Hayran Yapımı

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #31: Denetimli Gezi [Kısım 2]

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

29. BÖLÜM [Kısım 2]

30. BÖLÜM

31. BÖLÜM [Kısım 1]

Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı kaçırıp öldüremeyince kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin otuz birinci bölümü!

bölüm 31

Denetimli Gezi

[Kısım 2]


Hogsmeade herkesin sevebileceği türden bir köydü. Herkesin ilgisini çekecek mutlaka bir şey bulunurdu. Şaka dükkânları, şeker dükkânları, Quidditch malzemeleri satan dükkânlar, kitabevleri ve daha birçok şey. Ancak, mevcut durumda, Hogsmeade’in büyüsü Harry’nin ilgisini çekmiyordu. Hiçbir şeye odaklanamayacak kadar sinirliydi. Gün boyu başına gelenler ona ruhsal bir çöküntü yaşatmıştı. Öncelikle, Moody ve şu Bartra Bilekliği kaçmaya dair tüm hayallerini suya düşürmüştü. Şu lanet şeyin ona yaşattığı acı bir yana, eve dönme umudunu yitirmesinin yarattığı hayal kırıklığı Harry’yi daha fazla etkilemişti. Sonrasında, şu Ruh Emici’ler vardı; onu çok korkutmuşlar, hatta öyle bir dehşete düşürmüşlerdi ki, Harry kendini fiziksel olarak hasta hissetmişti. O acı, ıstırap, çaresizlik ve bunun gibi, Harry’nin zihninin derinlerine hapsettiği tüm acılar, tek bir anda ortaya çıkmıştı. Hâlâ titremesine engel olamıyordu. Üstelik tüm bunlar yetmezmiş gibi, ona Hogsmeade’de bulunan saçma sapan her şey hakkında sürekli bir şeyler anlatmaya meyilli görünen bu üç aşırı sinir bozucu adam da peşinden geliyordu.

“…ve burası da Postane. Burası, beş yüzden fazla baykuşa ev sahipliği yapıyor,” diyordu Sirius. “Burada temizlikçi olmayı hiç istemezdim.”

Harry kalabalık sokaklarda yürürken, üçünü de duymazdan gelmek için elinden geleni yapıyordu. Dükkânların önünde toplanmış, gülüşen, yemek yiyen, günün tadını çıkaran çocukları izledi. Gözlerini kaçırdı. Bu tarz basit eğlenceleri deneyimlemek onun yazgısında yoktu. O, Seherbaz’lar tarafından her daim gözlenip her adımında Ruh Emici’lerle tehdit ediliyordu. Ellerini cebinin daha da derinlerine gömdü; sakinleşmek ve bir şeyleri yıkıp dökme isteğini kırmak için nefes alıp vermeye odaklandı.

Çok geçmemişti ki, yolu başka Seherbaz’larla kesişti. Moody, Sturgis, Kingsley ve Graham önlerinde durup yollarını kestiler.

“Görev değişikliği zamanı,” dedi Moody; sihirli gözü yuvasında deli gibi dönüyor, etrafı kesiyordu. “Bu noktadan sonra onu biz götüreceğiz.”

“Görev değişikliğine gerek yok,” diye karşı çıktı James; gelip Harry’nin yanında durdu. “Ben onunla kalıyorum.”

Harry Moody’ye doğru yürüdü.

“Seçim yapmama izin varsa, onlarla gitmeyi tercih ederim,” diye mırıldandı.

James şoka girdi.

“Harry…?”

Ancak, Harry geriye tek bir bakış dahi atmadan yürümeye başlamıştı. Moody’nin gözetiminde olmanın tek avantajı, onunla durmaksızın konuşacak olmamasıydı. Aslında, hiç de konuşmayabilirdi. Hem yanında da yürümezdi. O ve yanındaki Seherbaz’lar arkasından gelecek, araya Harry’nin ihtiyacı olan mesafeyi koyarak onu uzaktan izleyeceklerdi.

Harry biraz rahatlamıştı; başını kaldırıp köyü biraz daha ilgiyle izlemeye başladı. Zonko Şaka Dükkânı’nın Hogwarts öğrencileriyle tıka basa dolu olduğunu gördü. Bu tarz dükkânlara ilgi duymadığı için önünden yürüyüp geçti. Dükkândan, yanında bir grup Gryffindor öğrencisiyle, Neville’in çıktığını gördü. O da Harry’yi görmüş ve ona kocaman gülümsemişti. Neville başını eğip eliyle onu selamladı. Harry küçük bir gülümsemeyle karşılık verdi; elini sıcak cebinden çıkarıp o da tek bir kez el salladı.

Arkasında, Moody’den bir homurdanma ile bir tıslama duyuldu:

“Ruh hastası, pislik!”

Harry başını çevirip ona dik dik baktı; Moody’nin sağlam olan tek gözünün ona nefret ve öfkeyle baktığını görebiliyordu. Harry başını çevirip yürümesine devam etti. Harry ne kadar sinirlenirse sinirlensin, Moody’ye ona burada saldırması için fırsat vermeyecekti.

Sokağın sonunda bir bar gördü. Barın önündeki tabelada ‘Üç Süpürge’ yazıyordu. Bugün, Harry’nin içmeye her şeyden çok ihtiyacı vardı. Küçük bara girdi ve içerisinin insanlarla tıka basa dolu olduğunu gördü. Kalabalığın bir kısmı Hogwarts öğrencilerinden oluşsa da, çoğunluğu yetişkindi. İnsanlar ahşap masalarda oturuyor, gereğinden fazla gürültülü konuşup gülüşüyorlardı. Harry, istenmeyen takipçilerinin de onun arkasından bara girip girmediğini umursamadı. Bara doğru ilerleyerek kendini gördüğü ilk boş sandalyeye bıraktı.

“Bir Ateşviskisi,” dedi barmene.

Kadın onu baştan ayağa süzdü.

“Kaç yaşındasın sen?”

Harry ona pis bir bakış attı.

“Ne fark eder?” diye çıkıştı.

Barmen kadın, elini beline koyup tek kaşını kaldırdı.

“Çok fark eder. Reşit değilsen, Ateşviskisi alamazsın.”

Harry can sıkıntısından başını ovaladı.

“Öyleyse, on yedi yaşındayım!”

Kadın gülümsedi.

“İyi denemeydi, tatlım,” diyerek başını iki yana salladı.

Harry tam kalkıp gitmek üzereydi ki, Seherbaz Kingsley arkasında belirdi ve barmene işaret etti.

“Madam Rosmerta, bir Ateşviskisi, lütfen.”

Kadın ona içkiyi doldurup önüne getirdi. Kingsley, küçük bardağı Harry’nin önüne iterek onu şaşırttı.

“İhtiyacın var gibi görünüyor,” dedi Harry’ye, kısık sesle. “Sturgis bana bilezikten ve Alastor’un yaptıklarından bahsetti.” Başını çevirip Seherbaz’ların olduğu masaya bir bakış attı. Tekrar dönüp Harry’yle göz göze geldi. “Hogwarts’a döner dönmez, bilezik çıkartılacak. Sana ben söz veriyorum.”

Harry hiçbir şey söylemedi. Kingsley ise meslektaşlarının yanına, kendi masasına geçti. Harry önünde duran Ateşviskisi’ne baktı. Eline alıp bir dikişte içti. İçki her zamanki gibi boğazını yaktı, ama Harry umursamadı.

Barda oturmuş, parmaklarını boş bardakta gezdiriyordu. Etrafındaki insanların neşeli hallerini izliyor, sessiz bakışları birinden diğerine geçiyordu. Kulağına tanıdık bir gülüş çalındı ve o tarafa doğru döndü. Sağındaki bir masada bir grup öğrenci oturuyordu. Harry, Ron’un söylediği bir şeye kontrolsüzce gülen Damien’ı gördü. Gülüşü, Harry’nin kafasının içinde yankılanıyordu. Etrafı arkadaşlarıyla çevrili olan Damien’ı, Kaymakbirası içerken ve gülerken izledi.

Dış kapı açıldı ve Harry’nin dikkati, içeri giren üç adama çevrildi. James Potter içeri girdiği anda Damien’ı buldu. Onların masasına doğru hızla ilerlerken, Remus ile Sirius da yanındaydılar. James gruba bir şeyler söylemek için eğildi ve her biri gülmekten kırıldılar. Damien arsızca bir şey söylemiş olmalıydı ki, James’in yüzü şaşkına döndü. Ama gülerek ona doğru gidip elleriyle saçlarını karıştırdı. Cüzdanını çıkararak Damien’ın eline biraz para verdi ve yeniden saçlarını karıştırdı.

Harry bakışlarını kaçırıp başını ellerinin arasına aldı. Ayağa kalkarak tuvalete doğru yürüdü. Boş tuvalete girdiğinde aceleyle lavaboya doğru ilerledi. Soğuk suyu açtı ve yüzüne soğuk sular çarpmaya başladı, ta ki yüzü hissizleşene dek. Elleriyle lavabonun kenarlarını tutarken başını eğip gözlerini kapattı. Neredeyse bir dakika boyunca öyle kaldı; gözlerini açtığında ise yüzünden sular damlayan aynadaki yansımasına baktı. Başını öne eğip alnını aynaya yaslarken iç çekip yeniden gözlerini kapattı.

Birkaç saniye sonra başını kaldırıp bir parça kâğıt havlu alarak yüzünü kuruladı. Seherbaz’lardan bir tanesi, özellikle de Moody, kaçıp kaçmadığına bakmak için her an paldır küldür içeri girebilirdi. Harry yüzünü kuruladıktan sonra kâğıt havluyu buruşturup attı. Tam dönmüş gidiyordu ki, kapının arkasında duran kukuletalı bir şeklin yolunu kapattığını fark etti. Harry işe yaramaz asasını eline aldı.

Kapıya doğru yürüdü, ama kukuletalı cisim de yürüyüp bilerek onun önünü kesti. Harry iç geçirdi.

Gerçekten berbat bir gün geçiriyorum, o yüzden bana bulaşmamanı öneririm.”

Kukuletalı cisimden bir kıkırdama yükseldi. Harry bu gülüşü tanımamış olsaydı, onu havaya uçururdu. Cisim ona doğru ilerler ve kukuletasını indirirken, Harry şaşkınlıktan donakaldı.

Bellatrix Lastrange Harry’ye gülümsedi; şiş göz kapakları ona kitlenmişti. Onu aylardır görmüyordu. İlk gözüne çarpan şey, Harry’deki değişimler oldu. Her zaman capcanlı parlayan o yeşil gözler şimdi yorgun bakıyordu; derisi solgundu ve yüzü zayıflamıştı. Belli ki, doğru düzgün beslenmiyor ve uyumuyordu. Ama artık hepsi geçecekti, çünkü onu eve götürüyordu.

Bellatrix daha bir şey söyleyemeden, Harry aralarındaki küçük mesafeyi aşıp ona yaklaştı. Çok kısa bir an, Bella ona sarılacağını zannetti. Ama aklının diğer köşesi, bunun mümkün olmadığını söylüyordu. Harry sarılmaktan nefret ederdi.

Gel gelelim, bunun tam aksine, Harry elini uzatıp onun kolunu acıtacak kadar sıktı.

“Burada ne yapıyorsun?” diye öfkeyle tısladı. “Yakalanmak mı istiyorsun?”

Bella, ona yöneltilen öfkeli gözlere öylece bakakalsa da, o kadar etkilenmedi. Ona öfkesini kullanmasını öğreten kendisiydi. Kendi yarattığı bir şeyden korkacak değildi.

“Seni eve götürmeye geldim,” diye cevapladı sadece.

Harry onun kolunu daha da sıktı.

“Aptal olma!” diye tısladı. Onu bırakıp apaçık bir panikle kapıya doğru ilerledi. “Lanet olası Seherbaz’lar burada!” diye patladı. “Ne yaptığını zannediyorsun? Buradan nasıl çıkacaksın?”

“Bununla.” Bella elinde altın bir zincir tutuyordu.

Harry, elinde ne tuttuğunu görünce birazcık sakinleşti.

“Anahtar, güzel. Şimdi, gidebilirsin.”

Gidebiliriz,” diyerek onu düzeltti Bella. “Hadi, Prens, eve dönme vakti.”

Harry kendini hiç bu kadar çaresiz hissetmemişti. Eve gitmenin düşüncesiyle yüreği sızladı. Bir süre öylece Bella’ya baktı, ardından ise kafasını iki yana salladı.

“Bella… ben… gelemem.”

“O da ne demek?” Bella afallamıştı.

“Açıklayacak vaktim yok, her an birisi gelebilir.”

“Kapıda ‘Uzak Tutma’ Büyüsü var. Yalnızca senin geçmene izin verdim,” diye açıkladı Bella. “Çok uzun sürmeyecek, ama büyü hâlâ yerinde.”

“Moody’nin sihirli gözü kapıların ve duvarların arkasını görebiliyor,” dedi Harry, ona. “Kapıya yaklaşacak olursa, senin burada benimle olduğunu görebilir.”

“O zaman, gitmeliyiz,” dedi Bella.

Harry ona nasıl söyleyeceğini bilmiyordu. Sol bileğini kaldırarak kol yenini çekti. Bella kırmızı bilekliğe baktı; onun gözüne, parlak ışık saçan ufak bir şeyden başka bir şey değilmiş gibi görünüyordu.

“O ne?” diye sordu, daha yakından bakmak için ona doğru ilerlerken.

“Bartra Bilekliği,” diye fısıldayarak cevap verdi Harry. “Benim Hogsmeade’den ayrılmama izin vermiyor.”

Bella başını kaldırıp ona bakarken, gözleri çizgi halini almıştı.

“Ne yapıyor?” diye sordu.

Harry bocaladı. Ona söylemek istemiyordu. Bilekliğin ona ne yapmak için tasarlandığını öğrenirse, muhtemelen kana susamış bir katile dönüşecekti.

“Buradan ayrılmama izin vermiyor,” dedi. “Bu kadarını bilsen yeter.”

Bella gözlerini ona dikti; gözleri ustalıkla Harry’yi süzüyor, ağrısı olup olmadığına dair bir ipucu arıyordu. Solgun yüzüne, hafifçe titreyen ellerine ve gözlerine baktı. Harry acısını ondan asla gizleyemezdi; Bella’nın anlaması için gözlerine bakması yeterdi. Bella bakışlarını ondan hiç ayırmadan yerinde doğruldu.

“Çıkaramıyor musun?” diye sordu; sesi tehlikeli bir şekilde sakin çıkıyordu. Harry kaybetmek üzere olduğunu anladı.

“Hayır, bunu yalnızca takan kişi çıkarabilir.”

Bella omuzlarını dikleştirdi.

“O kim?”

Harry bakışlarını kaçırmadı.

“Alastor Moody.”

Bella’nın yüzünde beliren şaşkınlık, hemen anında, öfkesini gösteren bir ifadeye dönüşmüştü. Gitmek için tam dönüyordu ki, Harry onu kolundan yakaladı.

“Yapma!” diye tısladı.

“Moody ölürse, büyü de onunla ölür!” dedi. “Bugün benimle eve geliyorsun, Prens! Şu kapının ardında duran herkesi öldürmem gerekse bile!”

Harry, her iki eliyle de onu kollarından tutup geri çekti.

“Burası, lanet olası Seherbaz’larla kaynıyor!” diye tısladı; şimdi, onu daha da sert tutuyordu. “Hiçbir şey yapmayacaksın. Eve gidip orada kalacaksın.”

“Sensiz hiçbir yere gitmiyorum!” diye karşılık verdi Bella.

“Gidiyorsun.”

“Moody’yi haklayabilirim!”

“Yanında diğer Seherbaz’lar varken olmaz,” dedi Harry. “Anlamıyor musun, Bella? Bu bir tuzak. Beni buraya getirmelerinin tek sebebi, Ölüm Yiyen’lerin ortaya çıkmasını sağlamak. Dumbledore aptal değil. Babamın buraya beni kurtarmak için adamlarını yollayacağını biliyor. Onları benim aracılığımla yakalama peşinde.” Harry tutuşunu biraz hafifletti. “Onların kazanmasına fırsat verme.”

Bella’nın göz kenarlarında yaşlar birikmişti. Ama Harry’nin önünde asla ağlamazdı.

“Seni almadan Efendime nasıl dönerim?” diye sordu.

Harry, evini özlemenin verdiği sızıyla, yüzünü buruşturdu.

“Koruma büyülerine çalışın, tek yol bu.” Bella’nın bakışlarının bileziğe dikildiğini gördü. “Yalnızca bugün için takıldı,” dedi, içinden ‘umarım öyledir’ diye de ekledi. Hiçbir Seherbaz’a güvenmese de, Kingsley’nin sözleri onu biraz rahatlatmıştı. Ya da belki de, rahatlatan Ateşviskisi’ydi.

“Canını hiç yaktılar mı?” diye sordu Bella; doğru cevabı verip vermeyeceğini anlamak için gözlerini onunkilere dikmişti.

Harry gülümsedi.

“Elbette hayır, öyle bir şey yapmamaları gerektiğini biliyorlar.”

“Harry.”

Harry’nin gülümsemesi düştü ve başını eğdi.

“Siz sadece… koruma büyülerine çalışın,” diye tekrarladı, daha da kısık bir sesle. “Beni buradan bir an önce çıkarın.”

Bella daha fazla dayanamamıştı. Gözünden bir damla yaş düştü ve hızla gözünü sildi.

“Moody’yi takip edeceğim. Doğru anı yakaladığımdaysa…”

“Eve gi-di-yor-sun!” diye tekrarladı Harry, sıkılı dişlerinin arasından. “Bana bunu bir daha tekrarlatma.”

Bella’dan ağlamaklı bir kıkırtı yükseldi.

“Böyle konuştuğunda Efendimize ne kadar benzediğinin farkında mısın?”

Harry gülümsemeden edemedi.

“Bunu ondan yeterince duydum.”

“Harry, lütfen…”

Harry onun sözünü kesip harekete geçerek zinciri aldı. Zinciri onun boynuna asıp ona baktı.

“Git, Moody seni görmeden.” Uzaklaşıp gitmeden önce bir an durdu. “Bu bir emirdir.”

Bella, başıyla onaylayarak gözlerini kapattı. Anahtar’a dokundu ve dönüp Harry’ye baktı.

“Yakında seni almaya geleceğim, Prens. Söz veriyorum,” dedi.

“Biliyorum,” diye cevapladı Harry, usulca.

Bella’nın Anahtar’ı çalıştırıp kaybolmasının ardından, Harry yine bir başına kalmıştı.

* * *

Harry bara döndüğünde, çok sayıda Seherbaz’ın, belli ki onu aramaya koyulmak üzere, ayaklanmış olduğunu gördü. En önlerinde, elbette, Moody duruyordu. Harry’ye hırlayarak bakarken sihirli gözü yuvasında deli gibi dönüyordu. Harry de ona dik dik bakarak yanından geçip gitti. İçten içe, Bella’yı görecek kadar kapının yakınına gelmediği için Merlin’e şükrediyordu. Bella tam zamanında ayrılmıştı.

Masaların arasından geçerken, Draco’yu Slytherin kalabalığının arasında gördü. O ve arkadaşları, Kaymakbirası içerek aralarında kısık tonda bir şeyler konuşuyor, etraflarına küçümseyici bakışlar atıyorlardı. Draco başını kaldırıp onunla göz göze geldi. Harry, üzerinde onu gözleyen çok fazla göz olduğu için, Draco’nun bakışlarına karşılık vermedi. Daha iki adım atmamıştı ki, bir ses duydu.

Barın dışından korkunç bir çığlık gelmişti.

‘Kahrolası Bella!”

Anlaşılan, Bella onun emirlerine karşı gelmiş, bir kargaşaya yol açmıştı.

Harry, neler olduğunu görmek için ona en yakın pencereye koşarken yalnız değildi. Mekândaki herkes pencerelere üşüşmüş, dışarıda neler olduğunu görmeye çalışıyordu. Ancak, Harry karışıklığa sebep olanın Bella olmadığını hemen anlamıştı. Hatta Ölüm Yiyen’ler bile değildi. Bundan çok ama çok daha kötü bir şeydi.

Kara cüppeli adamları görünce kalbi hopladı. Etrafına dönüp baktığında, Draco’yu, diğer pencereden dışarıyı izlerken buldu. Korkulu gözleri kocaman açılmış bir halde başını çevirip Harry’ye baktı. Harry, arkadaşının da onları tanıdığını biliyordu.

Gündüz Gezen’ler Hogsmeade’e saldırmıştı.

* * *

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #32: İnsanları Kurtarma Şeyi [Kısım 1] okumak için tıklayın!

Çeviren: Tuba Toraman

fC ve Tuba Toraman

Fantastik Canavarlar genel içerik editörü.