeyler hissettiği kişi ise Gellert Grindelwald idi. Sonradan açıklanan bu bilgi kitap serisinde hiç ima edilmemiş olduğu için başta birçok insan tarafından kabul görmediyse de sonradan sindirildi. Şimdi Rowling’in elinde geçmişi anlatma ve o “imaları” geçmişe yerleştirme imkanı varken bunu elbette kullanacak. Ancak şunu göz önünde bulundurmalıyız ki Dumbledore Fantastik Canavarlar’ın ikinci filminde 40’lı yaşların sonundaki bir adam. Hermione’nin Ölüm Yadigârları kitabındaki deyişiyle “Rita bile birbirlerini birkaç aydan daha uzun bir süre tanımışlar gibi yapamaz.” Tanışıklıklarını bu kadar abartmak kötü yazarlığın Rita’nın bile kaldıramayacağı kadar ciddi bir alameti olurdu. Yukarıda da dediğim gibi Albus 17 yaşındayken birkaç aylığına tanıdığı Gellert için birçok şey hissetmiş olabilir. Bu birkaç aylık tanışıklık Ariana’nın korkunç ölümüyle sonuçlandı ve ikili bir daha yıllar sonraki düelloda karşılaşana kadar birbirini hiç görmedi. Albus bundan şiddetle kaçındı, Gellert ile yüzleşip kardeşini öldüren darbeyi kimin indirdiği bilgisini öğrenmekten kaçtı. (Filmlere göre kaçmadı, kaçmak istemiyordu.) 17 yaşında yaşanmış ve böyle büyük bir husumetle sonuçlanmış birkaç aylık bir ilişki, 40’lı yaşların sonundaki dünyayı dolaşmış koskoca bir adamı romantik anlamda hala ne kadar etkiliyor olabilir ki? Hermione gibi biz de soralım, “Rowling bile aralarında hala büyük bir aşk varmış gibi davranabilir mi? Bu ikna edici olur mu?” Dumbledore Snape gibi saplantılı biri değilse eğer, hayır pek ikna edici olmayacaktır. Böyle bir şey sadece ya Rowling tutarlılığı umursamadan romantik imalarda bulunmak isterse olur ya da film stüdyosu “hayranlara” istediklerini vermek isterse olur.
Hadi biraz da o malum sahneden bahsedelim. Filmdeki belki de en mutluluk verici sahne olan Hogwarts sahnesi ve yine Böcürt konulu bir Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersindeyiz. Öğretmen ise bizim kitaplardan Biçim Değiştirme öğretmeni olarak bildiğimiz Dumbledore.
Newt’in korkuyorum dediği şeyin ofiste çalışmak olması, bunun da ofis masası ile görselleşmesi sizce de biraz saçma değil mi? Hayatta olmayı seçmek istemediğiniz bir şey ile, bir Böcürt’ün bürüneceği “en büyük korkunuz” ya da “fobiniz” aynı şey midir? Ne yani, şimdi Newt’i bir ofisin kapısına getirsek ve “gir şuraya” desek düşüp bayılır mı? Panik Atak krizi geçirir mi? Böcürt’ün bürüneceği korkunun biraz daha bu türden bir şey olması gerekmez mi? Bir Böcürt Kelid aynasının tersi değil ki insanın en “istemediği” şeyi göstersin. Elbette ki her korku aynı zamanda yüzleşmek istemediğiniz bir şeydir ama her istemediğiniz şey de bir korku değildir. Endişe, sıkıntı Böcürt’ün dönüşüm kapsamına giriyor mu? Harry’nin Böcürtünün bir Ruh Emici olması Lupin tarafından “en çok korktuğu şeyin korkunun kendisi olması” gibi havalı bir şey olarak yorumlanmışken, şimdi de Newt’in en korktuğu şeyin “ofiste çalışmak” çıkması biraz “en-kötü-özelliğim-mükemmeliyetçiliğim” gibisinden iyice artistliğe kaçmış bir şey değil mi? Evet biliyoruz Newt ofise tıkılıp kalmak değil doğada hayvanlarla iç içe olmak istiyor ve olacak. Gözümüze sokmanıza gerek yok, hele de bir Böcürt üzerinden. Elalemin Böcürt’ü örümcek olur, kurtadamsa dolunay olur, çocuklarının ölüsü olur, bebek kardeşinin denizin dibini boylayışı olur. Yani görmekten en çok korktuğu, görse kendini kaybedeceği şeyler olur. Bunlar başrol diye vermişler artistliği, vermişler cool’luğu. Her şeyden önce, ofis masası şeklinde bir Böcürt’ün kendisi zaten yeterince absürd bir durum. Buna “Riddikulus!” demeye ihtiyaç yok ki?
Bunu illa bir korkuya çevireceksek eğer, bu olsa olsa “Newt’in hayatta başka imkânı kalmayıp bir odaya tıkılmak zorunda kalmaktan korkması” olabilir ki elinde asa olan bir cadı ya da büyücü için böyle bir risk, böyle bir endişe, bunalım var mı gerçekten? İş, üretim ve ekonomi konusu Rowling’in yarattığı dünyada üzerinde pek düşünmediği belli olan sıkıntılı bir konudur. Yıllar önce bir çocuk olarak seriyi ilk kez okurken kendimizi özdeşleştirdiğimiz ve bize gerçekçi bir dünya çizimi gibi gelen fakirler, zenginler, meslekler vardı ama yıllar sonra düşününce seri içinde bunların altının pek doldurulmamış olduğu görülüyor. Biz Harry Potter serisini daha ziyade bize ifade ettiği anlam için sevdik. Yoksa 3000 kişilik komik bir nüfusa sahip İngiltere cadı ve büyücülerinin yarısı Bakanlıkta çalışıyor zaten. Maaşlar hangi üretimden geliyor? Gringotts’un çıkarttığı hazinelerden hazır geliyorsa eğer neden fakir insanlar var? Düşününce, Gamp’ın biçim değiştirme yasaları da hayatta kalmaya kararlı kurnaz bir büyücü için herhangi bir engel teşkil etmiyor. Damarlarınızda birazcık sihirli kan akıyorsa eğer yemek de bulursunuz, kocaman bir ev de yaparsınız, hiçbir kaygınız olmadan istediğiniz mesleğe de sahip olursunuz.
Tina’dan, Queenie’den neredeyse hiç bahsetmediğimi fark etmiş olacaksınız. Aslında tatlı bir karakter olan Tina’nın bu filmde yine olmayan rolü, Queenie’nin yeterince verilmemiş taraf değişimi pek ilgimi çekemedi. İlk filmde Queenie dediğimiz insan biraz çatlak olması dışında gayet güzel, iyi kalpli bir insandı diye hatırlıyorum ben. Yanlış sokağa sapıp gruptan ayrı düşmüşken bir katil grubuna rastladın diye onların planlarına katılmak bu kadar kolay mı gerçekten? Bu derece mi deliydi Queenie? İlk filmin eleştirisinde de belirttiğim gibi Jacob ile Oueenie’nin evlenmemeleri için hala hiçbir ikna edici bahane yoktu, ilk filmde adamın hafızasını boşuna sildiklerini düşünüyordum hala. Hatta bu filmde bunu Queenie kendisi de soruyordu, buranın daha özgür bir ülke olduğunu ve neden evlenmediklerini. Jacob’ın ise buna yanaşmadığını görüyoruz. Zaten sonunda da onun çatlak olduğunu kabul ediyor. Bundan çıkarabildiğimiz tek bahane, Jacob’ın Queenie’yi sevse de onunla hayatını paylaşmaktan biraz korkuyor, ona güvenemiyor oluşu.
Credence’ın sahte bir Dumbledore ilan edilerek Dumbledore’un üzerine sürülmesini takdirle karşıladım. Filmin tüm ucuzluklarına rağmen Grindelwald’ın kolu kanadı kırık insanlara şefkatli yaklaşımı ve onların zihinleriyle oynayışı güzel yansıtılmıştı. Ancak bu klişe hikâyenin de sonu belli. Credence bakıcısını öldürenin, yani tutunabileceği dalları kasıtlı olarak bir bir kıranın ve ailesi hakkında yalan söyleyenin Grindelwald olduğunu öğrendiğinde Grindelwald’a karşı dönecektir. Hatta onun yenilmesinde kilit rolü kendisi oynarsa şaşırmayın, çünkü kimin umurunda kitaplarda Grindelwald’u -görenlerin tarihin en büyük büyücü düellosu olarak nitelediği bir düelloyla- yenenin Dumbledore olduğunun söylenmiş olması. Serinin yazarının değil. Credence Grindelwald’a karşı dönmese Dumbledore yenilecek gibi bile olur bakarsınız. Dumbledore’un rolü çalınmış, “dengi” dediğimiz adamla mücadelesini ve Mürver Asa’yı sırf kendi gücü ve iradesiyle, pişmanlıklarına, travmalarına rağmen değil başkasının yardımıyla kazanmış, bu olaydaki kilit rol başkasına verilmiş, ne önemi var değil mi? Bunlar olur mu olmaz mı bilemem, bildiğim şey J. K. Rowling gibi bir yazara güven olmayacağı. Yalnız, ihtiyaç duyduğunda Fawkes bir Dumbledore’un yardımına gelecek, o sahneyi göreceğimiz kesin.
Dumbledore’un Hortkuluk mağarasının girişini bulmasına benzer, Harry’nin daha önce hiç görmediği karmaşık sihir kullanma şekillerinden de bu filmde görme imkânı buluyoruz. Kim, niye, nerede, ne yapıyor hepsi birbirine girmiş olsa da Newt’in sihirle Tina’nın izini sürmesi sahneleri keyifliydi. Hogwarts’ı görüp tanıdık bir melodi de duyduk, hepsi bu. Bir de efektlere para harcanmış. O kadar.
Bu 2 yıllık bekleyiş benim için böylece geride kalmış oldu. Sizin hikayenizi de duymak isterim.
Yer yer herkesin hoşuna gitmeyebilecek şeyler söylemiş, inkâr, kabul ve sitem dolu bir yazı yazmış olabilirim, onu da seriyi çocukluğundan beri çok sevmiş bir yetişkin olmama veriverin.
Harry Potter evreni değişiyor. (Fantastik Canavarlar) Star Wars evreni değişti. (Force Awakens, Last Jedi) Büyük ihtimalle Yüzüklerin Efendisi de bu hazin kaderden kaçamayacak. (Hobbit filmleri, yeni LotR dizisi) Yapımı için para harcanan şeyin, onu misliyle geri kazandırması istenir -çünkü neden olmasın? Gerekiyorsa kazandıracağı bir şekle sokularak ona para harcanır. Belki bir noktadan sonra para kazanmak için değil de, sadece keyifli bir anlam ve imge dünyası oluşturmak için yaratılmış, sırf hikaye anlatmış olmak için anlatılmış bir hikaye -öyle bir hikaye varsa eğer- sırf para kazanmak için hikaye anlatan, bu işten eğlenmeyen insanların eline düştüğünde, kaçınılmaz olarak biçim değiştirir. Ortaya Fantastik Canavarlar 2: Grindelwald’ın Suçları gibi basit ve eğlencesiz bir film çıkar. Anlam da okuyucunun kendine has çıkarımı, bir kazanımı olmaktan çıkar ve dönemin popüler ezber sloganlarına indirgenir. Artık kimsenin onları keşfedeceği bir kurgu aranmaz, arayanların önüne ismi değiştirilmiş halde hep aynı şey konur. Her yerde bu yeni ürünün reklamı yapılır ve her yerde o satılır, bir vakitler sizin için anlamlı olmuş olan, herkesin kendi anlamını çıkardığı hali değil. İlk başta sevmiş olduğunuz o anlamlı hikâye gözlerinizin önünde parçalanarak dünyanın oyuncağı haline gelip geriye sizin değer verdiğiniz çok az şey kalabilir. Bunun önüne geçmenin ne yazık ki bir yolu yok. Etrafım böyle sevmediğim şeylerle dolduğunda ben de metne kaçıyorum işte. Hikâye her ne kadar sahipleri tarafından çok satacak şekilde defalarca değiştirilmiş dönüştürülmüş olsa da, esas metin ve anlam, tıpkı Hogwarts gibi siz ona dönmeyi seçtiğiniz sürece hep orada var olacak. Onu sizden almalarının bir yolu yok.