“Bir dakika, bir dakika,” dedi Remus, elini kaldırıp James’in sözlerini bölerek. “Harry Sihir Bakanlığı’na girip Hufflepuff’ın kupasını mı çalmış?” diye sordu.
“Evet,” diye cevapladı James, mutsuz bir halde.
“Küçük tüylü problemin yüzünden işten bir günlüğüne izin alıyorsun, kaçırdığın şeye bak,” dedi Sirius; ancak, bu seferki şakası her zamanki mizahından yoksundu.
Remus onu duymazdan geldi; masaya doğru eğilerek James’e yaklaştı. “Anlamıyorum. Harry neden böyle bir şey yapsın ki? Böyle bir riski neden göze alsın?”
“Çok doğru bir soru,” dedi Dumbledore.
Grimmauld Meydanı’nın mutfak masanda toplanmış dört büyücü bir süreliğine sessizlik içinde oturdular. Dumbledore derin bir nefes aldı. “Benim buna makul bir cevabım var, sanıyorum.”
James’in beklediği de buydu. İşte tam da bu yüzden, Bakan Fudge onlara ağızlarını sıkı tutmalarını açıkça tembih ettiği halde, doğrudan Dumbledore’a gelip olayı anlatmıştı. Dumbledore sandalyesinde yorgun argın arkasına yaslanırken ve mavi gözleri donuk ve sıkıntılı bakarken, James gözlerini ondan ayırmıyordu.
“Hufflepuff’ın kupasının Voldemort’un Hortkuluk’larından biri olduğunu düşünüyorum.”
Diğer üçü gerilirken, James’in ise beti benzi atmıştı.
“Elimde hiçbir kanıt yok,” diyerek sözlerine devam etti Dumbledore. “Ama bu oldukça mantıklı görünüyor. Harry, bunun gibi bir şey dışında, başka hiçbir şey için hayatını riske atmayı göze almazdı. Sihir Bakanlığı’na gizlice girmiş ve Hufflepuff’ın kupasından başka hiçbir şey çalmamış. Bunun tek bir açıklaması olabilir; o da, kupanın Hortkuluk’lardan biri olması.”
“Ama nasıl olur?” diye sordu Sirius. “Voldemort kupayı ele geçirip Hortkuluk yapmayı nasıl başarmış olabilir?”
“Bunun onun için çok da zor olduğunu düşünmüyorum,” dedi Dumbledore. “Hepimiz Bakanlık’ın Voldemort’un casuslarıyla dolu olduğunu biliyoruz. Voldemort’un onları kupayı çalmak için kullanmış olması ve Hortkuluk’a dönüştürdükten sonra ise yerine koymalarını sağlamış olması mümkün.” Başını iki yana salladı. “Oldukça zekice. Voldemort’un Hortkuluk’u, bunca zaman Bakanlık’ın kalbinde yatıyordu. Seherbaz’lar bir taraftan onu yok etmeye çalışırken, bir taraftan da onun bir parçasını koruyorlardı.”
James öne eğilerek Dumbledore’a yaklaştı; dehşetle açılmış gözlerini ona dikmişti. “Yani, sence, Harry kupayı onun Hortkuluk olduğunu öğrendiği için mi aldı?”
“Bence, evet,” diye cevapladı Dumbledore.
“O zaman… Harry Hortkuluk’ların peşinde,” dedi James, korku dolu bir sesle.
“Harry’nin, Voldemort’u terk ettiğinden beri, ne planladığını merak ediyordum,” dedi Dumbledore, iç geçirerek. “Lily ile sana geri dönmedi. Tek bir telefon dışında, sizinle iletişime de geçmedi. Harry’nin sana yaptıklarının ardından eve dönemeyeceğini düşündüğü açık,” dedi, James’e işaret ederek. “Harry Büyücülük Dünyası’ndaki hayatını geri alamaz, çünkü artık herkes onu Karanlık Prens olarak biliyor. Şunu söyleyebilirim ki, Harry kaçarak Muggle hayatı yaşayabilecek türde biri de değil. Sihir onun için çok şey ifade ediyor.” Duraksadı. “Bunu neden daha önce düşünmediğimi bilmiyorum. Harry, intikamını, Voldemort’un Hortkuluk’larının peşine düşerek alıyor.”
James’in kalbi göğsünde deli gibi çarpmaya başlamıştı. Harry sonunda Voldemort’un karşısında duruyordu; James’in buna sevinmesi ya da bununla gurur duyması gerekiyordu; ama bunun yerine, James düpedüz korkuyordu. Ya Harry Ölüm Yiyen’ler tarafından yakalanırsa? Voldemort ona ne yapardı? Snape’in dediğine göre, Voldemort Harry’yi yakalamak ve onun, Karanlık Prens olarak hayatına devam etmesi için hafızasını değiştirmek istiyordu. Her ne kadar Voldemort Harry’yi oğlu olarak büyütmüş olsa da ve onu yeniden yanında durmasını istiyor olsa da, acaba Hortkuluk’larının kayıp olduğunu fark edince Harry’ye ne yapardı? James, o canavarın oğluna neler yapabileceğini hayal dahi edemiyordu.
“Harry’yi bulmak zorundayız,” dedi James. “Voldemort onu bulmadan önce, biz bulmalıyız.”
“Bulacağız,” dedi Sirius, elini James’in koluna koyarak.
“Bulmak zorundayız,” dedi Dumbledore. “Korkarım, Harry’nin başı hiç olmadığı kadar büyük bir belada. Voldemort, Harry’nin Hortkuluk’ların peşine düştüğünü öğrenince, hiç vakit kaybetmeden onu durdurmak için elindeki tüm gücü kullanacaktır.”
“Voldemort’un Hortkuluk’ları oldukça güçlü objeler,” dedi Remus. “Harry intikam almak için onları Voldemort’tan çalıyor, ama onları nasıl yok edeceğini çok büyük bir ihtimalle bilmiyordur. Biz bile bu zamana kadar bir Hortkuluk’u yok edecek güce sahip bir büyü bulamadık.”
“Hortkuluk’ların ne kadar güçlü olduğu şüphe götürmez bir gerçek,” dedi Dumbledore, “ancak, Harry’nin gücüyle neredeyse eşdeğer bir güçte. Harry, Hortkuluk’ların peşine düşüp onları çalmaya başladıysa, bahse girerim ki, onları nasıl yok edeceğini de bulmuştur.”
Hermione, Ron, Ginny ve Damien Harry’nin masasının etrafında toplanmış, yerde mutlu mutlu oturuyorlardı; fakat bu kez önlerinde kitaplar ile el yazması notlar bulunmuyordu. Dört çocuk da yanlarında yiyecekler getirmeye başlamış, hep birlikte yemek için ısrar ederek Harry’nin başını ağrıtıyorlardı. Normal şartlarda, Harry bu durumdan en fazla rahatsız olurdu; ancak, bugün, yara izi zonkladığı ve gözlerinin arkasına korkunç bir baş ağrısı verdiği için, sinirleri fena halde gergindi.
“Hey, Harry?” Damien’ın seslenmesi üzerine, Harry Hortkuluk’larla dolu notların asılı olduğu duvardan yüzünü çevirerek ona baktı. Kardeşi elindeki plastik saklama kabını ona uzatıyordu. “Hadi. Annemin yaptığı makarnadan getirdim.”
Damien, Harry’yi her görmeye geldiğinde, annesinin pişirdiği yiyeceklerden en az birini getirmeyi alışkanlık haline getirmişti. Ve her getirdiğinde de, Harry, hiç işlemediği suçlardan ötürü hayatı boyunca nefret ettiği o kadının pişirdiği yemekleri yerken, kendiyle ciddi bir mücadele veriyordu. Yediği her lokma ona keyif vereceğine, suçluluk duygusu yüzünden tıkanır gibi oluyordu.
Harry tam bir şey söyleyecekti ki, yara izine korkunç bir ağrı saplandı. Yüzünü hızla duvara dönüp ekşittiği yüzünü sakladı. “Aç değilim,” dedi. Yara izini ovarak ağrıyı hafifletmeye çalışıyordu. Ama pek işe yaradığı söylenemezdi.
“Bize katılmak istemediğine emin misin, Harry?” diye sordu Hermione. “Hepimiz senin için bir şeyler getirdik. Birlikte öğle yemeği yemenin güzel olacağını düşünmüştük.”
Ağrısı git gide daha da şiddetlenirken, Harry dişlerini sıktı. Yüzünü onlara dönmeden, “size afiyet olsun,” demeyi başardı, aksi bir sesle.
Ginny gözlerini kısmış, dikkatle Harry’yi izliyordu. “Sen iyi misin, Harry?” diye sordu.
Harry elinden geldiğince sakin olmaya çalışarak elini indirdi ve dönüp Ginny’ye baktı. “Bu ziyaretler artık kabak tadı vermeye başladı,” dedi. “Şu kahrolası yemeklerinizi bitirip bir an önce çıkıp gidin buradan!”
Dönüp tuvalete doğru yürüdü. Cayır cayır yanan yara izine biraz soğuk su serpmesi gerekiyordu.
“Hadi, yiyelim,” dedi Ron, annesinin dün akşam yaptığı etli böreğin bulunduğu kutuyu açarak. “Açlıktan ölüyorum.”
Ron’un sözleri Harry’yi yarı yolda durdurdu. Gözlerini kısmış bir halde dönüp Ron’a baktı. “Ne dedin sen?” diye sordu.
Ron ona bakarken, onun neden bu kadar sinirli göründüğünü anlamamıştı. “Ne?” diye sordu.
“Az önce ne dedin?” diye yeniden sordu Harry.
Ron, Hermione ile Damien’a birer bakış attıktan sonra, Harry’ye döndü. “Hiçbir şey, ben – ben sadece aç olduğumu söyledim.”
“Hayır, açlıktan ölüyorum, dedin,” diyerek onu düzeltti Harry. “Aç olabilirsin, ama açlıktan ölmüyorsun. Açlıktan ölmenin ne demek olduğunu bilmiyorsun. Hatta bahse varım, aç olmanın bile ne demek olduğunu bilmiyorsundur sen. Biliyor olsaydın, açlığın içini kemirdiği o sancıyı bir kez olsun hissetmiş olsaydın, hastalanacak kadar aç kalmanın nasıl bir şey olduğunu bir kez tatmış olsaydın, o sözü bu kadar rahat kullanamazdın!”
Harry daha fazla konuşmamak için kendini tutup durduğunda, Ron’un ona kocaman açılmış gözlerle baktığını fark etti. Diğerlerine baktığında, onların da yüzlerinde aynı şok ve üzüntü ifadelerinin olduğunu gördü.
Harry başka hiçbir şey söylemeden dönüp banyoya girdi. Kapıya yaslandı ve içten içe kendini azarladı. Bu da neydi şimdi? Az önce neler söylemişti? Nesi vardı böyle? Ron’un söylediğinde ne vardı ki? Az önce, güvenmediği o insanlara en derin travmasından bahsetmişti. Tabii, bir tanesini onların dışında tutuyordu. Damien dışında, diğer üçünü o kadar iyi tanımıyordu bile.
Neredeyse aynı hızla, diğer bir yanı ona bunun doğru olmadığını söyledi. Onları tanıyordu. Artık üçünü de gayet iyi tanıyordu. Ron’la Hogwarts’ta dört ay boyunca aynı odayı paylaşmıştı. Çalışmakla-kafayı-bozmuş Hermione’yi de yakından tanımış, Gryffindor ortak salonunda vakit geçirdiği akşamlarda, Hermione elinde kitapları ve parşömenleriyle karşısında otururken, onunla aynı şöminenin sıcaklığını paylaşmıştı. Ginny ile o kadar çok atışmıştı ki, onu neyin sinir ettiğini ya da neyin gözlerinde muzip bir parıltıya yol açabildiğini öğrenecek kadar iyi tanımıştı – genelde, bunu, o cevabı yapıştırmadan hemen önce anlayabiliyordu. Şimdi ise, onlarla haftada üç gün düzenli olarak buluşuyor, birlikte Hortkuluk’lar üzerine çalışıyorlardı. Harry onlarla atışıp durdukça, tersine, onları git gide daha iyi tanır hale gelmişti. Ama yine de, bu, onun korku dolu geçmişini bilmelerini istediği anlamına gelmiyordu.
Yara izine saplanan ikinci bir sancıyla, Harry derin derin iç geçirdi ve lavaboya doğru ilerledi. Birkaç dakika boyunca yüzüne soğuk su çarpıp başındaki ağrıyı hafifletmeye çalıştı. Başı öne eğik, lavaboya tutunmuş bir halde bir süre öylece banyoda kaldı. Yüzünden su damlacıkları dökülürken, Harry orada gözleri kapalı bir halde öylece durdu.
Odanın kapısının açıldığını ve ardından, kilitlendiğini belirten bir klik sesiyle kapandığını duydu. Bir kez daha iç geçirdi. Pekâlâ, yapacak bir şey yoktu. Sonunda onları korkutup kaçırmayı başarmıştı. Doğrularak yorgun ve solgun görünen yüzünün aynadaki yansımasına baktı. Bununla yüzleşmeye hazırdı. Buna hazır olduğunu hissediyordu. Elini dağınık saçlarının arasından geçirdi ve kapıyı açtı. Banyodan çıktığı anda ise şaşkınlıkla donakaldı.
Gitmemişlerdi. Banyodan çıktığı anda, masanın etrafında oturmaya devam eden Ron, Hermione ve Damien başlarını kaldırmış, ona bakıyorlardı. Harry şaşkınlığın ötesinde bir duygu hissediyordu. Kapının açıldığını duymuştu, gittiklerinden emindi ve bir daha asla geri dönmeyeceklerinden kesinlikle emin olmuştu. İşte tam o esnada, masanın etrafındaki kayıp kişiyi fark etti. Ginny gitmişti.
Onun yokluğunu fark etmek, Harry’yi fena halde sarstı. Anlamıyordu. Yaşadığı hayal kırıklığı yüzünden göğsünde bir ağırlık varmış gibi hissediyordu ve en az bunun kadar tuhaf olanı ise, giden kişinin Ginny olduğunu fark ettiği andaki hüznüydü.
Kapı açıldı ve Ginny yeniden belirdi. Harry’yi görünce durdu. Kısa bir süre, birbirlerine öylece bakakaldılar. Ginny, Harry’nin aklından geçenleri okurmuş gibi, elindeki su şişesini kaldırıp gösterdi.
“Bir tane eksikti,” dedi, usulca.
Harry hiçbir şey söylemedi. O şişeyi masaya koyarken, Harry de onu izliyordu. Şimdi, masadaki şişe sayısı beş olmuştu; her birine birer tane. Ginny otururken, Damien ile kendisi arasında bir boşluk bıraktı.
“Yemekler soğuyacak,” dedi Damien, Harry’nin dikkatini üzerine çekerek. “Gerçi biliyorum, sen elinin tek bir hareketiyle onları ısıtabilirsin, ve bu çok da büyüleyici olur, ama ben şimdi yemeyi tercih ederim.” Damien gülümsedi ve yanındaki boş yere vurdu. “Acele et, Harry.”
Harry hâlâ bir şey söylemiyordu, ama dudaklarının kenarlarında küçük bir gülümseme belirmişti. Yara izindeki sancıyı duymazdan gelerek onlara doğru yürüdü. Bir tarafında Damien, diğer tarafında Ginny’nin olduğu yerine oturdu. Ron ile Hermione de karşısında oturuyordu. Hiçbiri, Harry’nin sözlerinin onları ne denli kırdığını belli etmemişti. Yalnızca oturmuş, önlerindeki yemekleri birbirleriyle paylaşıyor ve Hortkuluk arayışında en iyi ne yapabileceklerini konuşuyorlardı.
Haftalar ayları izledi. Bugün, Harry’nin Voldemort’u terk etmesinin üzerinden tam iki ay geçmişti. Lord Voldemort, Harry yakalanıp Hogwarts’ta alıkonduğunda, aylarca onun yokluğunun acısını çekmişti. Ama o dört ayda yaşadıkları, bu son iki ayda yaşadıklarına kıyasla bir hiç sayılırdı. O zamanlar, Voldemort Harry’nin hâlâ ona sadık olduğunu ve her gün ona dönmek için yanıp tutuştuğunu biliyordu. Şimdi ise, Harry onun yanından ayrılmayı kendi seçmişti. Harry’yi alıkoyan hiç kimse yoktu. Harry ondan, kendi babasından kaçıyordu. İşte, tam da bu, Voldemort’un acıların en büyüğünü yaşamasına sebepti. Sanki ince bir cam parçası derisini oyuyor, ardından damarlarına karışarak onu içten içe parçalarına ayırıyor gibiydi.
Harry onu terk etmişti. Oğlu ona sırt çevirmişti. Oysaki bu, Voldemort’un en ince ayrıntısına kadar hesaplayıp bütün önlemlerini aldığı yegâne şeydi. Gerçi bu hâlâ geçerliydi. Harry’nin Riddle Malikânesi’nden çekip gitmesinin üzerinden iki ay geçmesine rağmen, Voldemort Ölüm Yiyen’lerine ne söylerse söylesin, onlara ne ödüller vaat ederse etsin, ne tehditler savurursa savunsun, hiçbiri onu bulamıyorlardı. Harry sanki hiç var olmamışçasına ortadan kaybolmuş gibiydi.
Kapının vurulmasıyla, Voldemort içine daldığı düşüncelerinden sıyrıldı. Elini salladı ve kapılar Pius Thicknesse içeri girsin diye açıldı. Adam dizlerinin üzerine çöküp Voldemort’un önünde eğilerek ayağa kalkmak için iznini bekledi.
“Ne var, Thicknesse?” diye sordu Voldemort.
“Lord’um.” Thicknesse hemen ayağa kalkıp aceleyle içeri yürüdü. “Bakanlık’tan haberler getirdim.”
“Bu pek de şaşırtıcı değil,” dedi Voldemort, “Bakanlık’ta çalıştığına göre.”
Thicknesse başını önüne eğdi, ama bundan önce, Voldemort’un gözleri onun gözlerindeki korkuyu ve alnında biriken terleri yakalamıştı. Voldemort sandalyesinde doğruldu. “Ne var?” diye sordu. “Ne haberler getirdin?”
“Lord’um.” Thicknesse gerginlikle dudaklarını yaladı. “Birkaç gün önce, Bakanlık’ta bir… bir olay yaşandı. Seherbaz’lar bu olayı aralarında bir sır olarak saklıyorlardı, o yüzden ben de yeni öğrendim. İnanın bana, Lord’um, öğrenir öğrenmez, hemen size geldim-”
“Gevezelik etmeyi kes,” diye araya girdi Voldemort. “Konuya gel.”
Thicknesse konuşmasına devam etmek için mücadele veriyordu. Bütün vücudu korkudan sarsılıyor, alnından boşalan terler solgun yüzünü ıslatıyordu. “Ku-kupa, Lord’um,” demeyi başardı, kısık bir sesle. “Gi-gitmiş.”
Voldemort oturduğu yerde donakaldı. “Gitmiş mi?” diye sordu. Bir saniye sonra ise ayağa fırlayıp Ölüm Yiyen’in önünde bitmişti. “Gitmiş de ne demek?” diye sordu, hırlayarak.
Thickness korkudan neredeyse yere kapaklanacaktı. “Ben… onlar… onlar da bilmiyor. Kupa güvendeydi, Lord’um. Korunuyordu. Ama sonra… bir anda… kayboldu.”
Voldemort anında Thicknesse’ın yakasına yapıştı. “Hiçbir şey öylece ortadan kaybolmaz!” diye tısladı. Korkudan titreyen adamı sarsarak, “ona ne oldu?” diye sordu.
“Dedi…Dediler ki… ortalık biraz karışmış, Lord’um,” diye acilen açıklamaya girişti Thicknesse. “Potter… o gün izinliymiş, ama… ama yine de, birkaç dakikalığına Bakanlık’a uğrayıp çıkmış. Sonra, çıkar çıkmaz yine geri gelmiş, ama ilk defa geldiği konusunda da ısrar etmiş.”
“Sen ne saçmalıyorsun?” diye sordu Voldemort, öfkeyle.
“Birisi Potter’ın kılığında Bakanlık’a girip kupayı çalmış,” dedi Thicknesse.
“Ne?” diye kükredi Voldemort. “Kim-?” Durdu. Thicknesse’ın yakasını tuttuğu elleri gevşedi ve Thicknesse da hızla geriye çekildi. Voldemort, ona, kırmızı gözleri şokla açılmış bir halde bakıyordu. “Hayır,” dedi, soluk soluğa, “bu mümkün değil. O olmaz. Olamaz.”
Thicknesse hiçbir şey söylemeden, başını iyice öne eğip bakışlarını yere indirdi.
Voldemort olduğu yerde kalakaldı; yaşadığı şok onu büsbütün sararken yerinden kımıldayamıyordu. Harry, Hufflepuff’ın kupasını çalmak için, James’in kılığına bürünüp Bakanlık’a girmişti. Neden? Çünkü kupa Voldemort’un Hortkuluk’larından biriydi.
Voldemort Harry’nin Slytherin’in kolyesini yok ettiğini biliyordu. Bunu Lucius’un anılarında görmüştü. Oğlunun Hortkuluk’larından birini yok etmesi canını fena halde yakmış olsa da, Harry’nin bunu öfkesini kontrol edemediği için yaptığı konusunda kendini ikna etmişti. Harry canı yandığı için çileden çıkmıştı. Voldemort bunu geride bırakmaya hazırdı. Harry’yi geri aldığında, elbette, onu bunun için cezalandıracaktı. Ama ondan sonra, her şey yine normale dönecekti. Ancak, Harry şimdi başka bir Hortkuluk daha ele geçirmişti…
Voldemort omuzlarını dikleştirdi ve kan kırmızı gözleri koyulaştı.
“Thicknesse, diğerlerine haber ver. Göndermenizi istediğim bir mesaj var,” diye emretti.
“Biz çıkıyoruz,” dedi Damien, son kitabı da çantasına yerleştirirken. Diğer üçü de çantalarını hazırlamış, kapıda bekliyorlardı. “Önümüzdeki hafta görüşürüz.”
Harry masanın önünde yerde oturmaya devam ediyordu. Sızlayan yarasını ovdu. “Yarın gelmiyor musunuz?” diye sordu, dikkati dağınık bir halde.
Damien ayağa kalkıp çantasını omzuna attı. “Sana söyledim ya, yarın düğün var.”
“Evet, evet,” diye mırıldandı Harry. “Bir dakika, kimin düğünüydü bu?” diye sordu, başını kaldırıp Damien’a bakarak.
“Bill ile Fleur’un,” diye cevapladı Damien.
Harry ona bakarken gözlerini kırpıştırdı. “Tabii ya, çünkü ben de Bill ve Fleur’la büyümüştüm. Kim olduklarını nasıl oldu da bilemedim?”
Damien yüzünde bir bıkkınlıkla ağabeyine döndü. “Geçen hafta sana evleneceklerinden bahsetmiştim,” dedi. “Bill Ron’un ağabeyi, Fleur ise…”
“Bill’in nişanlısı, evet, anladım,” dedi Harry; gözlerini sımsıkı kapatmış, başını zonklatan ağrıyı geçirmeye çalışıyordu. Yara izi, şu son birkaç gündür olduğundan daha da beter ağrıyordu.
Damien, “Harry?” diye endişeli bir ses tonuyla ona seslenince, Harry gözlerini açıp ona baktı. Ağabeyi ona kocaman açılmış gözlerle bakıyordu. “İyi misin?” diye sordu.
“İyiyim,” dedi Harry ve kendini ayağa kalkmaya zorladı. Ağrı daha da şiddetlenince, Harry bağırmamak için dişlerini birbirine kenetlemek zorunda kaldı. Başını diğer yöne çevirip parmaklarıyla yara izini ovuşturdu.
“Harry?” Damien hızla onun yanına geldi. “Sorun ne?” diye sordu.
“Hiçbir şey,” dedi Harry, elini indirerek. “İyiyim.”
“Hadi oradan,” dedi Damien. Ağabeyinin şimşek biçimli yara izine öfkeli bir ifadeyle bakarak. “Yara izin yine, değil mi?”
Harry başını çevirdi ve Hermione, Ginny ve Ron’un da gözlerini ona dikmiş baktıklarını fark etti; hepsinin kaşları çatılmış, gözleri kısılmıştı. Harry geri geri giderek Damien’dan uzaklaştı. “Gitmelisiniz, hava kararıyor.”
“Harry?” diye başladı Damien.
“Haftaya görüşürüz,” dedi Harry ve tuvalete doğru yürüyüp arkasından sertçe kapıyı kapattı.
Damien dönüp arkadaşlarına baktı. “Siz gidin, arkadaşlar,” dedi. “Ben onun iyi olduğundan emin olana kadar burada kalacağım.”
Hermione ona doğru gelerek, “bir sorunu olduğunu kabul edeceğini sanmıyorum,” dedi.
“Kabul etmesine gerek yok,” dedi Damien. “Yara izinin ağrıdığı belli oluyor.”
“Bu hiç iyi değil,” dedi Ron. “Hatırlasana, Hogwarts’ta nasıl kötü olmuştu?”
Damien hatırlıyordu. Zaten hiç unutmamıştı ki… Harry’nin yara izi ağrıyınca, Damien ile Ron revire gitmiş, kapıdan içeride konuşanları dinlemişlerdi. Profesör Dumbledore, Harry’ye, bu yara izini ona Voldemort’un verdiğini ve onu yok etmezse, yara izinin onu yavaş yavaş öldüreceğini söylemişti. Şimdi olanlar da bunun işareti miydi? Yara izinin harekete geçmesi, Voldemort’un Harry’yi zayıflattığının bir alameti miydi?
“Elinde işe yarar hiç iksir yok mudur?” diye sordu Ginny.
Hepsi birden gözleriyle boş odayı taradılar.
“Yok gibi görünüyor,” dedi Ron.
Damien gözlerini tuvaletin kapısına dikti. Harry, elinde Ağrı Giderici İksir olmadan, bu lanetli yara iziyle nasıl baş edecekti? Harry’nin ne kadar zor anlar yaşadığını hayal dahi etmek istemiyordu. Ancak, Damien’ın aklına o anda bir fikir geldi. Ona nasıl yardım edeceğini kesinlikle biliyordu. Ama bunun için yarını beklemek zorunda kalacaktı.
Damien, Bill ile Fleur’un düğününden sıvışıp kaçmanın bu kadar kolay olacağını düşünmemişti. Yetişkinlerin hepsi düğünün tadını çıkarmakla meşguldü ve kimse Damien’ın Uçuç Şebekesi’ni kullanıp Godric’s Hollow’a gittiğini fark etmemişti. Hermione, Ginny ve Ron, o dönene kadar, onu idare edeceklerinin sözünü vermişlerdi.
Damien eve varır varmaz, annesinin içinde her türden tıbbi iksiri sakladığı ilk yardım kutusuna doğru koştu. Kutuda bulduğu tüm Ağrı Giderici İksir’ler ile birlikte, yanına biraz da Rüyasız Uyku İksiri aldı. Sonra, üst kata çıkıp banyoya girerek oradaki dolapta bulunan Ağrı Giderici İksir’leri de aldı. En az yirmi kadar şişeyi cebine sıkıştırıp ön kapıya doğru hızla ilerledi. Şimdi hemen Harry’nin yanına, motele gitmeliydi.
Damien’ın Harry’nin kapısına gelmesi yaklaşık yarım saatini almıştı. Kapıya vurduğunda, Harry’nin cevap vermesi her zamankinden uzun sürdü. Sonra, kapı hafifçe aralandı ve bir saniye sonra, Harry kapıyı ardına kadar açmış, ona kaşlarını çatarak bakıyordu.
“Burada ne arıyorsun?” diye sordu. “Bugün gelmeyeceğini söylemiştin.”
“Sana da merhaba,” dedi Damien, onun yanından geçip içeri girerek.
Harry kapıyı kapattı ve dönüp ona baktı. “Sorun ne?”
“Bunu benim sana sormam gerekiyor,” dedi Damien. “Korkunç görünüyorsun, Harry.”
Harry’nin kan çanağına dönmüş gözleri kısıldı. “Sırf bana hakaret etmek için mi düğünü bırakıp bu kadar yolu geldin?”
Damien omuzlarını silkti. “Düğünler uzun ve sıkıcı.” Harry’nin yatağına oturdu. “Benim daha eğlenceli bir şey bulmam gerekiyordu.”
Harry başını iki yana salladı. “Eğlence olarak da, buraya benim sinirlerimi bozmaya mı geldin?” diye sordu. “Onun yerine, bir bardak içki aşırıp kafayı bulsaydın ya?”
Damien burnunu kırıştırdı. “Pardon da, bunun için bir bardaktan daha fazlası gerekirdi.”
“Bence yarım bardak yeterdi,” diyerek sırıttı Harry.
Damien gözlerini devirdi. “Her neyse,” diye mırıldandı. Cebinden bir avuç iksir şişesi çıkarıp yatağa koydu.
Harry’nin sırıtışı yüzünden kayboldu ve ona doğru yürüdü. “Ne yapıyorsun?” diye sordu.
“Parti,” diye cevapladı Damien. “Ne yapıyor gibi görünüyorum?” Cebinde kalan son birkaç şişeyi de yatağa koyup gülümsedi.
Harry uzanıp Ağrı Giderici İksir’lerden birini aldı. “Damy, bu ne?” diye sordu.
“Ne olduğunu biliyorsun,” dedi Damien. “Sana biraz Rüyasız Uyku İksiri de getirdim,” diye ekledi. “Belki ihtiyacın olur diye.”
Harry ona baktı. “Bunları nereden aldın?”
“Evden,” dedi Damien. “Merak etme, bu kadar şişenin kaybolmasını açıklayacak bir yalan buldum bile. Diyeceğim ki, –yani, ben, Ron ve Ginny diyeceğiz ki– iksirleri bitkilerin üzerindeki etkisini görmek için kullandık.” Damien eliyle havayı dövdü. “Annem sinirden delirecek, muhtemelen, ama bence babam olayın eğlenceli tarafını görecektir.”
Harry dikkatlice şişeyi geri koydu. “Benim bunlara ihtiyacım yok.”
“Hayır, var,” diye çıkıştı Damien. “Kimseyi kandıramazsın, Harry.”
Harry kollarını göğsünde kavuşturdu. “Neden bahsettiğini anlamıyorum.”
Damien iç geçirdi. “Bırak şunu artık, Harry. Yara izinin sana sıkıntı verdiğini biliyorum.”
Harry gözlerini bir süre ona diktikten sonra, gardını aldığı duruşunu gevşetti. Omuzlarını düşürüp kollarını indirdi. Ağrı Giderici İksir’lerden birini alıp tıpasını açtı. Şişeyi koklayınca, Damien gülümsedi.
“Zehirli değil,” dedi.
Harry ona baktı. “Çoğu zehir kokusuzdur,” dedi.
“O zaman, ne diye kokluyorsun?” diye sordu Damien.
Harry ona çarpık bir şekilde gülümsedi. “Alışkanlık, sanırım,” dedi ve daha fazla vakit kaybetmeden, iksiri dudaklarına götürüp başına dikti.
Harry iksirlerin geri kalanını toplayıp yatağın önünde diz çökerken, Damien onu izledi. Yatağın altından silindir şeklinde bir çanta çıkardı. İksir şişelerini çantaya dizdi ve fermuarını kapatıp çantayı yeniden yatağın altına itti.
“Sana bir şey sorabilir miyim?” diye başladı Damien. “Neden gerekli iksirleri kaynatıp kendine bir stok yapmadın? Ağrı Giderici İksir yapmak varken, neden o kadar eziyet çektin?”
Harry gülümsedi. “Denedim,” dedi. “Ama bu Muggle’ların çok keskin burunları var. Ya da, belki de, kullandığımız malzemeler yüzündendir,” dedi, omuzlarını silkerek. “Son kaldığım yerde, motel çalışanlarının yarısına Hafıza Büyüsü yapmak zorunda kaldım, o yüzden odamda gördüklerini unuttular. Tuhaf görünümlü bir çocuğun büyük, siyah bir kazanda örümcek tozu ile semender gözü karıştırırken görülmesi riskini göze alamazdım. Benim Muggle Dünyası’nda saklandığım, yanlış kişilerin kulağına gidebilirdi.”
Damien başıyla onayladı. “Öyle bir şey olmayacak,” dedi.
“Zırt pırt evden kaçıp beni görmeye geldiğin sürece, olabilir,” dedi Harry. “Hadi, kalk, seni düğüne geri götüreyim.”
Damien başını iki yana sallayarak ayağa kalktı. “Olmaz. Düğün, Kovuk’ta; Dumbledore ile çoğu Yoldaşlık üyesi bir masada oturmuş, pasta yiyorlar.” Ağabeyinin diğer arkadaşlarıyla birlikte aynı yerde olamıyor oluşuna ne kadar üzüldüğünü belli etmemeye çalışıyordu. “Merak etme, ben kendim dönebilirim.”
Damien kapıyı açana kadar, Harry hiçbir şey söylemedi.
“Damy, bekle,” dedi Harry.
Harry hiçbir şey söylemeden Damien’ın yanına yürüyüp onu kolundan tuttu. Odanın görüntüsü bir anda dönmeye başladı ve Damien ayaklarının yerden kesildiğini hissetti. Bir iki saniye sonra, ayakları yumuşak toprağa inmişti. Damien, afallamış bir halde, açık alana baktı. Bulundukları tepeyi tanımıştı. Arkasına dönerek, uzaklarda, güneşin batışının kırmızı ve turuncu renkleriyle güzel bir şekilde çevrelenmiş görünen Kovuk’a baktı. Panikle Harry’ye döndü.
“Ne yapıyorsun? Ya biri seni görürse?”
Harry sırıttı. “Birileri gözlerini gelin ile damattan ayırıp dışarı çıkarak uzaklardaki bu tepelere bakacak olursa, suçu sıkıcı düğüne atarsın.”
Damien Harry’yi dev bir meşe ağacının gölgesine doğru itti. “Birilerinin seni görmesine izin veremezsin.”
“Vermeyeceğim,” dedi Harry. “Sadece seni buraya hızlı bir şekilde getirmek istedim. Benim yüzümden arkadaşının düğününü yeterince kaçırdın. Daha fazla kaçırmanı istemedim.”
Damien ona şaşkınlıkla baktı. “Aile her zaman önce gelir,” dedi.
Harry bir şey söylemedi, ama dudaklarında küçük bir gülümseme belirmişti. Başıyla Kovuk’u işaret etti. “Hadi git, hepsi bitmeden önce biraz pasta ye.”
Damien arkasına dönerek yürümeye başladı. Durup Harry’ye tekrar baktı. “Haftaya görüşürüz.”
Harry gülümsedi ve işitilemeyecek kadar sessiz bir pop sesiyle Buharlaşıp gözden kayboldu.
Damien ağabeyinin az önce bulunduğu noktaya bir süre öylece baktıktan sonra, yürüyüp Kovuk’un yolunu tuttu.
Damien eve girer girmez, bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Keyifli sohbetler ile gülen seslerin yerini, korku dolu fısıltılar almıştı. Masaların etrafında toplanan konuklar solgun ve korkmuş görünüyorlardı. Yoldaşlık üyeleri büyük masanın etrafında toplanmışlar, aralarında aceleyle bir şeyler fısıldaşıyorlardı. Damien, Fleur’un tek başına oturduğunu fark etti; Fleur gözlerini, Yoldaşlık üyelerinden, bilhassa daha yeni evlendiği kocasından ayırmıyordu.
Damien ilk başta fısıldanan sözcükleri anlayamamıştı; ancak, sonradan aralarından bazı sözcükleri seçmiş, kanı donmuştu.
‘Saldırı… imdat sinyali aldık… Dumbledore gitmiş… ona ulaşamıyoruz… çok fazla Ölüm Yiyen var… bir şeyler yapmalıyız!’
Damien kalbi mide boşluğuna düşmüş gibi hissetti Bir saldırı olmuştu ve Yoldaşlık üyeleri, Bakanlık Seherbaz’larına destek sağlamak için, bir araya gelmeye çalışıyorlardı. Damien’ın gözleri hemen annesi ile babasını aradı. Babasının, yanında Sirius ve Remus’la birlikte, kalabalığın arasında durduğunu gördü. Oldukça öfkeli görünüyorlardı ve çoktan ellerine asalarını almışlardı.
Damien arkadaşlarının oturduğu masaya doğru hızla ilerledi; onlar da gergin ve endişeli görünüyorlardı. Damien kayarak sandalyesine oturdu.
“Neler oldu?” diye sordu, fısıltıyla.
“Tanrım, şükürler olsun, dönmüşsün,” dedi Ginny. “Olanlara inanamıyorum.”
“Ne oldu ki? Neler oluyor?” diye sordu Damien, yeniden.
Ron öne doğru eğildi. “Bir köye saldırı gerçekleşmiş,” diye başladı. “Korkunç. Ölüm Yiyen’ler önüne geleni öldürüyormuş.”
Damien’ın gözleri şokla büyüdü. “Neden onlara saldırıyorlar?”
Ron ile Hermione birbirlerine huzursuz bir bakış attılar. “Çünkü… Harry’nin orada saklandığını düşünüyorlarmış,” dedi Ron.
Damien’ın kalbi tekledi. “Ama orada değil ki.”
“Evet, ama bunu biz biliyoruz,” dedi Hermione. “Başka kimse bilmiyor.”
Damien’ın gözleri babasına kaydı; diğerleriyle tartışırken yüzü kıpkırmızı görünüyordu. James bir an gidecek gibi yerinde döndü, ama Kingsley onu hızla kolundan yakaladı.
“Onlara söylemek zorundayız,” diye başladı Damien.
“Ne söyleyeceğiz?” diye sordu Ron. Sesini daha da alçalttı. “Haftalardır nerede olduğunu bildiğimizi belli etmeden, onları Harry’nin orada olmadığına nasıl ikna edeceğiz?”
“Harry’nin orada olmadığını bilmesi gereken, Yoldaşlık değil,” dedi Hermione. “Ölüm Yiyen’ler. Onlar Harry’nin orada olduğunu düşünüyorlar ve onu bulmak için o yeri didik didik arıyorlar.”
Damien dehşete düştüğü kadar, Harry’nin Ölüm Yiyen’lerin aradığı o yerde olmadığına da bir o kadar seviniyordu. Gel gelelim, masum insanlar onların ellerinde eziyet çekiyordu ve birilerinin onlara yardım etmesi gerekiyordu.
“Yoldaşlık neyi bekliyor, peki?” diye sordu Damien. “İmdat çağrısı almışlar. Neden yardıma gitmiyorlar?”
“Birazdan gidecekler,” dedi Ron. “Ama Profesör Dumbledore kayıp. Sen gittikten kısa süre sonra o da düğünden ayrıldı. Acil bir çağrı aldığını ve gitmek zorunda olduğunu söyledi. Bir yarım saat kadar sonra ise, saldırının gerçekleştiği haberi geldi. Şimdi, kimse Dumbledore’a ulaşamıyor, o yüzden de Yoldaşlık, işleri onsuz halletmeye çalışıyor.”
Damien, babasının annesine sarıldığını ve ardından, Arthur, Sirius, Remus, Kingsley ve diğer çok sayıda Yoldaşlık üyesinin onun arkasında toplandığını gördü. Görünen o ki, gitmek için hazırdılar. Damien babasının asla geride kalmayacağını biliyordu; özellikle de, Harry’nin orada olma ihtimalini düşünüyorsa…
Damien, Bill’i, üzerinde hâlâ damat cüppesiyle, kapıya yürürken gördü, ama birinin ona seslenmesiyle Bill durmuştu. Bill arkasına döndü ve daha üç saat önce evlendiği karısının, arkasından koşarak geldiğini gördü. Fleur, gözlerinde yaşlarla onu tuttu.
“Bill, lütfen,” diye yalvardı.
“Fleur.” O daha bir şey söyleyemeden, Bill onu durdurmuştu. Fleur’un, cüppesinin yakalarına yapışan ellerini tuttu. “Gitmek zorundayım. Yardım etmem gerek.”
“Bill, hayır!” Mrs Weasley hüngür hüngür ağlayarak ona doğru geldi. “Gidemezsin. Bugün olmaz. Bugün senin düğün günün! Üstelik Seherbaz bile değilsin!”
“Seherbaz olmayabilirim, ama bir büyücüyüm ve yardım edebilecek güce sahibim,” dedi Bill.
Mrs Weasley daha karşı çıkamadan, Fleur ellerini Bill’in yüzüne koyup yanaklarını tuttu. Bill’in gözlerinin içine bakarak ondan tek bir şey istediğini söyledi:
“Geri dönmek zorundasın.”
Yoldaşlık üyeleri Voldemort’un adamlarının saldırdığı köye vardıklarında, ilk düşündükleri durumun ne kadar umutsuz göründüğüydü. Ölüm Yiyen’lerin sayısı o kadar fazlaydı ki, tüm köyü neredeyse tamamen yerle bir etmişlerdi. Yerler kan revan içinde, evler ise alevler içindeydi. Etraflarından çığlıklar ve Öldüren Lanet’in söylendiği bağırtılar yükseliyordu. Baktıkları hiçbir yerde yıkımdan başka bir şey görünmüyordu. Bu küçük, barışçıl büyücü köyünden geriye, yanan bir enkazdan başka hiçbir şey kalmamıştı.
Yoldaşlık üyeleri hemen harekete geçtiler. Ölüm Yiyen’lerle düello etmeye başlayarak, Seherbaz’ların yardımına koştular. Uzun zamandan sonra ilk kez, James, Ölüm Yiyen’lere saldırırken öfkesinin tüm vücudunu sardığını hissediyordu. Aklında tek bir soru vardı: Harry burada mıydı? Ancak, birkaç dakika geçtikten sonra, oğlunun burada olmadığını anlamıştı. Ölüm Yiyen’ler bu kadar masum insanı öldürürken, Harry’nin saklanıyor olması mümkün değildi. Harry masumları korur, onları tehlikeye atmazdı.
James, diğer Seherbaz’ların nerede olduğunu da ne yaptıklarını da bilmiyordu. Tek düşünebildiği, her yere dağılmış masum insanların cesetleriydi. Ölü bedenlerin arasında genç erkekler, hatta küçük çocuklar bile vardı. James kendini savaşın ortasına attı ve önüne çıkan tüm Ölüm Yiyen’lerle savaşıp onları devirerek ona doğru uçan çok sayıda laneti de engellemeyi başardı.
Seherbaz’lar git gide üstünlük sağlamaya başlamışlardı. James savaşmakla öyle meşguldü ki, nereden geldiği belli olmayan bir lanet uçarak gelip kalkanını vurduğunda, kalkanının titreyerek düşmesine şaşırmıştı. Kalkanını indirenin kim olduğunu görmek için arkasına döndü. Böylesi güçlü bir laneti yapabilecek çok az sayıda büyücü vardı; bunlardan biri Dumbledore’du, diğeri ise…
James’in gözleri, Lord Voldemort’un kırmızı gözleriyle buluştu. Voldemort ona yüzünde soğuk ve çarpık bir gülümsemeyle bakıyordu.
“Merhaba, Potter,” dedi. “Nihayet buradasın. Ben de seni bekliyordum.”
Damien Hermione, Ginny ve Ron’la birlikte geride kalmış, masada oturuyordu. Ortamın havası endişe ve dertten ağırlaşmıştı. Damien, gözü yaşlı geline bakarken, içinden, ‘ne düğün ama,’ diye geçirdi, hüzünle. Misafirler perişan görünen Mrs Weasley’yi sakinleştirmeye çalışırken, Fleur’la da kendi ailesi ilgileniyordu. Arthur, Charlie ve Bill Ölüm Yiyen’lerle savaşmak için yardıma gitmişlerdi. İkizler de gitmek istemişler, ama gerçek hayatta düello etmekte yeterince deneyimli olmadıkları ve henüz Yoldaşlık’ın resmi üyeleri de olmadıkları için geride bırakılmışlardı.
“Sence… sence ona söylemeli miyiz?” diye sordu Ginny, usulca.
Herkes onun Harry’den bahsettiğini anlamıştı.
“Ben de aynı şeyi düşünüyordum,” dedi Ron. “Elimizde telefon var. Ona yazılı bir mesaj gönderebiliriz. Belki yardım edebilir?”
“Olmaz,” diye fısıldadı Hermione, hemen.
“Neden?” diye sordu Damien.
“Bir düşünsenize,” diye tısladı Hermione. “Öğrenirse, mutlaka yardıma gidecektir. Bu da, Ölüm Yiyen’lerin ya da Seherbaz’ların onu yakalama ihtimallerinin yüksek olacağı anlamına gelir. Bunun için bir büyü kullansa bile, yakalanma riski çok yüksek olur. Onu tehlikeye atmış oluruz.” Keyifsiz bir şekilde iç geçirdi. “Yoldaşlık’a güvenmekten başka şansımız yok. Onun dâhil olmasını gerektirecek bir şey olmamalı.”
Damien Hermione’nin haklı olduğunu biliyordu. Çok riskliydi. Ya Harry yanlışlıkla yakalanırsa, ne olacaktı? Sonuçta, gizlilik büyüsü de yapsa, bunu dolaylı yoldan kaldırabilecek çok sayıda büyü vardı. Ya Harry Ölüm Yiyen’ler tarafından yakalanırsa? Ya da Seherbaz’lar tarafından? Damien derin bir nefes aldı. Hayır, Harry’yi bunun dışında tutmak daha iyi ve daha güvenliydi. Nasılsa, Dumbledore onlara er ya da geç ulaşır, meseleyi hallederdi. Her şey yoluna girecekti; Damien sürekli kendine bunu söyleyip duruyor, kendini buna inandırmaya çalışıyordu.
James’in içindeki öfke kaybolmuştu. Onun yerini, çok daha saf ve katıksız bir öfke almıştı. Bu büyücüye olan nefreti o kadar güçlüydü ki, James’in tüm bedeni sinirden titriyordu. Voldemort James’in gözlerindeki öfkeyi fark ederek gülümsedi. En büyük düşmanının yüzünde gördüğü sırıtış ona büyük oğlunu hatırlatınca, James’in kalbi parçalanır gibi oldu.
“Uzun zaman oldu,” dedi Voldemort. “Söylemem gerekir ki, evine olan ziyaretimden son derece keyif almıştım. Bir daha gelememiş olmam yazık oldu.” Ellerini kaldırarak etrafındaki yıkımı gösterdi. “Benimle buluşman için seni çağırmam gerekiyordu. Umarım sana zahmet olmamıştır.”
James öfkeden dişlerini sıktı. Elleri asasını o kadar sıkı tutuyordu ki, canı yanıyordu. James Karanlık Lord’a doğru yaklaştı; o ailesini parçalara ayırmaktan sorumluydu. Voldemort, Harry’nin çocukluğunu yaşayamama sebebiydi. O, Harry’yi öyle korkunç bir istismarı yaşamaya zorlayan adamın ta kendisiydi. Bu canavar oğlunun önüne çıktığı için, Harry artık geleceği olmayan, aranan bir büyücü haline gelmişti.
“Buraya gelmekle hata ettin,” diye tısladı James. “Bugün buradan çekip gitmene izin vermeyeceğim.”
Voldemort güldü. “Bu savaştan çekip gidemeyecek kişi, ben değilim,” dedi. “Aslında, sen tam da bu yüzden buradasın. Harry’nin gerçekten de burada saklanıp saklanmadığını görmek için içindeki meraka karşı koyamayacağını biliyordum.” James’in yüzündeki şaşkınlık ifadesine bakıp sırıttı. “Harry, tabii ki, burada değil. Benim buraya saldırma sebebim, yalnızca, seni buna inandırmaktı.” Başını kaldırdı ve kırmızı gözleri öfkeyle parıldadı. “Oğluma iletmek istediğim bir mesaj var ve senin parçalanmış cesedin bu işi en iyi şekilde yapacak.”
Şimdi, sırıtma sırası James’teydi. “Senden korkmuyorum,” dedi. “Belki uzun zaman önce korkuyordum. Ama sonra, sen oğlumu benden aldın. Onu bir katile dönüştürdün. Onun çocukluğunu çaldın ve geleceğini, hayatını mahvettin.” Önünde duran öfkeli gözlerin içine içine baktı. “Artık geride beni korkutabileceğin başka hiçbir şey kalmadı.”
Voldemort asasını hızla çevirdi. “Göreceğiz.”
“Beni öldürebilirsin,” dedi James. “Ama ben Harry’yi bir daha geri alamayacağını bilerek huzurla öleceğim. O gitti ve bir daha sana asla geri dönmeyecek.”
Voldemort’un gülümsemesi yüzünden silinmişti.
“Sen oğlumu benden çaldın,” dedi James. “Kader de onu senden aldı. On beş yıl boyunca acı çektim, ama şimdi, sen aynı acıyı çekiyorsun. Önce Harry’yi çarpıtılmış amaçların için kaçırmıştın, ama sonra onu umursamaya başladın. Harry senin oğlun oldu. Ve şimdi ise, oğlun seni terk etti ve bir daha da asla isteyerek sana dönmeyecek. Ben oğlumu nasıl kaybettiysem, sen de oğlunu öyle kaybettin.”
James, elindeki asanın ona doğrultulduğunu görmemişti bile. Ancak korkunç bir acı bedenini sarınca ne olduğunu anlayabilmişti. Bedenindeki tüm sinirler acıyla kıvranırken, İşkence Laneti James’i yere yapıştırmıştı. Voldemort laneti kaldırıp öfkeyle parlayan gözlerini ona dikti.
“Ne cüretle!” diye tısladı. “Beni aşağılamaya nasıl cüret edersin? Benim hakkımda da, Harry hakkında da hiçbir şey bilmiyorsun. Onun bana dönmesini sağlayacağım!” dedi Voldemort.
James tir tir titriyordu. Tüm uzuvları yaşadığı acının şokuyla sarsılıyordu. Ama yine de, ağzından kanlar akarak yavaşça ayağa kalkarken, Voldemort’a bakıp hafifçe gülümsemekten geri kalmamıştı.
“Harry’yi tanımayan asıl sensin,” dedi, gırtlaktan gelen bir sesle. “Harry benim kanımdan. Daima da benim oğlum olarak bilinecek. Harry James Potter. Onun kimliği bu.” Karanlık Lord’un öfkeden kuduran gözlerine korkusuzca bakıyordu. “Onu benden aldın, ama aynı bana benzeyerek büyümesinin önünü alamadın,” diye devam etti James. “Onun masumiyetini aldın, ama insanlara olan merhamet duygusunun önünü alamadın. Ona yanlış şeyler öğretmeye kalktın, ama Harry sonunda doğru olanı öğrenmeyi başardı. Harry hiçbir zaman senin olmayacak. O her zaman bir Potter olarak kalacak.”
Voldemort bir lanet daha göndererek, James’in bacaklarındaki kemikleri paramparça etti; parçalanan kemiklerin acısı felaketti. James çığlık çığlığa bağırarak sırt üstü yere düştü. En başından beri onunla boy ölçüşemeyeceğini biliyordu. Voldemort onun için fazla güçlüydü, ama yine de, hâlâ, dile getirmek istediği her şeyi söylemek istiyordu. James, son nefesini verirken, ona, Harry’nin gerçek babasının kim olduğunu hatırlatacaktı.
Voldemort James’e doğru yürüdü; James şimdi onun ayaklarının dibinde yatıyordu. Kırmızı gözler onun gözlerine bakarken çılgın gibi parlıyordu. Voldemort asasını kaldırdı ve James’in doğrudan göğsünü hedef aldı. Bir lanet göndererek, James’in aklını ıstırapla doldurdu. James can çekişerek bağırıyordu. Sanki derisi canlı canlı yüzülüyor gibiydi. Tüm bedeni acıdan cayır cayır yanıyordu. Burnundan ve ağzından kanlar fışkırmaya başlamıştı. James kendi kanında tıkanıyor, git gide boğuluyordu. Voldemort laneti kaldırdı ve eğilip ona baktı.
“Oğluna elveda diyemeyecek olman ne üzücü,” dedi, öldürücü bir tıslamayla.
Asasını James’in başına doğrulttu
“AVADA KEDAVRA!”
Yüzlerce kilometre ötede, küçük bir motelin odasında, Harry korkunç bir ıstırapla haykırdı. Yara izini tuttu ve yere yığılıp bayıldı.
Çeviren: Tuba Toraman
Yorumlara bak
Harikaydı inşallah James ölmez bunu kaldıramam Bir Harry daha babasız kalmasın
Aynen Ceyms ölemez.amma Damblydorun orada neden olmasini hala anliya bilmis diğilim
Ne olur James ölmesin ne olur. Ne harry ne damat ne de lily onsuz yapamaz...😭😭😭😢😢😢
James ölmesinn 🥺🥺
umarım james ölmezzzz
Şahsen dumbledore'un Damien'i izleyerek harry'e ulaştığı kanaatindeyim. Yazara gelince böyle şaşırtmaları daha önce de yaptı ben şahsen james in ölmediğini düşünüyorum. Perşembeyi beklemek zor olacak.
Not: Daha sık bölüm atın!!!
James ölmüyor zaten... İlk versiyonla aynı
Hogsmade'e vampirlarin geldiği bölümde de Sirius öldü sanmıştık. Belki başkası Voldemort'a avada kedavra yapmıştır?(Eğer öyleyse kesin ıskalamışlardır) Belki Voldemort'un dikkati dağılıp ıskalamıştır? Belki biri James'i kurtarmıştır? (Dumbledore mesela)
Keşke bu seriyi 2 günde 1 verseniz zaten evde sıkılıyoruz
James ölmemişdir bence. 😣Kesinlikle büyüyü başkası yaptı. Ne de olsa daha önce de Harry onu öldûrdü sanmıştık.
Bir kere daha James'in ölüşüne dayanamam lütfen ÖLMESİN.