Dün Warner Bros. Türkiye‘nin davetiyle katıldığımız Fantastik Canavarlar filminin basın özel gösteriminde büyünün geri dönüşüne tanık olduk. Heyecanlı bir bekleyişin ardından, aylardır üzerine yazıp çizdiğimiz filmi karşımızda görmek olağanüstüydü. Filmle ilgili olarak beğendiğimiz ve pek de hoşlanmadığımız noktalar olsa da, eve dönmüştük ve Newt’le beraber yepyeni bir maceranın kapısını aralıyorduk. Bu deneyimden yola çıkarak filmle ilgili ilk izlenimlerimi sizinle paylaşmanın keyfini yaşıyorum. Hem de vizyon tarihinden bir gün önce, spoilerdan tamamen arındırılmış bir şekilde!
Filmden çıktıktan sonra sıcağı sıcağına çektiğimiz ufak videomuzu görmüşseniz orada da filmden zevk alabilmek için doğru beklentiyle seyirci koltuğuna oturmanız gerektiğini pek çok kez dile getirdiğimizi duymuşsunuzdur. Bu kritik yazısının amacı da sürpriz bozan bilgilerden tümüyle arındırılmış bir şekilde, size bu doğru beklenti noktasını göstermek olacak.
Filmi en başından itibaren ele almam gerekirse, gözüme -ya da kulağıma mı demeliyim- çarpan ilk detay Harry Potter filmlerinin başında görmeye alışkın olduğumuz ve bizi her filmde yeni bir maceraya hazırlayan “Hedwig’s Theme” isimli parçayı duyamamak oldu. Filmin orijinal soundtracklarında bile kendini belli eden bu parçanın filmin başına yerleştirilmemiş olması ilginçti. Bana kalırsa bu detay bize önemli bir noktayı işaret ediyor. Artık dokuz yaşındayken elinden tuttuğumuz ve Voldemort’un sonunu getiren muhteşem bir büyücü olana kadar yanında yürüdüğümüz Harry Potter’ın öyküsü olmayacak karşımızda. Artık yepyeni bir kahramanla, büyücülük dünyasının yepyeni bir çağında geziniyor olacağız. Bu yüzden ana seriyi geride bırakıp, yeni bir hikayeye ve atmosfere girmeye hazır olmadan bu filmden yeterli keyfi alamazsınız.
Karakterler hakkında konuşmak gerekirse Eddie Redmayne, Newt için doğru bir seçim olduğunu film boyunca kanıtladı diye düşünüyorum. Newt’in insanlarla iletişim kurmakta yaşadığı sıkıntıyı ve canavarlarıyla geçirdiği zaman içerisinde ne kadar rahat ve mutlu olduğunu ondan daha doğal ve güçlü yansıtabilecek başka bir aktör olduğunu da sanmıyorum. Danish Girl’de de benzer özelliklere sahip -genel anlamda utangaç ve biraz da içine kapanık- bir karakteri canlandırdıktan sonra, Newt kararkterine hayat vermek onun için muhtemelen çok daha kolay olmuştur.
Şaşırtıcı bir şekilde, diğer ana karakterler içerisinde diğerlerine daha baskın olduğunu düşündüğüm iki karakter Jacob ve Credence oldu. Newt ile Quennie’den ve hatta Tina’dan bile daha fazla zaman geçiren Jacob -yine beni şaşırtacak şekilde- filmde en çok hoşuma giden karakter oldu. Filmi izlerken salonda ne zaman gülüşmeler duyulsa, ekranda Jacob’un yüzünü gördük. Daha önce filmin yönetmeni ve yapımcısının da röportajlarda üzerine basarak belirttiği komedi unsurlarını olduğu gibi Jacob’a borçluyuz diyebilirim. Fakat filmin konusuyla ilgili üzerine basılarak belirtilen bir diğer nokta da filmin Harry Potter serisinden çok daha karanlık bir tarafı olduğuydu. Bunu göz önüne aldığımızda Crendece karakterinin öne çıkmasının kaçınılmaz olduğu söylenebilir. Ezra Miller’ın göz dolduran oyunculuğunu tahmin ettiğinizden daha fazla izleme imkanı bulacaksınız diyerek ağzımdan daha fazlasını kaçırmadan devam ediyorum.
Quennie ve Tina ise röportajlarda anlatılanlardan ve fragmanlarda gösterilenlerden daha fazlası değildi bence. Quennie’nin baskın bazı kişilik özellikleri olsa da, Tina’yı özellikle sönük bulduğumu söyleyebilirim. Bu hayal kırıklığını başka bir açıdan Seraphina karakterinde de yaşadım. MACUSA gibi filmin ve film dışında sunulan hikayelerin temelini oluşturan bir kurumun başkanını ekranda daha fazla görmek isterdim.
Ayrıca hepimizi merak ve şaşkınlık içerisinde bırakan Grindelwald ve Johnny Deep meselesi de bu filmde izleyicilere ufacık da olsa açık ediliyor. Ama daha fazlasını söylersem keyfinizi kaçıracağımdan korktuğum için susuyor ve en kısa sürede kendi gözlerinizle görmenizi tavsiye ediyorum.
Filmle ilgili beni asıl büyüleyen noktalar tasarımlar ve 1926’lerin büyücülük dünyasının atmosferiydi. Kıyafetlerden tutun da, karakterlerin birbirlerine hitap şekillerine kadar o dünyanın büyülü bir kopyasıyla karşılaşmaya hazır olun. Konu akışı tarafından dikkatim dağıtılmadan sırf bu yüzlerce ufak -fakat son derece muhteşem- detayı tekrar izleyebilmek için filme bir daha gitmeyi düşünüyorum. Belki biraz daha detaylı olarak görebilseydik hoş olurdu dediğim yer ise MACUSA binası. Üstelik, Harry Potter filmlerinde bakanlık binasının her karışını izledikten sonra, Fantastik Canavarlarda en fazla on beş dakikacık göz atabildiğimiz bu mekanı bir daha görüp göremeyeceğimiz de meçhul.
Diğer yandan, bir tasarım harikasından bahsetmeden de bu kısmı geçmek istemiyorum. Belki Newt’tan bile daha fazla ele aldğımız bu büyülü obje ise elbette ki onun son derece kullanışlı olan bavulu. Fragmanlarda bavulun büyüklüğü hakkında çok fazla detay verilmediği için neyle karşılaşacağımızdan pek emin değildim fakat filmle ilgili en çok merak ettiğim kısımlardan biri de buydu. O kadar canavar o bavulun içine nasıl sığıyordu? Belli ki Saptanamaz Genişletme Büyüsünü hafife almışım. Çünkü Newt’in bavulunun içerisindeki “mini (fantastik) hayvanat bahçesini” görünce siz de benimle aynı şaşkınlığı yaşayacaksınızdır.
E bu kadar yeri olduğunu göre Newt’in yanında getirdiği büyülü yaratıkların sayısının ne kadar çok olduğunu ve filmde ne denli çok sayıda yeni yaratıkla karşılaştığımızı da söylememe gerek yoktur herhalde. Bu zaman kadar Hagrid’den görmeye alıştığımız anaç bir sevgiyle canavarlarına sahip çıkan Newt, onları himayesine alırken de sayıda oldukça bonkör davranmış. Yani ortalıkta sürekli büyük ya da küçük, sevimli ya da korkutucu bir takım canavarlar dolaşıyor olacak, gözünüzü dört açın!
Genel anlamda toparlamam gerekirse hikayeden pek hoşnut kalmasam da – ki Newt’in New York’a geliş nedeninden başlayan bir takım mantıksızlıklar mevcut- tasarımlar ve oyunculuklar beni fazlasıyla memnun etti diyebilirim. Filmin en sevdiğim ve tekrar görmek istediğim kısımın, The Blind Pig adlı barda geçen sahneler olduğunu söyleyebilirim. O ortamı gördükten gördükten sonra gerçekten filmin kendine has özelliklerini daha güçlü hissetmeye başladım. Keşke 20’lerin büyücülük dünyasının yer altı kısmını daha uzun süre izleyebilme imkanımız olsaydı.
Harry Potter filmlerini bilmeyenler bile müziklerinin bir iki notasını ıslıkla çalabilir. Fantastik Canavarlar da kendi müzikleriyle bu ünü edinebilecek mi bilmem ama benim oldukça hoşuma giden bir iki parçayla karşılaştım ve hemencecik şarkı listelerime ekledim. Sizi bu parçalardan birini dinler halde bırakırken, bir başlangıç filmi olarak ortalamanın üstünde diyebileceğimiz Fantastik Canavarlar‘ı görmek için beklemeniz gereken son günü film hakkında yayımladığımız diğer yazıları ve röportajları okuyarak geçirmenizi tavsiye ederim. Filmi izledikten sonra düşüncelerinizi bizimle paylaşmayı sakın unutmayın!