Karanlık Prens: İçimdeki Karanlık #51: Hufflepuff’ın Kupası

Karanlık Prens: İçimdeki Karanlık #51: Hufflepuff'ın Kupası

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

48. BÖLÜM

49. BÖLÜM

50. BÖLÜM

Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı öldürmeyip kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin elli birinci bölümü!

bölüm 51

Hufflepuff’ın Kupası


Üç hafta geride kalmıştı ve Hermione, Ron, Ginny ve Damien Harry ile gizli gizli buluşmalarına devam ediyorlardı. Hermione diğer üçünü Diagon Yolu’ndaki kütüphanede vakit geçirmek için yanında sürüklemişti. Hogwarts kurucularına ait tarihi bilgiler içeren tüm kitapların kopyalarını çıkarmış, sihir değeri olan ne kadar nesne varsa hepsiyle ilgili buldukları tüm bilgileri toplamışlardı. Ancak, üzülerek görüyorlardı ki, bu nesnelerden çok ama çok sayıda vardı.

“Tüm bu listeyi nasıl daraltacağız, bilmiyorum,” dedi Hermione, Harry’nin Biçim Değiştirerek oluşturduğu masanın üzerine yığılmış sayısız parşömene bakarken. “Çok fazlalar.”

“Neden daraltamayalım ki?” dedi Damien. “Hortkuluk olmak için yeterince görkemli olmayanları listeden çıkarsak yeter. Sonra da, geriye kalanlara bakarız.”

Böylelikle, hepsi bu son derece zahmetli işe başlayarak parşömenleri ikiye ayırmaya koyuldular. Bu iş neredeyse üç saatlerini almıştı; ama işin sonunda, artık, elenen parşömenler yerde yığılmış dururken, işe yarar olanları ise masada duruyordu.

“Pekâlâ,” dedi Ron, başını dağınık masadan kaldırıp bakarak, “şimdi ne yapıyoruz?”

Harry bir şey söylemeden ayağa kalktı ve karşılarında duran boş duvara doğru yürüdü. Asasını çıkardı ve dönüp masaya doğrulttu. Masada duran parşömen ruloları ile –çoğunlukla Hermione ile Ginny’nin aldığı– notlar havaya süzülerek duvara doğru uçtular. Harry onları sessiz bir büyüyle duvara yapıştırıyordu.

Çok kısa bir süre sonra, dördü de Harry’nin ne yapmaya çalıştığını anlamıştı. Notları beş kola ayırıyordu: dört kol Hogwarts kurucuları için, bir kol ise diğer nesneler için.

İlk ayağa kalkan Hermione oldu, diğerleri de onu takip ettiler. Harry’nin arkasına gelerek, duvarda Hortkuluk’ları araştırmak için oluşturduğu panoya baktılar. Harry de duvardan geri çekildi ve bir süre hiçbiri bir şey söylemedi. Yalnızca önlerinde asılı duran bilgileri inceliyorlardı. Sonra, yavaşça, Harry asasını salladı ve Slytherin’in iki başlı yılan kolyesinin resmedildiği çizimin üzerinde kırmızı bir çarpı işareti oluştu. Bu, Harry’nin aylardır boynunda taşıdığı ve ilk yok ettiği Hortkuluk’tu.

Harry arkasını dönerek dördüne de yüzünde ciddi bir ifadeyle baktı.

“Daha neyi bekliyorsunuz?” diye sordu. “Hortkuluk’ların peşine düşme zamanı.”

* * *

O günden sonraki üçüncü buluşmaya kadar, Harry ve destekçileri işe yarar hiçbir şey bulamamışlardı. Beşi de duvarın üzerine asılmış Hortkuluk adaylarından birer nesne seçmiş, onları Hermione ile Harry’nin getirdiği kitaplarda sessizce araştırmaya gömülmüşlerdi ki, Ginny yerinde doğruldu.

“Şunu dinleyin,” dedi. “Helga Hufflepuff’a ait olduğu söylenen en meşhur nesne, nesilden nesle aktarılan Hufflepuff ailesinden kalma bir yadigâr olarak bilinir. Üzerinde aile armasının kazılı olduğu, Hufflepuff yadigârı, küçük, gümüş renkli kupanın zamanımızın en değerli yadigârlarından biri olduğu söylenir.” Ginny pasajı okumayı bitirip Harry’ye baktı. “Biri bu olsa gerek, değil mi? Yani, Hufflepuff’a ait Hortkuluk olarak kullanılabilecek başka pek bir şey yok.”

Harry uzanıp Ginny’den kitabı aldı ve onun okuduğu kısmı içinden bir kez daha okudu. Ginny haklıydı. Nesnenin betimlemesi aradıkları şeye mükemmelen uyuyordu: Büyücülük tarihinin sembolü olan ve Hogwarts kurucularından birine ait paha biçilemez bir nesne. Hermione ise hemen başka bir kitabı karıştırmaya koyulmuştu.

“Onun bir Hortkuluk olduğunu sanmıyorum, Ginny,” dedi, iç geçirerek.

“Ne? Neden?” diye sordu Ginny.

“Çünkü o nesne Sihir Bakanlığı’nda tutuluyor.” Hermione kitabı onlara döndürerek Bakanlık’ın emanet kasasında bulunan tüm değerli nesnelerin listelendiği bir makaleyi gösterdi. “Her zaman oradaymış.”

Ginny süngüsü düşmüş görünüyordu. Sonunda Hortkuluk’lardan birinin ne olduğunu bulduğunu sanıp ümitlenmiş, ama ümidi aynı hızla sönmüştü. Ancak, şimdi, Harry makaleye daha da yakından bakıyordu. Harry önce gülümsedi, ardından ise hafifçe kıkırdadı.

“Ee… Harry? İyi misin?” diye sordu Damien.

“Muazzam,” dedi Harry, Damien’a dönerek. “Kupa olabilecek en güvenli yerde. Bakanlık’ın kendisinde. Hiç kimse, hatta Dumbledore bile, Hortkuluk’ları Bakanlık’ta aramayı düşünemezdi.”

Dördü birden yüzlerinde şok ifadeleriyle ona baktılar.

“Ama… ama Hortkuluk’u Bakanlık’a nasıl sokabilir ki?” diye sordu Ron.

“Oldukça kolay,” diye cevapladı Harry. “Bakanlık’taki casuslarının sayısı çok fazla.” Odanın karşısına, Hufflepuff’ın kupasının detaylıca resmedildiği duvardaki parşömene baktı. “Kupa kesinlikle Hortkuluk’lardan biri,” dedi.

Diğer üçünün de heyecandan tüyleri diken diken olmuştu. Hortkuluk’lardan birini bulmuşlardı. Haftalardır çalıştıktan sonra, şimdi nihayet ellerinde bir şey vardı.

“Pekâlâ,” dedi Damien, ellerini ovuşturarak. “Şimdi ne yapıyoruz? Kupayı nasıl alacağız?”

“Siz değil,” dedi Harry; sesindeki heyecan bir parça eksilmişti. “Ben alacağım.”

Damien’ın yüzünden gülümsemesi silinmişti. Kaşlarını çatarak, “Merlin aşkına, Hortkuluk’u yok etmek için Sihir Bakanlığı’na sen nasıl gireceksin?” diye sordu.

“Nasıl olursa,” diye cevapladı Harry. “Ama sizler hiçbir yere gelmiyorsunuz. Sizin yardımınız yalnızca Hortkuluk’ları araştırmakla sınırlı. İş Hortkuluk’ları yok etmeye geldiğinde, sizden hiçbirini yanımda istemiyorum.”

“Neden?” diye çıkıştı Damien.

“Çünkü tehlikeli,” dedi Harry.

“Senin için daha da tehlikeli,” dedi Damien, karşı çıkarak. “Bakanlık tarafından aranan bir kaçaksın ve onların kendi binasının içine gizlice girmekten bahsediyorsun.”

“Gizlice gireceğimi de kim söyledi?” dedi Harry.

Damien durdu. “Nasıl gireceksin ki, o zaman?”

Harry’nin gözleri parladı ve dudaklarında ufak bir sırıtış belirdi. Damien’ın gözlerinin içine bakarak ona doğru ilerleyip eğildi.

“Bir sonraki Quidditch maçı ne zaman?”

* * *

Akşam yemeğinden sonra, Damien elinde iki biletle ona yaklaştığında, James’in şaşkın olduğunu söylemek az kalırdı.

“Ne diyorsun, baba? Yarın, sen ile ben, Quidditch maçı? Ron da gidecek hem. Ne dersin?”

James kendini berbat hissediyordu. Özellikle böyle bir teklife daha önce ‘hayır’ dediği hiç olmamıştı. “Keşke, gidelim, diyebilseydim, Damy, ama şu aralar oyun görecek halim yok,” dedi. “İş ve Yoldaşlık yüzünden işim başımdan aşkın…” Gerçek nedenini söylememişti; aslında, uyanık olduğu tüm zamanını Harry’yi arayarak geçiriyor, onu bulmanın türlü yollarını arıyordu. Bir taraftan Bakanlık, diğer taraftan Voldemort’un Ölüm Yiyen’leri ondan önce Harry’ye ulaşacak diye ödü kopuyordu.

“Baba? Baba?”

Damien, James’i düşüncelerinden uyandırmak için omuzlarından tutup sarstı.

“Pardon,” dedi James, iç geçirerek, “özür dilerim, Damy. Ben sadece hiç Quidditch havamda değilim.”

“Ya, hadi ama, baba,” diye yalvardı Damien. “Bana bir oyun borçlusun. Bulgaristan-İrlanda maçı, unuttun mu? Lütfen, baba. Tek bir oyun sadece.”

James, Damien’ın arkasında, Lily’nin mutfak kapısında durduğunu fark etti. Lily ona gülümseyerek ‘kabul et, lütfen’ dercesine başını salladı.

James oğlunun kocaman açılmış yalvaran gözlerine baktı ve iç geçirdi.

“Tamam,” dedi. “Haklısın, bir oyun sadece. Ne zarar gelir ki?”

Damien’ın yüzü sevinçle parıldadı. “Teşekkürler, baba.”

Dönüp hızla odadan çıktı. Merdivenleri çıktıktan sonra, telefonunu çıkarıp Harry’ye planın ilk aşamasını tamamladığını söyleyen bir mesaj attı.

* * *

Ertesi sabah, Hermione ile Ginny erkenden hazırlanıp planın kendilerine ait olan kısmını tamamladılar. İkisinin görevi, Yaşlandırma İksiri hazırlamaktı. Harry babasına benzemek için görüntüsünü asasıyla değiştirebilirdi, ama iksirin etkisi çok daha uzun soluklu olacaktı.

Damien ile Ron James’i Quidditch maçına götüreceklerdi. Onların görevi, James Potter’ı Bakanlık’tan mümkün olduğunca uzakta tutmaktı. Planın en zor kısmı buydu; çünkü Bakanlık’ta hali hazırda bulunan bir James Potter varken, James’in Bakanlık’a girmesi, başlarına gelebilecek en kötü senaryo olacaktı.

Günün ortalarına doğru, artık her şey hazırdı. Damien, Ron ile ikisinin James’le birlikte arabaya bindiklerini ve maça doğru yola çıktıklarını mesaj atmıştı. Harry mesajı okuduğu gibi, telefonu cebine attı. İçinde Yaşlandırma İksiri’nin bulunduğu küçük iksir şişesini eline alarak ayağa kalktı. Harry, hayatında ilk defa, babasına benzediği için minnettardı. Tek yapması gereken, Yaşlandırma İksiri almaktı ve yalnızca bununla bile, Seherbaz James Potter’a tıpatıp benzemiş olacaktı.

Harry iksiri bir dikişte içti. Ve görüntüsü anında değişmeye başladı. Boyu birkaç santim uzamış, saçları yer yer grileşmiş ve tıpkı babası gibi yüz çizgileri belirmişti. Hermione ile Ginny, Harry’nin, gözlerinin önünde, James Potter’ın tıpatıp aynısına dönüştüğünü gördüklerinde, ağızları bir karış açık kalmıştı. Aralarındaki tek fark, Harry’nin gözleriydi. Gözleri hâlâ zümrüt yeşili renkteydi. Hermione çantasını açıp içinden, aynı James’inkine benzer bir gözlük çıkardı. Gözlüğü Harry’ye uzattı.

“Bunları tak,” dedi.

Harry gözlüğü yüzüne yerleştirdi. Gözleri artık yeşil değil, ela renkte görünüyordu.

“Gözlerin Mr Potter’ınkiler ile aynı gözüksün diye gözlükleri büyüledim,” diye açıkladı Hermione.

Harry etkilenmişti, ama bu fikri kendisine sakladı. Üzerindeki kıyafetlerin Biçimini Değiştirerek onları bunca zaman nefret ettiği mavi renkli Seherbaz cüppesine dönüştürdü. Kendi görüntüsüne daha fazla aldırış etmeden odadaki kızlara dönüp baktı.

“Pekâlâ, sizinle sonra iletişime geçerim. Şimdi eve gidin ve bildiğiniz her şeyi unutun,” dedi Harry ve bir pop sesiyle Buharlaşarak ortadan kayboldu.

Hermione ile Ginny birbirlerine gergin bir bakış attılar. İkisi de ilk Hortkuluk avının başarıyla sonuçlanması için içten içe dua ediyordu.

* * *

Harry, Sihir Bakanlığı binasına, aylar önce kaçmak için kullandığı telefon kulübesinden girecekti. O anları aklından çıkarmaya çalışarak, Ron’un ona verdiği kodu girdi. Hemen ardından, kulübenin içini bir kadın sesi doldurdu.

“Hoş geldiniz, lütfen adınızı ve ziyaret amacınızı belirtiniz.”

Harry boğazını temizledi. “James Potter, Seherbaz, görev bildirimi,” dedi.

Harry’nin sesi aslında hiç de James gibi çıkmıyordu, ama Harry elinden geldiğince babasının sesini en iyi şekilde taklit etmeye çalışmıştı.

Kadının sesi kulübenin içinde yeniden yankılandı.

“Teşekkürler. Sihir Bakanlığı iyi günler diler.”

Harry homurdanmasına engel olamadı. Asıl, bu yeri bir daha dönmemek üzere terk ettiğinde, iyi bir gün geçirecekti.

‘Bozuk para’ haznesinden küçük bir kart fırladı ve Harry kartı hemen aldı. Kulübe aşağı doğru inmeye, yerin altına doğru ilerlemeye başladı. Harry, kalbi göğsünde deli gibi çırpınırken, sabit durmaya çalıştı. Bakanlık’a giriyordu. Yakalanırsa, bir daha gün yüzü göremeyecekti. Bu binanın içinde bulunan her canlı onu arıyordu ve Harry de elini kolunu sallaya sallaya içeri giriyordu.

Telefon kulübesi durdu ve kapı açıldı. Harry derin bir nefes alarak görkemli Atriyum’a adımını attı. Burası, en son gördüğü haliyle aynı görünüyordu. Yan yana sıralanmış şöminelerden sırasıyla cadılar ve büyücüler çıkıp duruyordu. Hem Atriyum’un ortasında, hem de köşede birer masa vardı. Ron, Harry’ye, ortadaki masanın ziyaretçilerin kaydını tutmak ve asalarını teslim almak için olduğunu söylemişti. Köşedeki masa ise Bakanlık çalışanları içindi. James de bir Seherbaz olduğuna göre, Bakanlık’ın içinde asasını yanında taşıyabiliyordu.

Harry bilerek köşedeki masaya doğru ilerledi. Ron, ona, masada oturan adamın isminin Benjamin Hugh olduğunu, ama herkesin ona Benjie diye seslendiğini söylemişti. İyi bir adamdı. Karısı ve üç çocuğu vardı ve Damien’ın Harry’ye dediğine göre, babaları her gün Benjie’ye çocuklarının nasıl olduğunu sorardı.

Orta yaşlı adam, Harry’nin yaklaştığını görünce, gazetesini indirip gülümsedi. “Merhaba, Mr Potter. Bugün nasılsınız?”

Harry de ona gülümsedi. “İyiyim. Sen nasılsın, Benjie? Karın ile çocukların nasıl?”

“Oh, iyiler. Yakında tatile gidiyorlar,” diye cevapladı Benjie.

“Güzel, güzel. Ben de odamdan bir şey almak için uğradım. Sonra da, oğlumu Quidditch maçına götüreceğim,” dedi Harry ve Benjie’nin arkasında duran çift kanatlı meşe kapılara doğru yürümeye başladı. “Sonra görüşürüz.”

“İyi maçlar,” dedi Benjie, gülümseyerek ve ardından, gazetesini okumaya geri döndü.

Harry koridor boyunca ilerlerken rahat bir nefes aldı. İçerideydi. Harry’nin konuşmak zorunda olduğu tek güvenlik, oydu. Geri kalanıyla, konuşmaktan kaçınabilirdi. İsteyeceği son şey, babasının Hufflepuff’ın kupasını çalmakla suçlanması olurdu. O yüzden, Harry, –James Potter kılığında– kimseye görünmeden, kupayı kaptığı gibi buradan çıkmayı planlıyordu. Ancak, yine de bir şeyler ters gidebilir ve babası bu karmaşanın içine sürüklenebilirdi. O yüzden de, Harry, hırsızlık yapacağı saatte, James’i oğluyla Quidditch maçına göndermiş, onun orada olduğunu kanıtlayacak çok sayıda insanın olmasını istemişti.

Harry asansörlerden birinin içine girdi. Hermione’nin getirdiği kitaplardan birinde, Hufflepuff’ın kupasının binanın Emanetler Bölümü’nde yer aldığı yazıyordu. Ancak, Ron ile Damien’ın yardımcı olamadığı tek kısım, bu olmuştu. Bu bölümün nerede olduğuna dair hiçbir fikirleri yoktu. Harry, katların isimlerini okurken, gözü olması en muhtemel olan kata dikildi. Bu katın ismi ‘Özel Eşyaların Korunması Dairesi: Yetkili Olmayan Giremez’ idi.  İşte, bu olmalıydı.

Harry düğmeye bastı ve asansör hareket etmeye başladı. Harry başını önde eğik tutuyor, James’i iyi tanıyan biriyle karşılaşmamayı umuyordu. Sirius Black’i görecek olsa ne yapacağını düşündü. Çevirdiği dolap anında ortaya çıkardı. Asansör birini almak için katlardan birinde durdu. Kahverengi saçlı ve gri gözlü uzun bir adam asansöre bindi. Onun da üzerinde resmi cüppe vardı. Harry ona hızlı bir bakış atıp yeniden gözlerini yere dikti. Asansör hareket etmeye devam ediyordu.

“Sorun ne, Potter? Bugün utangaçlığın mı tuttu?” diye sordu adam.

Harry başını kaldırdı ve Seherbaz’ın ona yüzünde çirkin bir sırıtışla baktığını gördü. “Seni suçladığımdan değil,” diye devam etti, alaycılıkla. “Benim de oğlum bir katil olsaydı, ben de ağzımı açamazdım.”

Harry sanki birisi onun yüzüne buz gibi bir su çarpmış gibi hissetti. Adamın az önce söylediklerine inanamıyordu. Yumruklarını sıktı ve kendini durduramayarak adama doğru bir adım yaklaştı.

“Ne? Keith’e yaptığın gibi beni de mi yere sereceksin?” diye sordu adam. “Sana hatırlatmam gerekir diye düşündüm, Potter, söylediklerimiz doğru. Senin oğlun bir katil. Ya bunu kabul et ya da çek git.”

Harry afallamıştı. Tüm vücudundan bir utanç dalgası geçti. Babası onun yüzünden ne kadar çok eziyet yaşıyordu. İş yerindeki insanlar ona hakaretler yağdırıyor, onunla gaddarca alay ediyorlardı ve bunun tek nedeni de, Harry gibi bir oğlu olmasıydı.

“Ben senin yerinde olsaydım, Potter, çekip giderdim,” diye devam etti Seherbaz. “Cidden. Dünyanın ücra bir köşesine gidip saklanır ve bir daha da yüzümü kimselere göstermezdim.”

Harry, kan beynine sıçradığı halde, sırıttı.

“Anlaşılan, birileri yoldan çekilmemi istiyor,” dedi. “Sorun ne? Benim kadar iyi bir Seherbaz olamadığın için bu durum çenene mi vuruyor?”

Adamın yüzündeki sırıtış anında kayboldu; Harry onun damarına bastığını görebiliyordu.

“Sen şanslıydın,” diye tısladı adam. “Hep doğru zamanda doğru yerde oldun. Tutuklama rekorun iyi olabilir, ama itibarın artık yerle bir oldu; senin kendi oğlun, onca zaman tutuklayıp Ruh Emici’lerin önüne attığın o pisliklerden de beter.”

Harry ona bir adım daha yaklaştı. “Beni böyle yargılama,” dedi. “Ailemle yaşadığım onca şeye rağmen, işimde en iyisi hâlâ benim. Sen bir şey beceremiyorsan, arkadaşım, bu senin sorunun.”

Harry son sözünü söyler söylemez, asasını sallayarak adamı metal asansörün kenarına fırlattı. Adam yere yığıldı; sarsılmış olsa da, bilinci hâlâ yerindeydi.

“Sen… sen ne halt ettiğini zannediyorsun, Potter?” dedi adam, ayaklarının üzerine güçlükle kalkarak.

Harry sırıtarak gözlüklerini çıkarttı; yeşil gözleri zümrüt mücevherler gibi parlıyordu. Adam, gözleri korkudan kocaman açılmış bir halde, şokla geriye doğru sendeledi.

“Olamaz…! Nasıl…? Sen… sen osun!” diye kekeledi.

Harry avucunun içiyle adama vurup onu sırt üstü geriye savurdu. Neye uğradığını şaşıran adam asasını çıkarmaya çalıştı, ama Harry’nin isabetli bir vuruşuyla, asası elinden düşmüştü. Harry kendi asasını çıkardı ve kaskatı kesilmiş adama doğrulttu.

“Bundan böyle, babam hakkında ileri geri konuşmadan önce, dön bir aynaya bak.”

Asasını sallamasıyla, adam Biçim Değiştirerek küçülmeye başladı. Seherbaz’ın ağzından çıkan şaşkınlık dolu ciyaklama, Biçimi Değiştirmesi ile birlikte küçülüp kayboldu. Harry başını eğip asansörün zemininde duran bok böceğine bakıp sırıttı.

“Mükemmel,” dedi Harry, Biçimi Değiştirilen büyücü asansörde bir o yana bir bu yana kaçışırken; anlaşılan, Harry’nin ayaklarının altında ezilmemek için kendini korumaya çalışıyordu. “Artık olduğun gibi davranmakta özgürsün. Bu haline daha çok yakışır,” dedi Harry.

Böcek asansörün kapılarının altından kayıp geçerek gözden kayboldu. Harry sırıtarak gözlüğünü geri taktı. Ahmak Seherbaz’a olanlar onu hiç rahatsız etmiyordu. Biçim Değiştirmesi nasılsa geçiciydi. Birkaç uzun saatin ardından büyü kalkacak, adam da eski haline dönecekti. En azından, bundan sonra James Potter’a ağzına geleni söylemeden önce iki kez düşünürecekti.

Harry, Özel Eşyaların Korunması Dairesi’nin bulunduğu kata ulaştı. Asansörden inerek ıssız koridora adımını attı. Cebine uzanarak içinden Damien’ın ona verdiği Görünmezlik Pelerini’ni çıkarttı. Onu üzerine geçirdiği gibi, köşeyi dönerek koridor boyunca ilerledi ve hazinelerin tutulduğu odaya açılan çift kanatlı bir kapı gördü.  Kapının önünde dört Seherbaz konuşlanmıştı. Harry planının işe yaramasını umuyordu. Bu Seherbaz’lardan biri, aynı Alastor ‘Deli-Göz’ Moody gibi, Görünmezlik Pelerini’ni sezebiliyorlarsa, Harry’nin B Planı’na geçmesi gerekecekti ki, bu da, çok sayıda ölü Seherbaz demekti. Mecbur kalmadığı sürece, o yolu seçmeyi hiç istemiyordu.

Harry adımlarını yavaşlatarak dört Seherbaz’a doğru yaklaştı; neyse ki, hiçbiri onu fark etmemiş gibi görünüyordu. Harry onlara doğru yavaşça ilerlemeye devam etti. Onu göremedikleri açıkça belliydi. Yürüyerek dört Seherbaz’ın tam ortasına gelip durdu. Elinden geldiğince sessiz bir şekilde, cüppesinin cebinden küçük bir şişe çıkardı. Nefesini tuttu ve şişenin tıpasını açıp şişeyi yere düşürdü. İksir şişesi tıngırtıyla yere düşünce dört Seherbaz birden yerlerinden zıpladılar, ama daha şişenin nereden geldiğini anlayamadan, şişeden çıkan beyaz duman Seherbaz’ların burnunu doldurmuştu bile. Dördü birden yere düşüp derin bir uykuya daldılar. Harry hızla harekete geçerek kapıdan geçti. Odaya girene kadar nefesini tutmaya devam etmişti. Pelerini üzerinden çıkarıp cüppesinin cebine tıkıştırdı. Koşarak odayı aramaya koyuldu. Burası, içinde dizi dizi rafların bulunduğu dev gibi bir odaydı. Ancak, Harry’nin gümüş kupayı fark etmesi çok vaktini almadı. Üçüncü rafın üzerinde, camdan bir fanusun içinde, büyüleyici bir şekilde parıldar halde duruyordu.

Harry onu yok etmek zorunda kalacağı için neredeyse üzülmüştü. Elini fanusa doğru uzattı ve üzerine koruma büyüleri konmuş olduğunu hissetti. Bunu asa kullanmadan yapmak zorundaydı, yoksa asa kullanımı alarmların çalışmasına yol açardı. Odağını toplaması üç dakikasını almış olsa da, Harry sonunda kilidi etkisiz kılmayı başardı. Büyünün etkisiz hale geldiğini belirten bir klik sesi duyuldu.

Harry cam fanusu kaldırıp bir kenara koydu. Gözlerini kupadan alamıyordu. Üzerinde Hufflepuff ailesinin dallı budaklı armasının oyulduğu, saf gümüşle kaplı, çok güzel bir nesneydi. Harry elini uzattı. Parmakları kupaya değer değmez, aniden yara izi gözünü kör edecek bir acıyla kavrulmaya başladı. Ses çıkarmamak için dudaklarını ısırdı ve bir adım geriye doğru sendeledi.

 

Eliyle alnını tutarken, “bu kesinlikle bir Hortkuluk,” diye mırıldandı, kendi kendine. Başını iki yana sallayıp kupaya doğru yeniden hamle etti.

Bu sefer Harry hiç vakit kaybetmedi. Dişlerini sıkarak kupayı aldı ve acıdan bayılıp düşmeden önce cebine yerleştirdi. Görünmezlik Pelerini’ni yeniden çıkartıp üzerine attı ve kapıya doğru ilerledi. Kapıdan dışarı çıkarak yerde şuursuzca yatan Seherbaz’lara baktı. Yanlarından geçerken asasız bir büyüyle yerdeki şişeyi havaya kaldırıp yakaladı; geride delil bırakmamalıydı. Asansöre girdi ve Seherbaz’lardan biri sersemlemiş bir halde uyanmadan önce, o Atriyum’a giden yolun yarısını tamamlamıştı.

* * *

Damien ile Ron şanssızlıklarına inanamıyorlardı. Gittikleri maç yalnızca yirmi dakika kadar sürmüştü. Aptal Arayıcı Snitch’i rekor bir sürede yakaladığı için maç başladığı hızla bitmişti. Şimdi ise dönüş yolundaydılar. Harry’nin işi halletmiş ve Bakanlık’tan ayrılmış olması ya da James’in bugün işe gitmeyi planlamıyor olması için içten içe dua ediyorlardı.

“Baba, bu akşam hep birlikte yemeğe çıkalım mı?” diye sordu Damien.

“Olur, tabii,” diye cevapladı James. “Hatta annen için çok iyi olur. Son zamanlarda oldukça gergin.”

“Evet, öyle,” dedi Damien. “Bizimle eve gelip ona bunu sen söylemelisin. Eve gelip onu şaşırttığın zamanlar çok mutlu oluyor.”

“Tamam,” dedi James, kıkırdayarak.

Damien ile Ron, James’in arabayı doğrudan Godric’s Hollow’a sürecek olmasına sevinerek, birbirlerine bakıp sırıttılar.

Gel gelelim, çocuklar tam rahat bir nefes almışlardı ki, pencereden baktıklarında nerede olduklarını görüp soluklarını tuttular. Tam da korktukları gibi, Sihir Bakanlığı binasının önüne gelmişlerdi. James, arabayı, binaya girmek için kullanılan telefon kulübesine doğru sürüyordu.

“Baba, n’apıyorsun?” diye sordu Damien; sesini sakin tutmaya çalışsa da, sesi gergin çıkmıştı. “Bugün işe gitmeyeceksin, sanıyordum!”

“Gitmiyorum. Sadece kısa bir süreliğine uğrayıp çıkacağım. Bir şey almam gerek,” dedi James, arabayı park ederken.

Ron ile Damien birbirlerine panik dolu bakışlar attılar. Şimdi ne yapacaklardı? Onların görevi, James’i Bakanlık’tan uzak tutmaktı. Şuan içeri girmesine izin veremezlerdi. Harry muhtemelen hâlâ içerideydi.

“Ya, öyle mi?” dedi Damien, James’e ve yüzünü Ron’a dönüp ağzını oynattı: ‘Şimdi hapı yuttuk!’

James anahtarı kontaktan çıkarıp kapıyı açmaya yeltenirken, Ron ön koltuğa baktı.

“Uzun kalmayacağım, çocuklar.”

“Mr Potter! İçeri girmeden önce sizinle kısa bir şey konuşsak olur mu?” dedi Ron.

James durdu ve dönüp onlara baktı. “Elbette.”

Ron Damien’a baktı; yüzünden açıkça anlaşıldığı üzere, Damien’dan bir şey söylemesini bekliyordu. James oğluna döndü. “Bir sorun mu var, Damy?”

Damien hızla Ron’a bir bakış atıp babasına döndü. “Ee… evet. Aslında sana bunu nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum, ama, şey…” Damien aklını deli gibi çalıştırıyor, oyalayıcı bir şey bulmaya çalışıyordu. Ama aklına hiçbir şey gelmiyordu.

James biraz sabırsızlanmaya başlamıştı. “Önemli değilse, eve gidince söylersin, olur mu?” diye sordu James, kapıyı açıp arabadan çıkmaya yeltenerek.

“HAYIR! Yani, evet. Yani, seninle konuşmam gereken bir şey var. Annem öğrenirse, onun anlayacağını pek sanmıyorum,” dedi Damien. Bu söylediği, James’in dikkatini çekmişti. Arkasına dönerek Damien’la yüz yüze geldi.

“Ne? Ne oldu?” diye sordu; şimdi yüzünde gerçek bir endişe okunuyordu.

Damien korkudan yerinde sindi. Şimdi ne diyecekti? Bunun işe yaramasını sağlayacak ne tür bir yalan uydurmalıydı?

“Ee, bilirsin işte. Bu… şey gibi.” Damien bir şeyler uydurabilmek için hissettiği panik duygusuyla savaşıyordu. “Ee, ben… o insandan… hoşlanıyorum. Biliyorum, bana biraz daha büyüyene kadar kimseyle çıkmamamı söylemiştiniz, o yüzden ben de gerçekten böyle bir şey yapmadım. Ama şimdi Hogwarts’tan da ayrılınca… Ona bunu nasıl soracağımı da bilmiyorum…” Damien sonunda yarı gerçek bir hikâye uydurmaya karar vermişti.

“Oh,” diye gülümsedi James. “Tamam, peki, kim bu insan?”

“Ee, onun adı, Sam,” diye cevapladı Damien.

James’in yüzü düşüp gözleri büyüdü.

“Sam mi? Adı şey olan birinden mi hoşlanıyorsun… Sam?” diye sordu James.

“Evet,” dedi Damien.

“Ah, pekâlâ.” James’in yüzü pembeleşmişti. “Pekâlâ, ben… anlıyorum. Yani, neyse o, tabii.” James saçmalıyordu. “Böyle şeyleri kontrol edemezsin. Bu senin kim olduğunla ilgili ve hiç… hiç sorun değil.”

Damien ise tamamen afallamış görünüyordu. “Ee, öyle mi?”

James başıyla onayladı. “Bunu eve gittiğimizde konuşalım. Annen de anlayacaktır. İkimizle de rahatlıkla konuşabilirsin.”

“Ama ben bunu şimdi konuşmak istiyorum,” dedi Damien. “Sam hemen bu yolun karşısında oturuyor. Eğer sen sorun değil dersen, gidip kızı bir görmek istiyorum.”

James’in jetonu geç düşmüştü. “Kızı mı? Sam kız mı? Kız, yani, Sam?” dedi James, oldukça rahatlamış görünerek.

Damien babasının ‘Sam’ isminden ne çıkardığını anlamıştı.

“Evet, Sam, hani Samantha’nın kısaltımı. Hogwarts’tayken sana onu göstermiştim, hatırlamadın mı?” dedi Damien.

“Ha, tamam, tamam. Tatlı kız. Tatlı kız.” James, yüzü pespembe bir halde, başını sürekli öne arkaya sallıyor ve sırıtıyordu. “Ama Damy, sen hâlâ biraz küçüksün. Bence biriyle çıkmaya başlamadan önce, en azından on beşinci yaşını beklesen iyi olur.”

“Pekâlâ, ama anneme söyleme,” dedi Damien. “Yoksa benimle alay eder. Sam onun gözde öğrencisi.”

“Merak etme,” dedi James. “Kimseye söylemem.”

Damien sırıttı, ama gözüne Harry’nin görüntüsü ilişince sırıtışı yüzünde kayboldu; tıpkı babasının görünümüne bürünmüş bir halde telefon kulübesinden çıkıyordu. Harry de onu görmüş, adımlarının ortasında durmuştu. Damien Harry’nin bakışlarının babasının arkası dönük haline kaydığını gördü. Harry uzun uzun James’e baktıktan sonra kendini toparladı. Kaldırımdan hızla geçerek köşeyi dönüp kalabalık caddede gözden kayboldu. Damien bakışlarını kaçırdı.

“Bir dakikaya dönerim,” dedi James ve kapıyı açıp arabadan çıktı.

James telefon kulübesine girerken, Ron ile Damien onu izlediler. Rahat bir nefes verip koltuklarına gömüldüler.

“Vay canına, az daha yakayı ele veriyorduk,” dedi Ron. “Bir yalan uydurmasaydın, Mr Potter, Harry hâlâ içerideyken, girmiş olacaktı.”

“Evet, az daha yakalanıyorduk,” dedi Damien. “Ama ben yalan söylemiyordum. Sam bence çok seksi.”

“O benim yılımda,” dedi Ron.

Hermione Ron Harry Potter

“Ee? Büyük kızlardan hoşlanamaz mıyım, yani?”

“İyi, iyi,” dedi Ron. “Kimi istersen ondan hoşlan.” Sırıtarak, “Kız ya da erkek, fark etmez,” dedi.

“Kapa çeneni,” dedi Damien, çocuğa dirsek atarak.

Ron kıkırdıyordu. “Baban az daha kalp krizinden gidecek sandım.”

“Gün daha yeni başlıyor,” dedi Damien, pencereden dışarı bakarak. “Harry kim bilir geride ne çok karmaşa bıraktı.”

“Öyle mi dersin?” diye sordu Ron.

“Harry ortalığı karıştırmadan çıkmış olamaz,” dedi Damien; gözlerini ağabeyinin kaybolduğu noktaya dikmişti.

* * *

James ana salonu geçerek bekçiye doğru yürüdü.

“Hey, Benjie, nasılsın? Karın ile çocukların nasıl?” diye sordu, masanın önünde durarak.

Benjie James’e tuhaf bir bakış attı. “Siz iyi misiniz, Mr Potter? Bugün bu konuşmayı zaten gerçekleştirdik.”

James bekçiye kafası karışmış bir halde baktı.

“Neden bahsediyorsun? Ben bugün buraya daha yeni geldim,” dedi James, gülerek.

“Hayır, bugün bu ikinci gelişiniz. Hatta daha bir dakika kadar önce çıktınız. Size giderken bizzat el salladım,” dedi Benjie, James’e biraz sinirli bir ifadeyle bakarak.

“Sen neden…?” James durdu. Aniden, kafasına dank etmişti.

Başka tek bir kelime etmeden, hızla dönerek Atriyum boyunca koştu. Kayarak telefon kulübesine girdi ve aptal makinenin hızlı gitmesi için dua etti. Harry Bakanlık’a gelmişti. Tek açıklaması, bu olabilirdi. Harry Bakanlık’a girebilmek için görünümünü James’e benzetmişti. Benjie az önce çıktığını söylemişti. Belki de, ona yetişebilirdi.

James fırtına gibi dışarı çıkıp sokağın köşesine doğru koştu. Gözleri her yerde Harry’yi arıyor, ama ondan hiçbir iz göremiyordu.

Damien ile Ron ise kalp atışları hızlanmış bir halde onu izliyorlardı.

James onlara doğru hızla koşarken, “bildiğin her şeyi inkâr et,” diye fısıldadı Ron, Damien’a.

* * *

Damien ile Ron, kendilerini, Bakanlık’taki odalardan birinde bulmuşlardı. James onlardan hiç şüphelenmemişti. Arabaya doğru koşarak ikisine onunla Bakanlık’a gelmelerini söylemişti. Bir durum vardı ve çözmesi gerekiyordu.

Havada bir gerginliğin olduğunu söylemek hafif kalırdı. Bakanlık’a birisinin sızdığı duyulunca binanın tümüne bir curcuna hâkim olmuştu. Ayrıca, içeri sızan kişinin Karanlık Prens olması, durumu çok daha utanç verici kılıyordu.

Bakan Fudge, yüzü tam anlamıyla mosmor olmuş bir halde, Seherbaz’ları toplamıştı. “Çocuk Bakanlık’a giriyor, hem de elini kolunu sallaya sallaya giriyor ve ne hikmetse, kimse fark etmeden girdiği gibi de çıkıyor! Bunun nasıl mümkün olabildiğini bana hemen açıklayın!”

James yüzünü buruştu; sebebi, Bakan’ın bağırıp çağırması değil, etrafa saçtığı tükürüklerdendi.

‘Hangi geri zekâlı ona bunu yetiştirdi?’ diye geçirdi içinden James, sinirli bir halde. Bakan’ın soruları şuan en son umursayacağı şeydi. Öncelikle, kendisi, Harry’nin Bakanlık’a neden girdiğini bilmek istiyordu. Neden bu denli bir tehlikeyi göze almıştı?

Kısa bir süre sonra, Özel Eşyaların Korunması Dairesi’ndeki hazine odasının kapısında nöbet tutan Seherbaz’lar gelip neler olduğunu rapor ettiğinde, James’in sorusu da cevaplanmış oldu. Bir iki saatlik titiz bir çalışmanın ardından, Helga Hufflepuff’ın paha biçilmez kupasının kayıp olduğunu anlamışlardı.

Bakan Fudge, bunu Büyücülük Dünyası’na nasıl açıklayacağını bilemediği için büyük bir paniğe kapılmıştı. Bakanlık’taki herkese bu hırsızlığı bir sır olarak saklamalarını emretti. Bakanlık’ın duvarları dışında bu konunun konuşulmasını yasaklamıştı. Büyücülük Dünyası’nda, Karanlık Prens’in Bakanlık’a gizlice sızıp eşi benzeri bulunmayan bir eseri çaldığı katiyen ortaya çıkmamalıydı.

“Bu gece bunun için çalışacak bir ekip istiyorum!” diye emretti Bakan; yüzü kıpkırmızıydı. “Onun buraya nasıl bu kadar kolaylıkla girip çıktığını bilmek istiyorum. Yarın Hufflepuff’ın eşsiz kupasının nasıl çalındığını detaylandıran o rapor benim masamda olacak. Onu geri almak zorundayız! Bir an önce onu yerine geri koymalıyız!”

James ile Sirius birbirlerine bir bakış attılar. Kupayı alan Harry ise, kimsenin onu geri alamayacağını gayet iyi biliyorlardı. Bilmedikleri ise Harry’nin Bakanlık’a girerek neden böyle bir risk aldığıydı. Hufflepuff’ın kupasını neden istemişti? Fudge ne derse desin, Dumbledore’a bu konuyu bildirmeliydiler. Belki, o bu gizeme bir ışık tutabilirdi.

“Dağılın!” diye bağırdı Fudge ve kapının kayarak açılmasıyla, Seherbaz’lar odadan çıkmaya koyuldular.

James’in, paytak paytak koşarak odaya giren, tuhaf görünüşlü adamı tanıması bir dakikasını almıştı. Kahverengi saçları öyle dağınıktı ki, James kendi saçlarının bile böyle dağıldığı hiç görülmemişti. Kan çanağına dönmüş gri gözleri kısılmış, kaşları çatılmıştı. Resmi cüppesi ise kirli ve yırtılmıştı.

“Bu halin de ne?” diye sordu Fudge. “Seherbaz Blake! Odama hangi hakla öylece dalıyor, toplantıyı kaçırıyor ve… ve bu halde dolaşıyorsun!”

“Özür dilerim, Bakan,” dedi Blake; koştuğu için sesi kesik kesik çıkıyordu. “Ama size söylemem gereken bir şey-” James’le göz göze geldiği anda aniden durdu. Yüzündeki son rengi de kaybetti ve gözlerini kıstı. Bakan’a doğru yaklaşarak parmağıyla James’i gösterdi.

“İşte o! Tutuklayın onu! Hemen tutuklayın!”

Odadaki herkes dönüp James’e baktı. James ise Blake’e kaşlarını çatarak bakıyordu. “Ne?” diye sordu, ters bir şekilde.

“Tutuklayın onu!” diye bağırdı Blake. “Oydu! O, Potter değil. Onun oğlu!” dedi, aralarında dolanarak.

“Seherbaz Blake, kendinize gelin,” diye hırladı Bakan Fudge.

“Size gerçeği söylüyorum,” dedi Blake. “Kanıtlarım. Ona gözlüğünü çıkarmasını söyleyin.”

James, sinirleri bozulmamış olsaydı, buna fena gülerdi.

“İnan bana, Blake, ben de senin o meymenetsiz yüzünü görmeye hiç meraklı değilim-”

“Büyü kullanmış, Çok Özlü İksir ya da onun gibi bir şey!” dedi Blake. “Ama gözleri hâlâ yeşil.”

James kalbinin teklediğini hissetti. Ona doğru adım adım yaklaştı ve Blake geri geri gitmeye çalışırken az daha Bakan’a tosluyordu.

“Yeşil gözler mi?” diye sordu James. “Onu… onu gördün mü? Harry’le karşılaştın mı?”

Şimdi, tüm gözler Blake’e dönmüştü; Blake titreyerek duruyor, bön bön James’e bakıyordu.

“Blake, oğlumla karşılaştın mı?” diye sordu James, yeniden.

“Haline bakılırsa karşılaşmış,” diye mırıldandı Sirius.

“Ne olduğunu sen gayet iyi biliyorsun!” diye bağırdı Blake. “Bakan, bu o. Karanlık Prens. Onu tutuklayın!”

James elini kaldırarak gözlüklerini çıkarttı ve Blake ile birlikte herkese kendisinin James Potter olduğunu gösterdi. Hemen gözlüğünü geri taktı. “Şimdi, cevap ver, Harry’le mi karşılaştın?”

Blake, James’e, yüzünde bir nefret ifadesiyle bakıyordu. “Bana saldırdı!” dedi Blake. “Asansörde. Onun sen olduğunu zannetmiştim. Sana benzemek için görünümünü değiştirmiş,” dedi James’e. “Beni bir…” Bocaladı; cümlesine devam edemeyecekmiş gibi görünüyordu. Başını iki yana salladı. “Bunun bedelini ödeyecek!”

“Sen kesin hak etmişsindir,” dedi Sirius, sırıtarak.

Blake Sirius’a pis bir bakış atıp James’e döndü. “Bu sözlerimi yaz bir yere,” dedi. “Bana yaptıklarının bedelini ona ödeteceğim, bu yapacağım son şey olsa bile!”

* * *

Harry odasının kapısını açtı ve içeri girdi. Oda boştu. Hermione ile Ginny, sözleştikleri gibi, gitmişlerdi. Harry kapıyı kilitleyip yatağına geçerek oturdu. Kupayı çıkardı ve elinde tuttu. Yara izi daha fazla acımadığına göre, Voldemort sakinleşmiş olmalıydı. Harry kupayı inceledi. Gerçekten de çok güzeldi. Slytherin kolyesine yaptığı gibi, parmaklarını kupanın üzerinde gezdirdi. Kupayı yanına, yatağın üzerine koydu.

Elini saçlarından geçirdi. Kupayı almıştı, ama yok edebileceğinden emin değildi. Kolye için durum farklıydı. Harry onu yok etmeyi başaracak kadar büyük bir öfke yaşamıştı. Ancak, bu sefer öyle değildi. Bunu yok etmek için hangi büyüyü kullanması gerektiğini bile bilmiyordu. Gümüş kolyeyi parçalarına ayırmadan önce hissettiği o öfkeyi yeniden düşündü. Onu yok etme sebebi, o zamanki öfkesiydi.

Harry eline kupayı alıp odaklandı. Voldemort’un ona söylediği tatlı sözleri, ona büyük ilgi gösterdiği tüm o zamanları aklına getirdi. Birlikte sabah kahvaltısı yaptıkları sabahları, birlikte saatlerce çalıştıkları zamanları hatırladı. Tüm bu anıları anımsadıktan sonra, Voldemort’un Harry’ye ailesinin onu hiç sevmediğini, ondaki güç yüzünden ondan nefret ettiklerini daima hatırlattığı o anları hatırladı. Harry ona söylediği sözleri hâlâ bir bir hatırlıyordu: ‘Senin içinde bir karanlık var, Harry. Sana saf güç bahşeden bir karanlık. İşte, ailenin senden nefret etmesinin sebebi de buydu. Onlar bunu anlamadılar. Ama senin içindeki karanlık bizim zaferimiz olacak.’

Harry’nin göğsünde bir öfke dalgası kabardı. Gözleri siyaha döndü ve elindeki kupa alev alev yanarak tozdan bir buluta dönüştü. Harry gözlerini kapatarak soluğunu bıraktı. Gözlerini açtığında ise gözlerinin zümrüt yeşili rengi geri gelmişti. Elinde biriken toz yığınına baktı. Tozları yumruğunun içinde tutarak elini sıktı.

“Yanılıyorsun, Voldemort,” diye fısıldadı. “İçimdeki karanlık bizim zaferimiz değil, senin çöküşün olacak.”

* * *

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #52: Düğün Günü okumak için tıklayın!

Çeviren: Tuba Toraman

12 Yorum

Bir Yorum Ekle

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir