FantastikCanavarlar.com Ankara ekibi olarak Fantastik Canavarlar: Grindelwald’ın Suçları‘na gitmeden önce, hiçbir inceleme yazısını okumadım ve yorumları dinlemedim. Tek bildiğim şey, Instagram sayfamızdan sizlere ulaşan canlı yayındı ve bu yüzden beklentilerimi düşük tuttum.
Söze başlamak benim için çok zor, sanat ve edebiyat alanında çok bilgili veya teknik konulara hakim biri değilim. Tek bildiğim şey sıkı bir Harry Potter takipçisi olduğum ve ortalama bir film izleyicisi olarak o salona girdiğim. İsterseniz hep beraber, neler düşündüğüme ayrıntılı bir şekilde bakalım.
Öncelikle söylemeliyim ki, film benim için iki yüzlü bir madalyondu. Bu madalyonun aydınlık yüzü ile başlamak istiyorum.
Arkama yaslanıp sorgulamayı bıraktığım her an film çok güzeldi. Sıkıcı tek bir an bile yoktu. Sürekli bir koşturmaca içinde çok ama çok fazla sayıda karakter arasında mekik dokuduk. Hatta ilk yarı bittiğinde düşündüğüm tek şey “zaman bu kadar hızlı geçmiş olamaz, nasıl ara vermiş olabiliriz ki?” idi. Film o kadar yoğun tempoluydu ki her noktadan bir şey çıkıyor, ilgim kaybolmaya başladığı her an yeni bir olay içerisine giriyordum. Olaylar ve sahneler görsel hazzı yüksekte tutuyordu ve eğreti duran bir şey yoktu – tabii ki tükürükle yapıştırılmış gibi duran Matagot isimli kedi bozmalarını saymıyorum. Hele Newt’in, Tina’nın izini sürerken kullandığı büyüler ve kullanılan renk tonları çok güzeldi. Ama bu sırada yeri yalaması ve etrafta deli gibi koşturması sırasında birinin bile çıkıp “sen ne yapıyorsun ya” demeden yoluna devam etmesi de komikti. Filmde sadece bu noktada merak duygusu uyandı, Newt’le beraber ben de Tina’yı arıyor gibiydim.
Önceki filmde en çok yakındığım şeyi bir nebze de olsa düzeltmeleri çok güzeldi. Herkes sözsüz bir şekilde körlemesine büyü yapmadı, ufak tefek de olsa büyü sözcükleri duyduk. Büyülü kelimelerin etimolojisini çok seviyorum ve büyücülerin sadece asa sallamalarındansa bu sözleri kullanmasını çok istiyorum. Bu konuda film beni etkiledi. Sözle büyü yapan herkese teşekkürler!
Kıyafetler çok güzeldi, herhangi bir filmde bu tarz kostümleri görsem dönemin moda anlayışını çok güzel yansıttıklarını düşünürüm. Herkes Muggle dünyasına uygun giyinmişti, göze çarpmaları mümkün değildi. Paris sokaklarında gezmek de çok güzeldi. Muggle’larla yan yana olan karakterler toplum içinde o kadar uyumluydu ki kostüm ekibinin 1920‘lerin moda anlayışını figüranlara dahil nasıl başarılı yedirdiğinin en güzel kanıtı bu olabilir.
Dekorlar çok güzeldi ve portatif çantasının yanında Newt’in bu denli büyük bir mekana sahip olması da sanat yönetmenlerinin çok yoğun ve güzel işler yaptığını kanıtlıyordu. Kelpie’nin sırtında yaratığın enerjisi atmasını beklerken, birden yükselen sular ve dalgaların vahşiliği karşısında fantastik canavarların isminin hakkını verdiğini düşündüm – sonra zavallı Kelpie bir daha görünmeden o ihtişamıyla yok oldu sahneden.
Sonlara doğru geldikçe gördüğümüz zebani ateşi ise günümüz görsel teknolojilerinin çok yerinde kullanıldığı, insana nefesini tutturan bir görsel şölendi. Mavi ateş kullanılmasının da sembolik anlamı olduğunu düşünüyorum. Vicdanını ve iyiliğini kaybetmiş olan birinin kızıl yerine soluk mavi alevlerle zebani ateşi oluşturması çok anlamlıydı. Sahneler, renkler ve dekorlar çok güzel hazırlanmıştı.
Hogwarts‘ı tekrar görmek, KSKS sınıfında dolaşmak ve asılı mumlarla dolu Büyük Salon’a göz atmak bile tüylerimi diken diken etti. En önde koşturan Leta’nın hemen sol üstünde Quidditch antrenmanı yapanları görmek bile gülümsetti.
Fakat bir de madalyonun karanlık yüzü var, hem de çok karanlık…
Filmi bir Harry Potter takipçisi olarak ele aldığım her an, film koca bir “niye?” sorusuna dönüştü. Bu niyeler kurgusal çizgideki merak uyandıran niye tarzında değildi. Büyük bir çoğunluğu niye böyle bir işe kalkıştınız? tarzındaydı. İlk olarak, sadece görsel zenginlik katmak amacıyla konulduğunu düşündüğüm Kelpie. Niye bir Kelpie gördük? Hikâyeye olan katkısı neydi? Niye Burnuk’umuzun yavruları vardı? Şirinlikten öteye gitmiyordu. Tamam filmin adı bile Fantastik Canavarlar fakat mantıklı yerlerde nokta atışı kullanmak yerine bu şekilde dağıtmamalıydı. Zouwu tamamen mantık çerçevesinde filme girdi, gerektiği gibi kullanıldı ve tatmin etti.
Abernathy niye çatal dilliydi? Niye şehrin her tarafını kaplayan siyah örtüler vardı? Grindelwald’ın güç gösterisi miydi, yoksa basit bir toplantı çağrısı mı? Nagini niye bu filmde yer aldı, hikâyede yeri neydi? Film boyunca on repliği var mıdır bilmiyorum. 20 yıllık tarihi olan bir hikâyeyi değiştirmeye gerek var mıydı onu hiç bilmiyorum.
Niye çok önemli gibi gösterilen büyücü sirki bir anda göründü ve yok oldu? Niye Yusuf Kama gibi bir karaktere ihtiyaç vardı? İleride önemli mi olacak, yoksa boşlukları doldurmak amacıyla mı orada? Dumbledore niye Karanlık Sanatlara Karşı Savunma profesörü? Geçmişten gelen bilgilerimizi yıkmak yerine o dönemin KSKS profesörünün belki de basit bir nezle nedeniyle derse gelemediğini ve Dumbledore’un boşluğu doldurması gerektiği gibi ufak bir alt bilgi bile verilse bence yeterliydi. Ayrıca niye McGonagall’ı gördük? Başka bir öğretmen olsa da benim için hiç problem olmazdı, üstünde halihazırda bildiğimiz Harry Potter evreninin geçmişini yerle bir edip daha doğmamış bir karakteri görmezdik. Dahası, niye cübbeleri ve sivri şapkalarıyla dolu bir Hogwarts ya da büyücü topluluğu görmedik? Günümüz büyücüleri toplu bir karar alıp, Grindelwald ve Voldemort arası bir dönemde orta çağ kıyafetlerine mi dönmeye karar verdiler? Açıkçası Grindelwald’ın topladığı müritlerinin Muggle’lar gibi olması yerine, Fransız cübbeleri ve büyücü takılarıyla dolu olmasını isterdim. Bu yüzden de her ne kadar 1920’lerin ruhunu çok iyi yansıtan bir film olsa da, 1920’lerin Büyücü Dünyası yerine Muggle Dünyası’nı yansıttığı için kendimi Paris sokaklarında büyücülerle beraber hissedemedim.
Niye MACUSA yerine Amerikan Sihir Bakanlığı ifadesi kullanıldı? Harry Potter evreni bir yana, bir önceki film için oldukça fazla reklamı yapılan bir mekanın ismi bile kullanılmamıştı. Fransa Sihir Bakanlığı ise şöyle bir görünüp çıktı (Bakanlık’a girmek için kullanılan Çok Özlü İksir, Bakanlık’tan çıkmak için kullanılan devasa boyutlarda bir yaratık, tanıdık geldi mi?). İngiltere Sihir Bakanlığı ise boştu. Niye koskoca bakanlıkta bizim karakterlerimiz hariç kimse yoktu? Diğer seherbaz adayları birçok yeteneğe sahip olmak ve Hogwarts’ta hatırı sayılır bir akademik geçmişe sahip olmak zorundayken, niye zaten okuldan atılmış ve bu pozisyona bile başvurmamış birine seherbazlık teklif edildi? Dumbledore’a karşı yapılan Bakanlık komplosu hikayesi de biraz eskilerden sanki, değil mi?
Dahası, bütün bu “niye”leri bir kenarı bırakacak olursak film o kadar fazla karaktere o kadar fazla biçimde geçiş yaptı ki hiçbir karakter kendine özgü derinliği kazanamadı. Hem Bakanlık’a hem Grindelwald’a çalışan kişi kim? Grindelwald’ın yanındaki hanım kim? Bellatrix Lestrange tadında birini mi koymak istediler? Irma Dugard kimdi, neden yarı-elfti ya da bu kan statüsü önemli mi? Theseus gelecek vaat eden bir karakterdi fakat hala hakkında pek fazla şey bilmiyoruz. Nicolas Flamel, olayların Paris’te geçmesinden dolayı oradaydı gibi, başka bir özelliği yoktu. Tina‘nın rolü o kadar belirsizdi ki filmde olmasa rahatsızlık duymazdım. Jacob ise biraz komiklik yapsın diye oradaydı. Queenie ayrı bir dosya konusu. Hiçbir sebebi olmadan, sadece aşkı için – ki aşık olduğu adam bile gittiği yönü onaylamazken – durduk yere Grindelwald saflarına katılmak istedi. Hakikaten, sadece “deli” yaftası yapıştırarak ya da aşkından beklediğini alamamasını sebep göstererek bu karakterin gidişatını böylesine dramatik bir şekilde değiştirmek uygun mu? En kötüsü de Newt‘in aslında hiçbir şey yapmamış olması. Bütün film Newt’in etrafındaydık fakat sanki Newt de bizimle birlikte sinema salonunda bir izleyici gibiydi. Karakterin gelişmesi ve derinleşmesi için hiçbir şey yoktu. Burnuk tüm kadro içindeki en faydalı karakterdi neredeyse.
Öte yandan karakter derinliği üzerinde biraz çaba harcanmış iki karakteri görüyoruz. Leta Lestrange ve Yusuf Kama. Zaten tamamen dağınık olan olay örgüsünün içine ufak bir Titanik öyküsü – yahu adamlar zamanında 3 küsür saatlik film çektiler sırf Rose ve Jack için – de sıkıştırılmış durumda. Yusuf ise klasik, kahramanı yakaladıktan sonra kötü planlarını açıklayan klişe karakter gibi amacına bir özet geçti. Fakat ikisinin de hikayesi o kadar hızlı ve temelleri olmadan geçildi ki bunları da Rowling pek sevdiği Twitter üzerinden bizlerle paylaşsa aynı derinliği yakalardı. Zaten Corvus karakteri de daha zihnimizde yer açamadan gitti.
Credence‘in bu hızlı moda alınmış hikayelerden sonra “tamam da yahu ben kimim?” sorusu çok kopuktu. Filmin en sonundaki “aslında sen Dumbledore’sun” açıklaması ise bence tamamen Grindelwald tarafından uydurulmuş bir yalan. Credence’in ailesini öğreneceği tüm yolları bir bir gözümüzün önünde yok etmişlerken kendisinin bir Dumbledore çıkması, çıkmamasından daha kötü bir kurgu olur benim için.
Karakterler o kadar fazla ve o kadar sığ durumda ki hiçbiriyle kendimi özdeşleştiremedim. Hiçbirinden nefret etmedim, hiçbirine acımadım, hiçbiri adına sevinmedim. Zaten cübbeleri ve eksantrik kıyafetleri olmayan “büyücü”lerimizi büyücü olarak bile göremedim. En tuhafı, durup da duygularımı gözden geçirme zamanı bulamadım. Sahneye sürekli birileri giriyor, neyi neden yaptığı belli olmadan bir şeyler yapıyordu ve başka karakterlere geçiyorduk. Bütün bunlar da muhteşem bir görsel şölen içerisinde gerçekleşiyordu.
Son olarak söylemek istediğim bir şey var. Karakterler evet sığ, fakat daha Fantastik Canavarlar filmleri duyurulmadan bile önce, Harry Potter takipçilerinin yıllardır ürettiği teoriler, her insanın kafasında kurduğu ve derinleştirdiği karakterlerin, bu filmlerde böylesine güzel olan derinliklerinin de altının tamamen oyulması beni üzdü. Bence Dumbledore Grindelwald ile savaşmıyordu, çünkü ona hâlâ âşıktı ya da Ariana‘yı kimin öldürdüğünü öğrenmekten korkuyordu. Çünkü aslında korkaktı ve en derin arzularını paylaştığı kişinin karşısına çıkmaktan korkuyordu. Çünkü kariyeri ve hayatı çok önemliydi, olası bir başarısızlık sonucunda elde ettiği şan ve şöhreti ya da hayatını kaybetmekten çekiniyordu. Bütün bu seçeneklerin hepsi, Dumbledore’a bambaşka derinlikler katan düşünceler. Fakat Rowling hanım ne yaptı? Dumbledore Grindelwald ile savaşamaz çünkü savaşmalarını önleyen bir kan antlaşmaları var, yoksa öf ne savaşacaklar, dedi. Zihnimde kendimce oturttuğum Dumbledore imajını aldı, buruşturdu ve bir kenara attı. Kurguyu daha da sığlaştıran, kendilerince plot-twist olan bu olayı da Dumbledore’un ağzından da duymadık. Burnuk şans eseri o karmaşada tam da lazım olan nesneyi, Grindelwald’a çaktırmadan, zebani ateşini geçerek bir şekilde alıp Newt’e geri döndü.
Toparlamak gerekirse filmi bir Harry Potter izleyicisi olarak değil de, basit bir film açıp izlemek ister gibi izlerseniz alacağınız zevk çok yüksek. Tamamen bir geçiş filmi ve hikâye açısından hiçbir şey vadetmiyor. Hatta film tam olarak bir Lucius Malfoy. Görsellikle, ihtişamla o kadar kafayı bozmuş ki kendini geliştirmeyi unutmuş. Hızlı ve Öfkeli serisi gibi mantığınızı ve geçmişten gelen bilgilerinizi bir kenarı koyup da yüksek tempolu, aksiyon ve görsellikle dolup taşan bir film arıyorsanız tam size göre. Fakat biraz sorgulamaya başlarsanız tüm film göçüyor. Belki ilerleyen filmlerde Rowling altını doldurur da bizi utandırır. Tabii Harry Potter evrenindeki mantıksal tutarlılıkları bile delip geçen birinin bu ölçekte sarkmış bir hikayeyi nasıl toparlayacağını bilmiyorum. Kısacası ilerideki filmler için umutlarım var, beklentim yok. Bu filmi de hoş vakit geçirmek isterseniz öneririm.