Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #50: Harry’nin Destekçileri

Karanlık Prens - İçimdeki Karanlık #50: Harry'nin Destekçileri

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

47. BÖLÜM

48. BÖLÜM

49. BÖLÜM

Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı öldürmeyip kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin ellinci bölümü!

bölüm 50

Harry’nin Destekçileri


“Hermione, ne yapacağız?” diye sordu Ron, yeniden.

Hermione bir şey söylemedi. Telaş içinde aklını toparlamaya, ne yapacaklarını bulmaya çalışıyordu. Önce, Ron ile Ginny’nin endişeli ve şaşkın görünen ifadelerine, ardından ise,  Harry’nin odasına açılan, Damien’ın az önce ardında kaybolduğu kapıya dönüp baktı.

Derin bir nefes aldı. “Biz de içeri girmeliyiz,” dedi.

Ron’un gözleri büyüdü. “Ne?” diye sordu. “Deli misin sen? Harry bizi öldürür!”

Hermione de Ginny de onu hemen susturdular. Dönüp resepsiyoniste baktılar, ama adamın dikkati hâlâ okuduğu dergisinde görünüyordu.

“Ben bundan pek emin değilim, Hermione,” dedi Ginny, alçak sesle. “Harry yerini öğrendiğimizi bilirse, kesinlikle delirecektir.”

“Onunla konuşmamız gerek,” dedi Hermione.

Neden?” diye sordu Ron.

Hermione onun telaşlı gözlerine baktı. “Bizim dünyamızdaki neredeyse herkesten saklanıyor,” dedi, fısıltıyla. “Onun bu aralar biraz arkadaşa ihtiyacı vardır, diye düşünüyorum. Sizce de öyle değil mi?”

“O bizim arkadaşımız falan değil,” dedi Ron, hemen.

“Hogwarts’ta bizimle neredeyse yarım yıl geçirdi,” dedi Hermione. “Ayrıca, hepimizin hayatını da kurtardı. Şimdi ise, ona bu iyiliğinin karşılığını ödemek için bir şansımız var.”

Ron, Ginny ile bakıştı.

“Haklı,” dedi Ginny, başıyla Hermione’ye onay vererek.

Hermione yeniden derin bir nefes alıp gerginliğini gizlemek için gülümsemeye çalıştı. “Hadi,” dedi ve koridorda yürümeye başladı. Ron ile Ginny de arkasından onu takip ettiler.

Kapının önüne gelince durdular. Birbirlerine son bir kaygılı bakış daha attıktan sonra, Hermione elini kaldırıp, Damien’ın yaptığı gibi, kapıya dört kez vurdu. Yaklaşık bir otuz saniye hiçbir şey olmadı. Sonra, kapının aniden açılmasıyla, Hermione’nin nefesi göğsünde sıkışıp kaldı. Harry önünde duruyor, elinde tuttuğu asayı doğrudan onun yüzüne doğrultuyordu. Onun yanında, Ron ile Ginny de nefeslerini tutmuşlardı.

Harry’nin gözleri büyümüştü. Hermione, karşısında onları görmeyi beklemediğini ifadesinden anlayabiliyordu. Harry’nin yüzündeki şaşkınlık ifadesi hızla öfkeye dönüşünce, Hermione, kendini, dönüp son sürat buradan kaçmak isterken buldu. Gel gelelim, durduğu yerde biraz titriyor olsa da kımıldamıyordu.

Damien’ın yanında belirmesiyle, Harry asasını indirdi; Damien gözlerini kocaman açmış, hayretle karşısındaki üçlüye bakıyordu. Harry geri adım atınca, Damien üç arkadaşını hızla odaya çekip arkalarından kapıyı kapattı ve onlara döndü.

“Nasıl-? Sizin burada ne işiniz var?” diye sordu Damien.

“Biz de sana aynı soruyu soracaktık, dostum,” dedi Ron.

Damien omzunun üzerinden Harry’ye bir göz attı ve sonra, yeniden Ron’a döndü.

“Siz nasıl oldu da-? Benim nerede olduğumu nasıl buldunuz?” diye sordu.

“Seni takip ettik,” dedi Hermione.

Damien’ın kafası karışmış görünüyordu, aynı zamanda biraz da korkmuş gibiydi. Ela gözlerini Hermione’den alıp hızla Harry’ye çevirdi. “Ben… yani… nasıl olur…?” Aklını başına toplamak ister gibi kafasını iki yana salladı. Dönüp ağabeyine baktı. “Harry… ben… ben özür dilerim. Beni takip ettiklerinden haberim yoktu. Oysaki çok dikkatliydim-”

“Sorun yok.” Harry’nin sesi kısık, ölçülü ve Damien’ın beklediğinden daha sakin çıkmıştı.

Harry’nin sözleri üzerine, Hermione, Ron ve Ginny şaşkınlıkla birbirlerine baktılar.

“Önemli değil,” diye devam etti Harry. “Nasılsa, seni takip ettiklerini hatırlamayacaklar.”

Damien ilk başta onun ne demek istediğini anlamadı; ta ki, Harry’nin asasını elinde tuttuğunu görene dek. Başını kaldırıp büyük bir dehşetle Harry’ye baktı. Harry onlara tüm bunları Unutturacaktı.

Harry’nin elindeki asayı Hermione de görmüş, nefesini tutmuştu. Bedeni gerim gerim gerildiği halde, omuzlarını dikleştirip başını iki yana sallamayı başardı. Tam “Har-” diye konuşmaya yeltenmişti ki, Ron ondan önce davranıp Harry’ye doğru atladı.

Damien, Ron’un ne yapmaya çalıştığını bildiğinden emin değildi. Harry’nin üzerine atlayarak onu silahsızlandıracağını mı düşünüyordu, gerçekten? Gel gelelim, çok kısa bir süre sonra, ne yapmaya çalıştığı anlaşılmıştı; Ron Hermione’yi korumak için Harry’nin asasına doğru atlamıştı. Ama tek yapabildiği, zaten siniri burnunda olan Harry’yi iyice çileden çıkartmaktan başka bir işe yaramamıştı. Ron’un cılız vuruşunu iten Harry, onu yakasından tutuğu gibi, duvara yapıştırdı.

Hermione ile Ginny dehşetle soluklarını tutmuş, sesleri tüm odada yankılanmıştı. Damien, ağabeyinin, arkadaşını duvara yapıştırıp asasını ona doğrultmasını izlerken, bacaklarının ağırlığının altında güçsüzleştiğini hissetti.

Ron teslim olur gibi ellerini kaldırmış olsa da, Harry onu bırakmıyordu.

“Harry, lütfen,” dedi Hermione, onun arkasından; sesi korku ve panikle doluydu. “Bunu yapmana gerek yok. Bize bunları Unutturmak zorunda değilsin.”

“Hayır, size tam da bunu yapmak zorundayım,” dedi Harry. “Etrafta benim nerede olduğumu söyleyerek dolaşmanıza izin veremem.”

“Kimseye söylemeyeceğiz!” dedi Ginny. “Lütfen, bırak onu.”

“Biz buraya seni aramak için gelmedik,” dedi Ron, usulca; Harry’nin asası hâlâ yüzüne doğrultulmuş duruyordu. “Seni tesadüfen bulduk ve bulduğumuz için de şanslıyız.”

Harry homurdandı. “Evet, elli bin galleon değerinde bir şans, haklısın.”

Herkes donup kalmıştı.

“Senin düşündüğün bu mu, yani?” diye sordu Ginny. “Seni gidip teslim edeceğimizi mi düşünüyorsun? Başına konan ödülü istediğimizi mi zannediyorsun?”

Harry başını Ginny’ye doğru çevirdi. “İstemediğinizi mi söylüyorsun?”

Ginny ona ‘hıh’larken, konuşmaya devam edemeyecek kadar şokta görünüyordu. “Bildiğin herkesin açgözlü olduğunu ve seni elli bin galleon için Bakanlık’a teslim edeceğini düşünüyor olabilirsin, ama biz öyle insanlar değiliz,” dedi.

“Biz seni kimseye söylemeyi düşünmüyoruz,” dedi Ron. “Biz yalnızca sana yardım etmek istiyoruz.”

“Yardım etmek derken?” diye sordu Harry.

“Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen’i alt etmen için,” dedi Ron.

“Daha adını bile söyleyemiyorsun,” dedi Harry, dudaklarını bükerek. “Ayrıca, onu alt etmeyi planladığımı da kim söyledi?”

“Onu terk ettin,” dedi Hermione. “Bu şekilde saklanarak yaşıyorsun. Ona karşı koymayı planladığını inkâr edemezsin. Biz de sana yardım etmek istiyoruz.”

Harry bir süre onu süzdükten sonra, yeniden Ron’a döndü.

“Bana yardım mı etmek istiyorsunuz?” diye sordu.

Ron başıyla onayladı.

Harry onu bırakarak geriye çekildi. “Peki,” diye başladı, “ne yapacaksınız? Siz bana yardımcı olabilecek ne yapabilirsiniz ki?”

Ron ona yüzünde dalgın bir ifadeyle bakıyordu. Dönüp Hermione’ye bakınca, Harry de başını çevirip keskin yeşil gözlerini ona dikti.

“Hadi, söyleyin bana,” dedi Harry. “Siz, acınası derecede beceriksiz liseli çocuklar, bana nasıl yardım edebileceğinizi düşünüyorsunuz acaba?” Gözlerini Hermione’den ayırmıyordu. “Düello yapamıyorsunuz. Hatta daha sihrin özünü bile kavrayabilmiş değilsiniz ve Bakanlık’a ya da Zümrüdüanka Yoldaşlığı’na karşı koyacak hiçbir gücünüz yok. Kaldı ki, Voldemort’la ve onun Ölüm Yiyen’leriyle de savaşamaz, beni avlayıp öldürmek isteyen Seherbaz’ları da durduramazsınız. O zaman, bana nasıl olup da yardım edebilmeyi düşünüyorsunuz?” diye bağırdı Harry.

Hepsi sessizliğe gömülmüş, Harry’ye bakıyorlardı. Ne cevap verebilirlerdi ki?

“Haklısın,” dedi Hermione, usulca. “Hiçbirimiz düellolarda iyi değiliz. Ölüm Yiyen’lere karşı tek bir şansımız yok ve Seherbaz’ları da durduramayız.” Tereddütle, Harry’ye bir adım yaklaştı. “Ama yapabileceğim bir şey varsa, o da, seni Seherbaz’lar ile Ölüm Yiyen’lerden bir adım ileride tutmaya çalışmak.  Bu da, bu savaşta benim katkım olur.”

“Benim savaşımın seninle hiçbir ilgisi yok,” diye çıkıştı Harry.

“Senin kişisel savaşın beni ilgilendirmez, evet,” dedi Hermione. “Ama Büyücülük Dünyası’nın V-Voldemort’la olan savaşı, beni fazlasıyla ilgilendirir. Onun yok etmeye çalıştığı tür, benim türüm. Bu savaşı o kazanırsa, ilk öldürülecek olanlar Muggle’lar ve Muggle doğumlular olacak; Ron’un ailesi gibi, onları destekleyen aileler de ‘hain safkanlar’ olarak damgalanacak. Her birimiz avlanıp öldürüleceğiz.” Gözlerini Harry’den bir an olsun ayırmıyordu. “Hiçbir şey yapmadan oturup, kendi kaderim ile arkadaşlarımın kaderini başkasının ellerine bırakmak istemiyorum. Bu savaşı kaybetmekte olduğumuzu bile bile kenara çekilemem. Ben de dâhil olmak istiyorum. Geleceğimi güvenceye almak istiyorum. Bakanlık ile Yoldaşlık bize yardım edemez. Voldemort’u alt etmekte bir katkım bulunacaksa, elimden gelen her türlü yardımı yapmaya hazırım. Sana yardım etmek de buna dâhil. Büyücülük Dünyası’ndan temas kurman gereken insanlara ihtiyacın olacak. Biz hepimiz sana yardım edebiliriz. Sana savaş alanında yanında duracağımızı söylemiyorum. Burada yalnızca senin yanında durmak gibi basit şeylerde yardım edebileceğimizi söylüyorum.”

Harry’nin ifadesinden, Hermione’nin son sözlerine şaşırdığı anlaşılıyordu.

“Neden?” diye sordu. “Neden benim için burada olmak isteyesiniz ki? Biz arkadaş bile değiliz.”

Hermione hafifçe gülümsedi. “Henüz değiliz,” dedi, “ama daima umut vardır.”

Harry ona bakakalmıştı. “Yakalanırsanız neler olacağını biliyorsunuz, değil mi?” diye sordu. “Adı çıkmış bir suçluya yardım etmekten Azkaban’a gönderilirsiniz. Beni teslim etmediğiniz için cezalandırılırsınız.”

Azkaban’ın bahsi üzerine, Hermione’nin yüzü biraz solmuştu. “Onu da zamanı gelirse düşünürüz,” dedi.

Harry, gözlerini, önce Ron ile Ginny’ye dikip, ardından Damien’a çevirdi. Derin bir nefes aldı. “Hayır,” dedi, tekrar Hermione’ye dönerek. “Siz Azkaban’a gitme riskini göze almaya hevesli olabilirsiniz, ama ben sizi kendi pisliğime çekmeyeceğim.”

“Bu yalnızca senin pisliğin değil,” dedi Damien, sonunda konuşarak. “Bu hepimizin pisliği. Bu savaşta olan biten her şey hepimizi ilgilendiriyor.” Gülümsedi ve omuzlarını silkti. “Ben tüm bu pisliğin ortasında seni yalnız bırakmayacağım. Sen ne dersen de, sana yardım edeceğim.”

Ginny Damien’a baktıktan sonra, Harry ile göz göze geldi ve gülümsedi. “Dediği gibi,” dedi, Damien’ı işaret ederek.

“Sana bilgi sağlayabiliriz,” dedi Hermione. “Neye ihtiyacın olursa. Bakanlık’taki gelişmeleri, Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nda olan bitenleri, her şeyi.”

Harry Hermione’ye döndü. “Yoldaşlık mı?” diye sordu. “Onların toplantılarına erişebiliyor musunuz?”

Hermione ‘hayır’ dercesine başını salladı. “Hayır, ama toplantıların içeriği konusunda bilgi edinebiliriz.”

Harry’nin aklına bir anda tanık olduğu bir konuşma geldi; Bella ile Lucius’un Peter Pettigrew ile ilgili konuşmalarını ten renkli cisim sayesinde dinleyebilmişti. Yalanları da bu sayede ortaya çıkmaya başlamıştı. Harry aklını toplamaya çalıştı. Yeniden yas tutmanın sırası değildi, özellikle de şimdi.

Ona yaptıkları teklifi düşündü. Yoldaşlık’ta ve Bakanlık’ta olan gelişmeleri öğrenebilirdi. Harry, Draco’nun Ölüm Yiyen’ler ile ilgili ona verdiği bilgiler sayesinde, onların yoluna çıkmadan saklanmayı başarabiliyordu. Eğer onlar da Yoldaşlık ve Bakanlık ile ilgili aynı şeyi yapabilirlerse, Harry’ye son derece yardımı dokunurdu.

Harry önünde duran dört çocuğa da bakıp ardından iç geçirdi.

“Beni sakın buna pişman etmeyin,” dedi ve dördü birden rahat bir soluk verip sevinç nidaları attılar.

* * *

Hermione her şeyi planlamıştı. Harry ile haftada üç kez buluşacaklardı. Bu üç buluşma da ders çalışma saatlerinde yapılacaktı. Hermione ailesine Kovuk’a gittiğini söylerken, Damien, Ron ve Ginny ise Hermione’nin evine gittiklerini söyleyeceklerdi.

Harry bulunduğu yeri değiştirmişti. Artık Hermione’nin evinden oldukça uzak, başka turistik bir handa konaklıyordu; onlar da hana gidebilmek için Muggle taksisi kullanıyorlardı.

Bugün ilk buluşmalarıydı ve Damien hariç, hepsi Harry’nin yanında kendilerini oldukça gergin hissediyorlardı. Odanın içine girip orada öylece durdular. Harry kapıyı kilitledikten sonra, gergin duran dörtlüye döndü.

“Pekâlâ? Oturun,” dedi Harry.

Dördü birden yatağın üzerine çöktüler. Harry onlara yüzünde sinir olmuş bir ifadeyle baktı. Bu sefer de, dördü de aynı anda yataktan kalkıp yere oturdular. Harry yine sinirle iç geçirdi ve elini salladı. Gardırop ile şifonyer Biçim Değiştirip beş sandalyeye dönüştüler. Hermione, Harry’nin Biçim Değiştirme yeteneği karşısında tamamen afallamış bir halde, ihtiyatla sandalyelerden birine oturdu.

“Pekâlâ, öncelikle şunu konuşalım,” dedi Harry; sandalyesini şimdilik görmezden gelerek önlerinde ayakta duruyordu. “Bana yardım etmekte ısrar ediyorsunuz madem, Voldemort’u benim yok etmeyeceğimi de bilmeniz gerekir. Ben kimsenin askeri değilim, ne Voldemort’un ne de –katiyen– Dumbledore’un. Büyücülük Dünyası ile ilgilenmiyorum. Bu savaşla da ilgilenmiyorum. Benim tek istediğim, intikam.”

“Peki, onu alt etmeden nasıl bir intikam almayı düşünüyorsun?” diye sordu Hermione.

Harry sandalyesini çekerek oturdu. “Basit,” dedi, “en çok önemsediği şeyi elinden alarak.”

Hermione’nin kafası karışmıştı. Ron da düşüncelerinde kaybolmuş gibi görünüyordu. Damien ile Ginny ise birbirlerine bakıp sessizce omuzlarını silktiler.

“Voldemort’un sevdiği bir şey varsa, o da yenilmez olma fikri,” dedi Harry. “Bir zamanlar, ona ölümsüzlük veren şeyi gerçekleştirdi. Ölümsüzlüğü, onun hayatında önemsediği en büyük şey ve benim de yok etmeyi planladığım şey.”

Ron elini kaldırdı. “Anlamadım,” dedi, “nasıl ölümsüz olunabilir ki?”

“Hortkuluk’lar yaratarak,” dedi Harry. “Hortkuluk, içine ruhundan bir parça koyduğun nesnelere verilen ad. Hortkuluk’ların güvende olduğu sürece, öldürülemezsin.” Harry korkunun içlerine işlemesi için onlara bir dakika verdi. Ve sonra ekledi: “Voldemort’un yedi Hortkuluk’u var.”

“Yedi mi?” diye sordu Ron. “Yedi mi? Benimle kafa mı buluyorsun?”

“Evet,” diye cevapladı Harry, kuru bir sesle. “Seni keklemek için hep bu anı bekliyordum.” Başını iki yana sallayarak devam etti: “Hortkuluk’larının ne olduğu konusunda pek bir bilgim yok, ama bir tanesinin içinde olduğunu biliyorum, o yüzden bunu eleyebiliriz.” Sözlerini sürdürmeden önce yerinde huzursuzca kıpırdandı. “İkincisi ise gümüş bir kolyenin içindeydi. Onu da listeden çıkarabiliriz.”

“Neden? Ona ne oldu?” diye sordu Ginny.

“Yok ettim,” diye cevapladı Harry, sadece.

Damien Harry’ye baktı. “Senin daha önce üzerinde taşıdığın o kolyeden mi bahsediyorsun?”

Harry Damien’a dönüp başını sertçe salladı. “Evet,” deyip hızla konuşmasına devam etti: “Yani, geriye beş Hortkuluk kaldı. Ne olduklarını da, nerede olduklarını da bilmiyorum.”

Hermione hızla başını kaldırıp Harry’ye baktı. “Bu kadar mı yani? Bu Hortkuluk’ların ne olduğuna ya da nerede olduklarına dair hiçbir fikrin yok mu? O zaman, onları nasıl olup da bulmayı planlıyordun?” diye sordu.

“Büyücülük Dünyası’nın tamamı peşimdeyken, izlerini sürmeye pek fırsatım olmadı,” diye yanıtladı Harry.

Hermione’nin yüzü kızarmıştı. “Üzgünüm,” dedi. Bir anda duraksayarak kaşlarını çattı. “Bir dakika… Hortkuluk’lar… Onları bir yerden duymuştum ya da en azından bahsedildiğini duymuştum.”

“Hiç sanmıyorum,” dedi Harry. “Hogwarts’ta kimse size Hortkuluk’ları öğretmez. Bu, sihrin en karanlık noktasıdır. Bir Hortkuluk yapabilmek için can almalı ve bunu da soğukkanlılıkla yapmalısınız.”

Ginny’nin üzerinden bir titreme geçti.

Hermione hâlâ düşüncelerinde kaybolmuş görünüyordu; Hortkuluk’ları nereden duyduğunu hatırlamaya çalışırken kahverengi kaşları çatılmıştı. Sonra, Hermione’den ansızın küçük bir “oh!” sesi yükseldi ve heyecanla dönüp Ron’a baktı. “Ron, Kovuk’ta ders çalıştığımız o günü hatırlıyor musun? Fred ile George, bir önceki gece Yoldaşlık’ın toplantısını dinlemek için Uzayan Kulaklık’ları kullanmaya çalıştıklarını söylemişlerdi. İşte, orada, Hortkuluk’lardan bahsettiler. Hatta kelimeyi ne kadar gülünç bulduklarını söylemişlerdi, hatırladın mı? Kelimeyi duyduklarında gülme krizine girdikleri için Mrs Weasley onları duymuş, sonra da Hortkuluk’lar ile ilgili daha fazlasını duymamaları için Uzayan Kulaklık’larına el koyarak onları kovmuştu. Hatırlamıyor musun?”

“Evet, aslında hatırlıyorum,” diye cevapladı Ron. “Hortkuluk’ların sivri dişleri olan küçük hayvanlar olduğunu ve Yoldaşlık’ın onları Ölüm Yiyen’lerin üzerine salmayı planladıklarını sanmışlardı…” Ron bir anda sustu ve başını çevirip yüzünde bir utanç ifadesiyle Harry’ye baktı. “Şaka yapıyorlardı, kesin,” dedi.

“Kesin,” dedi Harry; ses tonundan sabırsızlığı anlaşılıyordu.

“Neyse, devam edelim,” dedi Damien, hemen.

“Yani, bu demek oluyor ki, Dumbledore ile Yoldaşlık’ın bu Hortkuluk’lardan haberi var,” dedi Hermione. “Muhtemelen, onlar da Hortkuluk’ların peşinde.”

“Bulmaları kolay olmayacak,” dedi Harry. “Voldemort onları en korunaklı ve en güvenli yerlerde saklıyor. Zerre şansları yok.”

“Toplantılarında bahsettiklerine göre,” dedi Hermione, “Yoldaşlık’ın bir şeyler bildiği ortada.”

“Babam ile Profesör Dumbledore’u kolyeden konuşurken görmüştüm,” dedi Damien, itiraf ederek. “Hakkında konuştuklarına bakılırsa, onun bir Hortkuluk olduğunu biliyorlardı, demek.”

Harry kafasında bir şeyler düşünüp taşınıyor gibiydi; ardından, Hermione’ye baktı. “Bana yardım etmek istiyordunuz, değil mi?” diye sordu. “O zaman, size ilk görevinizi veriyorum.” Gözlerini dördünün üzerinde gezdirdi. “Yoldaşlık’ın Hortkuluk’larla ilgili sahip olduğu tüm bilgileri bana getirin.”

* * *

Birkaç gün sonra, Grimmauld Meydanı’nda yeni bir Yoldaşlık toplantısı yapılacaktı. Hermione ile diğerleri bir plan hazırlamışlardı. Ancak, tek sorun, Weasley ikizlerini fark ettirmeden plana dâhil etmenin bir yolunu bulmaktı.

Hermione, Ron, Ginny, Damien ve Weasley ikizleri, toplantı günlerinde onlar için hazırlanan odanın yolunu tuttular. Bugünlerde Hogwarts kapalı olduğu için, Sirius sık sık Damien ile Weasley’leri toplantı sonunda birlikte akşam yemeği yemek için davet ediyordu.

Odanın kapısı kapanır kapanmaz, plan uygulanmaya başladı.

“Ginny,” diye başladı Hermione, ona doğru yürüyüp yanına oturarak. “Reşit olduğunda ne yapmayı düşünüyorsun?”

“Hmm, Fred ile George’a katılırım diye düşünüyordum; hani, şu şaka dükkânı planları. Eğlenceli olacağa benziyor,” diye cevapladı Ginny.

“Gerçekten mi?” diye sordu Hermione, burnunu kırıştırarak. “Sence de bu biraz şey değil mi… saçma? Yani, neden vaktini ve yeteneğini böyle bir şeye harcayasın ki? Sende çok daha fazla potansiyel var. Biraz daha anlamlı bir şey yapmalısın.”

İşte bu, Fred ile George’un dikkatini üzerlerine çekmeye yetmişti. Yerlerinde dönüp Hermione ve Ginny ile yüz yüze geldiler.

“O da ne demek?” diye sordu Fred. “Şaka dükkânı açmanın vakit ve yetenek kaybı olduğunu mu düşünüyorsun?”

“Ginny canı ne isterse onu yapabilir,” dedi George.

“Tabii ki, yapabilir,” dedi Hermione. “Ben sadece onun sihriyle daha… yapıcı bir şey yapması gerektiğini söylüyorum, hepsi bu.”

“Ne gibi?” diye sordu Fred. “Hem, sen ne yapacaksın, Hermione? Milleti saçma sapan, faydasız bilgilerle mi boğup duracaksın? Yoksa sihrinle yaratıcı bir şeyler mi yapacaksın?”

“Yaratıcı olmanın kötü bir yanı yok,” dedi Hermione. “Ama dürüst olmam gerekirse, sizde bir iş yürütecek kadar yaratıcılık olduğunu da sanmıyorum.”

İşte olmuştu. Fred ile George ayağa fırlamışlardı.

“Ne?” diye bağırdı Fred.

“İş yürütmekten sen ne anlarsın ki?” diye sordu George.

“Pekâlâ, çocuklar,” diyerek araya girdi Ron. “Biraz sakin olun. Hermione doğru söylüyor.”

“Ne yani, sen de mi ona katılıyorsun?” diye sordu George. “İşi yürütebileceğimize inanmıyor musun?”

“Herhangi bir işi yapabilirsiniz, belki,” dedi Ron, “ama şaka dükkânı? Ondan pek emin değilim.”

İkizler bön bön ona baktılar. “Sen aklını mı kaçırdın?” diye sordular, hep bir ağızdan.

“Siz çocuklar gayet iyisiniz, beni yanlış anlamayın,” dedi Ron. “Ama bir şaka dükkânını işletebilecek kabiliyette misiniz, işte onu bilmiyorum. Şakalarınız çok iyi, ama yeterince iyi değil.”

Fred ile George neredeyse bir dakika boyunca hiçbir şey söylemediler. Sonra, Ginny’ye döndüler.

“Gidelim,” dedi Fred.

Ginny süratle ayağa kalktı. İkizler onunla birlikte odadan çıkarken kapıyı arkalarından sertçe kapattılar.

Hermione Ron ile Damien’a baktı ve üçü birden sırıttılar.

“İyi gitti,” dedi Damien. “Zokayı yuttular.”

Emma Watson

“Evet.” Hermione’nin yüzünden gülümsemesi silinmişti. “Fred ile George’a karşı kendimi kötü hissediyorum gerçi. Kırgın görünüyorlardı.”

“Merak etme, atlatırlar,” dedi Ron. “Ama ondan önce, ellerinden gelen her şeyi deneyeceklerdir.”

“Umalım, planın bir sonraki aşaması da yolunda gitsin,” dedi Damien.

Yalnızca on beş dakika geçmişti ki, planın ikinci aşaması da gerçekleşti. Ron, Hermione ve Damien, birinci kattan, ikizlerin panikle bağırdığını ve Ginny’nin korku dolu çığlıklar attığını duydular. Hermione ile diğer ikisi hızla birinci kata doğru koştular. Karşılaştıkları görüntü karşısında dehşete düşmüşlerdi. Tüm bunlar planlanmış olsa da, izlemesi yine de hiç kolay değildi.

Ginny yerde yatıyor, ağzından, burnundan ve kulaklarından kanlar fışkırıyordu. Fred ile George kanı durdurmak için her yolu deniyor, ama durduramıyorlardı.

“Ne yaptınız?” diye bağırdı Ron, Ginny’nin yanına koşarken. “Ginny? Ah Tanrım!”

“Ne olduğunu bilmiyorum!!” diye bağırdı Fred, gözyaşları içerisinde. “Biz sadece basit bir şaka deneyecektik, ama – ama bir şeyler ters gitti. Durmuyor!

Hermione’nin vücudunu terler basmıştı. Ginny’nin ağzına küçültülmüş kan dolu bir tüpü yerleştiren kendisi olduğu için, onun iyi olduğunu biliyordu. Ginny’nin tek yapması gereken, ağzının içindeki tüpü ısırması ve şişedeki sahte kanın akmasını sağlamasıydı. Ama yine de, onu kanlar içinde yerde yatarken ve inlerken görmek, oldukça can sıkıcıydı.

Hermione bu fikri, Fred ile George’un Bayıltan Lezzetler’inden almıştı; Burun Kanatan Pastilleri kullanmış olsalar da, Hermione bu fikri bir adım daha ileri götürüp iksiri hazırlamak için de aynı reçeteyi kullanmıştı. Kan da sorun değildi, çünkü Hermione sahte kanı bir Muggle şaka dükkânından tedarik etmişti. Tek yapması gereken, basit bir tekrarlama büyüsüydü ve kan böylelikle tüpe dolmaya devam edecekti. Tüp on iki kez dolup akmayı sürdürecek ve böylelikle, Hermione’ye planın bir sonraki aşaması için birkaç dakika kazandıracaktı.

Damien Hermione’yi kolundan çekerek onu sersemlemiş halinden çekip aldı.  Birlikte toplantı odasına doğru koştular. Hermione’nin kapıyı çalmasına bile gerek kalmamıştı. Mrs Weasley yüzü mosmor olmuş bir halde kapıyı ardına kadar açmıştı.

“Merlin aşkına, neler oluyor?” diye sordu.

“Mrs-Mrs Weasley, G-Ginny! Ginny’ye bir şey oldu,” dedi Hermione, kekeleyerek.

Mrs Weasley derhal kızına doğru koştu. Birkaç saniye sonra ise, onun dehşet dolu çığlığı Yoldaşlık üyelerini de harekete geçirmiş, koşarak salona inmeye başlamışlardı.

James ile Lily, Damien’ın önünde sorgulayan yüzlerle durdular, ama kargaşayı duyunca onlar da diğerlerinin ardından neler olduğunu görmek için koşup uzaklaştılar.

Son Yoldaşlık üyesi de odadan çıktığı anda, Hermione ile Damien içeri sızdılar. Hermione küçük kayıt küresini çıkarıp küçülterek odadaki perdelerde bulunan küçük kıvrımlardan birinin içine yerleştirdi. Böylelikle, kimse burada bir şey olduğunu sezmeyecek, kazara bile olsa fark etmeyecekti.

Tam Hermione Damien’ı tutup odadan çıkmak üzereydi ki, masanın üzerinde duran bir parşömen tomarı gözüne çarptı. Hermione, üzerinde bedeni birbirine dolanmış, parlak yeşil gözlere sahip iki kafalı bir yılanın bulunduğu gümüş bir kolyenin çizimini gördü. Kolyeyi tanımıştı. Bunu Harry’nin üzerinde görmüştü. Bu, Harry’nin yok ettiği Hortkuluk’tu.

Hermione’nin gözleri büyüdü. “Damien, o, sanırım Hortkuluk’ların olduğu defter.”

“Ne?” Damien dönüp masaya baktı.

Hızla oraya gidip üzerinde Dumbledore’un tanıdık el yazısını gördükleri parşömen tomarlarını karıştırdılar ve onun yanında, küçük bir defter buldular.

“Hermione, bu… bu tamamen Hortkuluk’larla ilgili,” dedi Damien. “Ama hepsine bakacak vaktimiz yok.”

Hermione asasını deftere ve parşömenlere doğrultarak bir büyü mırıldandı.

Mavi bir ışık kitabı kapladı. Damien daha ona ne yaptığını soramadan, oda bir ışıkla aydınlanmıştı. Işık söndüğünde, Damien masada defter ile parşömenlerin birer kopyalarının durduğunu gördü. Afallamış bir halde dönüp Hermione’ye baktı. Hermione yalnızca birkaç saniye içinde hepsinin kopyalarını çıkarmıştı.

Hermione kopyaları kaptığı gibi cebine tıkıştırdı ve Damien’la ele ele tutuşarak odadan koşarak dışarı çıktılar. Profesör Dumbledore’u Ginny’nin yanında diz çökmüş bir halde buldular; Ginny’nin kanaması durmuş, yerde öylece hareketsiz yatıyordu. Fred ile George, Mr ve Mrs Weasley’nin yanında gözyaşları içerisinde duruyorlardı. Bill ile Percy aralarında tartışıyor, Ginny’yi hastaneye götürmek ya da karargâha bir Şifacı getirmek arasında bir karar vermeye çalışıyorlardı.

Hermione, Ron ile göz göze gelip küreyi yerleştirmeyi başardıklarını gösterircesine hafifçe başını salladı.

Ron Ginny’nin yanına diz çöküp eline dokundu; Ginny’ye artık uyanması gerektiğinin sinyalini vermişti.

Ginny inledi; halsiz ve acı çekiyormuş gibi davranarak yattığı yerden doğrulup oturdu.

“Ne oldu?” diye sordu, kısık bir sesle.

“Ah, Tanrım, Gin, biz çok özür dileriz,” dedi Fred.

“Sende böyle bir tepkiye yol açacağını düşünmemiştik,” diye ekledi George.

“Onu hastaneye götürmeliyiz,” dedi Bill.

“Hayır,” dedi Ginny, Ron’un elini tutup kendini ayağa kaldırarak. “Ben iyiyim. Sadece… biraz başım dönüyor.”

“Şaşırmadım,” dedi Percy. “Çünkü kan kaybettin. Size söylüyorum, bir Şifacı’ya ihtiyacımız var.”

“Şifacı falan istemiyorum,” dedi Ginny. “Sadece eve gitmek istiyorum.”

Mr ve Mrs Weasley aceleyle Ginny’yi alıp kapıya doğru götürdüler. Ron, ailesi ile birlikte karargâhtan ayrıldı ve Damien ile Hermione de toplantı bitene kadar odalarına çekilmek için izin istediler. Damien, yakalanacak korkusuyla, kimseyle göz teması kuramıyordu. Annesi ile babası bir şey fark etmemiş gibi görünüyorlardı; ama Damien, Profesör Dumbledore’un ona ve Hermione’ye yüzünde tuhaf bir ifadeyle baktığını fark etmişti. Ancak, hiçbir şey söylememişti.

Damien ile Hermione odaya geçip koca bir rahatlama hissiyle aynı anda kendilerini yere bıraktılar.

“Başardık,” dedi Hermione; sesinden, Damien kadar, onun da şaşırdığı anlaşılıyordu.

Yoldaşlık’ı kandırmayı başarıp Hortkuluk’larla ilgili bilgi toplamayı başarmışlardı. Toplantının geri kalanı, küre tarafından kaydedilecek, sonra da onu alıp Harry’ye götüreceklerdi. Tüm bunların yanında, Hermione Yoldaşlık’ın içinde Hortkuluk’lar ile ilgili sahip olduğu tüm bilgilerin bulunduğu parşömenlerin birebir kopyalarını çıkarmayı da başarmıştı.

“O kopyaları nasıl çıkardın, Hermione?” diye sordu Damien. “O büyüyü nereden öğrendin?”

Hermione kopyaladığı defter ile parşömenleri çıkardı. “Büyüyü bana Profesör McGonagall öğretmişti; o dönem, Biçim Değiştirme dersinde ikinci sınıflara yardım ediyordum. Böylece, notlarımı her seferinde yeniden yazmam gerekmemişti. Ama büyüyü kimseye öğretmemem konusunda sert bir uyarı almıştım.”

“Niye ki?” diye sordu Damien.

Hermione ona bir bakış attı. “Hadi ama, Damy, Ron’a her belgenin birebir kopyasını çıkarabildiğim bir büyü bildiğimi söylesem, neler olacağını hayal edemiyor musun? Bir daha asla not tutmazdı. Benim notlarımın kopyalarını çıkarıp dururdu.”

Damien başını iki yana salladı. Hermione’nin elinde tuttuğu parşömenlere baktı. Voldemort’un Hortkuluk’larıyla ilgili bu kadar çok şey bulduklarına inanamıyordu. Yüzünde bir sırıtışla Hermione’ye döndü.

“Bir sonraki buluşma için sabırsızlanıyorum. Harry bundan çok etkilenecek!”

* * *

Harry, küçük otel odasında, dört çocuğun arasında oturuyordu. Önünde, öldürdüğü Jason Riley’ye ait güncenin kopyası ile Dumbledore’un aldığı notlar duruyordu. Damien bunları nasıl ele geçirdiklerini anlatırken, Harry sessizce oturmuş, onu dinliyordu. Kayıt küresi de Harry’nin önünde duruyordu. Damien küreyi geri almak için Görünmezlik Pelerini’ni giyerek odaya sızmıştı.

Harry hiçbir şey söylemedi. Dürüst olması gerekirse, bu dört Gryffindor’dan görevi başarmalarını hiç beklemiyordu. Aksine, başarısızlığa uğrayıp cesaretlerini kaybetmelerini ve onu yalnız bırakmalarını ummuştu. Her birinin gururla parlayan yüzlerine baktı ve içten içe homurdandı.

Damien

“Ee?” dedi Damien, sırıtarak. “Ne düşünüyorsun, Harry? İlk görevimiz için hiç de fena değil, ha?”

Harry cevap vermedi. Günceyi eline alıp açtı. Defteri tutarken kendini oldukça tuhaf hissetti. Jason Riley’yi Harry öldürmüştü ve bunu yaparken de en ufak bir vicdan azabı dahi çekmemişti. Adam alçaklık yapmıştı. Bir sürü mutsuzluğa ve ölüme yol açmakla sorumluydu. Riley, Lord Voldemort’a ihanet ettiği için Harry tarafından öldürülmüştü. Şimdi ise, Harry Voldemort’un ihanetinin intikamını almak için Riley’nin çalışmasını kullanıyordu.

Günce, Hortkuluk’ların ne olabileceği ile ilgili fikirlerle doluydu. İçinde kesin olan hiçbir şey yoktu. Riley yalnızca iki tanesinin Hortkuluk olduğuna emindi: Slytherin kolyesi ve düz siyah bir günce.

“Ee, Harry?” diye seslendi Damien.

Harry başını kaldırıp onlara baktı.

“Bir şey söylemeyecek misin?” diye sordu Damien.

Harry günceyi kapatıp masanın üzerine koydu.

“Daha önce de söylediğim gibi, kolye listeden çıkarıldı. Siyah günceye gelince, onun ne olabileceğine dair bazı düşüncelerim var. Buna gelince ise,” Harry masadaki günceyi gösterdi, “içinde, Hortkuluk’ların ne olabileceğine dair tahminlerden ve fikirlerden başka hiçbir şey yok.”

“Ama yine de iyice bakmalıyız,” dedi Ginny. “Belki içinde bazı sağlam ipuçlarına rastlarız.”

Beşi birden küçük masanın etrafında toplanıp parşömenleri incelemeye koyuldular.

“Bu Riley denen adamın belli ki çok fikri var,” dedi Ron, yazılı sayfaları karıştırırken.

“Kim olduğunu merak ediyorum,” dedi Damien. “Hortkuluk’lar hakkında nasıl bu kadar şey bildiğini de.”

“O bir Ölüm Yiyen’di,” diye cevapladı Harry, başını incelediği parşömenlerden kaldırmadan.

Dördü birden başlarını çevirip Harry’ye baktılar.

“Ölüm Yiyen mi?” diye sordu Damien. “Yani, artık Ölüm Yiyen değil mi?”

“Değil,” dedi Harry.

“Bıraktı mı?” diye sordu Damien, umutla. “Yoksa emekliye mi ayrıldı?”

“İkisi de değil,” dedi Harry.

Dört çocuk da birbirlerine huzursuz bakışlar atsalar da bir şey söylemediler. Harry’nin ne demek istediğini anlamışlardı, ama Riley’nin başına gelenleri Harry’nin nereden bildiğini bilmek istemiyorlardı; o yüzden, tüm dikkatlerini yeniden güncenin sayfalarına verdiler.

“Şunu dinleyin,” dedi Hermione, eline günceyi alarak. “Burada diyor ki, ‘bu Hortkuluk’ların ne olduğunu kesin olarak bilen kimse olmasa da, kesin olan bir şey var: Hortkuluk’ların dördü çok güçlü dört Cadı ve Büyücü’ye ait nesnelerden oluşuyor. Bu dörtlünün kim olduğu ise daha tuhaf. Bunlar, Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu’nun dört kurucusundan başka kişiler değil. Salazar Slytherin’e ait yılan biçimli kolye dışında, Karanlık Lord’un hangi nesneleri kullandığı henüz bilinmemekte. Diğer üçü ise her şey olabilir.’

“Bir dakika.” Ron elindeki parşömen tomarını karıştırıp içinden bir tanesini çıkardı. “Şuna bakın, şu harflere.”

Harry parşömeni aldı ve üzerinde Dumbledore’un karalamış olduğu sekiz tane harf gördü.

GGSSHHRR

“Bu benim düşündüğüm şey mi?” diye sordu Ron.

“Baş harfleri,” dedi Harry, o da fark ederek. “GG Godric Gryffindor, SS Salazar Slytherin, HH Helga Hufflepuff ve RR Rowena Ravenclaw.”

“Neden onlar?” diye sordu Damien, yüzünde bir iğrenme ifadesiyle. “Yani, neden Hogwarts’ın kurucuları?”

“Onlar yalnızca Hogwarts’ın kurucuları değildiler,” dedi Harry. “Aynı zamanda, çok güçlü cadı ve büyücülerdi. Çoğu büyücünün bugün bile sahip olmadığı saf bir büyü gücüne sahiplerdi. Voldemort onların her birine ait birer nesne kullanmış olmalı. Gayet mantıklı. Nesnelerin, gücü temsil eden şeyler olmasını isterdi.”

“Ama soru şu ki, Voldemort kurucuların hangi eşyalarını kullandı?” dedi Ginny. “Onların neler olduğunu nasıl bulacağız? Hogwarts kurucularına ait olduğu söylenen yüzlerce eşya olabilir. Her birinin izini sürmeye kalksak, araştırmaya nereden başlayabiliriz ki?”

“Her birinin izini sürmemize gerek yok,” dedi Harry. “Burada Voldemort’tan bahsediyoruz. Ruhunun bir parçasını bir nesneye koyacaksa, dev bir tarihi güce sahip olanını seçeceğinden emin olabilirsin. Dört kurucuya ait olduğu söylenen çok sayıda nesne var, ama aslında öyle değiller.” Harry parşömeni eline aldı. “Bunları kolaylıkla bulabilirim. Tek yapmam gereken, gerçek olanları sahte olanlardan ayırmak. Ayrıca, nesnelerin kendileri oldukça gösterişli olmalı. Öbür türlüsüne razı olmazdı.”

Harry ayağa kalkarak yatağın yanındaki duvara doğru yürüdü. Asasını salladı ve elindeki parşömen havada süzülüp kendini duvara yapıştırdı.

“Hogwarts’ın kurucuları,” dedi Ron, başını iki yana sallayarak. “Buna hâlâ inanamıyorum. Neden Hogwarts? Hiç mantıklı değil.”

“Çok mantıklı,” dedi Harry.  Arkasına dönüp Ron’a baktı. “Hogwarts’ı sevdiğini her zaman söylerdi. Hogwarts onun için çok şey ifade ediyor. Babamın kendini gerçek anlamda ait hissettiği ilk yer.”

Harry Damien’ın yüzündeki ifadeyi görünce durdu. Biraz sonra ise Voldemort’a ‘baba’ diye hitap etmiş olduğunu fark etti. Bunu bilerek yapmamıştı. Voldemort’tan bahsederken ismiyle hitap etmeye hep özen gösteriyordu, ama bu sefer ki, yalnızca ağzından kaçmıştı.

Odadaki sessizlik sinir bozucuydu. Diğer üçü yerlerinde huzursuzca kıpırdanıp birbirlerine bakışlar attılar, ama kimse konuşmadı.

Damien boğazını temizledi. “O zaman, sence, Hortkuluk yapmak için hangi nesneleri kullandı?”

Harry cevap vermeden önce bir süre durdu: “Hiçbir fikrim yok.”

“Pekâlâ, anlaşılan, yine aynı noktaya geldik,” dedi Hermione, yüzünde bir gülümsemeyle. “Kuruculara ait meşhur ve güçlü nesnelerin ne olduğu ve nerede oldukları ile ilgili biraz araştırma yapabiliriz. Ardından ise, Hortkuluk’a dönüştürülmüş olma ihtimali en yüksek olanların üzerinde çalışırız.”

Harry huzursuz görünüyordu. Onların özellikle bu işe bulaşmalarını istemiyordu.

“Gelecek hafta aynı gün, aynı saatte buluşabiliriz, ben de yanımda bazı kitaplar getiririm,” dedi Hermione. “Eski gazetelerin olduğu arşive bir göz atıp içlerinde Hogwarts kurucularına ait eserlerden bahsedilip bahsedilmediğine bakarım. Ah, bahse girerim, Hogwarts: Bir Tarih’te bununla ilgili tonla kaynak vardır. Bende bir yerlerde yedek bir kopyası olduğuna eminim…”

Harry onlara dâhil olmalarını istemediğini söylese bile, Hermione’nin kendini durdurabileceğini hiç sanmıyordu. O yüzden, çenesini tutup başını onaylarcasına hafifçe salladı.

* * *

Karanlık Prens: İçimdeki Karanlık #51: Hufflepuff’ın Kupası okumak için tıklayın!

Çeviren: Tuba Toraman

1 Yorum

Bir Yorum Ekle

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir