Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #41: Babalar ve Oğulları [Kısım 2]

Karanlık Prens - İçimdeki Karanlık #41: Babalar ve Oğulları [Kısım 2]

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

40. BÖLÜM [Kısım 1]

40. BÖLÜM [Kısım 2]

41. BÖLÜM [Kısım 1]

Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı öldürmeyip kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin kırk birinci bölümü!

bölüm 41

Babalar ve Oğulları

[Kısım 2]


Kapının bir kez vurulmasıyla, Harry’nin dikkati kucağındaki kitaptan kapıya kaydı. Kimin geldiğini görünce kaşlarını çattı ve bacaklarını koltuğun kenarından indirerek yerinde doğruldu.

“Baba?” Kitabını masaya bıraktı. “Bir sorun mu var?”

Voldemort içeri yürürken hafifçe gülümsüyordu.

“Sorun olduğunu da nereden çıkardın?” diye sordu.

“Çünkü beni çağırmak yerine, buraya geldin,” diye cevapladı Harry. “Bir şey varmış gibi görünüyor.”

Voldemort gülümsedi.

“Cin gibisin,” dedi. “Bu uyanıklığını her zaman sevmişimdir. Daha çocukken de, hep böyle uyanıktın.”

Harry, yüzünde sorgulayan bir bakışla, ayağa kalktı.

“Bir şey olmuş olmalı,” dedi, “tuhaf… davranıyorsun.”

“Yatıştırıcı İlaç,” dedi Voldemort, “duyguları kontrol etmeye yardımcı oluyor.” Duygularını adamakıllı kontrol altında tutabilmek için fazladan önlemler alıyordu. Harry’nin burun kanamalarını durdurmak için bir çözüm bulana kadar daha fazla kanamaya yol açmayacaktı.

Harry birdenbire sırıttı.

“Aa, senin o yüzden…” derken doğru kelime için biraz düşündü, “kafan güzel.”

Voldemort tek kaşını kaldırdı.

“Sakinim, sarhoş değil,” dedi.

“Konu sen olunca, ikisinin arasında pek bir fark var gibi durmuyor,” diyerek ona takıldı Harry. “Peki, görev nedir?”

“Görev mi?” diye sordu Voldemort.

“Beni görmeye gelmeden önce Yatıştırıcı İlaç almışsın,” diye açıkladı Harry, “bu da demektir ki, beni göreve göndereceğin için gerçekten de telaşlısın, ya da bir şeyler genelde olduğu gibi yine yolunda gitmedi ve benim işleri yoluna koymam gerek. Her ikisinde de ya çok telaşlı ya da sinirli oluyorsun; o yüzden de, kafan güzel.”

“Sakin,” diyerek düzeltti Voldemort.

“Her ne ise.”

Voldemort hafifçe kaşlarını çattı ve başını iki yana salladı.

“Görev yok,” dedi. “Aslında, buraya gelmemin tek sebebi, sana bir şey vermek.”

Elini iç cebine götürüp oradan dikdörtgen şeklinde ahşap kutuyu çıkarırken, içinden gülümsüyordu. Harry’nin asasını yeniden görünce ne kadar mutlu olacağını düşünüyordu. Yatıştırıcı İlaç almasının sebebi, buydu. Harry’yi mutlu görünce, o da ister istemez bir reaksiyon gösterecekti ve Voldemort Harry’nin böyle keyifli bir anda baş ağrıları çekmesini istemiyordu.

Harry kutuya merakla baktı. Babasına yaklaşarak kapağı açık kutuya bir göz attı. Yeşil ipekten bir kumaşın üzerinde duran şeyi görünce yeşil gözleri şokla büyüdü.

“Asam!” Asayı eline aldı ve parmaklarından yayılan gücün sessizce tadını çıkardı. Başını kaldırıp babasına şaşkınlıkla baktı. “Nasıl oldu da-?” Durdu; gözleri aniden gölgelenmiş, dudakları ise incelmişti. “Ne yaptın?”

“Hiçbir şey,” diye cevapladı Voldemort.

“Baba?” diye ısrar etti Harry.

“Bir şey yok,” dedi Voldemort. “Potter’ın kapısını çaldım. O da kapıyı açtı. Kibarca asanı istedim, o da verdi.”

Harry’nin gözleri ince bir çizgi halini almıştı; ağzından sinir bozucu bir tıslama çıktı.

“Baba!”

Voldemort sırıttı.

“Cevabı biliyorsun madem, neden soruyorsun?”

Harry birkaç adım gerileyerek elini saçlarından geçirdi.

“Tanrı aşkına, sana bundan uzak durmanı söylemiştim!”

“Uzak durdum. Hiçbirini öldürmedim,” diye karşılık verdi Voldemort.

Harry donakaldı; dikkatle onu süzüyordu.

“Öldürmedin mi?” diye sordu.

“Hayır,” diye cevapladı Voldemort. “Potter’dan sana yaptıklarının intikamını almanın senin için ne kadar önemli olduğunu biliyorum. Bunu senin elinden alamazdım.”

Harry onu kuşkulu gözlerle süzdü.

“Yine de sen bir şey yapmışsındır,” dedi ısrarla. “Potter’ın asayı öylece verdiğinden şüpheliyim.”

“O kadar zor olmadı,” dedi Voldemort. “Sadece Bulanığa bir seferlik Cruciatus yaptırmam gerekti, Potter da hemen boyun eğmeye hazır hale geldi zaten.”

Harry’nin yüzünden bir ifade geçti. Bu, Voldemort’un görmeyi beklemediği bir şeydi. Voldemort, Yatıştırıcı İlaç’tan sağlam bir doz içmiş olmasaydı, Harry ondaki şaşkınlığı yara izinde hissetmiş olacaktı.

“Ona işkence mi ettin?” diye sordu Harry, usulca.

Voldemort onu dikkatle inceledi.

“Hoşuna gitmedi mi?” diye sordu.

Harry Potter

Harry ona keskin bir bakış attı.

“Gitmediğini biliyorsun.”

Evet, Voldemort bunu biliyordu. Harry saldırılarda işkence kullanılmasından nefret ederdi. Bunu yapmayı da açıkça reddediyordu. Ona göre, çözüm basitti: izini sür, nişan al ve öldür.

“Bu seferkine göz yumarsın diye düşünmüştüm,” dedi Voldemort, sözlerini dikkatle seçerek, “sana kaç kere işkence ettiğini düşenecek olursak.”

Harry’nin tüyleri diken diken oldu, ama bir şey söylemedi. Babasına arkasını dönerek ondan uzaklaşıp büyük pencerelere doğru yürüdü.

“Diğerine zarar verdin mi?” diye sordu, arkası ona dönük bir halde.

“Hayır,” diye yanıtladı Voldemort, “o senin.”

Harry arkasına döndü; yeşil gözleri ciddiyetle bakıyordu.

“Demek o yüzden benden kanımı istedin,” dedi. “Güvenlik duvarları için? Godric’s Hollow’a girebilmek için?”

“Evet,” diyerek onayladı Voldemort.

Harry uzaklara bakıp başını iki yana salladı.

“Bunu yapmamalıydın.”

Yatıştırıcı İlaç’a şükürler olsun ki, Harry yara izinde hafif bir sancı dışında hiçbir şey hissetmemişti. Harry’nin kurduğu bu basit cümle bile, Voldemort’un sinirlerini fena halde germişti.

“Ne dedin sen?” diye hırladı, ona doğru bir adım yaklaşarak.

Harry yüzünü ona çevirdi.

“Godric’s Hollow’a gitmemeliydin,” diyerek sözlerini tekrarladı Harry, yara izi alevlenmeye başladığı halde.

Bana ne yapıp ne yapmamam gerektiğini mi söylüyorsun?” diye sordu Voldemort. “Canına mı susadın, oğlum?”

“Yakalanabilirdin,” diye açıklamaya koyuldu Harry. “Dumbledore’un içeride Potter’lar ile birlikte olmadığını nereden biliyordun? Ya da Yoldaşlık’ın çoğunun? Hatta Seherbaz’ların?”

“Benim güvenliğimi bırak!” diye tısladı Voldemort. “Sen kendi güvenliğine bak!”

“Baba,” diyerek burnundan soludu Harry. “Kendini büyük bir riske attın, peki ne için?” Elindeki asayı kaldırdı. “Bunun için mi? Seninle karşılaştırınca, bu benim için hiçbir anlam ifade etmiyor. Gerekirse senin için bunun gibi bin asayı daha feda ederim.”

Voldemort biraz sakinleşmişti, ama can sıkkınlığı hâlâ sürüyordu.

“Senin asan önemli,” dedi, “yeri doldurulamaz. Kardeş asası da benim. O sana ait ve Potter gibilerinin elinde kalmasına izin veremezdim!”

Harry sessiz kaldı ve biraz tereddütle başını onaylarcasına yavaşça salladı.

“Orada kimseyi öldürmedin yani?” diye sordu, tekrar.

“Sana söyledim,” dedi Voldemort. “Potter’lar senin; ister öldür ister sakat bırak, ne istersen onu yap.”

Harry başıyla tekrar onaylayarak sessizliğe büründü.

“Hepsi bu mu?” diye sordu Voldemort. “Başka bir şey söylemeyecek misin?”

“Ne söylememi istersin?” diye sordu Harry.

“Bir parça teşekkür fena olmazdı.”

Harry sonunda gülümsedi.

“Teşekkür ederim, baba.”

Voldemort hafifçe başını salladı.

“Şimdi oldu,” dedi, cüppesinin önünü düzelterek; yavaş yavaş nefes alıp veriyor, can sıkkınlığını bastırmaya çalışıyordu. “Asanla biraz pratik yapmalısın. Kullanmayalı çok zaman geçti.”

Harry asasına belirgin bir şefkatle baktı.

“Evet, çok zaman geçti.”

“Üçüncü oda, yarım saat içinde?” diye sordu Voldemort.

Harry’nin gözleri büyüdü.

“Benimle mi çalışacaksın?” diye sordu. “İşin başından aşkın sanıyordum.”

“Sana ders veremeyecek kadar değil, oğlum,” dedi Voldemort, sırıtarak.

Harry de sırıttı.

“Gardını al, Karanlık Lord,” diyerek ona takıldı, “genç olmanın avantajlarını sana göstermeyeli baya bir zaman oldu…” Sırıtarak, “tabii, doğuştan yetenekli olmanın da,” diye ekledi.

“Ah, ukala ve küstahsın,” dedi Voldemort ve yüzünde bir gülümsemeyle kapıya döndü. “Seni alaşağı etmek eğlenceli olacak.”

“Göreceğiz, baba,” diyerek sırıttı Harry, “göreceğiz.”

Voldemort, Harry dışında kimsenin fark edemeyeceği bir sırıtışla Harry’nin odasından ayrıldı. Oğluyla vakit geçirecek olmanın sabırsızlığıyla, malikânenin en büyük üçüncü odasına doğru yol aldı.

* * *

James, Lily ve Damien karargâha yerleşmişlerdi. Sirius, Noel tatilini yalnız geçirmiyor olmanın gizli mutluluğunu yaşıyordu. Ama elbette, Potter ailesinin ona daha iyi koşullarda gelmiş olmasını dilerdi.

Godric’s Hollow, James’in direnmelerine rağmen, boşaltılmıştı ve artık Yoldaşlık tarafından sürekli izleniyordu. Lily, Sirius ve Remus ile beraber, Dumbledore da James’in eve dönmesine izin vermemişti. James yiğitçe dirense de, sonunda Damien’ın yalvarışları galip gelmiş, James inadından vazgeçerek Grimmauld Meydanı’nda onlarla kalacağına söz vermişti.

Tatilin bitmesine birkaç gün kala, Dumbledore, yanında Harry’nin Düşünseli ile birlikte, karargâha gelmişti.

“Dumbledore, orada daha korkunç anılarla karşılaşacaksak, görmemeyi tercih ederim,” dedi James, siyah Düşünseli’nin içinde girdap gibi dönen gümüş renkli cisme bakarken.

“Anı için korkunç diyebiliriz,” dedi Dumbledore, “ama görmeniz gerekli.”

Lily ile James mutsuz bir halde Düşünseli’nin yanında pozisyonlarını aldılar. Gümüş renkli cisme doğru eğildiler ve girdabın içine girerken o rahatsız edici duyguyu hissettiler. James ile Lily ayaklarını yere vurduklarında, neredeyse dengelerini kaybediyorlardı; ama James Lily’yi tutarak kendisi ile birlikte ayakta tutmayı başarmıştı. Etraflarını saran manzaraya baktılar.

Oldukça büyük bir odadaydılar. Odada dört kişinin uyumasına yetecek kadar büyük bir yatak vardı. Köşede sekiz kapılı dev bir gardırop duruyordu. Oda son derece pahalı görünen mobilyalarla kaplıydı ve baştan sona lüks görünüyordu.

Tam Harry’nin nerede olduğunu merak etmeye başlamışlardı ki, odadaki banyonun kapısı açıldı ve dağınık siyah saçlı küçük bir çocuk banyodan çıktı. James ile Lily çocuğa hayretler içinde bakakalmışlardı. Harry altı ya da yedi yaşından daha büyük görünmüyordu. Saçları yine her zamanki gibi dağınıktı, ama yeşil parlak gözleri artık siyah çerçeveli gözlüklerinin arkasına gizlenmemişti. Yüzü, son gördükleri halinden biraz daha kiloluydu. Sağlıklı ve çok çok daha mutlu görünüyordu. Öyle ki, cildi neredeyse ışıl ışıl parlıyordu.

Genç çocuk gardırobun sekizinci kapısına doğru yürüyüp kapıyı açar ve kendine ayakkabı seçerken, James ile Lily onu izlediler. Kahverengi bir çift ayakkabıyı alıp gardırobun kapısını kapattı ve siyah cüppesini de eline alarak odadan dışarı çıktı. James ile Lily Harry’yi arkadan takip ediyor, küçük oğullarını gizli bir hayranlıkla izliyorlardı.

Harry hol boyunca yürüdü ve merdivenlerden kayarcasına indi. Dev malikâneye de, onun karanlık koridorlarına da hâkim olduğu açıkça görülüyordu. Harry, yüzüne ciddi bir ifade takınarak, koridorun en sonundaki odaya yöneldi.

Tam Harry kahverengi, ahşap kapıları açıyordu ki, malikânenin içlerinden gelen korkunç bir çığlık duyuldu. Harry hareket etmeden durarak sesleri dinledi.

“O da neydi?” diye sordu Lily, korkarak.

“Şey gibiydi…” Başka bir çığlık daha yükselince, James durdu. “Çocuk sesi gibi,” dedi, hastalıklı bir sesle.

Harry hızla sesin geldiği yöne doğru koştu. Koridor boyunca koşarak, üzerinde kocaman, sivri dişlerini ve siyah çatallı dilini çıkarmış korkunç görünen bir yılanın resmedildiği dev bir portrenin önüne gelince durdu. Harry tıslarcasına bir şeyler söyledi ve kapı ardına kadar açıldı. James ile Lily’nin tüyleri diken diken olmuştu. Birinin böyle tısladığını duymanın sinir bozuculuğu bir yana, bir çocuğun yılanların dilinde konuştuğuna şahit olmak tam anlamıyla ürkütücüydü.

İkisi de, endişeli bir halde, çocukları gizli bir geçitten inerek geçerken onu izlediler ve sonra da, küçük kare bir odaya vardılar. Oda oldukça karanlıktı, çünkü ışığın kaynağı yalnızca iki meşaleden geliyordu. Harry sürünerek odaya girdi ve çürük yemek gibi kokan bir fıçının arkasına gizlendi. James ile Lily’nin dikkati, odanın sonunda duran dört kişiye dikilmişti. Dördü de siyah cüppeler giyiniyor, bir şeyin çevresinde toplanıyordu.

Cüppeli adamlar, ne olduğu belli olmayan bir şeyleri kollarından çekip yere attıklarında, Harry onları dehşet içinde izliyordu. Yüksek bir vınlama sesi ile birlikte, küt diye çıkan bir ses hücrede yankılandı ve hemen ardından boğuk boğuk ağlama sesleri yükseldi. James, Harry’nin titreyerek kendini fıçının arkasına daha da gizlediğini fark etti. Cüppeli adamlardan biri çekildiğinde, James ile Lily gördükleri karşısında dehşetle nefeslerini tuttular. Ölüm Yiyen’lerin etrafını sardığı yerde duranların, iki küçük çocuk olduğunu görmüşlerdi. On ya da on bir yaşlarında olmalıydılar; vücutlarında kırbaç izlerinin olduğu yerleri kanla kaplanmış, üstleri başları yırtılmıştı. James, bir an için izlediklerinin müdahale edemediği anılardan oluştuğunu unutarak, onlara yardım etmek için ileri atıldı.

“Aileleriniz sizin sakat bedenlerinizi bulana kadar bekleyin,” dedi Ölüm Yiyen’lerden biri, pis pis sırıtarak. “Bakalım ondan sonra, Lord’umuza karşı durabiliyorlar mı?”

Acımasız adam elindeki silahı ağlayan çocuklara karşı yeniden kaldırdığı anda, James adamın elindekinin ne olduğunu fark etti. Kırbaç çocukların vücuduna vurduğunda, Harry’nin korkuyla nefesini çektiğini duydular. Zavallı çocuklar durmadan ağlıyor, onları bağışlamaları için yalvarıp yakarıyorlardı. James kendini düpedüz hasta hissediyordu. Lily ise tir tir titreyerek James’in koluna yapışmıştı.

Ancak, James ile Lily’nin verdikleri tepki, yedi yaşında küçücük bir çocuk olan Harry’nin verdiği tepkinin yanında hiçbir şey kalırdı. Ölüm Yiyen elindeki kırbacı defalarca indirdikçe, vücudu iki büklüm oluyor, zangır zangır titriyordu. Gözlerini sımsıkı yummuş, dudaklarını ısırıyordu. James, bu olanların Harry’ye kendi yaşadığı istismarı hatırlattığını ve onu derinden yaraladığını fark etmişti.

Harry’nin gözleri açıldı ve gözlerinde yeşil bir ışık yanar gibiydi. Kısa bir anlığına, bakışları kararmış gibi göründü. Asasını çıkardı ve Ölüm Yiyen’lere doğrulttu. Asadan çıkan sarı ışık, bir Ölüm Yiyen’i elinden vurdu. Kırbaç elinden fırlayıp hızla yere düşerken, Ölüm Yiyen acıyla uludu.

“Nott? Ne var? Ne oldu, Nott?” diye sordu, diğer Ölüm Yiyen’ler.

Nott, tek ayağının üzerinde zıplarken, cevap veremeyecek kadar acı çekiyor gibi görünüyordu. James, Harry’nin asasını bu sefer başka bir Ölüm Yiyen’e doğrulttuğunu gördü. Kırmızı ışık, çocuklara en yakın duran Ölüm Yiyen’i vurdu. Ölüm Yiyen hızla yere düşüp soğuk zemine çakıldı.

Lily, yerde bilinçsiz yatan Ölüm Yiyen’e ağzı açık bakıyordu.

“O az önce…?”

“Evet,” dedi James, şok içinde. “Az önce Ölüm Yiyen’i taşlaştırdı.”

Harry’nin yaptığı ilk büyü de, oldukça güçlü bir Sokma Büyüsüydü. Yedi yaşında bir çocuğun böylesine kusursuz büyüler yapması ve bu denli güçlü olması, dudak uçuklatacak türden bir şeydi.

Geriye kalan iki Ölüm Yiyen, etraflarına rastgele lanetler göndermeye başladılar. Harry kendini korumak için fıçının arkasında iyice çömeldi. Kendi yönüne daha fazla lanet gelmediğinden emin olduktan sonra, fıçının kenarından bakıp Ölüm Yiyen’lerden birini daha indirdi.

Şimdi geriye yalnızca tek bir Ölüm Yiyen ile yaralı olan Nott kalmıştı. Harry hafifçe sola doğru eğildi ve Ölüm Yiyen’e bir Pelte-Bacak Büyüsü gönderdi. Sarışın adam coşkulu bir dans yapmaya başlayarak Nott’un üzerine düşüp onu da devirdi. Harry görüntü karşısında kıkırdarken, James ile Lily de gülümsemekten kendilerini alamamışlardı. Harry’nin başka bir büyü daha göndermesiyle, her iki Ölüm Yiyen de yerde öylece hareketsiz kaldı.

Harry hızla ayağa kalkıp yerde yatan iki çocuğa doğru koştu.

“İyi misiniz?” diye sordu ve James o anda içinin gururla dolduğunu hissetti. Korkunç geçen çocukluğuna ve Voldemort’la yaşamasına rağmen, Harry’nin yüreğinde yine de olağanüstü bir merhamet saklıydı.

İki çocuk da yalnızca ağlıyor ve inliyorlardı.

“Hadi, ayağa kalkmalısınız,” dedi Harry, çocuklara kalkmaları için yardım ederek; ardından, önlerine düşerek onları hücreden çıkarmaya koyuldu.

Harry koridorun sonunda bulunan bir odaya doğru koştururken, James ile Lily de onu takip ettiler. Kahverengi ahşap kapının ev cini şeklinde pirinç bir tokmağı vardı. Harry kapıyı hızla açıp odada bulunan küçük bir şömineye doğru koşarken, James ile Lily’nin bu sıradışı tokmağı inceleme fırsatı olmadı. Ancak, şöminenin küçüklüğüne bakınca, tokmağın neden ev cini şeklinde olduğunu anlamış oldular. Bu oda, ev cinlerine ait olmalıydı. Ev cinleri genellikle hizmet ettikleri evden çıkmazlardı; ama yine de çıkmak zorunda kaldıkları durumlarda, büyücülerin kullandıkları uçuç şebekelerinde kaybolmamak için kendi özel şebekelerini kullanıyorlardı. Bu şömine o kadar küçüktü ki, içine yetişkin birinin sığması mümkün değildi; o yüzden de, kesinlikle ev cinlerine ait olmalıydı. Bununla birlikte, şömineyi pek âlâ küçük bir insan ya da genç bir çocuk da kullanabilirdi.

İki çocuk da Harry’nin ardından aksayarak ilerlerken, birbirlerini koltuk değneği gibi kullanıyorlardı. Ancak, Harry bunu fark etmemiş gibiydi. Odanın içinde bir o yana bir bu yana koşuyor, anlaşılan bir şey arıyordu. En sonunda aradığını bir rafın köşesine sıkıştırılmış halde buldu. Küçük kabı alarak kapağını açtı ve elini daldırıp içinden bir avuç toz gibi görünen kum parçası aldı. Harry avucundaki uçuç tozunu şömineye attı ve yeşil alevler yükselirken iki çocuğu da tek bir kelime etmeden şömineye itti.

“Evinizin adını söyleyin,” dedi Harry.

Yeşil alevlerin içinde duran çocuklar ona endişeyle baktılar.

“Merak etmeyin, bu şömine özeldir, sizi nereye isterseniz oraya götürür. Şimdi, evinizin adını söyleyin, çabuk!” dedi Harry, Ölüm Yiyen’ler gelir korkusuyla arkasına dönüp bakarak.

Çocuklardan biri kekeleyerek evinin adını söyledi.

“K-Keroon Meydanı.”

Yeşil alevlerden oluşan bir girdap, birbirlerini sarılmış ve gözlerini sımsıkı yummuş iki kardeşi içine çekip yuttu. Çocukların süratle kaybolmasının ardından, alevler sönerek geride boş bir şömine bıraktı.

Harry rahat bir nefes aldı. James ile Lily gülümsediler. İkisi de, bu inanılmaz cesur hareketi için onu kucaklamak için yanıp tutuşuyordu.

Harry dönerek odadan ayrıldı. Ancak odadan tam çıkmıştı ki, göğsünden beyaz bir ışıkla vuruldu. Yedi yaşındaki çocuk sert zemine sırt üstü acı verici bir şekilde düştü. James hızla döndüğünde, Nott’un öfkeden mosmor olmuş bir suratla asasını Harry’ye doğrulttuğunu gördü.

Harry ayağa kalkmaya çabaladı, ama yüzünden bütün renk çekilmiş gibiydi.

“Neler oluyor?” diye sordu James. “Ölüm Yiyen’lerin Harry’ye zarar vermemesi gerekmiyor mu? Voldemort’un onlara yapacaklarından korkmuyorlar mı?”

“James,” diye fısıldadı Lily, gözleri korkuyla açılmış bir halde ve James o anda gerçeği hatırladı.

Harry’yi bilmiyorlardı.

Ölüm Yiyen’ler, Harry’nin kimliğini, Yoldaşlık’ın kurduğu tuzakla yakalanmasının ardından, daha yeni öğrenmişlerdi. Yoldaşlık’ta yapılan toplantıyı hatırlıyordu. Lord Voldemort’un Karanlık Prens isimli sözde bir oğlu olduğu konusunda söylentiler vardı. Ama onu gören hiç kimse olmamıştı. Yakın çevreden bir iki kişi dışında onu tanıyan kimse yoktu.

James midesi ters takla atmış gibi hissetti. Nott Harry’nin kim olduğunu bilmiyordu. Bu da, Harry’nin canını yakmaktan onu alıkoyacak hiçbir şeyin olmadığı anlamına geliyordu.

“Kimsin sen?” diye hırladı Nott, James ile Lily’nin korkularını haklı çıkararak.

“Ben… ben… mm…” Harry cevap vermeye çabalıyordu. Yeşil gözleri deli gibi odayı tarıyor, belli ki, ne yapacağına karar vermeye çalışıyordu; ya kalıp onunla konuşmaya çalışarak bir çözüm yolu bulacaktı ya da kapıdan koşarak kaçacaktı.

“Buraya nasıl girdin?” diye sormaya devam etti Nott. Sonra da, yüzünde sadistçe bir gülüşle ekledi: “Neyse fark etmez, nasılsa buradan çıkmayacaksın.”

Kırmızı bir ışık seli ona doğru hızla gelirken, Harry kendini yana fırlattı. Kendi asasını çıkarsa da, yedi yaşında bir çocuğun bir Ölüm Yiyen’in karşısında yeterince hızlı olması mümkün değildi.

“Expelliarmus!” diye bağırdı Nott ve Harry’nin asası hızla elinden fırladı.

Harry dehşete düşmüş görünüyordu.

“Sebep olduğun zararın bedelini ödeyeceksin, seni küçük fare!” dedi Nott, tükürürcesine. İmalı bir şekilde yaralı eline baktı.

“O çocukların canını yakmamalıydın,” dedi Harry; sesi biraz titrek çıkmış olsa da, ses tonu otoriterdi.

James ile Lily ona hayranlıkla bakmaktan kendilerini alamadılar. Harry şuan korkunç bir durumdaydı, ama ona rağmen, kendini savunmaktan korkmuyordu. Şüphesiz, ‘sahte’ Potter’ların ona verdiği zarar, son birkaç yılda, Voldemort tarafından telafi edilmişti. Harry artık korkan bir çocuk değildi; konuşarak kendini müdafaa edemeyecek kadar korkmuyordu. Artık kendine güvendiği belli oluyordu.

“Ya! Demek öyle düşünüyorsunuz, beyefendi!” diye hırladı Nott. “Peki, şunu biliyor musun? Senin ne düşündüğün kimsenin umurunda bile değil.” Nott çocuğa yaralayıcı bir lanet gönderdi.

Harry kolundan vurularak birkaç adım geriye doğru sendeledi. Acıyla inlese de sesi çıkmadı. Nott Harry’ye başka bir büyü gönderirken, James ile Lily tüm bu olanları çaresizlik içinde izliyorlardı. Bu sefer Harry hazırdı ve büyünün yolundan çekilmeyi başardı. Ancak, bir sonraki büyüyle vurularak havaya fırlayıp karşı duvara çarptı.

James ile Lily bağırıyorlar, ama olanları içlerinde git gide büyüyen bir korkuyla izlemekten başka bir şey yapamıyorlardı. Nott Harry’ye doğru koşup onu saçından çekerek ayağa kaldırdı. Harry çırpınsa da ondan kurtulamadı.

“Kimsin sen?” diye sordu Nott, Harry’yi boğazından tutarak.

Harry Nott’un elinde boğularak çırpınıyor ve serbest kalmak için onu tırmalıyordu; ancak, Ölüm Yiyen pis pis kıkırdadıktan sonra onu duvara fırlattı. Harry yere düştü ve deli gibi nefes almaya çalıştı. Başını kaldırıp baktığında, Nott’un asasını başına doğrulttuğunu gördü.

“Ah Tanrım, Harry!” diye bağırdı Lily, dehşet içinde, “biri yardım etsin, lütfen.”

Ama Harry’nin yardımına kimse gelmiyordu.

Gerek de yoktu.

Harry Ölüm Yiyen’i dizinden yakalayarak tekmeledi. Nott acıyla inleyerek geriye doğru sendeledi. Harry ise bu fırsatı kaçırmadı. Hızla ayağa kalktı ve bulunduğu köşeden fırlayarak kaçtı. Koridor boyunca koşarken, James ile Lily de onun ardından koşuyordu. Harry tam köşeyi dönmüştü ki, çıkmaz bir yolla karşılaştı. Arkasını dönmesiyle de, yüzüne sert bir yumruk yedi. Harry duvara çarptı. Nott orada duruyor, yüzünde korkunç bir öfkeyle kaçmaması için yolu kapatıyordu.

 

“Hiçbir yere gitmiyorsun!” diye hırladı Nott. “Cruc…” Gel gelelim, Harry’nin Çataldilinde bir şeyler fısıldamasıyla, sözü yarım kalmıştı; duvarlardan birinde bir kapı belirmişti. Kapı ardına kadar açılarak Nott’a çarptı ve onu yere yapıştırdı.

Harry açılan kapıya doğru sendeleyerek ilerledi ve ardında kayboldu. James ile Lily de onun arkasından hızla ilerleyerek, malikânenin dışına açılan bu bir çeşit yer altı tünelinin içinden geçtiler. Harry, geçidin sonunda bulunan dev kapıya doğru hızla koştu. O kadar büyük bir kapıydı ki, James kapının yalnızca büyü yoluyla açılabildiğini tahmin etti.

Harry çaresizce etrafını taradı; neredeyse ağlayacak gibi görünüyordu. Geçidin kenarında kırılmış birkaç parça şey vardı. Hızla onlara doğru koşarak eline büyük kahverengi bir çubuk aldı. Çok ince ve kırılgan görünüyordu.

Harry bacağını üzerinden attı. James Lily’ye endişeli bir bakış attı. Harry’nin bu kırık dökük süpürgeyle uçmasının yolu yoktu; ancak, Harry’nin ayağını yere vurup geldiği kapıya doğru hızla uçtuğunu gördüğünde, ağzı bir karış açık kaldı. Harry’nin ardından giderken, onun mükemmel uçuş yeteneğinden etkilendiğini söylemek az kalırdı.

“Merlin, daha yalnızca yedi yaşında! Muhtemelen nasıl uçacağını ona kimse öğretmedi, tam anlamıyla doğuştan bir yetenek!” dedi James, yüzünde bir gülümsemeyle.

“Gerçekten mi, James? Bunca şey olup biterken, bunu mu düşünüyorsun?” dedi Lily, ağır bir dille.

Harry hızla Nott’un başına doğru uçtu ve onun korkuyla eğilmesine sebep oldu. Ölüm Yiyen bir anda ayağa fırladı ve lanetler ile büyüler savurarak uçan çocuğu yakalamaya çalıştı. James ile Lily de Harry’nin arkasından koşuyor, Harry ona doğru gelen büyülerden korunmak için süpürgesini eğer, büker ve çevirirken onu izliyorlardı. Harry açık duran kapılara doğru uçarak koridoru hızla geçti. Tam kapıdan çıkıp malikânenin ana koridoruna girecekti ki, aniden kapılar çat diye kapandı.

Harry tam zamanında duramamıştı. Kapalı kapılara çarparken çığlık atarak yere kapaklandı. James ile Lily Harry’ye doğru koşarak onun yanında diz çöktüler. Harry kalkmaya çalışırken acıdan inliyordu. Kolunu tutmasına bakılırsa, kolu kırılmıştı.

Lily gözyaşlarına boğulmuştu. Oğlu Nott tarafından saçından çekilip zorla ayağa kaldırılırken, izlemek dışında elinden hiçbir şey gelmiyordu.

“Oyun bitti! Ben kazandım, seni küçük fare,” diye tısladı Nott ve Harry’yi savurarak kapıya yapıştırdı.

Uçurma Büyüsü kullanarak, Harry’yi havaya kaldırdı; onu git gide yükseklere uçurduktan sonra aniden yere bıraktı. Harry gürültüyle yere düşerek kafasını mermer zemine çarptı. Nott çocuğu birkaç defa daha havaya kaldırıp bırakırken bundan kötücül bir zevk alıyordu. Harry kırılan kolunun üzerine düşünce çığlığı bastı. Yere defalarca düşe düşe, kaşları ve yanakları yara bere içinde kalmıştı.

Ölüm Yiyen yedi yaşındaki oğluna işkence ettikçe, James’in sinirden dişleri birbirine çarpıyor, yumrukları sıkılıyordu.

“Orospu çocuğu!” dedi, gözlerini, Harry’nin acı çekmesinin verdiği keyifle gülen Nott’tan ayırmadan.

Nott, Harry’yi son bir kez daha yere çarptıktan sonra, tozların içinde yatan çocuğun kıpırdamadığını ve ağzının kenarından kanlar damladığını gördü; karanlık gözleri zevkten parlıyordu.

“Yetti mi?” diye sordu Nott; çarpık ince dudaklarında tiksindirici bir gülüş vardı.

Harry yattığı yerde çok az kıpırdanarak inledi.

“Bunu ‘evet’ olarak kabul ediyorum,” dedi Nott ve asasını Harry’nin başına doğrulttu: “Avada Ke-”

Ancak, Nott daha büyülü sözleri tamamlayamadan, Harry o güçsüz haliyle son bir kaçma girişiminde bulundu. Kırık süpürge, Harry’nin kapıya tosladığında elinden düştüğü yerde, biraz yakınında duruyordu. Harry’nin parmakları güç bela süpürgeye uzanarak üzerine kapandı. Süpürgeyi çekerek Nott’un bacağına sapladı. Süpürgenin kırık keskin ucu, Ölüm Yiyen’in derisini keserek acıdan inlemesine yol açtı. Nott ince süpürgenin saplandığı bacağını tutmaya çalışırken, asasını elinden düşürdü ve yere kapaklandı.

Harry acıdan dişlerini sıkarak kendini ayağa kaldırdı. Kırık bacağını ve göğsünü tutarak, kapıya doğru topallayarak yürüdü ve kapıyı kendi geçebileceği kadar aralayarak açtı. James ile Lily telaş içinde onu takip ettiler ve Harry’nin sendeleye sendeleye koridorun diğer ucuna doğru koştuğunu gördüler

Harry, olağanüstü bir çabayla, meşe kapılara ulaşmayı başarmıştı. Kapıları iterek açtı ve zemine yığıldı. Onun arkasında, James ile Lily odanın içindeki insanları görünce donup kalmışlardı.

Voldemort, yüzünde sinirli bir ifadeyle, oturduğu yerde dönüp baktı. İfadesinden açıkça anlaşıldığı üzere, odasına çat kapı girilmesinden hoşlanmıyordu. Masanın diğer yanında, etrafa saçılmış bir yığın parşömenle yerde oturan kişi ise Bellatrix Lestrange idi. Bir saldırı planının tam ortasında oldukları belli oluyordu.

Ancak, Harry’nin yaralı bir halde odaya girip zemine düştüğünü gördüklerinde, Voldemort da Bella da donakalmışlardı. James ile Lily’nin hayal dahi edemeyeceği bir hızla, Voldemort sandalyesinden fırlayıp Harry’nin yanında bitmişti. Çocuğu yerden alarak kollarında taşıdı.

Oğlunu en azılı düşmanının kollarında gördüğünde, James’in içinden birçok duygu art arda geçti. Önce yoğun bir öfke ve nefret hissetmiş, ama bir o kadar da şaşırmış ve şoka uğramıştı; Voldemort’un Harry’yi tutan görüntüsü, onu baba gibi gösteriyordu. Yüzüne her zamanki acımasız ifadesinden ziyade, ciddi bir endişe hâkimdi.

“Harry? Ne oldu?” diye sordu Voldemort, Harry’yi odasındaki koltuğa taşır ve oraya yatırırken.

Bella Harry’ye doğru koşarak onun yanına çömeldi. Voldemort Harry’nin üzerine eğilmiş, asasını onun küçük bedeninde gezdiriyordu. Diğer eliyle de, Harry’nin yanaklarındaki yaralara dokunuyor, ağzının kenarından akan kanı inceliyordu. Teşhis büyüsüyle Harry’nin başına gelenleri öğrendiği anda ise, kırmızı gözlerindeki endişe ifadesinin yerini öfke aldı.

“Kim yaptı bunu?” diye tısladı. “Harry? Bunu sana kim yaptı?”

Harry inledi; eliyle yara izini kapattı.

Bella Harry’nin saçlarına dokunarak, elini onun saçlarından geçirdi.

“Harry? Harry, ne oldu?” diye sordu.

Lily gördüğü görüntü karşısında titredi. Bu yaşayan en şeytani cadının oğluna dokunduğunu gördükçe, ona lanetler yağdırmak, onu doğduğuna pişman etmek istiyordu. Ama gel gelelim, Bella yaralı oğluna şefkatli davranıyordu. Bunun için ondan nefret etmeli miydi? Lily açıkçası bilmiyordu.

Bella’nın elini alnında hissedince, Hary acıdan inleyerek gözlerini açtı.

“B-baba!”

Harry’nin ağzından dökülen kelime, James’in kalbini paramparça etmişti.

“Evet, Harry?” dedi Voldemort, hemen.

“Yapmak… zorundaydım… an-anlıyorsun, değil mi? Onların… onların canını yakıyorlardı. Kızmayacaksın, değil mi?” diye sordu Harry.

“Her ne yaptıysan, Harry, şuan bununla ilgilenmiyorum,” dedi Voldemort. “Bana seni bu hale kimin getirdiğini söyle.”

“N-Nott,” dedi Harry, güç bela.

Voldemort doğrularak kapılara doğru ilerledi. Kırmızı gözleri öfkeyle öyle parlıyordu ki, içinde gerçek bir yangının olduğu söylenebilirdi. Çıkmadan hemen önce, arkasına dönüp Bella’ya seslendi.

“İyileştir onu! Vücudunda tek bir iz dahi kalmaması hayrına olur! Müsamaha göstermem!”

Bella yerinde korkudan sinerek başını salladı.

“Tabii, Lord’um.”

Lord Voldemort Harry’ye son bir bakış attı; Harry de başını kaldırmış ona bakıyordu. Voldemort odadan ayrılır ayrılmaz, oda dönmeye başladı ve James ile Lily kendilerini hızla dönen bulanık bir görüntünün içinde buldular. Bulanıklık yavaş yavaş sona erdiğinde, yine az önce bulundukları odadaydılar, ama tek bir farkla; Harry artık koltukta uzanmıyordu. Tam anlamıyla iyileşmiş ve sağlık bir halde, Voldemort’un masasında oturuyordu. Anlaşılan, Bella Efendisine verdiği sözü yerine getirmiş ve Harry’yi geride tek bir iz kalmayacak şekilde iyileştirmişti. James içten içe söylendi. Harry’ye gece gündüz işkence eden ve onu ölümüne sürükleyen izi veren kişinin, Harry’nin vücudunda hiçbir iz kalmamasını emretmesi trajikomikti.

Lord Voldemort Harry’nin karşısında oturuyordu ve birbirleriyle bir şeyler konuşuyorlardı.

“Bu kadar aptalca hareket etmemeliydin. Böyle bir durumla baş etmenin türlü yolları var,” diyordu Voldemort.

Harry Voldemort’a yüzünde tuhaf bir sakinlikle bakıyordu.

“Zaman yoktu, onları öldürecekti,” dedi Harry. Sesinde zıtlaştığını ima eden bir ton yoktu, ama içinde bir parça suçlama vardı.

Voldemort iç çekerek dikkatle Harry’ye baktı.

“Sana söyledim, o çocuklar buraya iznim dışında getirilmiş. Bırak işkenceyi, yakalanmalarını bile ben emretmedim.”

“Tabii, muhtemelen derhal öldürülmelerini emretmişsindir!” diye bağırdı James.

“Biliyorum, baba,” dedi Harry. “Yalnızca… yalnızca… böyle bir şeyle karşılaşmak çok zor,”  derken Harry’nin sesi biraz kısılmış, James ile Lily’nin ise gözleri yine yaşla dolmuştu. İstismara uğradığı anların Harry’nin yakasını bırakmadığı belliydi.

“Verdiğin tepkiyi de, bunu neden yaptığını da anlıyorum, ama gelip bana söylemeliydin,” dedi Voldemort, sakince. “Ben her şeyi hallederdim. Bir daha kendini böyle bir tehlikeye atmanı istemiyorum. Ayrıca, o embesile neden doğrudan kim olduğunu söylemedin?”

Harry başını kaldırıp şaşkınlıkla ona baktı.

“Çünkü bana öyle yapmamamı sen söyledin. Bana, hangi durumda olursa olsun, iznin olmadan, kimseye gerçek kimliğimi göstermememi söylemiştin.” Harry bu sözleri, daha önce çoğu kez pratik yapmış gibi bir hızla söylemişti.

James gözlerinin kenarından yaşlar aktığını hissetti. Harry yalnızca yedi yaşındaydı. Sadece bir çocuktu ve bu sözleri de bunu kanıtlıyordu. ‘Baba’sını hayal kırıklığına uğratmaktan korktuğu için onun sözlerine karşı gelmeyecek kadar masum ve naifti. Hayatı tehlikede olduğu halde…

Voldemort afallamış görünüyordu.

“Bir daha böyle bir ölüm kalım meselesiyle karşılaşırsan, kendini kurtarman için kimliğini açık etmeni istiyorum. Anladın mı?”

Harry gülümseyerek başıyla onayladı.

“Tamam, baba.”

“Ayrıca, lafı açılmışken, senin kendini beladan özellikle uzak tutmanı istiyorum,” dedi Voldemort. “Neden gizli kalman gerektiğini umarım anlamışsındır.”

Harry onaylamak için başını salladı.

“Herkese benim kim olduğumu söylesen olmaz mı?” diye sordu Harry, biraz üzgün bir halde.

“Sana daha kaç kez açıklamam gerekiyor?” diye sordu Voldemort, bıkkın bir halde. “Kendini koruyacak kadar büyüyene ve güçlenene kadar kimsenin seni bilmemesi gerekiyor. Sırf oğlum olduğun için, dışarıda seni öldürmek isteyen çok sayıda insan var. Ölüm Yiyen’lerim çenelerini tutacak kadar akıllı değiller. Onlara tam anlamıyla güvenmediğimi biliyorsun. Güvendiklerim ise seni zaten biliyorlar.”

Harry, babası ona şaka yapmış gibi gülümsedi. Sonra ise birdenbire kaşları çatıldı, sanki aklına bir şey gelmiş gibiydi. Voldemort’a doğru eğildi.

“Baba, Nott’a ne yaptın?”

Voldemort başka yöne bakarak eline tüy kalemini aldı.

“Seni ilgilendirmez. Ben onun icabına baktım,” diye yanıtladı, önündeki parşömene bakarken.

“Hadi, baba, söyle, lütfen,” diye zorladı Harry. “Sen gittikten sonra yara izim hiç olmadığı kadar acıdı. Ne yaptın? O adam beni öldürmeye çalıştığı için bence bilmeye hakkım var.”

Voldemort Harry’ye baktı; dudakları çarpık bir gülümsemeyle kıvrılmıştı.

“Sadece şöyle söyleyeyim; Nott çocuğu olduğu için şanslı, çünkü bir daha olamayacak.”

James ile Lily soluklarını tuttular. Ama Harry anlamamıştı. Kaşlarını çatarak başını yana eğmiş, kafası karışmış bir halde Voldemort’a bakıyordu.

“Büyüdüğünde anlarsın,” dedi Voldemort; sesindeki fazla babacan ton, James’in dikkatinden kaçmamıştı.

Anı sona erdi ve Düşünseli James ile Lily’yi dışarı püskürterek Dumbledore’un onları sabırla beklediği Grimmauld Meydanı’nın oturma odasına döndürdü.

“Ne düşünüyorsunuz?” diye sordu Dumbledore.

James ile Lily oturdular; kendilerini gördükleri şeyler yüzünden hasta gibi hissediyorlardı.

“Ne düşünmem gerektiğini açıkçası bilmiyorum,” dedi James.

“Voldemort Harry’ye hatırı sayılır derecede ilgi ve endişe besliyor gibi görünüyor,” dedi Dumbledore, derin bir iç çekerek. “Bunu görmenizi istememin nedeni, Harry ile Voldemort arasında nasıl bir ilişki olduğunu hepimizin anlaması içindi. Harry’yi geri aldığımızda, Voldemort’un onun için yaptıklarını ve ona bunları yapmasının nedenlerini açıklayabilmemiz, hayati bir önem arz ediyor.” Bakışları hüzünlenirken, “Harry ile geçmişinden konuştuğumuzda, ona ısrarla Voldemort’un onu öldürmek istediğinden bahsettik. Ona Kehanet yüzünden evden kaçırıldığını söyledik,” dedi. Düşünseli’ni göstererek, “ama gördüğümüz üzere, Harry’nin hatıraları bundan çok farklı. Harry, tam da bu hatıralarda olduğu gibi, Voldemort’un onu kurtardığını düşündükçe onu öldürmek istediğine inanmayacaktır. Merlin bilir, burada daha bunun gibi kaç tane hatıra var,” diye ekledi. “Harry’nin anılarını iyice incelemeli, çocukluğuna ait bu kopuk hatıraları bir araya getirmeliyiz. Harry’yi anlamak bizim tek umudumuz. Sihir becerilerinin çoğunu Voldemort ile Bella’dan öğrendiğini biliyoruz; bu da, yeteneklerinin nasıl bu kadar ileri boyutta olduğunu bize gösteriyor. Ancak, ben özellikle sözüm-ona görevlerine ait hatıralarını görmek istiyorum. Harry’nin Düşünseli’nde gizlediği birkaç anının da görevleri ile ilgili olduğunu tahmin ediyorum. Kolay olmayacak, ama bu büyüleri kırabileceğimden eminim.

* * *

O gece James uyuyamıştı. Harry’nin Voldemort’la konuştuğu, ona ‘baba’ dediği ve derin bir şefkatle baktığı sahneleri aklından bir türlü çıkaramıyordu. Voldemort’un Harry’yi kollarına aldığı o görüntü… Harry’nin yaralandığını gördüğünde artan öfkesi ve Harry’ye saldırdığı için Nott’a yaptıkları… Tüm bunlar, James’in içinde derin bir yara bırakmış, onu düpedüz hasta etmişti.

Voldemort’un ona savurduğu tehditi hatırladı. Bunu asla unutmayacaktı.

‘Pişman olacağın şeyler yapma, Potter, benim tavsiyemi dinle ve her şeyi oluruna bırak. Harry’yi bir daha kaçırmaya kalkarsan, dünyanı başına yıkarım!… Harry’nin sapasağlam hayatta kalması da bu sebebimle uyuşuyor. Ama olur da Harry’yi benden alır ya da onu bana karşı doldurmaya kalkarsan, Salazar Slytherin adına yemin ederim ki, Harry’nin sana dönmesini görmektense, onu yerin yedi kat altına gömerim.’

James, Voldemort’un Harry’yi bir dakika bile düşünmeden öldürebileceğinden emindi. Voldemort’un, Harry’nin kendi gerçek evine döndüğünü görmektense, onu ölü görmeyi tercih edeceğini biliyordu. Ayrıca, Voldemort’un Harry’yi kaybetmek istemediğini de biliyordu. O canavar oğlunu elinde tutmak istiyordu ki, onu kullanmaya devam edebilsin. Voldemort Harry’yi öldürmek istemiyordu, ama onu kendisine tehdit olarak hissederse öldürecekti. Ona söyledikleri tam da bunu ima ediyordu, değil mi? Voldemort, baba gibi tüm kalbiyle sevdiği oğlunu bile, Harry’yi bile öldürebilecek kadar acımasızdı.

James yana dönerek gözlerini karanlığa dikti. Dumbledore’un haklı olduğunu biliyordu. Harry’nin geçmişini bilmeli, anılarını izlemeliydiler; ancak, Dumbledore’un kilitli anıları açıp açamayacağını bilmiyordu. Tüm o anılar baba-oğul ilişkileriyle dolu ise, bu gidişle James Harry’ye anca rüyasında kavuşabilecekti.

* * *

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #42: Hogwarts Ekspresi okumak için tıklayın!

Çeviren: Tuba Toraman

Bir Yorum Ekle

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir