Sirius, şömineyi kullanamadığından, kapıyı çalarken uçuç şebekesini kullanmasına engel olan kilit büyüsüne içinden küfrediyordu. Gerçi son değişikliğe göre, Dumbledore Yoldaşlık üyelerinin karargâha şömineyi kullanarak gelmelerini sağlamıştı, ama kimse aynı şekilde dışarı çıkamıyordu. Can sıkıntısıyla homurdandı. Kapıyı çalıp içeri davet edilmeye alışkın değildi; özellikle de bu evde. Ayak seslerinin yaklaştığını duydu ve klik sesiyle kızıl, ahşap kapı açıldı. Sirius, kapıya bakanın siyah saçlı çocuk olduğunu görünce sırıttı.
“Hey, ufaklık!”
Damien’ın ela gözleri kısıldı ve tek bir cevap bile vermeden merdivenlere doğru yol alıp gözden kayboldu. Sirius iç geçirdi ve arkasından kapıyı kapatarak içeri doğru yürümeye başladı. Mutfağa girdiğinde, James’le Lily’yi akşam yemeğini hazırlarken buldu.
“Hey,” diye ikisini de selamladı. “Bakıyorum da, Damy hâlâ huysuz.”
James derin bir iç çekti.
“Aklını tek bir şeye takmış durumda; Harry’yi görmeye,” dedi James.
“Kardeşiyle tanışmak için her gün bizden onu karargâha götürmemizi istiyor,” diye ekledi Lily.
“Bence ona izin vermelisiniz,” dedi Sirius. “Harry’yi öğreneli bir hafta oldu. Kardeşi olduğunu bilip onunla tanışamıyor olmak onu deliye döndürüyor olsa gerek.” Sirius, kin güttüğü için Damien’ı kesinlikle suçlamıyordu.
“Ona izin veremeyiz!” diye bağırdı Lily, tam da salatayı hazırlarken duraksayıp. “Şu son haftada Harry’nin nasıl olduğunu sen de gördün! Başarısız kaçma girişimi bir yana, yakında zorla Hogwarts’a başlayacağı için çileden çıkmış durumda!” Lily bıçağı tekrar eline aldı. “Öfkeden köpürüyor. Birisiyle tanışması için uygun bir zaman değil.”
“Ama Damien bizi dinliyor mu?” diye sordu James, cevap beklemeden. “Hayır!” diyerek kafasını iki yana salladı. “Anladığı tek şey, Harry’nin karargâhta olduğu ve onu gidip görmek için izin verilmesi gerektiği.”
Sirius bir sandalye çekip oturdu.
“Onu suçlayabilir misin?” diye sordu.
James, Sirius’a dik dik bakarak kafasını iki yana salladı.
“Dürüst olmak gerekirse, hayır, suçlayamıyorum,” diye cevapladı, iç çekerek. “Bir ağabeyi olduğu için ne kadar heyecanlı olduğunu biliyorum ve tam olarak da bu yüzden, şu sıralar Harry’yle tanışmasını istemiyorum.” Bakışlarını ellerine çevirdi. “Harry incitici olabiliyor, sadece sözleriyle olsa bile,” dedi. “Damien’ın reddedilmesini istemiyorum.”
Sirius ne diyeceğini bilmiyordu. Harry’nin James ve Lily’yi reddetmesinin onları ne kadar üzdüğünü biliyordu. Lily’ye baktı, ama o salataya odaklanmış ve kimsenin bakışlarıyla karşılaşmamak için bilerek kafasını eğmişti.
“Peki, Damien’ı ne zaman Harry’yi görmeye götüreceksiniz?” diye sordu Sirius.
“Muhtemelen, cumartesi,” diye yanıtladı James.
“Bu buz gibi sessizlik dört gün daha sürecek desene,” diye dalga geçti Sirius.
“Galiba, cumartesiye kadar, Harry pazartesi günü Hogwarts’a başlıyor olduğu gerçeğini kabul etmiş olur,” dedi James. “En iyi seçenek bu.”
“Kendini hazırladın mı?” diye sordu Sirius, James’e. “Hogwarts’a dönmek için!” diyerek sırttı. “Geri döneceğin hiç aklına gelir miydi?”
“Bir de, oğlumun koruması olarak döneceğim asla aklıma gelmezdi,” dedi James, acı bir şekilde.
Sirius’un sırıtışı yüzünden silindi.
“Belki de bu iyi bir şeydir,” diye teselli verdi. “Böylece daha çok Harry’nin etrafında olabilir ve onunla bir ilişki kurabilirsin.”
“Evet, tabii beni asasız bir şekilde Astronomi Kulesi’nin tepesinden aşağı atmazsa,” diye yanıtladı James.
Lily’nin bakışları hızla James’e döndü.
“Öyle konuşma!” diye çıkıştı. “Özellikle de Harry etraftayken. Aklına sokabilirsin.”
James gözlerini kapattı ve gözlüğünü çıkarıp gözlerini ovdu.
“Dumbledore onun koruması olacağımı söylediğindeki tepkisi…” diyerek iç çekti. “Harry deliye döndü o anda. Odadan öfkeyle fırlayıp çıktı.”
“Koruması sen olacağın için öfkelendiğini sanmıyorum,” dedi Sirius. “Bence bir koruması olacağına kızmıştır. Hadi ama, sürekli izleniyor olmak senin hoşuna gider miydi?”
James cevap vermedi, ama bir kere daha derin bir iç çekti. Lily ise tabakları çıkarıp masayı kurmaya başlamıştı, ama konuşulan konudan dolayı iştahı çoktan kaçmıştı bile.
Damien akşam yemeği için çağırıldığında, saat neredeyse yediydi. Masaya oturup sessizce yemeğini yemeye başladı; masadaki üç yetişkini görmezden geliyordu. Ara sıra Sirius’a bakıp onun Lily ve James’le havadan sudan konuşmasını dinliyordu. Sirius Damien’ı da konuşmaya katmaya çalıştı, ancak Damien onunla konuşmayı reddediyor, tek omzunu silkerek ya da kafasını iki yana sallayarak cevap veriyordu. Kardeşi olduğunu söylemediği için, Sirius’a da en az anne babası kadar kızgındı.
Yemek bittiği gibi, Damien, bunu yapmak günlük görevi olduğundan, masayı topladı ve merdivenlerden yukarı fırladı. Sirius ise arkasından üzgünce kafasını iki yana salladı.
“Ben dayanamıyorum buna!” diyerek inledi. “Böyle sessiz kalmasına siz nasıl dayanıyorsunuz?” diye sordu James ve Lily’ye.
“Bize karşı genellikle böyle sessiz durmuyor,” dedi James. “Öyle yapamayacak kadar geveze çünkü.”
Lily gülümsedi.
“Bence Damy de zorlanıyor,” diye belirtti. “İkinize bakıp durdu.” İki adamı da eliyle göstererek devam etti, “yemek boyunca yani. Konuşmaya katılmak istedi, fakat kızgınlığını bir kenara koyamayacak kadar inatçı.”
“Acaba kime çekmiş!” diye dalga geçti Sirius, kızıl saçlı kadına abartılı bir şekilde bakarak.
“Ben öyle bir şey yapmam!” diye hemen karşı çıktı Lily.
Sirius bir kahkaha koyuverdi.
“Ah, Lils, sen inatçılığın kraliçesisin!”
James atışan ikiliyi duymazdan geldi. Ciddi değillerdi, hepsi bunun farkındaydı. James, düşüncelerinin on iki yaşındaki oğluna kaydığını fark etti. Damien’la arasının bozuk olması hiç hoşuna gitmiyordu. Onu suçlayamıyordu bile. Ne de olsa, James de onun yerinde olsaydı, kardeşini görmesine izin vermiyorlar diye sinirlenirdi. Elini saçlarından geçirdi. Belki de, Lily ve o biraz fazla korumacı yaklaşıyorlardı. Belki de, Damien’ın Harry’yle tanışmasına izin vermek o kadar da kötü bir fikir değildi. Ama sonra, Harry’nin kendisini asasız bir şekilde havaya fırlatışı aklına geldi. Hiç çaba sarf etmeden mobilyaları kendisine ve Lily’ye gönderişini hatırladı. Bu düşüncelerini kafasını iki yana sallayarak aklından çıkarttı. Belki de, Harry’nin sakinleşmesi için bir iki gün beklemek daha iyi bir fikirdi.
Damien, üzerine babasının Görünmezlik Pelerini’ni geçirdi ve sessizce aşağı kata indi; merdivenin sonundaki gıcırdayan basamağa basmamak için dikkatli davrandı. Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki, sesini duyabiliyordu sanki. Oturma odasına ayakucuna basa basa girdi; görüş açısına mutfakta çay içen üç yetişkin girdiğinde bir an duraksadı. Oturma odasından mutfağa açılan kapı sonuna kadar açıktı, bu yüzden onları görebiliyordu.
Damien, kararından caymayarak şömineye doğru ilerledi. Beklemekten bıkmıştı. Annesiyle babası onu kardeşini görmeye götürmeyecekse, o zaman kendisi giderdi. Tabii ki, karargâha gitmek için bir Yoldaşlık üyesinin ona eşlik etmesi gerekiyordu. İşte, bu kısımda ise Sirius devreye girecekti; kendi bunun farkında olmasa bile.
Damien, ebeveynlerinin karargâhtaki kilit büyüsü hakkında konuştuklarını duymuş, bu esnada büyünün Harry’nin yüzünden yapıldığı öğrenmişti. Son birkaç günde Dumbledore’un eklediği tuhaf bir istisnadan bahsediyorlardı. Karargâhta uçuç şebekesine bağlı tek bir şömine vardı, ama sistem tek yönlü hale getirilmişti; yani, Yoldaşlık üyeleri karargâha şömine yoluyla gelebilirken aynı şekilde dışarı çıkamıyorlardı. Bu da demek oluyordu ki, Harry şömineyi kullanarak kaçamıyordu ama Yoldaşlık üyeleri o şekilde karargâha gelebiliyordu. Damien ve ikizler, Percy’nin Yoldaşlık’a gelmek için kullandığı Anahtar’ı çaldıkları için, Dumbledore, güvenlik sebebiyle, tüm Yoldaşlık üyelerinden Ahahtar’larını ona teslim etmelerini rica etmişti ve toplantılara rahatça gelebilsinler diye de şömineyi ayarlamıştı.
Damien, bu uygulamadan yararlanarak karargâha gidecekti. Görünmezlik Pelerini’nin altında, Sirius ile gizlice şömineye girecek ve Grimmauld Meydanı’na onunla varacaktı. Ağabeyi ile görüşmesi bitince ise gizlice aşağı kata inip dışarı çıkacak olan bir sonraki Yoldaşlık üyesini kapının yanında bekleyecekti. O Yoldaşlık üyesiyle çıktıktan sonra ise, Hızır Otobüs’ü arayabilir ve kimse fark etmeden eve dönebilirdi.
Damien derin bir nefes alarak şömineye girdi; iki kişinin kolayca seyahat edebileceği kadar geniş bir şömineye sahip oldukları için şükrediyordu. Sirius girdiğinde ona çarpmasın diye, duvarlardan birine yakın durup iyice duvara yapıştı. Sirius şüpheye düşerse, her şey bitmiş olurdu.
Sirius’un veda ettiğini duyduğunda on dakikadır beklemekteydi. Nefesini tuttu; kalbi küt küt atıyordu. Korku ve heyecanla Görünmezlik Pelerini’ne sımsıkı tutundu. ‘İşte bu!’ diye düşündü, kendi kendine. Sirius şömineye girdiğinde kendini duvara daha da yapıştırdı. Damien terlemeye başladığını hissediyordu. O kadar sabit durmaktan bacakları hafiften titriyordu. Sonunda, Sirius bir avuç uçuç tozunu ateşe attı ve anlaşılır biçimde konuştu.
“GRIMMAULD MEYDANI 12 NUMARA.”
Damien aşina olduğu dönmeyi hissetti ve bu sırada, uçup gitmesin diye, pelerine sıkıca tutundu. Sirius’un arkasında karargâha vardığında düşmemeyi becerebilmişti. Yeşil ateş sönene kadar şöminenin içinde kaldı. Sirius ise şömineden çıkıp cüppesindeki külü temizlerken beraberinde getirdiği ziyaretçiden habersizdi. Kapıya doğru ilerledi ve odadan çıktı.
Peşinden ise Damien şömineden dışarı çıktı; apar topar hazırladığı planının işe yaradığına inanamıyordu.
‘Yaptım!’ diye düşündü, kendi kendine. ‘Yakalanmadan karargâha gelmeyi başardım!’ Damien kendi kendine sırıtıyordu. ‘Sonrasında babama bundan bahsetsem iyi olacak,’ diye düşündü. ‘Eğer on iki yaşındaki biri karargâha girmeyi başardıysa, hem de iki kere, Yoldaşlık’ın güvenlik sorunlarını gidermesi fena olmazdı.’
Damien kapıya yönelmeden önce birkaç dakika bekledi. Nöbetçi olarak herhangi bir Yoldaşlık üyesi var mı diye koridora bakarken kalbi gümbür gümbür atıyordu. Fakat görünürde tek bir kişi bile yoktu, bu yüzden Damien hızla ve sessizce yukarı kata doğru yol aldı. Merdivenlerden birinci kata çıkarken bacaklarının titremesine mâni olamıyordu. Harry’nin hâlâ ilk katta kalıyor olması için dua etti. Eğer odası değiştirildiyse, Black Malikânesi gibi büyük bir yerde onu bulmak sonsuza kadar sürerdi. Harita cebinde olsa da kilit büyüsü yüzünden hiçbir işe yaramazdı.
Damien ilk beş odayı kontrol etti, ama hepsi boştu. Altıncı odaya yaklaştığında aniden tüylerinin diken diken olduğunu hissetti. İçi heyecan ve merakla dolarken tüm vücudu titredi. Kapı kolunu çevirdi ve önceki beş odada olduğu gibi kapı tık diye açılıverdi. Damien, Görünmezlik Pelerini’nin altında, kafasını kapıdan içeri soktu ama bu oda da boştu.
Yatağın üstüne saçılmış sayısız kitabı fark etmeden önce, Damien bir sonraki odaya bakmak için neredeyse çıkmak üzereydi. Odanın köşesindeki masaya yığılmış birkaç eşya duruyordu. Damien odaya girdi ve hızlıca masaya doğru ilerledi. Masanın üstünde üst üste yığılmış bir sürü kitap, çeşitli tüy kalem ve parşömen kâğıtları dağılmıştı. Sandalyenin arkasında asılmış mavi bir kazak vardı.
Damien kitapları incelemek üzere masaya yaklaştığında, Görünmezlik Pelerini üzerinden kaydı ve ayağının yanına, yere düştü; Damien o an için pelerini orada bıraktı. Yığının en üstündeki kitabı alıp başlığına baktı; Karanlık Sanatlar ve Yasaklanmış Lanetler. Damien yüzünü ekşitti, hiç de bir ders kitabına benzemiyordu. Bu kitabın İleri Düzey Karanlık Sanatlara Karşı Savunma’da bile kullanılmadığından emindi. Böyle bir kitabın karargâhta ne işi olduğunu merak etti. Daha sonra, Sirius’un malikâne ve kendi ailesi hakkında söylediklerini hatırladı. Malikânenin kütüphanesinde bu tarz kitaplar bulunabilirdi.
Damien sayfaları karıştırmaya başladı ve oldukça zor ve karmaşık görünen bir büyünün talimatlarına şöyle bir göz attı. İlk cümlenin ortasına bile gelemeden, bir elin onu omzundan kavradığını hissetti.
Kitap elinden düştü ve çok kızgın görünen bir Harry’yle yüz yüze geldi. Damien, ağabeyinin yüzündeki ifadeye şaşkınlıkla bakakaldı. Harry Damien’ın omzunu bıraktı, ama onu tartarcasına izliyordu. Öfkeli zümrüt yeşili gözler ela gözleri delip geçerken, Harry konuştu:
“Sen de kimsin be?”
Damien, Harry’ye bakakaldı.
‘Merlin, aynı babama benziyor!’ düşüncesi aklına gelen ilk şeydi.
Harry kaşlarını kaldırdı.
“Bunun bana bir şey mi ifade etmesi gerekiyor?” diye sordu, soğuk ve katı bir ses tonuyla.
Damien içinden küfretti. Harry’nin onun kim olduğunu bilmediğini tahmin etmeliydi. Eğer anne ve babası ona Harry’den bahsetmediyse, neden Harry’ye kendisinden bahsetmiş olsunlardı ki?
Damien, bu anı keşke daha önce düşünseydim, diye düşündü. Tek derdi, karargâha sızabilmekti, ama ağabeyine tam olarak ne diyeceğine dair hiç kafa yormamıştı.
“Kusura bakma,” diye söze başladı Damien. “Sanırım bunu demenin başka yolu yok, şey… ııı… Ben Damien Potter, senin… senin kardeşinim.”
Damien, Harry’nin gözlerinde, hakiki bir şaşırmışlık ifadesinin belirmesini izledi. Ancak, bu ifade yalnızca bir anlıktı ve hemen ardından yeşil gözler öfkeyle kısılmıştı.
Harry bir adım ona yaklaştı.
“Ben senin kardeşin değilim!” diye tısladı, zehir tükürürcesine.
Damien neye uğradığını şaşırdı. Annesiyle babası, Harry’nin kendisini ailenin bir parçası olarak görmediğini defalarca söylemişti; ama Damien ciddiye almamış, ailesinin aşırı tepki verdiklerini düşünmüştü. Onların haklı olduğunu öğrendiğine üzülmüştü.
Ama yine de, bunun, azminin önüne geçmesine izin vermedi. Omuzlarını dikleştirdi ve önündeki buz gibi ifadeye karşı meydan okudu.
“Sırf sen öyle istiyorsun diye, bu gerçeği değiştirmez,” diye belirtti.
Harry’nin gözleri daha da kısıldı. Aniden ona bir adım daha yaklaştı ve Damien’ın bir adım geri çekilmesine neden oldu. Harry ileriye uzandı, ama elini Damien’ın yanından geçirip arkasındaki masada duran kitabı aldı.
Damien, Harry’nin kitabı yatağa fırlatışını ve sonra da banyoya gidişini izledi.
‘Ha, demek oradaymış!’ diye düşündü Damien, kendi kendine. Anlaşılan, odaya ilk girdiğinde Harry banyodaydı ve Damien da o yüzden odayı boş sanmıştı.
Harry, elinde, Poppy’nin sürmesini söylediği ufak bir şişe merhemle geri döndü ve şişeyi komodindeki iksir şişelerinin yanına koydu.
Damien bekliyordu, ama Harry yatağa saçılmış kitapları toparlayarak onu görmezden gelmeye devam ediyordu.
“Harry, sence de konuşmamız gerekmiyor mu?” diye sordu, bir adım yaklaşırken.
Harry, omzunun üstünden ona baktı.
“Hayır, konuşmamız gerekmiyor çünkü konuşacak bir şeyimiz yok. Bu yüzden, neden uslu bir çocuk olarak defolup gitmiyorsun?”
İncinmiş ya da hakarete uğramış hissetmek yerine, Damien’ın yüzünü kocaman bir sırıtış ele geçirdi.
“Bir çocuk mu, öyle olmaktan o kadar uzağım ki,” diyerek kıkırdadı Damien. “Eğer çocuk olduğumu düşünüyorsan, öylesine yanılıyorsun ki…” diye ekleyerek pis pis güldü.
Bastırmaya çalıştığı öfkesi ortaya çıkmaya başladığından, Harry’nin yüzü hafifçe pembeleşmişti.
“Dinle beni, çocuk! Şu an hiç de havamda değilim, o yüzden hayatına değer veriyorsan odamdan defolup çıkarsın!” diye tısladı Harry.
Damien tekrar güldü; bunun üzerine, Harry kızgınlıkla dönüp ona dik dik baktı.
“Merlin, Harry, ben senden sadece üç yaş küçüğüm ve sen de bana çocuk diye mi hitap ediyorsun?” Damien kıkırdadı. “Herkes gibi bana ‘Damy’ diyebilirsin.”
Yetmişti artık. Harry çocuğa doğru yaklaştı ve onu kolundan tuttuğu gibi kapıya doğru sürükledi. Sertçe kapıyı açarak çocuğu dışarı attı ve arkasından da kapıyı pat diye kapattı. Yatağa anca gidebilmişti ki, kapı açıldı ve Damien içeri girdi; yüzünde kocaman bir sırıtma ifadesi vardı.
Harry, Sirius’u gururlandıracak bir şekilde uludu.
“Belli ki, hareketlerimden ne demek istediğimi anlamadın, o yüzden dur da açıklayım, ODAMDAN ÇIK!” diye bağırdı. Damien Harry’yi izliyordu ve sanki bu mümkünmüş gibi, daha da geniş gülümsüyordu. Harry, çocuğun ciddi bir sorunu olduğuna ikna olmaya başlamıştı. “Aklından zorun mu var, yoksa beni sinir mi etmeye çalışıyorsun?” diye sordu, kenetlenmiş dişleri arasından.
“Hayır, ama dediklerin bir ağabeyin diyeceği tarzda şeylerdi,” diye yanıtladı Damien, hâlâ Harry’ye sırıtarak. Harry’nin kafası karışmış gibi duran ifadesini görünce açıklamaya girişti: “Hani bilirsin ya, şu tüm ‘odamdan çık’ ve ‘defol’ sözleri. Ağabeylerin söyleyeceği tarzda kelimeler bunlar.”
“Saçma sapan konuşuyorsun!” dedi Harry; Damien’a sanki gördüğü en tuhaf şeymiş gibi bakıyordu.
Damien omuzlarını silkti.
“Belki de öyle, ama haklı olduğumu biliyorsun, şu ağabey meselesinde yani.”
Harry’nin çenesi kenetlenmişti.
“Söyledim ya, ben senin kardeşin falan değilim! Seninle hiçbir alakam yok benim!” diye çıkıştı.
Bu incitici sözler Damien’a işlememişti.
“Tamam, o zaman şimdilik arkadaş olmaya ne dersin?” diye sordu Damien; ela gözleri keyifle parlıyordu.
Harry küçümsercesine genç çocuğa baktı.
“Çıkacak mısın, yoksa yine seni kapı önüne mi koymam gerek?”
Damien kafasını eğip Harry’ye baktı; onu inceliyordu.
“Biliyor musun, hiç de beklediğim gibi biri değilsin,” dedi usulca.
Harry’nin kaşları kalkmıştı.
“Gerçekten mi? Ne bekliyordun?” diye sordu, kızgınca.
“Karanlık Prens ile ilgili duyduğum onca hikâyeden sonra daha şey olursun sandım… ne bileyim,” doğru kelimeyi arıyordu, “daha… agresif.”
Harry şaşırmış bir halde gözlerini kırpıştırdı.
“Daha agresif mi? En başından beri sana kibar davrandığımı mı sanıyorsun? Senin derdin ne be?” diye sordu Harry.
“Hayır, kibar davranmıyorsun, ama tamamen korkutucu olduğun da söylenemez,” diye açıkladı Damien. “Demek istediğim, yaptığın tek şey bana bağırıp odandan kovmandı. Diğer ağabeylerin yaptığı şeylerden pek de farklı sayılmaz.”
Harry, çocuğun ne yapmaya çalıştığını anlamıştı. Damien, istemsizce onu sinir ederek, sözde ‘Karanlık Prens’in çileden çıkmadığını ya da ona zarar vermediğini fark etmişti. Harry kasıtsız olarak teste tabi tutulmuştu ve yakayı ele vermişti.
“Ben çocuklara zarar vermem,” dedi, sessizce bir açıklama sunarak.
“Ben de öyle duymuştum,” diye yanıtladı Damien. Ailesinin, Harry’nin Madam Pomfrey’in çocuklarını kurtardığını anlatışları aklına gelmişti.
Harry cevap veremeden kapının çalındığı duyuldu ve James’in sesi geldi.
“Harry? İçeri gelebilir miyim?”
Damien korkuyla sıçradı.
“Lanet olsun!” diye mırıldandı. Yerde duran pelerini aldı ve Harry merakla izlerken pelerinle örtünüp ortadan kayboldu.
Harry şaşkına döndü; Görünmezlik Pelerinlerinin varlığından haberdardı, ama kendi gözüyle hiç görmemişti. Kapı açılıp James içeri içtenlikle gülümseyerek girince, o tarafa döndü. James’in ifadesine karşı somurttu ve sırtını ona dönerek onu tamamen görmezden geldi.
Pelerinin altında, Damien, gergin bir halde, Harry’nin arkasını dönüp babasını görmezden gelmesini izlemeye başladı. Harry’nin kendisini ele vermemesini umuyordu, çünkü Damien, Harry’nin önünde, kendisine bağırılmasını istemiyordu.
“Nasıl hissediyorsun?” diye sordu James, Harry’ye.
Harry ona bakmadan yatağa eğilip kitaplarını toplamaya devam etti, ama yine de sıkılı dudakları arasından konuştu.
“Hâlâ nefes alıyorum.”
Damien, Harry’nin ses tonunu duyunca neye uğradığını şaşırdı; kendisiyle konuşurken bu ses tonunu kullanmamıştı. Ağır konuşmuştu, evet, ama bu kadar katı bir ses tonuyla değildi.
James’in tepki vermemesinden, Damien Harry’nin babasıyla ilk defa böyle konuşmadığını anladı.
“Kusura bakma, bu hafta pek buralarda olamadım,” diye söze başladı James. “Eve gitmek zoru-“
“Umursuyormuş gibi mi görünüyorum?” diye lafını kesti Harry, omzunun üstünden James’e bakarken.
Damien’ın gözleri kocaman olmuş, ağzı bir karış açık kalakalmıştı. Babası katı bir baba değildi, ama hiç kimsenin kendisiyle böyle konuşmasına da izin vermezdi. Damien köşeye sindi; ağabeyinin babası tarafından haşlandığını görmek istemiyordu.
Fakat James, Harry’yi azarlamadı. Yorgun ve hüzünlü bir halde, öylece Harry’ye bakıyordu.
“Belki umursarsın diye ummuştum.” Yarım yamalak, umut dolu bir şekilde gülümsemeyi denedi.
Harry ters ters James’e baktı ve kitapları birbirine çarpıp üst üste yığarken gözlerini ondan kaçırdı.
“Vay be!” diye soludu James; odaya saçılmış kitapları yeni fark etmişti. “Ne kadar… ne kadar çok kitap var.”
Harry, elinde, üst üste konmuş on beş kadar kitapla doğruldu.
“Sıkılmıştım,” diye cevapladı, sadece.
Belirgin bir şefkatle Harry’ye bakarken, James’in yüzünde bir gülümseme belirdi.
“Demek kitap okumayı seviyorsun,” dedi. “Aynı Lily gibi.”
Harry suratını astı, ama bunun dışında James’i duymazdan geldi.
“Kitapları sana Sirius mu getirdi?” diye sordu James, umutla.
“Poppy,” diye cevapladı Harry, James’in yanından geçerken.
James kafasını aşağı yukarı salladı.
“Yukarıdaki kütüphaneden almıştır,” dedi, bir kitabı eline alırken. “Konu kitaplar olunca, Black Malikânesi kütüphanesi özellikle belirgin türde bir zenginliğe sahiptir,” dedi, Karanlık Sanatlar kitabına hoşnutsuzlukla bakarken.
Harry James’e doğru yürüdü ve elindeki kitabı çekip aldı.
“Çoğunu zaten okumuştum,” dedi.
Harry, köşedeki masaya, pelerinin altında gizlenmiş Damien’ın tam olarak bulunduğu yere doğru ilerledi.
Damien bir adım geri çekildi ve Harry geçerken kendini duvara yapıştırdı. Harry’nin bilerek yakınına geldiği düşünüyordu.
Harry, kitapları diğer kitap yığınının yanına bıraktı ve bir diğer takımı getirmek üzere arkasını döndü.
“Seninle konuşmak istemiştim,” dedi James. “Şey, cumartesiye kadar bekleyecektim ama… sanırım, fikre alışman için senin de önünde birkaç gününün olması adilce olur,” diye geveledi James.
“Her ne diyeceksen ilgimi çekmiyor!” dedi Harry, yatağa doğru yönelirken.
“Harry, lütfen,” diyerek onu durdurdu James. “Lütfen… oturur musun, lütfen. Sadece birkaç dakikanı alacağım.”
Harry buz gibi bir bakış attı, ama yine de oturdu.
James hızla masaya yöneldi ve sandalyeyi çekti; neredeyse Damien’a çarpacaktı. Sandalyeyi yatağa doğru yaklaştırıp Harry’nin karşısına oturdu.
Damien, sessiz ve yavaş adımlarla kapıya doğru ilerlemeye başladı. Babası, onun burada olduğunu öğrenmeden önce aşağı inip kaçmanın bir yolunu bulmalıydı.
“Aslında sana daha önce söylemek istemiştik, ama son zamanlardaki olaylar yüzünden annenle ben bir türlü fırsat bulamadık,” diye söze başladı James. “Sana Damien’dan bahsetmek istiyorum. Senin bir kardeşin var, Harry.” James duraksadı ve Harry’nin tepki vermesini bekledi.
Fakat görünür bir tepkiyle karşılaşmadı. Bahsettiği çocukla on dakika önce tanıştığı için Harry’nin yüzündeki tek ifade, sıkılmaydı. James boğazını temizledi.
“Damien on iki yaşında, ama doğum günü yaklaşıyor; 20 Ekim’de,” dedi James; Harry’ye kardeşi hakkında olabildiğince bilgi vermek istiyordu. “Hogwarts’ta üçüncü yılına başlayacak. Onu cumartesi günü getireceğim, böylece ikiniz Hogwarts’a başlamadan önce tanışabilirsiniz.”
Harry’nin bakışları, çocuğu pelerinin altında kaybolmadan önce en son gördüğü yere, odanın köşesine gitti. Potter’ın sesini duyduğunda, çocuğun neden pelerinin altına saklandığını anlamıştı. Anlaşılan, çocuk, ailesinin rızası olmadan buraya onunla tanışmak için gelmişti.
“Damien gerçekten harika bir çocuktur. Ona bayılacaksın,” dedi James, ışıl ışıl gülümseyerek. “Seninle tanışacağı için çok heyecanlı, gerçekten. Aslında gelmesine izin vermediğimiz için şu an Lily’yle bana kızgın. Bizimle neredeyse bir haftadır konuşmuyor.”
Harry homurdandı.
“Onu çoktan sevmeye başladım bile.”
James, gülüp gülmemesi gerektiğinden emin olamadığı için duraksadı. Biraz tuhaf da olsa, gülümsemekle yetindi.
“Evet, neyse.” Tekrar boğazını temizledi. “Gryffindor binasında ve o tam bir afacan, aynı bana çekmiş.” James artık sırıtıyordu. “Hogwarts’taki günlerimden sana anlatacağım çok fazla şey var –Çapulcular zamanından!” diyerek kıkırdadı.
“Dinlemektense, kulaklarımın kesilmesini tercih ederim,” diye cevapladı Harry, ciddi bir ifadeyle.
James’in yüzündeki sırıtış silindi ve Harry’ye dikkatle baktı.
“Hogwarts’ta birlikte çok zaman geçireceğiz,” dedi. “Bu, birbirimizi tanımak için büyük bir fırsat olacak, Harry, eğer bir şans verirsen…”
Harry, James’ dik dik baktı.
“Seni zaten tanıyorum,” diye cevapladı, usulca. “Daha fazla tanımama gerek yok. Ve senin, sümüklü şımarık veledine gelirsek,” dedi. “Onun iyiliğini düşünüyorsan onu benden uzak tutarsın.”
Pelerinin altında Damien burnunu büzüştürdü ve Harry’ye bakakaldı. Hiç de şımarık birisi değildi. Harry’nin sözleri üzerine babasının yüzünün kızgınlıkla dolmasını seyretti.
“O sadece bir çocuk, Harry,” dedi James, usulca. “Kimseye zararı yok. Seni fazla rahatsız etmemesini söylerim, ama bir şeyi açıklığa kavuşturalım,” James’in sesi kısılmıştı. “Damien’a karşı herhangi bir şiddete, ufacık dahi olsa, müsamaha göstermem,” dedi. “Eğer Damien’a zarar verecekmiş gibi baksan bile buna pişman olursun.”
Harry tek kaşını kaldırdı ve James’e sırıttı.
“Ee Potter, beni tehdit mi ediyorsun? Tehditler konusunda ne düşündüğümü biliyorsun, sanıyordum,” dedi. “Ve ne zamandan beri şiddete müsamaha göstermez oldun?”
“Sırf Seherbaz’ım diye, şiddeti sevecek ya da bundan zevk alacak değilim,” diye yanıtladı James.
Harry cevap veremeden, kapı sonuna kadar tak diye açıldı ve dehşete düşmüş gibi görünen Lily odaya girdi.
“James! James!”
James anında ayağa kalkmıştı.
“Lily? Ne oldu?” diye sordu, onun yanına giderek.
“James! Damien! Damien evde yok! Onu bulamadım!” diye haykırdı Lily; gözlerinde yaşlar birikmişti.
“Ne?” diye bağırdı James.
Görünmezlik Pelerini’nin altında Damien sessizce küfretti. İşte, şimdi yanmıştı.
“Hâlâ uyanık mı diye kontrol etmek için odasına gittim ama orada değildi!” diye ağladı Lily. “Molly’yle iletişime geçtim, belki Ron’u görmek için oraya gitmiştir diye, ama Molly orada olmadığını söyledi! Remus’a da ulaştım, ama orada da değilmiş!”
James, dehşet içinde dinliyordu. Oğlunu kendi evininin çatısı altında kaybetmek en kötü kâbusuydu. Konuşmaya başlayacakken durdu; aniden aklına bir şey gelmişti. Harry’ye bakmak için döndüğünde, onun sakin bir şekilde yatağında arkasına yaslanmış bir halde oturduğunu ve endişeli ebeveynlerini sıkılmış bir ifadeyle izlediğini gördü. James’in gözleri, her bir köşeye odaklanarak odayı taradı.
Sonra, yakınında bir yerde kapıya yönelen aceleci ayak sesleri duydu. Kaşları çatıldı ve elleri aniden ileriye uzandı; görünürde boş havaya uzanıyor gibiydi, ama elleri bir şeyi kavramıştı. Ani bir hareketle Görünmezlik Pelerini’ni çekti ve altından Damien çıktı; bu kadar çabuk yakalandığı için biraz şaşkın görünüyordu.
“Şey… merhaba,” dedi, mahcup bir şekilde.
Harry gözlerini devirdi ve başka tarafa baktı.
“Amatör işte,” diye mırıldandı sessizce, James’le Lily zavallı çocuğa kontrolsüz bir şekilde bağırmaya başlarken.
Bir saat geçtiği halde, bağırışlar hâlâ sona ermemişti ve Harry’nin başı ağrımaya başlamıştı. Hâlâ Harry’nin odasındalardı ve Damien da kızgın ebeveynlerinin önüne oturuyordu. Harry, başta bu durumu gayet eğlenceli bulsa da, artık siniri bozulmaya başlamıştı.
“Ne düşünüyordun ki?” diye ısrar etti Lily. “Korkudan ölüyordum!”
“Böyle aptalca bir şey yapmanı hiç beklemezdim!” diye azarladı James. “Tüm Weasley ailesi de, Remus da seni arıyorlar!”
“Üzgünüm,” dedi Damien, kısık bir sesle.
“Ah, merak etme, üzgün olacaksın!” dedi James. “Sen bekle hele! Daha çok üzüleceksin!”
Harry aniden ayaklanmış, James ve oturmakta olan Damien’ın arasına girmişti. Birden belirişi üç Potter’ın da şaşkınlık ve kafa karışıklığıyla gözlerini kırpıştırmasına neden oldu.
“Yeter artık!” dedi Harry, James’in içini ürperten sakin bir öfkeyle.
Lily araya girdi.
“Anlamıyorsun, Harry. Damien evden öyle kaçmamalıydı.”
Harry, ona bakmak için döndü; kızgın, yeşil gözleriyle onu olduğu yere çiviledi adeta.
“Çocuklar zorunda bırakılmadıkları sürece evlerini terk etmezler,” dedi.
Lily’nin ağzı açık kalmıştı.
“Yani, gecenin bir köründe evden kaçması için Damien’ı biz mi zorladık?” dedi Lily, kızgınca.
“Biraz zorladınız, aslında,” dedi Damien sessizce.
Lily hızla Damien’a döndü.
“Ne?”
“Yani, ağabeyimi görmeme izin vermiş olsaydınız, ben de bunu yapmaya zorlanmamış olurdum,” diye açıkladı Damien. “Anladınız mı? Bunların hepsi sizin hatanız, benim değil.”
James ve Lily öfkeden deliye dönmüş gibiydi. Ona tekrar bağırmaya başlamadan önce, bir süre inanamayan gözlerle baktılar. Damien sadece iç çekti ve verecekleri ceza neyse kabul etmeye karar verdi.
Ayrıca, Harry de Damien’a dik dik bakıyor, çocuğu dikkatle inceliyordu. Çocuğu odasında ilk gördüğünde, birilerinin onu gönderdiğini düşünmüştü. Onun biyolojik olarak kardeşi olduğunu öğrendiğinde ise onu Potter’ların gönderdiğini sanmıştı; çünkü onunla iletişim kurmakta yetişkinlerin şansı yaver gitmemişti. Fakat şimdi çocuğun tüm bunları Harry’yle tanışmayı istediği için kendi başına yaptığını öğrenmişti ve bu da kafasını karıştırıyordu.
“Buraya gelebilmek için Sirius’u oyuna getirdin; aşağı kata inip ondan özür dilemeni istiyorum!” diye emretti Lily. “Eve döndüğümüzde de, her yerde seni aralamalarına sebep olduğun için Remus’tan ve tüm Weasley ailesinden özür dileyeceksin.”
Damien itaatkâr bir şekilde kafasını aşağı yukarı salladı ve ayağa kalktı.
“Peki, anne,” diye yanıtladı.
“Ve ilk Hogsmeade gezini de aklından çıkarabilirsin. Gitmiyorsun çünkü,” diye ekledi Lily.
Damien’ın yüzü asılmıştı.
“Ama anne!”
“Tek kelime duymak istemiyorum!” diyerek kestirip attı Lily.
“Eğer sevdiğin bir şeyi kaçırırsan, belki dersini alırsın,” dedi James; fakat içinden, Damien’ın Hogsmeade’e gitmesi için Lily’nin fikrini değiştirecek bir savunma planlıyordu.
Damien’ın omuzları çöktü ve umutsuzca kapıya doğru yöneldi.
“Ve bundan da dersini almazsa, onu ikinci kattan aşağı atmayı deneyebilirsin!” dedi Harry. “Ders verme konusunda kırık kemiklerin üstüne yoktur.”
Damien olduğu yerde kaldı ve şaşkınlık içinde Harry’ye döndü. Fakat Harry, James’le konuşuyordu; gözleri yoğun ve şiddetli bir nefretle ona sabitlenmişti.
“Harry,” diye başladı James, iç çekerek. “Sana söylemiştim. O bir kazaydı. Öyle bir şeyi asla bilerek yapmazdım,” diye açıkladı.
“Ne? Harry’yi ikinci kattan aşağı mı attın?” dedi Damien, kafasını babasına çevirerek. “Böyle bir şeyi nasıl yaparsın?”
Harry Damien’ın kızgınlığına şaşırmıştı. Çocukta, babasıyla böyle konuşma cesaretinin olabileceğini düşünmemişti. Ama Damien’ın öfkesi, onun yanına gelerek James’e gözlerini dikmiş kızıl saçlı kadınınkine kıyasla bir hiçti.
“Böyle bir şeyden hiç bahsetmemiştin, James,” dedi. “Harry’nin o olay sırasında yaralandığını söylemiştin. Nasıl ya da kim tarafından olduğunu söylemedin.”
James, Lily’ye cevap vermek için uğraşırken aşırı derecede rahatsız görünüyordu.
“Harry… Harry olayda yaralandı ama… ama benim neden olduğum bir kaza yüzünden yaralanmıştı.” James, karısının zümrüt yeşili gözlerindeki öfkenin giderek arttığını fark etti. “Yapma ama Lils, kimseye bilerek böyle zarar vermeyeceğimi biliyorsun,” diyerek kendini savundu James.
Lily, kısa bir an kocasına baktı ve sonra da kollarını göğsünde birleştirdi.
“Ne olduğunu anlat,” diye emretti. “Hepsini!”
James’in gözleri karısıyla iki oğlu arasında gidip geldi.
“Şimdi mi? Şimdi mi anlatmamı istiyorsun?”
“Evet, şimdi!”
James, Lily’ye bakmadan önce Harry ve Damien’a bir bakış attı.
“Şu an pek de uygun mekân ve zaman değil,” dedi.
Lily, James’e tekrar baktıktan sonra, elini tuttuğu gibi kapıya doğru yönlendirdi. Yarı yolda durup Damien’a döndü.
“Damy, iki dakika içinde aşağıda olmanı istiyorum.”
Damien, gülümseyerek kafasını aşağı yukarı salladı.
Ebeveynleri gittikten sonra, Damien Harry’yle yüz yüze gelmek için döndü.
“Teşekkür ederim, Harry,” dedi, bir kere daha kocaman gülümseyerek.
Harry, tekrar kafası karışmış bir halde Damien’a baktı. Harry, hayatı boyunca, Damien’la geçirdiği şu son bir saat dışında, hiç bu kadar afallamamıştı.
“Ne için?” diye sordu Harry.
“Beni savunup dikkatlerini başka yöne çektiğin için,” diyerek gülümsedi Damien.
“Onların dikkatini dağıtmak için mi öyle dediğimi sanıyorsun?” diye sordu Harry. “Niye umurumda olsun ki?”
Lily’nin bağıran tiz sesi yan odadan duyulduğunda, Damien sıçradı.
“NE! DÖRDÜNÜZ! DÖRT KİŞİ MİYDİNİZ? ÖLEBİLİRDİ!”
Harry, James’in yaşadığı ıstırabı düşününce gülümsedi. Damien ise arkasını dönüp merakla Harry’ye baktı.
Harry hemen gülümsemeyi kesti ve dik dik Damien’a baktı.
“Ee, ne bekliyorsun? Çık dışarı!”
Damien, Görünmezlik Pelerini’ni alıp kapıya yönelirken, karşılık olarak Harry’ye gülümsemekle yetindi. Kapıya gelince durup Harry’ye döndü.
“Sanırım, bundan sonra Hogwarts’ta görüşeceğiz,” dedi. “Tekrar teşekkürler, Harry.”
“Beni dinle, çocuk, ben kimseyi savunmadım,” dedi Harry. “Bir şey söylememin tek nedeni, Potter’ları sinir edip şu anda yaptıkları kavgaya sebep olmaktı. Bu yüzden, kafanda saçma sapan düşüncelerle ortalıkta dolaşma!” diye çıkıştı Harry.
Damien kıkırdadı ve Harry’ye göz kırptı.
“Tabii, Harry, sen ne diyorsan o.”
Bunu söyledikten sonra, Damien, sinir olmuş bir Harry’yi arkasında bırakarak odadan çıktı.
* * *
Çeviren: Dilara Uysal