Hayran Yapımı

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #43: Damien’a Hediye [Kısım 1]

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

41. BÖLÜM [Kısım 1]

41. BÖLÜM [Kısım 2]

42. BÖLÜM

Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı öldürmeyip kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin kırk üçüncü bölümü!

bölüm 43

Damien’a Hediye

[Kısım 1]


Hogwarts Ekspresi Hogsmeade istasyonuna tam beş saat sonra varmıştı. Çoğu öğrenci Hogwarts’ın güvenli duvarlarına ulaşmış olmaktan memnundu; bir kısmı ise ailelerine bir an önce baykuşlar göndererek onları buradan hemen almalarını söylemek istiyordu. Genç büyücü nüfusunun tamamı, daha önce, Ölüm Yiyen saldırısına hiç bu kadar yakından tanık olmamış, böyle korkunç bir durumla yüz yüze gelmemişlerdi. Herkes bu olayın ardından fena sarsılmış olsa da Slytherin’ler bu duruma dâhil değildi, elbet. Çünkü onların korkmaları için hiçbir sebepleri yoktu. Beyaz maskelerin ardında saklanan yüzlerin çoğu babalarıydı, nasılsa.

Şatoya ulaşılır ulaşılmaz, Damien hızla Hastane Kanadı’na götürülmüştü. Gözle görülür hiçbir yaralanması olmasa da, Lily’nin içi emin olmadan kesinlikle rahat etmeyecekti.

Lily, “saldırının ortasına öylece dalarken aklından ne geçiyordu?” diye söylense de, Poppy muayene ederken oğlunun durmadan başını, saçını, yanaklarını öpüp duruyordu.

Damien ise başı öne eğik, gözleri dalgın bir şekilde sessizce oturuyor, saldırı olayında olanları düşünüyordu. Harry Ölüm Yiyen’lere önderlik etmiş, Moody ile düello etmiş, Sirius’un canını yakmıştı… Damien sımsıkı yumduğu gözlerini ovuşturdu; kendini bırakmamak için ciddi bir mücadele veriyordu.

“Damy?” diye mırıldandı Lily; elini onun saçlarından geçirirken gözyaşları yanaklarından süzülüyordu.

Damien, başını kaldırıp yaşlarla dolu ela gözlerini ona dikti. Kollarını annesinin beline sararak ve başını onun cüppesine gömerek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Lily onu sakinleştirmeye çalışsa da, o da gözyaşlarına engel olamıyordu. Poppy zavallı anne ile çocuğu yalnız bırakmak için uzaklaşmaya koyuldu. Daha henüz birkaç adım atmıştı ki, kapılar gümbürdeyerek açıldı ve James Potter içeri koştu. Gözleri panikle kocaman açılmış bir halde Poppy’ye baktı, ardından ise gözleriyle hemen karısını ve oğlunu aradı.

Kapının gürültüyle açılmasıyla Damien başını kaldırıp bakmıştı; Lily de öyle.

“Baba?” diye seslendi Damien, ağlamaklı, boğuk bir sesle.

James hızla ona doğru koşup onu kucakladı; alçak sesle minnettarlığını dile getiriyordu.

“İyi misin? Damy, iyi misin?” diye sordu tekrar ve tekrar; ancak, ne tuhaftır ki, bu Damien’ın daha da kötü ağlamasına yol açmıştı.

“Baba,” dedi, tıkanırcasına, “baba, Siri… Siri Amca? Baba…?”

James başını iki yana salladı, ama yüzü kireç gibiydi.

“Sirius kesinlikle çok iyi,” dedi. “Hastanede, diğer Seherbaz’larla birlikte yatıyor.”

James saldırının gerçekleştiği alana geldiğinde, Harry’yi Ölüm Yiyen’lerle birlikte Buharlaşırken görmüştü. Harry için hiçbir şey yapamamıştı. Seherbaz’ların geri kalanıyla birlikte trende hiçbir tehlike olmadığından emin olduktan sonra, treni Hogwarts’a göndermişti. Ardından, yaralı arkadaşlarına yardım ederek, onları ölüler ile birlikte St Mungo’ya götürmüştü. Sirius’u tekerlekli sandalyeyle hastane koğuşuna götürürken, Sirius James’in koluna yapışarak ona Damien’ın trenden çıktığını ve neredeyse Öldüren Lanet’le vurulacağını söylemişti. O anda, James her şeyi bırakıp delice bir hızla Hogwarts’a, karısı ile oğlunu görmeye gelmişti.

Damien ağlamaktan bitkin düştüğünde, Poppy muayenesine devam edecek fırsatı yeniden yakaladı.

“Fiziksel yaralanma yok,” dedi, James ile Lily’ye; Damien yatakta uyuyakalmıştı. “Yaptığım tüm testler oldukça sağlıklı olduğunu doğruluyor.” Yüzü düşerek devam etti: “Ancak, duygusal olarak çok yıpranmış durumda. Harry’yi… o şekilde… o şartlar altında görünce…” Bir an bocaladı. “Neden bu kadar yıprandığı anlaşılıyor.”

“Neredeyse öldürülüyordu,” dedi Lily; oğlunun başına gelen felaketi aklından çıkaramıyordu. “Harry onu geriye savurmasaydı, Öldüren Lanet onu vurmuş olacaktı.”

“Ama vurmadı,” dedi Poppy, sözlerini vurgulayarak. “Kendine şunu hatırlatmayı sakın unutma.” Elini onun omzuna koydu. “Oğlunun şuanda sana ihtiyacı var, Lily. Eğer sen de çökersen, Damien ne yapsın?”

Lily başıyla onayladı. Kendini durdurarak acısını içine attı; buna başka bir zaman üzülebilirdi. Cebinden, eskisiyle neredeyse aynı şekilde onu seçmiş olan yeni asasını çıkardı. Kendine rahat bir sandalye yarattı ve uyuyan oğlunun başucuna oturarak elini tuttu.

* * *

James hastanelerden nefret ediyordu. Hastaneler insanın keyfini kaçıran kasvetli yerlerdi. Düz sıkıcı duvarları ile iksirlerin ağır kokusu ona kendini hasta gibi hissettiriyordu. Ama en yakın arkadaşı St Mungo’nun odalarından birinde yatarken, buna katlanmaktan başka çaresi yoktu.

“Yarın eve geliyorum,” dedi Sirius. “Şu lanet olası Şifacı’lar beni burada boşu boşuna tutuyorlar,” diyerek homurdandı.

“Acele etme, Patiayak,” dedi Remus. “Senin tabirinle, o lanet olası Şifacı’lar ne yaptıklarını biliyorlar. Seni burada tutmak istiyorlarsa, bir bildikleri vardır.”

Sirius ona doğru eğilerek sesini fısıltıya dönüştürdü.

“Beni neden tuttuklarını biliyorum,” dedi, dramatik bir şekilde. “Benden hoşlanıyorlar.”

Remus gözlerini devirdi.

“Eminim öyledir, Patiayak.”

James, ikisinin arasında dönen geyik muhabbete katılmıyordu. Yatağın kenarına dayalı bir sandalyede, dirseklerini dizlerine dayamış, elleri birbirine kenetli bir halde sessizce oturmuş, arkadaşlarını izliyordu.

“Taburcu olduğunda işten birkaç gün izin alacak mısın?” diye sordu Remus.

“Hayır, o sefil yerde kalırsam, intihar eşiğine gelirim.”

“Evinden mi bahsediyorsun?” diye sordu Remus.

“Evet.”

“Ee madem o kadar nefret ediyorsun, taşın o zaman.”

Sirius omuz silkti.

“Üşeniyorum.”

Remus, her zaman yaptığı gibi, onaylamazcasına başını iki yana salladı. Başını James’e çevirdi.

“İyi misin, James?” diye sordu Remus, onda bir gerginlik olduğunu sezerek.

Sirius James’e baktı ve sırıttı.

“N’aber, Çatalak?”

James ellerini çekerek önce yere baktı, ardındansa gözlerini Sirius’a dikti.

“Bana ne zaman söyleyecektin?” diye sordu, usulca.

Sirius’un kaşları çatıldı.

“Neyi?” diye sordu.

James’in gözleri Sirius’un bedenini taradı ve en sonunda –artık iyileşmiş olan– bacağında durdu.

“Bacağın nasıl kırıldı, Sirius?”

Sirius afallamış görünüyordu.

“Ha o mu?” Eliyle havayı dövdü. “Savaşlar nasıl olur, bilirsin. Ölüm Yiyen’in teki beni gafil avladı, ben de geri püskürtüldüm.” Bacağını birazcık esneterek, tamamen iyileştiğini göstermeye çalıştı. “Düşerken biraz kötü düştüm, o yüzden de kemiğim çatladı.” Başını iki yana sallayarak gülümsedi. “Kafana takma.”

James başıyla onaylarken, ela gözleri alev alev yanıyor ve Sirius’un her sözüyle git gide daha da alevleniyordu.

“Ya İşkence Laneti?” diye sordu, sesi hafiften titreyerek. “Onda da mı gafil avlandın?”

Remus’un ifadesi sertleşti; gözlerini kocaman açarak başını yavaş yavaş Sirius’a çevirdi. Arkadaşının İşkence Laneti’ne maruz kaldığından haberi olmamıştı.

Sirius’un gözlerindeki neşe de, çoğunlukla dudaklarını süsleyen o arsız gülümseme de bir anda silindi gitti. James’e bakarken dalgın görünüyordu. Yavaş hareketlerle başını iki yana salladı.

“Neden bahsettiğini bilmi-”

”Damien bana söyledi,” dedi James, “her şeyi söyledi.”

Sirius yenilgiyle omuzlarını düşürdü ve oturduğu yere gömüldü. Elini saçlarından geçirirken dudakları birbirine kenetlendi.

“Çatalak…”

“Bana söylemen gerekirdi,” diye fısıldadı James; başını iki yana sallıyor, gözlerinden kıvılcımlar çıkıyordu. “Bana söylemeliydin, sana bunu Harry’nin-”

“Gerçeği bilmiyor,” diyerek onun sözünü kesti Sirius. James’e doğru eğilerek, “tamam mı? Harry bilmiyor,” dedi. Panik içinde gözleriyle kapıyı kontrol etti. “Ve ben Şifacı’lara onunla ilgili hiçbir şey söylemedim, o yüzden kapa çeneni ve bunu eve gittiğimizde konuşalım.”

“Şifacı’lara da mı söylemedin?” diye sordu James, şok içinde. “Neden?”

Sirius yorgun bir şekilde ona döndü.

“Çünkü,” dedi, başını iki yana sallayıp gözlerini kapatarak, “Harry’nin ismine yazılı çok şey var. Tüm o geçmiş suçları, Hogwarts’tan kaçışı, Hogwarts Ekspresi’ne saldırışı.” Daha da ciddileşerek devam etti: “Moody yoğun bakımda. Buraya getirildiğinden beri kalbi üç kez durdu.” Yüzü düştü ve yüksek sesle iç geçirdi. “Şifacı’ları aralarında konuşurken duydum; Moody atlatamayabilirmiş.” Tekrar James’e bakarak devam etti: “O yüzden de, Şifacı’lara maskeli bir Ölüm Yiyen tarafından vurulduğumu söyledim. Kırık bir bacak, İşkence Laneti, bunların hepsi bana arkadan yapıldı.” Yüzünde hüzünlü bir gülümsemeyle James’e baktı. “Harry’nin suç listesine daha fazlasını ekleyemezdim.”

* * *

Duvar Harry için özel tasarlanmıştı. Dört beş metre yüksekliğindeki bu kare beton, Harry’nin antrenman alanına açılan bir bölmeydi. Duvarın bütün etrafında oyulmuş yarıklar vardı. Aktif hale getirildiğinde, bu yarıklardan ara sıra çeşitli büyüler, lanetler ve uğursuzluk büyüleri fışkırıyordu. Hatta yarıklardan keskin bıçakların da fırladığı oluyor, Harry’yi her an tetikte tutuyordu. Bu mekanizmayı yapan Harry’nin kendisiydi ve bunu sık sık antrenman yapmak için kullanıyordu.

Ocak ayı soğuğunun verdiği zindelikle, Harry duvarın karşısında çalışıyor, bir o yana bir bu yana kaçarak lanetleri ve uğursuzluk büyülerini atlatmaya çalışıyordu. Kalkanını kaldırmayı kendisine yasaklamıştı; bunun bir kandırmaca olduğunu söylüyordu. Tamı tamına iki saat boyunca hiç ara vermeden çalıştı. Duvarın ona püskürttüğü büyülerin yolundan dönerek, zıplayarak çekiliyor, büyüleri duvara geri püskürtüyordu; ta ki, nefesi kesilip kasları gerilmekten yorulana ve tüm vücudu terden sırılsıklam olana kadar. Başka bir saldırıya hazırlanırken alnından gözlerine akan terleri sildi. Bir ninja yıldızı fırlayıp Harry’ye doğru uçtu. Harry yıldızın yolundan dönerek çekilirken, göz ucuyla babasının arkasında belirdiğini fark etti. Lord Voldemort elini kaldırarak kesici aleti yakaladı; yüzünde memnuniyetsiz bir ifadeyle aleti başparmağı ile işaret parmağı arasında tutarak yakından inceledi.

Harry elini kaldırarak duvarı durdurdu. Yüzünü dönüp elindeki aleti kenara fırlatan Voldemort’a baktı.

“Yine meşgulüz, bakıyorum,” dedi.

Harry’nin cevap vermeden önce nefesini düzene sokması gerekti.

“Bundan… zarar… gelmez,” dedi, nefes nefese.

“Gelmez,” dedi Voldemort, ona daha da yaklaşarak, “tabii, kendini öldürmeden önce seni frenleyebildiğim sürece.”

Harry sırıttı; eğilerek ellerini dizlerine koyup soluklanmaya çalıştı.

“Öldürmek… o kadar kolay değil, baba.”

Voldemort gülümsedi, ama uzun sürmemişti.

“Bu aşırı yoğun çalışmalarının Hogwarts Ekspresi saldırısıyla bir ilgisi yoktur, değil mi?”

Harry doğruldu.

“Neden öyle söyledin?” diye sordu.

“Tecrübelerim nedeniyle,” diye yanıt verdi Voldemort. “O saldırı, sana daha önce yapmadığın bir şey yaptırdı.” Harry’ye daha da yakından baktı. “Bu halinin de onun sendeki etkisini gösterdiği çok açık.”

Harry gözlerini babasından kaçırarak başını çevirip duvara baktı.

“Neden bahsettiğini anlamıyorum,” dedi, bir süre sonra, her ne kadar ifadesi tam tersini söylüyor olsa da.

“Madem kendini bu kadar suçlu hissedecektin, Black’e neden Affedilmez uyguladın?” diye sordu Voldemort.

Harry ona döndü.

“Suçlu hissetmiyorum.”

“Öyle mi?” diye sordu Voldemort. “Peki, öyleyse bu ne?” Başıyla duvarı işaret etti. “O saldırıdan beri neredeyse her gün kendini buraya kapatıyorsun.”

Harry ondan uzaklaşmak için arkasını dönüp elini saçlarından geçirdi.

“Çalışıyorum.”

“Kendini cezalandırıyorsun,” dedi Voldemort ve hızlı bir hareketle Hary’nin kolunu sertçe tutup yüzünü ona dönmesini sağladı. Kırmızı gözlerini üzerinde gezdirirken, Harry’nin yara izinde bir karıncalanma yaşandı. “Ve ben buna izin vermem!” diye hırladı. Harry hiçbir şey söylemedi, kendini onun keskin tutuşundan kurtarmak için kıpırdamadı bile. Babasının yüzüne öylece bakıyor, yüzündeki öfkeyi ve can sıkkınlığını izliyordu. “Bu… bu suçluluk hissinden kurtulmanın bir yolunu bulmazsan, senin felaketin olur!” diye devam etti Voldemort. “Sana kaç kere söyledim? Düşünmeden öldürecek ve pişmanlık duymadan acı çektireceksin.”

Harry başını iki yana salladı.

“Pişman değilim.”

“Değil misin?” diye sordu Voldemort, soğuk bir ifadeyle, “o zaman, neden böyle davranıyorsun?”

“Çalışıyorum,” dedi Harry, ısrarla, “hepsi bu.”

Voldemort’un tutuşu gevşedi, ama Harry yine de ondan uzaklaşmak için hiçbir hamlede bulunmadı. Onu daha önce hiç böyle tuttuğu olmamıştı.

“Gerçek, Harry,” diyerek emretti Voldemort.

Harry duraksadı; derin bir nefes aldıktan sonra başını öne eğdi.

“Ben… sadece… anlamıyorum,” diye itiraf etti, başını kaldırıp babasına bakarak.

“Neyi anlamıyorsun?”

“Black’i,” dedi Harry, “Potter’ları… Hiçbirini.”

Voldemort Harry’yi bırakarak geri adım attı; Harry’ye ona anlatmadan önce düşüncelerini toplaması için fırsat tanıdı.

“Aklım almıyor,” dedi Harry. “Potter’ların bana tavırları, Black’in tavırları… Hepsi şey gibi görünüyor…” Duraksayarak doğru kelimeyi düşündü. “…gerçekçi,” diye fısıldadı. “Beni önemsediklerini gösteren hareketleri hep gerçekçi görünüyor. Suçsuz olduklarını söylerken de…” Yara izinin sızısı artınca başını kaldırıp babasına baktı.

“Yalan söylemediklerini mi düşünüyorsun?” diye sordu Voldemort. “Sen bu kadar kolay kandırılacak biri misin?”

“Hayır,” diyerek karşı çıktı Harry, “tabii ki, hayır. Neler olduğunu biliyorum. Hepsini hatırlıyorum. Zaten beni bu kadar çok sinirlendiren de, onların hiçbir şey hatırlamıyormuş gibi davranmaları. Black’in karşısında kontrolümü kaybetmemin sebebi de buydu; ısrarla hiçbir şey yapmadıklarını söyleyip durdu. O yüzden ona İşkence Laneti uyguladım, çünkü kontrolümü kaybettim.” Başını iki yana sallayarak, “ben kontrolümü kaybetmek istemiyorum, baba. Bunun olmasına izin veremem,” diye ekledi.

Voldemort derin bir nefes aldı ve ona doğru yaklaştı.

“Kontrol kaybetmek başka bir şey,” dedi. “Senin yaptığın şey ise onların sana doğru olmadığını bildiğin şeyleri düşündürmelerine izin vermen.” Kırmızı bakışlarından alevler saçarak devam etti: “Harry, onların oltasına gelmenin ne demek olduğunu en iyi sen bilirsin. Aydınlık Taraftarları’nın amaçlarına ulaşmak için herkesi kandırıp manipüle edebileceklerini şimdiye kadar öğrenmiş olman gerekirdi.”

Harry başıyla onayladı.

“Biliyorum,” dedi, “sadece…” Yüzünü çevirip gözlerini kısarak batan güneşi seyretti. “Bilmiyorum. Sadece kafamın… karıştığını hissediyorum, sanırım.” Draco’nun ona söylediği ve aklından çıkaramadığı o sözlerden babasına bahsetmedi. Draco’nun duyduğu kuşkuların onu sarstığını, geceleri uykularını kaçırdığını da babasına söylemedi.

“Topla kendini,” diye emretti Voldemort. “Dikkat dağınıklığın başarısızlığa yol açacak.”

Harry başıyla onayladı.

“Peki, efendim.”

“Çalışmana dönmeden önce,” dedi Voldemort, “Harrison’ın neden dönmediğini açıklar mısın?”

Harry başını kaldırıp ona baktı.

“Onu öldürdüm, dedi.

“Suçu?”

“Direkt bir emre karşı geldi.”

“Ne emriydi bu?”

“Bir öğrenciye Öldüren Lanet’le saldırdı,” diye yanıtladı Harry.

“Harrison trene girip Hogwarts öğrencilerine mi saldırdı?”

Harry ağırlığını bir ayağından diğerine verdi.

“Hayır.”

“Söz konusu öğrenci trenden atlayıp saldırının tam ortasına gelerek kendini riske mi attı?”

Harry’nin sinirleri bozulmaya başlamıştı.

“Tam olarak öyle söylemezdim.”

Yara izi fena halde karıncalanmaya başlasa da, Harry inatla acıyı duymazdan gelmeye devam edip gözlerini babasından ayırmadı.

“Belli ki, neler olduğunu sen zaten biliyorsun,” dedi Harry. “Seni tüm detaylarıyla bilgilendirdiler madem, neden bana sorup duruyorsun?”

“Çünkü bana senin açıklama yapmanı istiyorum;  adamlarımın hepsi senin emirlerini yerine getirirken, neden onlardan birini öldürdün?”

Emirleri yerine getirirken mi?” diye sordu Harry, inanamayarak. “Hangi emirleri yerine getiriyorlardı acaba? Onlara kim masum çocukları öldürmesini emretti?”

“Onlar masum çocuklar değiller!” diye patladı Voldemort. “Şu düşünceden kurtul, yoksa bu senin sonunu getirecek! Savaşın ortasındayız ve bu savaşta hiç kimse masum değil!”

“Onlar yalnızca çocuk,” dedi Harry. “Savaşla bir ilgileri yok ki. Sana karşı koydukları da yok, baba.”

“Henüz yok,” dedi Voldemort,” ama ailelerinin izinden gidip en sonunda asalarını bana doğrultacaklar.”

“O zaman onları öldürürüm,” dedi Harry. “Sana karşı geldikleri zaman, işleri biter.” Başını iki yana salladı. “Ama ben ne bir masumu incitirim ne de başkasının incitmesine izin veririm.”

“Bu yıl on yedi yaşında olacaksın,” dedi Voldemort. “Gücünü elde ettiğinde, savaş da bitmiş sayılacak. Ve zafer bizim olacak.” Gözlerini Harry’ye dikti. “Ancak, bu zayıflığından vazgeçmelisin. Acımasız olmak zorundasın, Harry, yoksa bu dünyayı asla yönetemezsin.”

Harry yalnızca baş salladı.

Voldemort daha da dikleşerek Harry’ye tepeden baktı.

“Bu… öğrenci,” dedi, iğrenç, pis bir şeyden bahsediyormuş gibi, “Harrison’ın saldırısı yüzünden öldü mü?”

Harry Voldemort’a bakarken hafifçe kaşlarını çattı.

“Hayır.”

“Yani, Harrison’ı öldürme sebebin, bir çocuğu hafif yaralamış olması mı?”

“Onu bana karşı geldiği için öldürdüm.”

“Onu öldürdün, çünkü saldırdığı öğrenci Potter ailesinin en küçüğüydü,” diyerek onu düzeltti Voldemort; ses tonu soğuktu.

Harry’nin yüzünden şaşkına döndüğü görülebiliyordu. Kollarını göğsünde kavuşturarak öfkeden nasıl titrediğini gizlemeye çalıştı.

“Tam olarak ne söylemeye çalışıyorsun?”

“Bir Potter’ı korumak için adamlarımdan birini öldürdüğünü,” dedi Voldemort. “Yeterince açık oldu mu?”

“Çocuğun kim olduğunun bir önemi yok,” dedi Harry. “Bu yaptığımı başka bir öğrenci için de yapardım.”

“Yapar mıydın, Harry?” diye sordu Voldemort; sesi tehlikeli olacak kadar yumuşaktı.

“Evet,” diye cevapladı Harry, direnerek.

Voldemort dik dik bakıp bir süre sessizce onu inceledikten sonra sırıttı.

“Çocuk kendi isteğiyle trenden ayrılmış. Kendi rızasıyla saldırının ortasına kadar gelmiş. Senin düşmanınla arana girmiş. Onun bu hareketi, yeniden yakalanmana, hatta daha da kötüsü, öldürülmene yol açabilirdi.” Voldemort dikleşerek ellerini arkasında birleştirdi. “O çocuğa bir daha yardım etmeyeceksin.”

Harry’nin kaşları çatıldı.

“Baba-”

“O Potter denen velet kendini böyle tehlikeli durumlara atacaksa, kendini korumayı öğrenmesi de ona kalmış. Dikkatinin dağıtılmasını istemiyorum. Dumbledore o çocuğu sana ulaşmak için kullanabilir.”

“Onun tuzaklarına düşecek kadar aptal değilim.”

“Bir kere düştün,” dedi Voldemort. “Bir daha olmayacağını nereden biliyorsun?”

Harry öfkeden delirmeye başlamıştı.

“Beni küçük görüyorsun,” dedi, korkunç bir öfkeyle, “nasıl yakalandığımı sen de biliyorsun.”

“Benim lafımı dinlemedin ve bedelini ödedin,” dedi Voldemort. “Bana karşı gelmezsen acı da çekmezsin.”

Kırmızı gözleri uyarırcasına parladı ve sonra, bakışlarını Harry’den alarak duvara dikti.

“Çalışmanı bitir, bugünlük bu kadar yeter.”

Çıkmak için arkasını döndü.

“Neden böyle yapıyorsun? Döndüğümden beri,” dedi Harry, onun arkasından, “tek yaptığın beni azarlamak.”

“Beğenmiyorsan, o zaman piç kurusu gibi davranmayı bırakırsın!” dedi Voldemort, tükürürcesine.

Harry’nin gözleri büyüdü ve Voldemort’a yüzünde inanamayan bir ifadeyle bakarak geri geri gitti. Voldemort Harry’ye daha önce hiç piç kurusu dememişti, en azından yüzüne karşı. Harry arkasını dönerek elini duvara vurdu; duvarı etkisizleştirip yere atılmış cüppesini eline aldı ve yürüyüp uzaklaştı. Giderken bir kez bile arkasına dönüp babasına bakmamıştı.

* * *

Harry dalgın bir halde yara izini ovalıyordu. Yara izi acıyarak ve sızlayarak, babasının ona olan kızgınlığının hâlâ devam ettiğini söylüyordu. Pekâlâ, Harry’nin buna diyecek bir şeyi yoktu, çünkü o da hâlâ babasına kızgındı. Harry ıslak saçlarına koyduğu havluyu çekti ve sandalyenin üzerine fırlattı. Üzerinde yalnızca belinden aşağısını örten bir havluyla, gardırop aynasının önüne geçti ve dalgın gözlerle yansımasına baktı.

Babası bir daha Damien’a yardım etmesini kati bir şekilde yasaklamıştı. Ona yardım etmiş olması babasını neden bu kadar kızdırıyordu? Sorun bunun neresindeydi? Harry’nin zihninin derinlerinde bir ses ona, ‘çünkü o bir Potter,’ diyordu. Harry başını iki yana salladı. Babası için birçok şey söyleyebilirdi, ama ne yaptığını bilmediğini söyleyemezdi. Babası onun, yani Harry’nin, kendisi dışında kimseye sadakat göstermeyeceğini çok iyi bilmiyor muydu? Ama sonra, gözünün önüne, Damien’ın yarı ölümcül bir darbeyle vurulmasının ardından, yüzünde neye uğradığını anlamaz bir ifadeyle yerde yatan görüntüsü geldi. Olanları hatırlayınca kalbi tekler gibi olmuştu. Harry gerçekten geride durup Damien’ı kaderine terk edebilecek miydi? Aynı durumla bir daha karşılaşırsa, kendini Damien’ı korumaktan alabilecek miydi?

Harry iç çekerek elini ıslak saçlarından geçirdi. Hayatı nasıl olup da bu kadar karmaşıklaşmıştı? Babasının emirlerini ne zamandan beri sorgular olmuştu? Ne zamandan beri ona ne yapması söylendiğinde bu kadar sinirlenir olmuştu? Harry derin derin iç çekerek, üzerini giyinmeye ve babasının yanına gitmeye karar verdi. Onunla konuşması gerekiyordu.

Ancak, tam gardırobun kapısını açmıştı ki, gözüne bir şey takıldı. Aynanın önünde öylece durarak, lambadan gelen ışığın göğsündeki gümüş renkli Hortkuluk’a yansıyıp parlayışını izledi. Harry bir süre kolyeye öylece bakmayı sürdürdü. Kafasında yavaş yavaş bir plan şekilleniyordu. Bu harika bir plandı. İşe yararsa, Harry hem Damien’ı koruyabilir, hem de babasının emirlerini yerine getirebilirdi.

Elini çabuk tutarak, dolaptan kıyafetlerini çıkarıp üzerine geçirdi. Hemen harekete geçip planı yerine getirmesi gerekiyordu.

* * *

Hogwarts’ta, sonraki birkaç gün boyunca, herkes trende yapılan saldırıyı konuşup duruyordu. Birinci sınıftan yedinci sınıfa, Ravenclaw’dan Gryffindor’a kadar her öğrenci o günün detaylarını konuştukları uzun sohbetlere kendilerini kaptırmıştı. Kimsenin gözünden kaçmayan tek gerçek detay ise, Harry’nin Ölüm Yiyen’lere liderlik ettiği gerçeğiydi. Eski bir Hogwarts öğrencisi olan Harry maske takmayan tek saldırgandı. Pencerelerden uzaklaşmaları emredildiği halde buna kulak asmayan her öğrenci, Harry’nin Seherbaz’lara saldırıp onlarla düello ettiğine tanık olmuştu. Daha da kötüsü, Ölüm Yiyen’lerden birinin hayatını aldığını da gören çok sayıda öğrenci olmuştu.

“Korkunçtu,” diye fısıldadı Parvati, masada otururken, “onu… şak diye öldürdü. Şak diye.”

“Bu kadar kalpsiz olduğunu düşünmemiştim,” dedi Lavender. “Düşünsenize, tüm gün ondan gözlerimi ayırmıyor, ona çıkma teklifi etmek için cesaretimi toplamaya çalışıp duruyordum.” Başını iki yana sallayarak, “Merlin’e şükürler olsun ki, yapmamışım.”

“Gördüklerimiz çok gerçek üstüydü,” dedi Angelina, Lavender’ın karşısında oturduğu yerden. “Onu orada… Ölüm Yiyen’lerle görmek…” Gözlerini kapatarak başını üzüntüyle iki yana salladı. “Uygun değil,” dedi, “onların yanında olmaya… hiç de uygun değil.”

“Bu kadar aptal olduğumuza inanamıyorum,” dedi Lee. “Karanlık Prens’le arkadaş olmak, ha?” diyerek dudak büktü. “Çocuk dengesiz katilin teki ve biz-!” Durdu; Damien o esnada yanından geçiyor, masada kendine oturacak bir yer arıyordu.

Damien’ın yanından geçtiği herkes başını kaldırmış, solgun yüzleriyle ve karanlık yargılayan bakışlarıyla onu izliyorlardı. Onun arkasından fısıltılar yeniden yükseldi ve parmaklarıyla onu gösterdiler, ama kimsenin onunla doğrudan konuşmaya cesareti yoktu. Damien geçerken, Ginny ona seslendi.

“Buradayız, Damy,” dedi, “sana yer ayırdım.”

Damien minnettarlıkla gelip onun yanına oturdu. Ron ile Hermione de Damien’ın yanına sıkışmıştı. Yalnızca masadaki değil, salondaki tüm öğrenciler sessizliğe gömülmüş, dik dik ona bakıyorlardı. Damien elinden geldiğince etrafı görmezden gelmeye çalışıyordu. Tabağına biraz yulaf lapası alıp kahvaltısını yapmaya başladı.

Baykuşların salonu dolduran tiz sesleri herkesin dikkatini çekince, Damien alçak sesle bir teşekkür mırıldandı. Ancak, baykuşlardan biri Hermione’nin önüne Gelecek Postası’nın bir kopyasını atınca, Damien kendini donmuş bir göle düşmüş gibi hissetti; hem içi hem dışı buz kesmiş gibiydi.

Gazetenin ön sayfasına Harry’nin kocaman bir fotoğrafı konmuştu ve fotoğraf sayfanın üçte ikisini kaplıyordu. Fotoğrafın tepesine ise büyük kalın harflerle ‘Aranıyor’ yazısı konmuştu. Fotoğrafın altında, Harry’nin yakalanması için bilgi veren ya da Harry’nin nerede bulunduğunu söyleyen herkese Bakanlık’ın elli bin galleon ödül vereceği duyurulmuştu.

Damien gazetede yazılan ilana öylece bakıyor, kelimeleri tekrar tekrar okuyordu. Elli bin galleon! Buna inanamıyordu. Harry Potter’ın yakalanması için elli bin galleon! Bundan sonra, Büyücülük Dünyası’nın tamamı Harry’nin peşine düşecekti.

“Bunu yapamazlar! O daha on altı yaşında bir çocuk, bunu yapamazlar!” Annesinin panik dolu sesi, Damien’a kadar geliyordu.

Damien başını çevirip öğretmenler masasına baktı; Profesör McGonagall ile Sprout annesinin her iki yanında oturuyor, onu sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Ancak, Lily’nin gözü dönmüştü. Gazeteyi elinde sımsıkı tutmuş, şok içinde başını iki yana sallıyor; tek eliyle de ağzını kapatmış, ‘hayır’, ‘bunu yapamazlar’ diye mırıldanmaya devam ediyordu.

Ancak, Damien Bakanlık’ın istediği her şeyi yapabileceğini biliyordu. Nam-ı kötü Karanlık Prens’i yakalamak için ellerinden ne geliyorsa yapacaklardı.

* * *

Dumbledore masasının üzerinde duran siyah taştan yapılmış çanağa büyük bir dikkatle bakıyordu. İçerisinde yüzlerce, belki de binlerce anıyı saklayan gümüşümsü cisimden gözlerini ayırmıyordu. Boğazını temizledi.

“İlk baştaki.”

Yüzeyde beliren bir parıltının ardından, Dumbledore Düşünseli’nin hazır olduğunu anladı. Başını kaldırıp sandalyesinde huzursuzca kıpırdanan kadına baktı. Lily’nin yüzü ekşidi.

“Birazdan burada olur,” dedi, yeniden; o saat içinde bunu onuncu kez söylemişti.

Dumbledore gülümsedi.

“Evet,” dedi, “her an gelebilir.”

Kapı açıldı ve James üzerinde resmi cüppesiyle hızla içeri daldı.

“Özür dilerim,” dedi, Lily’nin bulunduğu eşiği geçerken, “Bakanlık’tan çıkıp gelmem çok zaman aldı.”

“James,” dedi Lily, yerinden fırlayıp ona doğru gelerek, “ilanı gördün mü?”

James’in zaten solgun olan yüzünde kalan son renk de kayboldu ve çenesi kenetlenerek başıyla onayladı.

“Ne yapacağız?” diye sordu Lily.

“Ödül konusunda yapabileceğimiz hiçbir şey yok,” diye konuştu Dumbledore, arkalarından. “Kontrol edemeyeceğimiz şeyleri dert edinmemizin ne Harry’ye ne de bize bir faydası olur.”

“Oğlumun başına konmuş elli bin değerinde bir ödül var, Dumbledore,” dedi James, usulca. “Kusura bakma ama dert etmeden duramıyorum.”

Dumbledore başını öne eğdi.

“Ben de seninle aynı duyguları paylaşıyorum, James,” dedi, “ama şimdi adaletsizlikten yakınmanın zamanı değil.” Önündeki çanağa yeniden baktı. “Bu gece, bundan çok daha farklı bir şeye tanık olup yakınmanız gerekecek.”

James de Lily de gözlerini Düşünseli’ne çevirip öylece kalakaldılar.

“Neden bahsediyorsun?” diye sordu Lily.

“Görmenizi istediğim anı,” dedi Dumbledore, “sizi üzecek bir anı, hatta şimdiye kadar burada tanık olduklarınız arasında en kötüsü olduğunu söyleyebilirim.” James’in de Lily’nin de beti benzi atmıştı. “Ama bunu görmeniz de çok önemli. Çünkü en derin ümitsizliğin olduğu yerde, ayağa kalkacak gücü verecek cesaret de bulunur.”

“Bu özel anıyı sen izledin mi?” diye sordu James.

“Bu, Düşünseli’ne girdiğimde karşılaştığım ilk anıydı,” diye cevapladı Dumbledore. “Harry’nin çocukluğunu daha sonra buldum.”

James ile Lily tereddütlü adımlarla Düşünseli’ne yaklaştılar. Önünde durarak, kendilerini hazırladılar.

“Göreceklerinizi birbirinizle tartışmanız için sizi yalnız bırakacağım,” dedi Dumbledore, kapıya doğru yürüyerek.

“Bizimle gelmeyecek misin?” diye sordu Lily.

Dumbledore döndü ve içi parçalanmış bir halde hüzünlü gözlerle ona baktı.

“Hayır, Lily,” diye cevapladı. “Ne yazık ki, benim onu yeniden görecek gücüm olmayabilir.”

Dumbledore’un sözleri üzerine, ikisinin de kanı donmuştu. Voldemort Harry’ye bu sefer ne tür bir korku yaşatmıştı? Bunu kaldırabilecekler miydi?

“Bu arada, tekrar söylüyorum,” dedi Dumbledore, “sizden Düşünseli’ni güvende olması için bana bırakmanızı-”

“Hayır, Dumbledore,” diyerek araya girdi Lily. “Senden Harry’nin anılarını bize bırakmanı rica ediyorum,” dedi. “O yanımızda olmasa bile, en azından anıları bizimle olsun.”

Dumbledore, ne kadar mutlu görünmese de, başıyla onayladı. Odadan çıkarak kapıyı arkasından kapattı.

James ile Lily birbirlerine bir bakış attılar ve el ele tutuşarak başlarını Düşünseli’ne eğdiler.

* * *

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #43: Damien’a Hediye [Kısım 2] okumak için tıklayın!

Çeviren: Tuba Toraman

fC ve Tuba Toraman

Fantastik Canavarlar genel içerik editörü.