Fantastik Canavarlar 3 incelemesi sizlerle. Uzun süredir beklenen yeni Büyücülük Dünyası filmi Dumbledore’un Sırları sonunda izleyicilerle buluştu. Peki sihir tam anlamıyla geri döndü mü?
Wizarding World, Fantastik Canavarlar 3 ile büyümeye devam ediyor. Dumbledore’un Sırları 15 Nisan tarihinde beyaz perdedeki yerini aldı. Filmin yapım aşaması Koronavirüs pandemisi dolayısıyla ertelenmiş, başrol oyuncusu Johnny Depp kadro dışı bırakılmış, Ezra Miller karıştığı bar kavgası sonrası rolünü bırakacağı konuşulmuş ve J.K. Rowling’in tartışma yaratan açıklamalarından sonra serinin başarısı merak edilir olmuştu. Serinin etrafında dönen bütün bu kara bulutlara ek olarak önceki yapımların gişede beklenen geliri elde edememesi de eklenince Dumbledore’un Sırları, Warner Bros. için büyük bir belirteç olarak seyircinin karşısına çıktı.
Jude Law’ı bir kez daha Albus Dumbledore rolünde gördüğümüz yapımda bu sefer Gellert Grindewald rolünü Mads Mikkelsen üsteniyor. Bunun dışında Newt Scamander rolünü Eddie Redmayne, Jacob Kowalski rolünü Dan Fogler, Credence rolünü ise Ezra Miller oynuyor. Filmde ayrıca Alison Sudol, Callum Turner, Jessica Williams ve Richard Coyle gibi isimler de yer alıyor. Yönetmenliğini, serinin önceki iki filmini de yöneten David Yates yapıyor. Senaryo ise ilk önce J.K. Rowling ve Harry Potter filmleri ile tanınan Steve Kloves tarafından hazırlandı.
Dubmledore’un Sırları ile David Yates, izleyicinin nostaljik tarafına dokunmayı sonunda başarabiliyor. Harry Potter filmlerini ilk defa izlediğinizde hissettiğiniz o duygu bazı bölümlerde sizi yine yakalıyor. Ama nostaljinin şekerine bulanmasına rağmen senaryodaki gariplikler gözden kaçamıyor. Görsellik bazı yerlerde rahatsız etse bile genel olarak başarılı. Hatta birçok açıdan Harry Potter serisinden daha iyi.
Fantastik Canavarlar: Dumbledore’un Sırları filmini daha detaylı bir şekilde ele almadan önce yazının bundan sonrasının SPOILER içereceğini söyleyelim.
Serinin üçüncü filminin ‘diğerlerine nazaran’ daha pürüzsüz bir şekilde aktığını söylemekte fayda var. Yapım Newt Scamander’ın bir Qilin’in doğumunu görmesiyle başlıyor. Filmin en azından yarısına kadar ne olduğunu bilmediğimiz yaratığın daha sonrasında geleceği görebildiği ve insanın içindeki iyiliği sezebildiğini öğreniyoruz. Doğan yavruyu kaçıran Credence, Qilin’i Grindewald’a getiriyor. Diğer taraftan Grindewald ile Kan Yemini yapan Albus Dumbledore ise, eski dostu ve aşkını durdurmak için Newt, ağabeyi Theseus, Ilvermorny Profesörü Lally Hicks, Fransız büyücü Yusuf Kama ve Muggle Jacob Kowalski’den oluşan ekibini kuruyor. Böylece ekip Grindewald’ın Uluslararası Büyücüler Konfederasyonu’nun başına geçmesini engellemek için Almanya’ya doğru yola çıkıyor.
Diğer taraftan Grindewald’ın takipçileri Alman Sihir Bakanlığı’nı ele geçiriyor ve Brezilyalı aday Vicência Santos’a bir suikast düzenlemeye çalışıyor. Ancak Newt ve Lally tam zamanında olaya müdahale ederek Santos’un hayatını kurtarıyor. Daha sonrasında Qilin’in eski zamanlarda büyücü liderini seçmek için yürüdüğünü öğreniyoruz. Grindewald kaçırdığı Qilin yavrusunu kullanarak kendisini lider olarak seçtiriyor fakat Credence ve Newt gerçeği ortaya çıkarıyor. Bu sırada gözü dönen Grindewald, Credence’ı öldürmeye çalışıyor, Dumbledore da büyüye engel olmaya çalışırken aralarındaki kan yemini kırılıyor. İkili arasındaki amansız düellonun galibi Dumbledore oluyor ve Grindewald geri çekilmek zorunda kalıyor.
Fantastic Beasts: The Secrets of Dumbledore, senaryosunda bazı boşluklar olsa da genel anlamda seyir zevki yüksek bir yapım olmuş. J.K. Rowling ve Steve Kloves, Wizarding World’ü tanıtmak konusunda sonunda doğru bir adım atmışlar ve Newt Scamander ve Jacob Kowalski karakterlerinin dışına çıkarak yaşayan bir evren göstermeye çalışmışlar. Ancak izleyenleri muhteşem bir şekilde sarıp sarmalayan ve sihri hissetmenizi sağlayan kapsamlı bir evren değil maalesef. Yine de “Wizarding World nedir?” sorusuna cevaben gösterebileceğiniz bir film olarak karşınızda duruyor. Bunlara ek olarak bir Fantastik Canavarlar filminden beklediğimiz gibi yeni ve gerçekten fantastik yaratıkları görmek de hayal gücünüzün kıpırdanmasına yol açıyor.
Diğer taraftan Qilin’in doğumu, Grindewald’ın safkan yaratığı öldürmesi ama aslında yaratığın ikiz doğurmuş olması, Credence’ın intikam duygusu ve en sonunda bir Dumbledore olduğunu öğrenmesi gibi hızlıca geçilen noktaların olduğunu söylemek gerekiyor. Bununla birlikte Uluslararası Büyücüler Konfederasyonu’nun başındaki ismin nasıl seçildiği ise garip bir şekilde havada kalıyor. Önceleri demokratik bir şekilde halkın oyu ile seçileceğini düşünürken sonradan liderin ortaya atılan bir hayvan tarafından seçildiği ortaya çıkıyor. Bu noktada halihazırda kafanız karışırken Grindewald’ın yakıp yıktığı şehirlere rağmen neden bu kadar popüler olduğunu düşünmeniz üst üste geliyor.
Diğer taraftan filmin ana temasını oluşturmasını beklediğiniz Dumbledore’un sırları ise tek bir sahnede hızlıca geçiştiriliyor. Harry Potter kitaplarında da bahsedilen ve Dumbledore’un hayatı boyunca taşımak zorunda kaldığı pişmanlığı; kız kardeşi Ariana’nın hayatını kaybetmesi “o kadar önemli değil” denilerek geçiştiriliyor. Karakter gelişimi noktasında önemli bir yer tutan bu olayın bu kadar hızlı geçilmemesi gerekiyordu. Sanırım Dubmledore’un diğer sırrı da Grindewald’ı seviyor olmasıydı.
Bu noktada David Yates yine yapacağını yapmış ve Harry Potter filmlerinden bu yana görmeye alıştığımız o klasik kamera açılarını kullanmış. Sanırım bu Yates’in her seferinde kullanmaktan çekinmeyeceği ve her Harry Potter hayranının da izlemekten sıkılmayacağı bir nüans olarak kalacak. 9 ¾ treninin lokomotifinden çıkan beyaz dumanlara gömülmüş vagonları, renkli parçalı camlarından geçerken bozulan görüntü, dolunayın altında gümüşi bir ışıkla parlayan Hogwarts çatıları ve hâkim bakış açısından izlediğimiz geniş manzaralar eski anıları yeniden hissetmenizi sağlıyor. Bütün bunların üzerine o tanıdık müzikler de gelince tüyleriniz diken diken oluyor. Dolayısıyla Fantastik Canavarlar bu açılardan bir Harry Potter filmi olarak kendisine yer buluyor.
Bununla birlikte Mads Mikkelsen’in Gallert Grindewald rolünde ne kadar iyi oynadığından bahsetmek gerekiyor. Johnny Depp’in mahkeme sürecinin devam etmesi sebebiyle Warner Bros. tarafından kadrodan çıkarılması sonrası role seçilen Mikkelsen karizmatik bir kötü olarak ne kadar iyi olduğunu gösteriyor. Sonuçta yaptığı kötülüğü kendi nezdinde mantıklı bir temele oturtan kötüler konusunda Mikkelsen’in başarılı bir kariyeri var. Diğer taraftan Jude Law ve Mads Mikkelsen’in sahne uyumları da bir o kadar iyi.
Jude Law’ın bu filmde canlandırdığı Dumbledore’u da Harry Potter filmlerinde gördüğümüz babacan, şakacı fakat bir o kadar da bilge Dumbledore karakterine yakın olduğunu söylemekte fayda var. Bu da film süreci boyunca karakter gelişimini takip edebileceğinizi ve bir noktada “doğru” bir ekran adaptasyonu izlediğinizi hissettiriyor.
Fantastik Canavarlar: Dumbledore’un Sırları şimdiye kadar izleyici ile buluşan Fantastic Beasts yapımları arasında senaryo, görsellik ve akış açısından en iyi yapım. Grindewald’ın motivasyonu, Dumbledore’un ahlaki çıkmazları, Jacob Kowalski’nin kendisini her şeyin ortasında bulduğu yaşantısı ve Newt Scamander’ın macera dolu yaşantısı güzel bir şekilde ekrana yansıtılmış. Genel bakışta sahip olduğu birkaç küçük senaryo boşluğu bulunsa bile kendisinden önce vizyona giren Fantastik Canavarlar filmlerine göre oldukça başarılı.
Fakat beşleme olarak düşünülen serinin diğer filmlerinin bu noktadan sonra nereye gideceği ise merak konusu. Grindewald ve Dumbledore arasındaki çekişmenin yükselerek devam edeceği kesin. Buna rağmen Newt Scamander’ın hikâyesi şu anda bulunduğu noktadan daha yukarıya ne kadar gidebilir, emin değilim. Daha fantastik yaratıklar bulması, büyücü ve Muggle dünyası arasındaki gerilimi yatıştırmak açısından ne öneme sahip olacak? Bütün bunlar gelecek filmler açısından soru işaretleri oluşturuyor.
Siz Fantastik Canavarlar: Dumbledore’un Sırları filmini nasıl buldunuz? Yorumlarınızı bizlerle paylaşmayı unutmayın!
Yorumlara bak
bence serinin en güzel filmi 1. filmdi. çünkü çok sağlam bi ters köşesi vardı; Graves'ın aslında Grindewald çıkması. burada Graves'i canlandıran oyuncunun Colin Farrell gibi aşırı ünlü bi oyuncu olmasının ve doğal olarak izleyicinin serinin hepsinde olacağına inanmasının payı büyük. ters köşe olayı Harry Potter serisinde de çok hakimdi hemen hemen her bölümde bi ters köşe gördük. buna karşılık Fantastik serisi son iki filmdir gayet dümdüz ilerleyen konular mevcut. ne olacağını tahmin etmek hiç zor değil. Dumbledore'un sırlarına gelince; öncelikle ortada bi sır yok. HP kitaplarını okumayıp sadece filmlerini izleyenler bile bu sıralara hakim. ben Potterhead olarak bilmediğimiz bir şeyler daha öğreniceğimizi ummuştum. kan laneti konusu aşırı saçma ilerledi. bu kadar sert ve güçlü bi büyü, Grindewald Credence'i öldürmeye çalışırken Dumbledore karşıt büyü yaptı diye kırılamıyor bu kadar basit yok olamıyor olması lazımdı. O zaman bunca yıl bu kadar çile neden sorusu çıkıyor karşımıza. Queenie'nin aydınlıktan karanlığa, karanlıktan aydınlığa geçişlerinin seri boyunca 5 dakıka sürmesi ve sonunda pat diye Jacop ile evlenip happily ever after olmaları da çok saçma. Queenie'nin bu geçişleri daha mantıklı ve dikkatli işlenebilirdi, seri de çok havada kaldığını düşünüyorum. Tinanın bi anda Amerika Sihir bakanı olması da cabası. daha ilk filmde bakanlıktan atılmak üzere filandı. öbürüne nooldu bilmiyoruz bile.. bu filmde Credence karanteri de saçmaladı. bi önceki filmin sonunda Dumbledore'lardan nefret eden kişi, bi anda eve dönmek isteyen kişi oldu. Grindewald'un gerçek yüzünü anlayıp taraf değiştirmesini güzel işlediklerini düşünmüyorum. Keza ölüme giden yoluda. filmin başında kaldırımları parçalayarak saldıran adam bi anda yürüyemez fln oldu. özetle herşeyin yarım yamalak işlediği bi film olmuş bence.