Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #32: İnsanları Kurtarma Şeyi [Kısım 1]

Karanlık Prens - İçimdeki Karanlık #32: İnsanları Kurtarma Şeyi [Kısım 1]

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

30. BÖLÜM

31. BÖLÜM [Kısım 1]

31. BÖLÜM [Kısım 2]

Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı kaçırıp öldüremeyince kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin otuz ikinci bölümü!

bölüm 32

İnsanları Kurtarma Şeyi

[Kısım 1]


Panik havasının tüm bara yayılması, bir dakikadan fazla sürmemişti. Harry, etrafındaki kimsenin bu kara cüppeli adamların kim olduğunu bilmediğini fark etti; ta ki, bu şeylerin uzun sivri dişlerini kurbanlarının etlerine sapladıklarını görene kadar.  Barın pencerelerinin gürültülü bir şekilde parçalanmasıyla, kalabalık çığlık çığlığa can havliyle pencerelerden kenara çekildi.

Kırmızı bir ışığın tepelerinde belirip gürültülü bir şekilde patlamasıyla çığlıklar kesildi. Herkes sus pus olmuş, barın üzerinde duran Seherbaz’a bakıyordu; Seherbaz’ın asası hâlâ tavana doğrultulmuş haldeydi.

“Şimdi, herkes sakin olsun!” Kingsley’nin sesi tüm barda yankılandı. “Pencerelerden uzak durun ve lütfen, barın tam ortasında toplanın!”

Harry kalabalıkla birlikte hareket ederek rahatlıkla Draco’nun yanına geldi. Gözleriyle kalabalığı taradı, ama kimi aradığını fark edince kendisi de şaşırdı. Damien burada değildi. O ve kalabalık arkadaş grubu çoktan barı terk etmiş olmalıydı. Bakışları James ile buluşunca hızla gözlerini kaçırdı. Moody, elinde asasıyla Seherbaz grubunun arasında duruyordu; mavi gözü yuvasında deli gibi dönüyor, ara sıra Harry’ye bakmayı da sürdürüyordu.

“Lütfen, sakin olun!” diye kalın sesiyle konuşmaya devam etti Kingsley. “Burada güvendesiniz. Bunlar vampirler,” pencereden dışarısını işaret etti, “izin almadan içeri giremezler.”

“Onlar vampir olamazlar!” dedi bir adam, panik içinde. “Vampirler gün ışığında dolaşamazlar!”

“Onlar yeni bir vampir türü,” diye açıkladı Kingsley. “Gündüz Gezen’ler; güneşe bağışıklık kazanmış bir tür olsa da, hâlâ diğer vampir zaaflarına sahipler,” diyerek karşı tarafı temin etti. “O yüzden, lütfen, panik yapmayın. İçeride kalırsak bize ulaşamazlar.”

Harry Draco ile göz göze geldi. İki çocuk da Gündüz Gezen’ler üzerine çalışmıştı. Güneşe bağışıklıkları olduğunu, diğer vampirlere nazaran çok daha güçlü ve sihre karşı daha dayanıklı olduklarını da biliyorlardı. Ayrıca, bildikleri bir şey daha vardı; eğer Gündüz Gezen’ler onlara ulaşamıyorsa, onları kendilerine çekebilirlerdi.

Kapının korkunç bir patlamayla parçalanmasıyla, bar gürültüyle sarsıldı. Birçok insan çığlık attı ve Seherbaz’lar kapıya doğru koşarak, kapının dışında tehditkâr bir şekilde duran karanlık bir siluete asalarını doğrulttular. Gündüz Gezen’in kara cüppesi arkasında dalgalanıyor, göz alıcı mavi gözleri Üç Süpürge sakinlerini tarıyordu.  Yüzüne parlak sivri dişlerini ortaya çıkaran çarpık bir gülümseme yerleştirdi. Harry tiksinerek bakışlarını başka tarafa çevirmekten kendini alamadı.

“Ne oldu, Rosmerta? Beni ufak bir… içki için içeri davet etmeyecek misin?” diyerek alay etti vampir.

Rosmerta korkuyla başını iki yana salladı; güzel yüzü kül rengine dönmüş, alnından ter damlaları dökülüyordu. Ağzını bir açıp bir kapayarak konuşmaya çalıştı; anlaşılan, bu yaratığın adını nereden bildiğini sormak istiyordu. Harry, barmenin barın dışına astığı tabelayı unutmuş olduğundan emindi; barın adı tabelada Madam Rosmerta’nın Üç Süpürgesi olarak geçiyordu.

“Geri çekil!”

Bağıran, Seherbaz’lardan birisiydi ve sesi de asasını tutan elleri kadar titrek çıkmıştı. Gündüz Gezen sırıttı.

“O işe yaramaz şeyi yerine koy. Senin sihrin bize işlemez.” Cebine uzanıp küçük üçgen bir nesne çıkardı. Her birinin görmesi için nesneyi kaldırdı. “Ama benim sihrim, size işleyebilir.”

Elini arkaya alarak tuhaf aleti barın içine fırlattı. Harry’nin o şeyin ne olduğunu anlaması iki saniye kadar sürdü. Alet fırlayıp duvara yapışmadan önce, bu şeyi daha önce gördüğünü fark etmişti.

“Yere yatın!” diye bağırdı Harry ve bir eliyle kendisine en yakın masayı devirirken, diğer eliyle Draco’yu yere yatırdı.

Harry’nin bağırmasıyla, üçgen aletin duvara yapışıp patlamasından önce, çoğu kendini yere atmayı başarmıştı.

Akıl almaz bir patlama tüm barı sarstı ve patlamadan oluşan alevler her bir yöne dağıldı. Draco’yla arkasında saklandığı masanın kenarlarından alevler püskürürken, Harry başını iyice eğdi. Kan dondurucu çığlıklar tüm etrafı sardığında, Harry, dehşet içinde, herkesin alevlerden kaçmayı başaramadığını fark etti. Siyah dumanlar, gözlerini kör etmesinin yanında, burun deliklerinden de içeri sızıp onu boğuyordu. Şiddetli öksürükler eşliğinde ayağa kalkarak, Draco’yu körlemesine yakalayıp kendiyle birlikte sürüklemeye koyuldu. Alevlerin barın tamamını sarmasına az bir zaman kala, Draco’yu da yanında sürükleyerek, çıkışa doğru koşturdu.

Dumanların arasından, çok sayıda insanın asalarını sallayarak umutsuzca alevleri söndürmeye çalıştığını fark etti. Onlara bunun hiçbir işe yaramayacağını bağırmak istiyordu. Alevleri ortadan kaldırmak saatler değil, günler alırdı. Bunu biliyordu, çünkü kendisi de sayısız kez aynı üçgen aleti kullanmıştı. En son kullandığı zamanının anısı bir anda aklına geldiğinde gözlerini kapattı. Bu hatırayı aklından uzaklaştırmaya ve kendini buradan yalnızca sağ salim çıkmaya odaklamaya çalıştı.

İki çocuk da kendilerini bardan dışarı atmayı başardı. Bir taraftan parlak gün ışığı gözlerini kör ederken, diğer taraftan temiz havayı can havliyle içlerine çektiler. Harry etrafına bakınıp gözleriyle Gündüz Gezen’i aradı; ama hiçbir yerde görünmüyordu. Şimdi, kendisi ve Draco’yla birlikte bardan çıkmayı başaranların etrafını Seherbaz’lar sarmıştı.

Bardan daha çok insanın çıkmasına yardım ettiler; bazıları yaralıyken, bazıları da yalnızca titriyordu. James ve Remus, iki kadını güvenli bir şekilde çıkarırken belirdiler. Onların arkasında, iki Seherbaz oldukça kötü yanmış bir adamı çıkarıyor, yollarından çekilmeleri için diğerlerine bağırıyordu. Harry gözlerini kaçırmak zorunda kaldı, çünkü yanmış bir cildin görüntüsünü görmeye asla dayanamıyordu. Gözlerini kapatarak sakinleşmek için derin derin nefes aldı.

“Harry! Bak!”

Draco’nun sesini duymasıyla, Harry gözlerini açtı ve Draco’nun işaret ettiği noktaya bakmak için döndü. Şaşkınlıktan gözleri kocaman açıldı. Ölüm Yiyen’ler kalabalığın arasına karışmışlardı. Elbette, onların Ölüm Yiyen olduğunu yalnızca Harry ile Draco biliyordu, çünkü üzerlerinde maske ya da cüppe yoktu. Harry, babasının adamları olan Crabbe, Nott, Macnair, Goyle ve Lucius’u seçebiliyordu. Gündüz Gezen’lerle savaşıyorlardı. Onların yüz metre kadar ilerisinde ise, Yoldaşlık üyeleri ile Seherbaz’lardan oluşan bir grup da Gündüz Gezen’lerle amansızca düello ediyordu.

Harry gülümsemesine engel olamadı. Hayatında ilk kez Bakanlık’ın, Yoldaşlık’ın ve Ölüm Yiyen’lerin aynı safta savaştığını görüyordu.

“Bu öyle her gün göreceğin bir şey değil, elbet,” diye şaka yaptı Harry.

Draco’ya bakmak için başını çevirdiğinde kaşlarını çattı. Arkadaşı baygınlık geçirmemek için mücadele ediyor gibi görünüyordu. Draco böyle tehlikeli bir durumla hayatında ilk kez karşılaşıyordu. Bunca zaman hep ne kadar güçlü ve yetenekli olduğuyla böbürlense de, aslında bunu hiçbir zaman deneyimlememişti. Anlaşılan, şok geçiriyordu.

“Yanımdan ayrılma ve asanı çıkar,” dedi Harry ona, kendi asasını sıkıca kavrarken. “Gündüz Gezen’lerden biri yanına yaklaşacak olursa, asanı doğrudan o pisliğin kalbine sapla.”

Draco başını iki yana salladı; belli ki, konuşamayacak kadar korkuyordu.

“Ben… yapamam,” demeyi başardı. “Benim… asam… yok.”

Harry şaşkınlıktan neredeyse asasını düşürüyordu.

“Ne dedin?”

“Asam… Hogwarts’ta… bavulumda.”

“Sen kafayı mı yedin?” diye tısladı Harry. “Savaşın ortasındayız ve sen asanı okulda bıraktığını mı söylüyorsun?”

Draco’nun yanakları hafif al al oldu ve Harry’ye kaşlarını çatarak baktı.

“Bu boktan kararı veren biz değiliz!” diye patladı. “Öğrencilerden hiçbirinin asalarını getirmelerine izin verilmiyor! Öğrenciler burada düelloya tutuştukları için, yasaklandı. O acınası kofti Filch, asalarımızı yanımıza almayalım diye üzerlerimizi arıyor.”

Harry Draco’ya bakakaldı.

“Buradakiler nerede yaşıyor? Asasız dışarı çıkmanın ne kadar tehlikeli olduğunu bilmiyorlar mı?”

Draco omuz silkti.

“Savaş bize göre değil, bizler sadece çocuğuz,” dedi, alay ederek. “Savaşı düşünmesi gereken büyüklerimiz var. Bizim tüm derdimiz, okul dersleri ve gelecek haftanın ödevleri.”

Harry dişlerini gıcırdatarak yumruklarını sıktı.

“Yemin ederim, bu bönlükleri yüzünden kendileri de çocukları da ölecek.”

“İyi olur,” dedi Draco, Harry’nin durup dik dik ona bakmasını sağlayarak. “Bizim de istediğimiz bu, değil mi?”

Harry cevap vermedi. Bakışlarını Draco’dan uzaklaştırdı ve McGonagall, Snape ve Sprout’un belirip korkudan titreyen öğrencileri toplayışını izledi.

“Hadi,” diye mırıldandı, onların peşinden yol alırken; Draco da arkasından onu takip etti.

* * *

İlk patlama gerçekleştiğinde ve altlarındaki zemini titrettiğinde, Damien, yanında Sirius, arkasında Ron, Hermione ve Ginny ile birlikte Zonko Şaka Dükkânı’ndan çıkıyordu.

“Bu da ne-?” Önlerinde kara cüppeli adamların süratle etrafa yayıldığını gördüklerinde, Ron’un sorusu da yarım kaldı.

Damien onları ilk gördüğünde Ölüm Yiyen olduklarını sandı ve aklına ilk gelen ise koşup Harry’yi bulmak oldu. Onu almak için mi gelmişlerdi? Ama yüzlerinde beyaz maskelerin olmaması ve cüppelerinin yakından görüntüsü ona Ölüm Yiyen olmadıklarını söylüyordu. Peki ama, neydi bunlar öyleyse? Damien’ın hiçbir fikri yoktu, ama Sirius Amcasının vardı.

“İçeri geri girin!” diye emretti; sesi panik içindeydi. “Girin, çabuk!”

İçeri girmek için hızla döndüler, ama şaka dükkânının kapıları aniden kapanmış, metal kepenklerle kapatılmıştı.

“Hey!” Sirius eliyle kepenklere vurarak bağırdı: “Ne yapıyorsunuz? Burada çocuklar var!”

Ama protokol gereği, saldırıya uğrama ihtimaline karşı kepenkler kapalı, dükkân da kilitli kalmayı sürdürüyordu. Hangi büyüyle vurulursa vurulsun, kilitler artık açılamazdı.

Sirius yerinde dönerek mavi gözleriyle etrafı taradı; diğer dükkânların ateşe verildiğini ve kara cüppeli adamların sayısının git gide arttığını fark etti.

“Sirius! Neler oluyor?” diye sordu Hermione, korkmuş bir halde. “Onlar kim?”

“Gündüz Gezen’ler,” diye cevapladı Sirius, sadece.

“Gündüz Gezen’ler mi? O da ne-?” Bir Gündüz Gezen’in, gözlerinin önünde, bir kadını yakalayıp uzun sivri dişini kadının boynuna geçirmesiyle, Ron’un sorusu cevaplanmış oldu. Kadın çığlık çığlığa bağırıyor, vücudu korkunç bir şekilde sarsılıyordu; sonra, yüksek bir çatırtı sesi duyuldu ve boynu kırılan kadın yere yığıldı.

Hermione ve Ginny çığlığı bastılar.

“Hadi!” Sirius bir eliyle Damien’ın elini, bir diğeriyle de Ginny’nin bileğini yakalayarak süratle koşmaya ve onları Gündüz Gezen’lerden uzaklaştırmaya çalıştı; Hogwarts’ın tersi yönünde koştuklarının ise fena halde farkındaydı.

* * *

Öğrencilerin Hogwarts’a götürülmesi uzun sürmemişti. Harry Draco’nun yanında duruyor, arkalarından Gündüz Gezen’ler gelirse diye gözleriyle deli gibi arkasını tarıyordu. Çok geçmeden, giriş kapılarına vardılar ve kapıların önünde toplandılar. Çok sayıda Profesör dışarı çıkmış, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Neden ziyaretleri bu kadar kısa sürmüştü? June ile Snape onlara hızlı hızlı Gündüz Gezen’lerden bahsettiler.

“Burada kalın, lütfen! Yalnızca birkaç dakika daha,” dedi McGonagall; hızla öğrenci kalabalığının ortasına gelerek asasını başlarının üzerinde gezdirdi. “Hızlıca bir sayım yaptıktan sonra yatakhanelerinize gidebilirsiniz.”

McGonagall elindeki parşömene başını eğip bakar ve ardından asasını tekrar öğrencilerin üzerinde gezdirirken, Harry onu izledi. Şahin gibi bakışlarıyla kalabalığı tararken, gözleri bir anlığına Harry’de durdu ve Harry o anda ne olduğunu anladı. Öğrenciler eksikti.  Gözleriyle kalabalığı tarayıp Damien Potter’ın aralarında olmadığını fark edince Harry’nin kalbi tekledi.

* * *

Sirius durdu; soluk soluğa kalmıştı. Önlerindeki görüntüye gözlerini kısarak baktı. Önleri kalabalık bir Gündüz Gezen’ler grubu tarafından tamamen kapatılmıştı. Asasını daha da sıkı kavrayarak onlara doğrulttu; yüzünden terler boşalıyordu.

“Confringo!” diye bağırdı.

Patlama Büyüsü asasından fırlayarak kara cüppeli kalabalığa doğru uçtu. Ancak, büyü onları vursa da hiçbir şey olmadı. Asadan fırlayan ışık kaybolduğunda, onlar hâlâ orada duruyordu.

“Kahretsin!” diye bağırdı Sirius, soluk soluğa.

“Sirius!” Ron’un sesi panik içindeydi ve Sirius sağına dönüp Ron’un parmağıyla gösterdiği tarafa baktı.

Oradan gelen Gündüz Gezen sayısı daha fazlaydı. Sirius deli gibi etrafına bakındığında, fena halde kapana kısıldıklarını anladı. Baktığı her yerde Gündüz Gezen’ler vardı ve üstelik dudaklarını yalayıp pis pis sırıtarak onlara doğru geliyorlardı. Soluna baktı ve Gündüz Gezen’lerin ötesinde bir umut ışığı yakaladı.

“Ron, Damy,” diye başladı, iki çocuğu da tutup çekerek. “Gündüz Gezen’ler arasından size bir yol açacağım. Dördünüzün arkanıza bakmadan son sürat buradan koşup gitmenizi istiyorum.”

“Sirius Amca, seni bırakmam!” diye karşı çıktı Damien.

“Hayır, bırakırsın! Benimle sakın tartışayım deme, buna vaktimiz yok!” diyerek onu susturdu Sirius. “Bağıran Baraka’nın içinde sizi doğrudan Hogwarts’a götürecek gizli bir geçit var. Ne olursa olsun durmadan ve arkanıza bakmadan Baraka’ya doğru koşun! Anladınız mı?”

Damien amcasına ağlamaklı bir halde bakarken, Ron başıyla onayladı.

Sirius arkasına döndü ve git gide onlara doğru yaklaşan Gündüz Gezen’lere baktı; hepsi birden gülüyor, keyifle köşeye sıkışmış kurbanlarına bakıyordu. Sirius asasını onlardan birine doğrulttuğunda, gürültülü kahkahalar duyuldu.

“Büyünüzün bizde işe yaramadığını ne zaman öğreneceksiniz?” diye sordu Gündüz Gezen’lerden biri.

“Ben de büyüden daha iyi bir şey var,” diye cevapladı Sirius. Hedefini değiştirerek asasını soluna, orada içi pasta ve turtalarla dolu terk edilmiş duran bir standa doğrulttu. Büyülü sözlerin mırıldanmasıyla, tezgâh patlayıp alevler içinde kaldı. “Buna zekâ denir!” diyerek pis pis sırıttı Sirius. Asasını yeniden sallayıp tüm gücüyle itti ve tezgâhın araziye çıkıp solunda duran Gündüz Gezen’lere doğru uçmasını sağladı. Kara cüppeliler onlara doğru uçan kızgın alevlerin yolundan çekildiler. “Şimdi!” diye bağırdı Sirius, adamlara doğru koşar ve daha çok alevler gönderirken.

Ron Ginny’nin elinden tuttuğu gibi, Hermione de Damien’ın elini kavradı ve dördü birden kızgın alevlerin açtığı yol boyunca koşmaya başladılar. Hâlâ yanmakta olan tezgâhın üzerinden zıplayarak kendilerini yola atıp Bağıran Baraka’ya doğru yol aldılar. Hiçbirinin geriye bakacak ne cesareti, ne de hevesi vardı.

* * *

Profesör McGonagall Profesör Snape’e fısıldayarak durumu anlatır ve Snape de soğuk siyah gözleriyle kalabalığı tarar ve kayıp çocukları aramaya koyulurken, Harry onları izledi. Öğretmenler, McGonagall’ın etrafında toplandılar ve Hogsmeade saldırı altındayken bazı çocukların kayıp olduğu haberini şaşkınlıkla dinlediler. Grup bir tarafta gerginlik içinde ne yapacaklarını konuşurken, diğer tarafta Profesör Sinistra korkudan titreyip ağlayan öğrencileri Hogwarts’ın içine götürmeye başlamıştı.

Harry’nin kafasının içinde hararetli bir tartışma sürüyordu. Bu işe karışmak istemiyordu. Damien’ın kayıp olmasından ona neydi? Onun için ne fark ederdi ki? Ama öte yandan, Damien’ın o sinir bozucu güler yüzü gözünün önünden gitmiyordu. En sonunda, Harry teslimiyetle inledi. Gidip onu bulmalıydı. Üstelik artık öğrencilerin asasız olduğu gerçeğini de biliyordu ve Damien orada Gündüz Gezen’lere karşı tamamen savunmasızdı. Gerçi, Damien’ın yanında asası olsaydı da, kendini korumak için pek bir şey yapamazdı.

Harry kendi kendine küfretti. Nedendir bilinmez, Damien’ın Gündüz Gezen’lerle karşı karşıya olduğu fikri bile onu telaşlandırıyor, kalbinin sıkışmasına yol açıyordu. Draco’ya tek bir bakış attıktan sonra, onun panikle büyüyen gözlerindeki bakışı umursamayarak geriye döndü. Bir el onu kolundan yakaladı.

“Sen nereye gittiğinizi zannediyorsun?” diye tısladı Draco.

Harry sakince kolunu Draco’nun kavrayışından kurtardı.

“Damien kayıp,” diye fısıldadı; ismi söylediğinde, Draco’nın gözlerinin büyüdüğünü fark etmişti. “Gündüz Gezen’ler hâlâ oradayken onu orada bırakamam.”

“Aptal olma!” dedi Draco ve ateşli tartışmalarını kimsenin dinlemediğinden emin olmak için etrafa bir göz attı. Dönüp Harry’ye baktığında, “birilerini kurtarmak senin işin değil! Ayrıca, daha önce hiç Gündüz Gezen’lerle savaşmadın!”

“E ne güzel, fırsat ayağıma geldi işte, değil mi?” dedi Harry, yarım ağız sırıtarak.

“Hayır, değil!” dedi Draco, öfkeyle.

Harry giriş kapılarına baktı; öğrenciler kapılardan hızla geçiyordu; birazdan etrafında onu saklayacak çok az öğrenci kalacaktı. Eğer harekete geçecekse, hemen şimdi gitmeliydi.

“Neden bilmiyorum, Draco, ama Damien’ı kaderine terk edemem.”

Draco başını iki yana salladı; sesi hâlâ fısıltı halinde çıksa da öfkesi anlaşılıyordu.

“O… o ahmak Gryffindor’a yardım etmeye gidersen, seni pişman ederim!”

Harry yüzüne alaycı bir gülümseme yerleştirdi.

“Ne yaparsın?”

“Babana söylerim,” dedi Draco; ona bakan gri gözleri oldukça ciddi görünüyordu.

Harry kıkırdadı.

“Birbirimizi hiçbir zaman gammazlamayacağımıza söz verdiğimizi sanıyordum?”

“Bu sözü bozuyorum,” diyerek onu tehdit etti Draco. “Baban ne yaptığını öğrenirse, öfkeden deliye döner!”

Harry kapıların önündeki kalabalığa son bir kez bakıp geri geri gitti; gözleri, Draco’nun şoktan kocaman açılmış gözleriyle buluştu.

“Canın ne isterse onu yap. Ben onu aramaya gidiyorum.” Arkasını dönüp yol boyunca koşarak saniyeler içinde gözden kayboldu.

Draco dişlerini sıkıyordu, solgun yüzü öfkeden kıpkırmızı olmuştu.

Kendi kendine, “şu insanları kurtarma şeyinin bir gün sonunu getireceğini biliyordum!” diye mırıldandı.

‘Pekâlâ, bunu sen istedin!’

Draco dönüp Snape’e doğru koştu. Snape’in Harry’ye yardım edeceğini biliyordu, Efendisinin karşısına canlı çıkmayı istiyorsa, tabii…

* * *

Harry için çaktırmadan Hogsmeade’e sızmak hiç de zor olmadı. Hogsmeade’de hâlâ çetin bir savaş sürüyor ve görünen o ki, Gündüz Gezen’ler kazanıyordu. Seherbaz’lara ve Hogsmeade sakinlerine benzeyen cesetler dört bir yana dağılmış duruyordu.

Harry, hızla cesetlerin yanından geçerken, bu katliamda hiçbir çocuğun yaralanmamış olmasını umuyordu. Şimdiye kadar gördüğü cesetler yalnızca yetişkinlere aitti. Asasını çıkarırken asanın gerekli büyüleri yapıp yapamayacağını merak etti. Asayı tutan elini esnetirken, kırmızı Bartra Bilekliği’nin hâlâ bileğinde olduğunu fark etti. İçinden Moody’ye bir kez daha küfretti. Şu kahrolası bileklik olmasaydı, Gündüz Gezen’lerin çıkardığı karmaşadan faydalanıp buradan tüyebilirdi. Moody’nin Gündüz Gezen’ler tarafından parçalara ayrılmasını dileyerek sırıttı. Çünkü anca o zaman, evine dönebilirdi.

Düşüncelerinden sıyrılmak için kafasını salladı. Damien’a yoğunlaşarak ‘Yol Göster’ diye fısıldadı. Asa hemen deli gibi etrafında dönmeye başladı; anlaşılan, yönüne karar veremiyordu. Sonunda durarak kuzey doğu yönünü gösterdi. Harry hızla harekete geçti; hiçbir Gündüz Gezen’e ya da Seherbaz’a yakalanmamak için gölgelerden ilerlemeyi sürdürüyordu.

* * *

Damien aniden durdu; nefes nefese kalmıştı ve alnından terler boşalıyordu.

“İşte bu!” diye bağırarak koşmaya devam etti.

Her yöne uçuşan yeşil yaprakları ile titreyen dalları olan dev bir ağaç portresinin yakınında durup soluklandı.

“Emin misin?” diye sordu Ron, nefes nefese; saçları terden kafasına yapışmıştı.

“Bak! İşte, Şamarcı Söğüt!” diyerek portreyi işaret etti Damien. “Oraya giden gizli bir giriş olmalı!”

Bunun üzerine, dört çocuk da Bağıran Baraka’nın içine girdiler; ancak, onları doğrudan Hogwarts’a götürecek gizli geçidin nerede olduğuna dair hiçbir fikirleri yoktu. Köhne barakayı telaş içinde aradıktan sonra, portrenin görüntüsüyle karşılaştılar.

“Pekâlâ,” dedi Ginny, zar zor nefes alırken kaşlarını kaldırarak. “Peki, bunu nasıl açacağız?”

Damien ile Ron, gözlerini korkudan kocaman açarak birbirlerine baktılar.

“Şifre gerekli!” dedi soluk soluğa, çocukların aklından geçenleri söyleyerek. Sirius onlara gizli bir geçit olduğundan bahsetmişti, ama gizli geçide nasıl gireceklerini söylemeye zaman bulamamıştı.

“Tamam, tamam.” Ron sakin kalmaya çalışarak belli ki düşünmek için beynini zorluyordu. “Hmm… ıı…” Portreye gözlerini dikmiş, çaresiz bir halde şifrenin ne olduğunu bulmaya çalışıyordu. “Aa… Açıl? …Hmm, Açıl Şimdi! Hemen Açıl!”

“Ron, kapa çeneni!” diye patladı ona, Ginny. “Hayatında hiç ‘Açıl’ dediğinde açılan bir kapı gördün mü?”

“Olay da bu zaten!” diye hırladı Ron. “Kimse şimdiye kadar ‘Açıl’ diye bir şifre koymayı akıl edememiş olabilir, o yüzden de denemeye değer!”

Damien’ın Ron’a bağıracak ne hali ne de sabrı vardı. Küt diye açılan kapıların sesi dördünü de susturdu. Ağız dalaşını bırakıp nefeslerini tutarak sesleri anlamak için kulak kesildiler.

Ayak sesleri gürültülüydü ve onlara açıkça bir şey söylüyordu: çok sayıda olduklarını.

Damien’ın kalbi güm güm atmaya başladı. Hermione parmağını dudaklarına götürerek onlara susmalarını işaret etti. Sonra, karşılarındaki bir kapıyı gösterdi ve dördü birden olabildiğince sessiz bir şekilde hareket etti. Ginny kapının tokmağına elini uzattı. Kapı gıcırtıyla açılınca dördü de sesten irkilerek yerlerinde zıpladı. Ginny, dudaklarını ısırarak, kapıyı çekip açtı ve arkasında diğer üçüyle birlikte içeri sızdı. Odanın içinde kırık bir yatak ile iki gardırop dışında hiçbir şey yoktu. Panik içinde ağabeyi ile arkadaşlarına döndü.

“Şimdi ne yapacağız?” dedi, ses çıkarmadan dudaklarını oynatarak.

Ron onu kolundan tutup hızla yatağa doğru götürdü.

“Saklanın, hemen!”

Damien ile Hermione de Ginny’ye katıldı ve üçü birden yatağın altındaki daracık alana kayarak girdiler. Ron aceleyle gardıroba ilerleyip içine girdi.

Kapı gürültülü bir küt sesiyle ardına kadar açıldı; uzun siyah saçlı bir vampir odaya girdi. Onun arkasından, odaya üç Gündüz Gezen daha girdi. Bir tanesi kapının eşiğinde durarak gözleriyle odayı taradı ve gözleri kırık yatağın üzerinde durdu. Kanlı sivri dişlerini göstererek gülümsedi.

“Cık cık cık, saklambaç mı oynuyorsunuz?” diye alay etti, yatağa doğru kasıla kasıla yürüyerek. “Peki, bu sizin en büyük hakkınız, nasıl olsa çocuktan başka bir şey değilsiniz.”

Tek eliyle yatağın kenarından tuttuğu gibi, yatağı odanın ortasına fırlattı. Üzerlerindeki yatak kaldırılınca, Hermione ile Ginny şokla çığlığı bastılar. Aniden, gardırop bir Gündüz Gezen’in üzerine devrilerek onu yere serdi.

Ron, az önce gardırobun olduğu yerde duruyor ve saldırısının işe yaramış olmasının şokuyla onlara bakıyordu.

“Hadi!” diye bağırdı; ama zaten Damien, Ginny ve Hermione ayağa kalkıp ona doğru koşmaya başlamışlardı bile.

Diğer üç Gündüz Gezen dört çocuğun arkasından gitti, ama çocuklar onları geçmeyi başarıp yıkık dökük görünen koridora girip koşmaya başladılar. Merdivenlere doğru yönelseler de, merdivenlerden onlara doğru gelen iki Gündüz Gezen’i görünce durdular.

Ne merdivenlerden inebiliyor ne de portreyi açabiliyorlardı, o yüzden kaçmaları için yalnızca tek bir yol kalmıştı: çatı.

Yukarı çıkan merdivenlere doğru fırlayıp ellerinden geldiği kadar ses çıkarmadan yukarı çıktılar. Kapıya ulaşmayı başarıp kapıyı güç bela açarak çatıya çıktılar. Hızla etraflarına baktılar ama gördükleri, burada onlara yardım edecek hiçbir şeyin olmadığını söylüyordu. Çatının kenarına doğru koşarak aşağı baktıklarında, en az dört kat yukarıda olduklarını fark ettiler.

“Belki de, atlamalıyız. Yani, atlanamayacak kadar yüksek görünmüyor,” dedi Ron.

“Ya, ne demezsin! Kesinlikle öyle yapmalıyız!” diyerek onunla alay etti Hermione. “Sonuçta, ölmüş olmayız, en fazla boynumuz kırılır! Veya daha da iyisi, bacaklarımız kırılır, biz de vampirlerin gelip kanımızı kurutana kadar içmelerini bekleriz!”

“Arkadaşlar, böyle bir durumda kavga etmenin sırası mı?” dedi Damien, araya girerek.

“Ne yapacağız öyleyse?” diye sordu Ron.

“Öleceksiniz.”

Dördü de dehşet içinde arkalarına döndüler ve karşılarında altı kadar Gündüz Gezen’in olduğunu gördüler. Ron’un üzerine gardırop düşürdüğü Gündüz Gezen en önde duruyor, mavi gözleri hainlikle ışıldarken korkudan titreyen dört çocuğu süzüyordu.

“Eve yemek servis edildiğini bilmiyordum,” diye şaka yaparak diğer adamları güldürdü. “Dördünüzün peşinde koşmak iyice iştahımı açtı.” Parmağıyla her birini tek tek işaret etti. Bakışları Damien’ın üzerinde durdu. Gündüz Gezen pis pis sırıttı; açlığı gözlerinden okunuyordu. “Önce en küçüğünü getirin,” diye arkalarındaki adamlara emretti. “Ne kadar genç, o kadar lezzetli!”

Damien cesurmuş gibi davranmadı, korkudan taşlaşmış gibiydi. Üç Gündüz Gezen ona doğru yürürken, adım adım geriledi.

Ron hemen onu kolundan tuttu.

“Bizi rahat bırakın!” diye bağırdı, ama adamlar onu pek umursamıyor gibiydiler.

“Lütfen, bizi bırakın!” dedi Hermione; onu almaya kalkışırlarsa diye, Damien’ı gömleğinden tuttu. Ginny de çocuğu diğer kolundan tutmuştu.

Ancak, hiçbirisi Gündüz Gezen’lerle boy ölçüşemezdi. Vampirlerden biri Damien’ı yakaladığı gibi, arkadaşlarının elinden çekip alarak onların ‘hayır!’ diye çığlık çığlığa bağırmalarına yol açtı. İki Gündüz Gezen diğer üç çocuğa engel oluyor, biri Ron’u diğeri Hermione ile Ginny’yi tutuyordu.

Damien tüm gücüyle çığlık atıp tepinse de, onu liderlerine doğru sürükleyen iri yarı vampire hiçbir etkisi olmuyordu. Ona ağzı açık sırıtan adamın ayaklarının dibine kabaca fırlatıldı. Damien hızla ayağa fırladı; güç bela nefes alıyor, yüzünden terler boşalıyordu. Bacakları o kadar kötü titriyordu ki, ağırlığını daha fazla kaldıramayacak gibiydi. Birkaç adım geri gitmeyi başarsa da, sonunda tökezleyerek yere düştü.

“Bunu afiyetle yiyeceğimi şimdiden görebiliyorum,” diyerek sırıttı Gündüz Gezen’lerin lideri. Uzun sivri dişlerini çıkartarak hızla Damien’a doğru fırladı.

Arkadaşlarının çığlıkları, Damien’ın kendi korku çığlıklarına karışarak etrafta yankılandı. Damien gözlerini kapatmak istedi; en azından, ona doğru gelen o korkunç yaratığı görmek zorunda değildi, ama gel gelelim, korkudan başka tarafa dahi bakamıyordu. Aniden, bir şeyin Gündüz Gezen’e vurup onu vahşi bir şekilde yana fırlattığını gördü.

Gözleri, şimdi, öfkeli görünen Gündüz Gezen’e dikilmişti; dört ayak üzerinde durmuş yaralı bir hayvan gibi duruyor, sivri dişlerini çıkarmış öfkeyle hırlıyordu. Damien bakışlarını Gündüz Gezen’den ayırıp onu bu hale getirenin ne olduğunu görmeye çalıştı.

Harry, tıpkı vampir gibi dört ayak üzerinde durmuş, yeşil gözleri Gündüz Gezen’e kitlenmiş bir halde hırlayarak orada duruyordu. Damien gördüklerine inanamıyordu. Ağabeyine ağzı açık bakakalmış, Harry’nin ona yardım etmeye geldiği gerçeğini idrak etmesi kolay olmamıştı.

* * *

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #32: İnsanları Kurtarma Şeyi [Kısım 2] okumak için tıklayın!

Çeviren: Tuba Toraman

Forumdan Cevaplar!