Sirius’un aklına Bella’yı götürebileceği tek bir yer gelmişti. Kendi evi Yoldaşlık karargâhı olarak kullanıldığı için onu oraya götüremezdi. Her ne kadar Bella artık var olmasa da, Sirius, çoğu Yoldaşlık üyesinin bedenin Azkaban’a gönderilmesi için Bakanlık’a verilmesinde ısrar edeceklerine emindi. Sirius bunun olmasını istemiyordu. O yüzden, geriye tek bir seçenek kalıyordu: Godric’s Hollow. James ile Lily’nin bu işi çözmesinde ona yardım edeceğini biliyordu.
Sirius’un evin arkasına Cisimlenmesiyle evin kapısı uçarcasına açıldı ve James Sirius’a doğru koşmaya başladı. Sirius’un kollarında bir bedenle Cisimlendiğini pencereden görmüştü.
“Sirius! Ne oldu? Aman Tanrım! O… o…” James bir zamanlar Bella olan cansız kabuğa bakakalmıştı.
Sirius kucağında Bella’yla yalnızca birkaç adım atabilmiş, ardından James’in Bella’nın bedenini ondan almasına izin vermişti. Sirius’un tüm gücü tükenmişti. Harry’nin karşısında cesur ve güçlü durmaya çalışıyordu, ama en yakın arkadaşının yanında artık kendini bırakabilirdi.
James bir taraftan Bella’yı taşırken, diğer taraftan ise Sirius’a eve girmesinde yardım etti. Bella’yı oturma odasındaki koltuklardan birine elinden geldiğince nazik bir şekilde yerleştirdi. Sonra, hızla Sirius’u tutarak onu da koltuğun yanındaki sandalyeye yönlendirdi.
“Lily! Lily!” diye bağırdı James, Sirius sandalyeye yığılıp kaldığında.
Lily yüzünde endişeli bir ifadeyle koşarak merdivenlerden indi.
“James! Ne oldu? Neden bağırıyor…?” Lily oturma odasında karşılaştığı görüntü karşısında donakalmıştı.
Sirius başı ellerinin arasında oldukça üzgün bir halde oturuyordu. Lily’nin sebebini anlaması için koltuğa bir göz atması yetmişti. Lily koltukta uzanan iri siyah gözleri tuhaf bir biçimde boş boş tavana bakan Bella’yı gördüğünde, şokla bağırmamak için kendini tutmayı başarmıştı.
“Ah Merlin! Sirius? Neler oldu?” Lily başka ne söyleyeceğini bilmiyordu. Evinde bir Ölüm Yiyen’in olması oldukça sinir bozucuydu. Ama ondan da beteri, onun o gözlerini tavana dikmiş, etrafındaki hiçbir şeyin ve hiç kimsenin farkında olmadan yattığı görüntüsüydü. Bella’da bir şeylerin fena halde ters gittiği şüphesizdi.
Sirius onlara güç bela olan bitenleri anlattı. Arada toparlanmak için birkaç kez durması gerekmişti. Onlara aldığı telefondan, ona Karanlık Prens’in geldiğini ve Bellatrix’i alıp götürdüğünü söyleyen Hogsmeade’in yerlilerinden bahsetti. Sirius Harry ile Bella’yı bulduğunda karşılaştığı sahneyi anlatırken, sonunda daha fazla gözyaşlarını tutamamıştı.
Bu noktadan itibaren üçü de gözyaşlarına boğulmuşlardı. James ile Lily Bella’ya karşı hiçbir merhamet duygusu hissetmiyorlardı. Her şey bir yana, Bella Voldemort’a katıldığında ne yaptığını bilen yetişkin bir insandı. Onların kalbini kıran, Sirius ile Harry’nin içinde bulundukları durumdu ve yalnızca bu sebepten ötürü, ikisi de ellerinden gelen yardımı yapmaya hazırdılar.
James de Lily de Bella’ya ilk Harry’nin ulaşmış olmasına şaşırmışlardı. Neler olduğunu ve onu nerede bulacağını nasıl bildiğini anlamamışlardı. Sirius onlara Harry’nin nasıl yıkıldığını ve onunla neler konuştuğunu anlattığında ise, ikisinin de kalbi paramparça olmuştu. James oğlunun çektiği yası düşündükçe kendini çok çaresiz hissediyordu; yanında onu rahatlatacak hiç kimsesi yoktu. Öte yandan, Harry’nin Sirius’la duygularını paylaşmış olması onu biraz rahatlatmıştı. Bu da, Harry’nin artık Sirius’u düşman görmediğini gösteriyordu; özellikle de, Hogwarts’ta Blake ile yaşanan olaydan sonra.
Gel gelelim Sirius, Bella’nın kaçışı esnasında Bakanlık’ta Harry ile karşılaştığını kimseye anlatmamıştı. Bu sırrı James’ten bile saklamıştı. Sirius, Bakanlık’ın elinde Bella’yı kurtaran kişinin kim olduğuna dair hiçbir delil olmadığını biliyordu ve bunun da böyle kalmasını istiyordu. Yani Sirius, Bella’yı kurtaran kişinin Harry olduğu gerçeğini bilen tek kişiydi. James elbette kimseye bir şey söylemezdi, ama yine de Sirius bunu dile getirmenin bile riskli olacağını düşünmüştü. Harry’nin suç listesi, yaygın biçimde bilindiği üzere, yeterince kabarıktı, zaten.
“Harry nereye gitti?” diye sordu Lily, Sirius olayı anlatmayı bitirir bitirmez.
“Bilmiyorum. Ama işlerini biter bitmez eve geleceğine söz verdi. Bana söz verdi,” dedi Sirius, endişeli görünen arkadaşlarına bakarak.
James ile Lily şimdi bunu tartışmanın sırası olmadığını biliyorlardı, o yüzden yalnızca başlarıyla anladıklarını belirtip arkadaşlarını telkin etmeye devam ettiler.
Sirius yatıştıktan sonra, James ona sordu:
“Onunla ne yapacaksın?”
Sirius başını kaldırıp ona kızarmış gözlerle baktı.
“Bi-bilmiyorum. Onu eve götüremem, Azkaban’a göndermeleri için Bakanlık’a da teslim edemem,” dedi Sirius, oldukça duygusal bir halde.
James de Lily de koltuklarında oturan bu içi boşaltılmış beden için nerede olduğunun bir anlam ifade etmediğinde hemfikirdiler, ama bu düşünceyi arkadaşlarının iyiliği için kendilerine saklamayı tercih ettiler.
“Ben… galiba Cissy’yi arayacağım, onu o almak isteyecektir. Kardeşi, sonuçta,” dedi Sirius, alçak sesle.
James Sirius’un Narcissa’dan nefret ettiğini biliyordu; bunun en büyük sebebi de, Lucius Malfoy ile evlenmiş olması ve Sirius’u ailesinin yakınına dahi yaklaştırmamasıydı. Hoş, Sirius da onun o aşağılık Ölüm Yiyen kocasıyla arkadaş olmaya hiç hevesli değildi; ama yine de, Narcissa onun ailesinden biriydi ve Lucius, onun karısıyla ve oğlu Draco Malfoy’la en azından konuşmasına izin verebilirdi. Damien Sirius’a, Draco’nun ne kadar küstah ve sığ bir insan olduğunu, onun gibi birini tanımamasının çok daha iyi olduğunu hep azametle söyler, ona kendini iyi hissettirmeye çalışırdı.
“Bunun yapılacak en iyi şey olduğunu düşünüyorsun madem, peki. Ama sence onun haberi yok mudur? Yani, kocası ona mutlaka söylemiştir,” dedi Lily, sakin bir sesle.
“Cissy biliyor olsaydı, şimdiye kadar ona ulaşırdı,” diye cevap verdi Sirius.
Ne yapmaları gerektiğini ve Dumbledore’u da bu işe dâhil edip etmemeleri gerektiğini konuşmaya devam ettiler. Üçü de, tüm bu zaman zarfında, kapının dışında gerginlikle duran dört genci de hiç fark etmemişti. Ron, Hermione, Ginny ve Damien bir araya gelmiş çalışıyor, aslında diğer bir deyişle, son Hortkuluk hakkında bilgi topluyorlardı. James’in Lily’ye bağırarak seslendiğini duyduklarında, neler olduğunu görmek için sürünerek kapının önüne gelmişlerdi. Sirius’un anlattığı her şeyi onlar da duymuşlardı. Hatta Bella’nın içi boşaltılmış cansız bedenine çaktırmadan bir bakış dahi atmışlardı. Dördü de alelacele toparlanıp üst kata geri çıktılar. Damien’ın odasına girer girmez, dördü birden paniklemeye başlamıştı.
“Aman Tanrım! Bu çok korkunç!” dedi Hermione.
“Evet, Öpücük! Hem de Voldemort’un emriyle. Yani, kadın adama hayatını adamıştı. Ona böyle bir cezayı hak görmek… Çektiği acıyı hayal dahi edemiyorum,” diye ekledi Ron.
“Ne yapacağız?” diye sordu Ginny.
Diğer üçü de, yüzlerinde garip birer ifadeyle, ona baktılar.
“Ee, hiçbir şey. Onun için hiçbir şey yapamayız. Öpücüğü alan kişiyi geri döndürmenin hiçbir yolu yok,” dedi Ron, tüm bu esnada Ginny’ye kalın kafalıymış gibi bakarak.
Ginny bıkkınlıkla dişlerini sıktı.
“Harry’den bahsediyorum! Harry için ne yapacağız?” diye sordu, sıkılmış dişlerinin arasından.
Diğerleri yaptıkları yanlışı hemen anlayıp birbirlerine utanç içinde baktılar.
“Ee, bilmem ki. Ne yapabiliriz? Yani, şu anda bizimle konuşmak istemeyecektir. Çok üzgün,” dedi Damien, hüzünle.
Damien, ağabeyini böyle bir yas tutarken kimseyi görmek istemeyeceğini bilecek kadar iyi tanımıştı. Gerçi, aynı zamanda onu böyle bir zamanda yalnız bırakmak da çok zalimce görünüyordu.
“Bence, onu görmeye gitmeliyiz. Yani, ya bir şey yapmaya kalkışırsa… biliyorsunuz işte… korkusuzca bir şey. Şuan Voldemort’a çok kızgın olmalı, gidip ona saldırmaya çalışabilir,” dedi Hermione, endişeli bir sesle.
“Hiç sanmıyorum. Hortkuluk’ları yok edene kadar, Voldemort’u yenmenin hiçbir yolu olmadığını gayet iyi biliyor,” dedi Ron, hemen.
“Harry bunu biliyor bilmesine ama şuan adamakıllı düşünemiyor olabilir, değil mi? Sirius’un dediklerini hepiniz duydunuz; Harry’nin kalbi paramparça. Bence de gidip onu görmeliyiz. Şu an arkadaşa ihtiyacı var,” dedi Ginny, ayağa kalkarak.
“Bence, önce onu bir aramayı denesem iyi olur. Bakalım, bizim gidip onu görmemizi isteyecek mi,” dedi Damien, cebinden cep telefonunu çıkararak.
Hepsi bunun en doğru yöntem olduğuna karar kıldılar. İlk iki aramaya cevap alamamışlardı. Ama Damien üçüncü kez numarayı aradığında, Harry telefonu ikinci çalmada açtı. Sesi tuhaf bir biçimde boğuk geliyordu. Harry’nin ağlıyor olduğunun düşüncesiyle, Damien’ın kalbi sıkışır gibi oldu.
“Harry! Benim, Damien. Ben… ben Bellatrix’e olanları duydum,” dedi, binbir güçlükle.
Telefonun diğer ucundan ses gelmeyince, Damien konuşmaya devam etti.
“Ben çok üzgünüm, Harry. İyi misin?” diye sordu, ne diyeceğini bilemeyerek. Sesi kendi kulağına oldukça sahte ve içi boş geliyordu, ama Damien başka ne demesi gerektiğini sahiden bilmiyordu. Harry cevap vermemeye devam etse de, Damien telefonun diğer ucundan gelen nefes seslerinden onu hâlâ dinlediğini biliyordu.
“İyi olup olmadığını sormak istemiştim. Harry. Bizim gelip seni görmemizi ister misin?” diye sordu Damien, en başında Ginny’yi dinleyip onu görmeye gitmeleri gerektiğini düşünmeye başlayarak. Harry’nin acı çektiği ve yanında birilerine ihtiyaç duyduğu belliydi. Gel gelelim, bu noktada, Harry nihayet konuştu.
“Beni sadece yalnız bırak, Damien. Şu anda hiç kimseyi görmek istemiyorum.”
Harry bunları dedikten sonra telefonu kapatıp Damien’ı kendi düşüncelerinde kaybolmuş bir halde bıraktı. Gidip Harry’yi görmek istiyordu ama şimdi Harry ona gelmemesi gerektiğini söylediği için gidemezdi.
Damien Harry’nin sözüne karşı gelmenin iyi olmayacağını biliyordu, o yüzden o ve diğerleri Harry’yi görmeye gitmemişlerdi. Hepsi ona biraz zaman vermenin doğru olacağında anlaştılar. O günün ilerleyen saatlerinde, çocuklar Lily tarafından Kovuk’a gönderilmişti. Yetişkinlerin hiçbiri, çocukların Bella’yı duyup gördüklerinden haberdar olmamıştı. Zaten çocuklar da bundan hiç kimseye tek bir kelime dahi etmemekte oldukça kararlıydılar.
Bella olayının ardından dört gün boyunca, Damien Harry ile konuşamamıştı. Harry’yi ne zaman arasa, telefonu kapalıydı. Bella Godric’s Hollow’dan götürülmüştü ama nerede olduğu kimseye söylenmiyordu. Damien annesi ile babasına soramıyordu, çünkü o zaman onları gizlice dinlediğini de itiraf etmek zorunda kalırdı. Sirius, Damien’ın onu o halde gördüğünü öğrenirse, bundan hiç memnun olmayacaktı.
Çocuklar son Hortkuluk olan siyah günce hakkında araştırmaya devam etmeye karar vermişlerdi. Ne kadar çok bilgi toplarlarsa o kadar iyi olacağını düşünüyorlardı. Harry, kendini toparladığı zaman, iyi haberler duysa hiç de fena olmazdı. Ancak, çocukların elinde siyah günceye dair hiçbir bilgi yoktu. Güncenin ne olabileceği ile ilgili hiçbir şey bilmiyorlardı ve aramaya nereden başlayacaklarını bile kestiremiyorlardı.
Damien o gün Hermione’nin evindeydi ve stresli bir ‘çalışma seans’ından sonra, hepsi birden kafalarını açmak için uzun bir yürüyüşe çıkmaya karar vermişlerdi. Mayısın ikinci haftasındaydılar ve günler git gide daha aydınlık geçmeye, havalar ise ısınmaya başlamıştı. Dördü birden sokaklarda yavaş adımlarla yürüyor, aralarında alçak sesle araştırma için neler yapabileceklerini konuşuyorlardı. Sohbete daldıkları için nereye gittikleri hakkında hiçbir fikirleri yoktu ve biraz sonra, Hermione’nin evinden epey uzaklaştıklarını fark ettiler.
“Bence geri dönsek iyi olur. Annen ile baban birazdan eve döner,” dedi Ron, Hermione’nin koluna girerek. Sonra bir anda ne yaptığını fark edip kolunu çekti; yüzü biraz kızarmıştı. Bunu son zamanlarda çok sık yapmaya başlamıştı. Bazen Hermione’ye iltifatlar edip ardından toparlamaya çalışıyor ya da onun elini tutmaya çalışıp hemen gerginleşip geri çekiliyordu.
‘Tanrım, söyleyip kurtulsa keşke,’ diye geçirdi içinden Ginny, Ron’un yüzündeki kızarıklığı Hermione’den saklamaya çalışmasını izlerken.
Tam yolun karşısına geçiyorlardı ki, Damien Ginny’nin elini tutup onu ve diğer ikisini aniden durdurdu.
“Damy, ne…” diye başladı Ginny ve Damien’ın işaret ettiği noktaya baktı.
Biraz ilerilerinde, dağınık saçlı bir çocuk bir kafeye doğru yürüyordu. Damien onu göz ucuyla görmüş olsa da, onun Harry olduğuna emindi. Gerçi, bu öyle pek de şaşırtıcı bir şey değildi; tabii, Harry’nin yanında sarı saçlı bir Slytherin yürüyor olmasaydı. Ginny ile Damien, Ron ile Hermione’ye Harry ile Draco’yu gösterdiler. Dördü birden vakit kaybetmeden iki çocuğu takip etmeye başladılar.
Harry Draco’yla neden konuşuyordu? O Slyhterin’in onunla ne işi olabilirdi ki? Harry Voldemort’u terk ettikten sonra Damien, Harry ile Draco’nun arkadaşlığının da bittiğini düşünmüştü. Yan yana sessizce kafeye doğru yürürken, her ikisi de birbiriyle konuşmuyor gibi görünüyordu. Damien ile diğerleri, Draco’nun artık Harry için güvenilir biri olmadığını düşünüyorlar ve Harry’ye tehdit oluşturmadığından emin olmak istiyorlardı.
Harry de Draco da kafeye girerek gözden kayboldular. Dört çocuk da kafeye öylece dalamayacaklarını biliyorlardı, yoksa Harry onlara çok kızardı; o yüzden geriye tek bir seçenek kalıyordu. Hermione ile Ron kafenin dışında beklerken, Ginny ile Damien da Görünmezlik Pelerini’nin altına saklandılar. Damien pelerini artık gittiği her yere taşımayı adet haline getirmişti.
Pelerinin altında iyice gizlendiklerinden emin olduktan sonra, kapının önünde birilerinin girip çıkmasını beklediler. İki çift kafeden ayrılırken çaktırmadan içeri sızıp hızla Harry’nin Draco’yla oturduğu yere doğru ilerlediler. Damien ile Ginny kalabalık kafede kimseye çarpmamak için manevralar yaparak sonunda onların ne konuştuğunu duyacak kadar yakınlarına ulaşmayı başardılar.
Damien ile Ginny boş bir masanın arkasına çömelip iki çocuğun arasında geçen konuşmayı dinlemeye koyuldular.
“Bunun olacağını bilmem gerekirdi. Son zamanlarda aralarında sürekli gerginlik çıkmaya başlamıştı. Sürekli kavga ediyorlardı ama yine de bu şok edici oldu. Onu terk edeceğini hiç düşünmemiştim, şimdi şu olanlara bir bak. Annem sonunda babamı terk etti.”
Damien da Ginny de, Draco’nun söylediklerini duyduklarında nefeslerini tuttular. Anne ile babası ayrılıyordu. Damien Draco’dan ne kadar nefret etse de, ona biraz da olsa üzülmekten kendini alamamıştı. Draco’nun içinde bulunduğu durumun hiçbir çocuk için adil olmadığını düşünüyordu.
Harry bir şey söylemedi, ama kupasından büyük bir yudum aldı. Damien ağabeyini yakından inceledi. Son günlerde biraz kilo kaybetmiş gibi görünüyordu. Bakışları daha da kararmıştı ve en sonunda konuştuğunda, sesinin de günlerdir kimseyle konuşmamış gibi çıktığını fark etti.
“Sen de hemen annen ile birlikte mi gideceksin?” diye sordu Harry, Draco’ya bakmadan.
“Hayır, benim hâlâ halletmem gereken bazı işlerim var. Annem yanında Bella Teyzemi götürecek. Sanırım, onları eve götürmeye Marcus Amca gelecek. Marcus Amca anneme hep babamı terk etmesini ve gelip İspanya’da onunla kalmasını söylemiştir ama annem evliliğinin hep bir gün düzeleceğine inanıyordu. Sanırım, Bella Teyze’ye olanlar bardağı taşıran son damla oldu. Annem babamın ona yardım etmeyi hiç denememiş olmasını kaldıramadı.”
Draco’nun sesinde üzücü bir ton vardı. Öyle ki bu Damien’ın da Ginny’nin de Draco Malfoy’da görmeyi asla beklemedikleri bir şeydi. Bunca zaman annesi ile babasından öyle bir bahsederdi ki, herkes onun hiçbir sıkıntıları olmayan mutlu bir ailede büyüdüğü izlenimi edinmişti. Damien ile Ginny önce birbirlerine, ardından ise Harry’ye baktılar.
Harry de oldukça huzursuz görünüyordu. Sandalyesinde kıpırdandı ve konuşmadan önce Draco’dan gözlerini kaçırdı.
“Hiç… hiçbir şans yok mu… Bella’yı… hani… geri getirmek için? O gerçek bir Ruh Emici değildi, sonuçta; belki, yapacak bir şeyler vardır.”
Draco başını iki yana salladı.
“Hiç sanmıyorum, dostum. Ruh Emici gerçek olmayabilir, ama etkisi yine de gerçek. O gitti,” dedi Draco, hüzünle.
Harry ağzını kapattı ve yalnızca başını beceriksizce sallayıp anladığını belirtti. Damien iki arkadaş arasındaki gerginliği hissedebiliyordu. Nihayet, Draco bir şeyler söyledi.
“Senin suçun değildi. Kimse seni suçlamıyor, Harry. Kendine bunu yapmaktan vazgeç.”
Harry Draco’dan gözlerini kaçırdı; anlaşılan, konuşmakta zorlanıyor gibi görünüyordu.
“Sen de biliyorsun,” dedi Harry, neredeyse fısıltıyla.
“Harry! Tam bir mal gibi davranıyorsun! Sen ona hiçbir şey yapmadın. Onu lanetleyen sen değildin,” dedi Draco, öfkelenerek. Damien ile Ginny, Draco’nun onunla nasıl konuştuğunu duyunca, donup kalmışlardı. Draco’nun Harry ile böyle konuşmaya cesaret edebileceğini hiç düşünmemişlerdi.
Harry, gözleri suçluluk ifadesiyle dolu bir halde, Draco’ya baktı.
“Ben de suçluyum,” dedi Harry, usulca.
“Ne?” diye sordu Draco.
“Yüzük bendeydi. Yüzük bendeydi ve ben yüzüğü ona vermedim. Onu kaybettiği için cezalandırılacağını biliyordum ama cezasının bu şekilde olacağını hiç düşünmemiştim. Öpücüğü almasının sorumlusu benim.”
Harry tüm bunları çok sessiz bir şekilde söylemişti, ama sözleri Damien’ın kulaklarında çınlıyordu. ‘Merlin! Kendisinin sorumlu olduğunu düşünüyor. Tanrım, neden onu dinlemeyip görmeye gitmedim ki? Belli ki, yardıma ihtiyacı vardı,’ diye düşündü Damien, kendini sefil gibi hissederek.
Draco Harry’ye baktı; Harry’nin itirafı karşısında resmen dili tutulmuştu. Birkaç dakika daha öyle durduktan sonra, boğazını temizleyerek konuştu:
“Bu yine de seni sorumlu yapmaz. Ona yüzüğü geri veremezdin. Sen de biliyorsun. Onun Öpücüğü alacağını bilmiyordun ki; kimse bilmiyordu,” diyerek Harry’yi rahatlatmaya çalıştı ama Harry’nin ifadesinden ona hiç de inanmadığı ortadaydı.
“Her neyse, ben sadece yakında gideceğimizi bilmen gerektiğini düşündüm. Malfoy Malikânesi’nde kalan yapılacak son işleri halleder halletmez, ben de gideceğim. Hani dedim ki, onu görmek istersen, son bir kez daha… yarın görebilirsin.”
Harry hiçbir şey söylemedi; yalnızca başını iki yana sallayıp her ne içiyorsa ondan bir yudum daha aldı.
“Burada kalman senin için tehlikeli olmaz mı? Belki sen de annenle birlikte gitmelisin,” dedi Harry, Bella konusunu değiştirmeye çalışarak.
Draco hüzünlü bir şekilde gülümseyip sarı kafasını iki yana salladı.
“Babamla işlerin nasıl yürüdüğünü bilirsin. Benimle konuşurken sözünü esirgeyen biri değildir. Gerçi, söyleyeceği ya da yapacağı hiçbir şeyin beni artık üzeceğini sanmıyorum. Asasını bana kaldırmayacaktır; yani en azından yapacağını sanmıyorum.”
Damien Draco için çok üzülmüştü. Hayatının bu kadar zor olacağını hiç düşünmemişti. ‘O zaman o da şımarık veletler gibi davranmasaydı,’ diye geçirdi içinden.
“Sen onu terk ettiğinden beri, onun gözüne gözükmüyorum. İkimiz de onun benden ne kadar hazetmediğini çok iyi biliyoruz. Onunla yüzleşmem hiç de hayrıma olmaz. İşte, o zamandan beri düşünüyorum. İşler benim için artık tersine döndü; ben yalnızca sen olduğun için onun çevresinde kalmak istiyordum. Galiba, senin her zaman gelip benim kıçımı kurtarmana alışmıştım. Sen artık olmadığın için, daha ilk fırsatta öldürüleceğimi biliyorum. Bunu babam da biliyor. O yüzden ondan uzak durmamı emretti.”
Damien ile Ginny birbirlerine bir bakış daha attılar. Draco’nun ‘o’ diye bahsettiği şahsın kim olduğunu anlamışlardı. Lord Voldemort’tan bahsediyordu. Draco’nun Harry olmadığı için Ölüm Yiyen olmak istemediğini duymak, Damien’ı şoka uğratmıştı. Kulağa çok çocukça geliyordu. En yakın arkadaşının yapmayı bıraktığı şeyi, artık sen de yapmak istemezsin. Ama Damien, Draco’nun, Lord Voldemort’un ondan hiç hoşlanmadığını söylediği sözlerini de düşünüyordu. Anlaşılan, Draco’nun bunca zaman hoş görülme sebebi, Harry idi. Harry’nin gidişinin ardından, Harry artık etrafta olmadığı için, Voldemort Draco’nun canını yakmaya kalkışabilirdi.
“Artık gitmem gerek. Dinle Harry, söylediklerimi iyi düşün. Lütfen, ciddiye alarak düşün,” dedi Draco, ayağa kalkarken.
Harry sadece Draco’ya baktı ve o da ayağa kalktı.
“Bu işi bitirmek zorundayım. Her şey bittikten sonra da, teklifini değerlendirebilirim,” dedi Harry, cebindeki Muggle paralarından birkaç kâğıt çıkarıp masaya koyarak.
Damien kalbinin teklediğini hissetti. Teklif de neyin nesiydi? Draco Harry’ye nasıl bir teklifte bulunmuştu? Harry’den ne yapmasını istemiş olabilirdi ki?
Ancak, Damien’ın bunu düşünmeye fırsatı olmamıştı; dışarı çıkmak için davranan Harry ile Draco’ya yer vermek için, Ginny ile birlikte hızla yoldan çekilmek zoruda kalmışlardı. O ikisi kafeden çıkarken, Damien ile Ginny onları izlediler. Ses çıkarmadan ve dikkatli bir şekilde onlar da kafeden ayrıldılar. Onları endişe içinde bekleyen Ron ve Hermione’yle buluştular. Harry ile Draco’nun arasında geçen konuşmayla ilgili tek bir kelime dahi etmeden önce, dördü birlikte Hermione’nin evine giden yolu geri dönmeye koyuldular.
Anlatmayı bitirdiklerinde dördü de Draco için üzülüyor, Harry için ise endişeleniyordu. Draco Harry’ye ne teklif etmiş olabilirdi? Nedense bu pek de iyi bir şeye benzemiyordu. Damien’ın içinde, bu teklifin hiç de hayra alamet bir şey olmadığını söyleyen kötü bir his vardı.
Ertesi gün, Harry Damien’ı aramıştı. Telefonuna mesaj göndererek onlarla otelde buluşmak istediğini söylemişti. Dördü de her zaman kullandıkları yoldan otele doğru yola koyuldular. Odaya girdikleri andan beri, ortamdaki gerginliği hissetmişlerdi. Bella’ya olanlardan sonra bugün ilk kez buluşuyorlardı ve dördü de Harry ile nasıl konuşmaları gerektiğinden emin değildiler. Bundan bahsetmeleri mi gerekirdi, yoksa hiçbir şey olmamış gibi konuşmaları mı, karar veremiyorlardı. Ancak, onlar odaya girdikten birkaç saniye sonra, Harry onları bu zahmetten kurtarmıştı.
“Olanlar konusunda tek bir laf dahi etmeyin. Son Hortkuluk’a yoğunlaşmamız gerek.”
Dördü birden başlarını sallayıp onaylayarak Bella’dan bahsetmek zorunda kalmadıkları için rahat bir nefes aldılar. Gerçek şu ki, Bella’dan nefret ettikleri için içlerinden Harry’ye başsağlığı dilemek hiç de gelmiyordu. O kadının eline fırsat geçse, Voldemort’tan aldığı emirlerle her birine öldürene kadar işkence etmekten zevk duyardı. Ama neyse ki, Harry için onun arkasından iyi konuşmak zorunda bırakılmamışlardı. Harry, onun hakkında konuşmamalarını söyleyerek onlara kolay bir seçenek sunduğu için minnettarlardı.
Beşi tekrar bir araya gelerek son Hortkuluk’un nerede olabileceğine dair derin bir sohbete daldılar. Hortkuluk’un siyah günce olduğundan eminlerdi. Ancak, nerede olduğunu bulmak, hiç de kolay olmayacaktı.
Harry onlara güncenin geçmişinden ve aslında kime ait olduğundan bahsetti. O konuşurken, diğerleri Voldemort’un böyle bir nesneyi Hortkuluk olarak seçmesine şaşırmışlardı.
“Pekâlâ, şimdi bunu bir düşünelim. Voldemort büyükbabasına ait bir şeyi kullandı. Bu şey, Slytherin kolyesinden sonra onunla direkt bağlantılı tek eşya. Günce diğer tüm Hortkuluk’lardan farklı. Büyükbabasına ait. Kendi özel hayatından bir parça. O yüzden onun Bakanlık’ta ya da bir müzede olacağını hiç sanmıyorum. Çok büyük bir ihtimal, kendisi bizzat koruyor olmalı.” Hermione bu zamana kadar konuştuklarından aldığı notları okumuştu.
“Harry, sence kişisel bağının olduğu bir yer kullanmış olamaz mı? Yani, direkt onunla bağlantılı bir yer?” diye sordu Ginny, düşünceli bir halde.
“Ne demek istiyorsun?” diye sordu Harry de, bunun ne işlerine yarayacağını anlamayarak.
“Yani, bir düşünsene. Her Hortkuluk ya bir yere yerleştirildi ya da Voldemort’un bağının olduğu birine verildi. Gryffindor’un kılıcı Hogwarts’a yerleştirildi ve sen Hogwarts’ın Voldemort’un ilk evi olduğunu söylemiştin. Hufflepuff’ın Kupası Bakanlık’a yerleştirildi, çünkü Voldemort Bakanlık’ı ele geçirmek istiyor. Onun nihai amacı bu, değil mi? Büyücülük Dünyası’nı ele geçirmek. Altın Tüy Kalem bir müzeye yerleştirilmişti, çünkü o müze Salazar Slytherin’in kurduğu bir müzeydi. Binaya girerken okumuştum. Salazar Slytherin’in o dönemlerde sahip olduğu tüm sihirli eserleri sergilemek istediği söyleniyormuş. Slytherin’in kolyesi ve Black aile yüzüğü ise sana ve Bella’ya verildi, çünkü sizler de ona en yakın kişilerdiniz.”
Ginny sözlerini bitirip Harry’ye baktı. Konuyu Bella’ya getirmek istememişti, ama Hortkuluk’larla ilgili teorisini tamamlamak zorundaydı. Harry bir şey söylememiş, ama derin düşüncelere dalmıştı.
“Yani… Yani, bence, günce de bunlar gibi benzer bir yolla saklanıyor olabilir. Voldemort’un kendini yakın hissettiği bir yer ya da güçlü hissettiğ…” Ginny, Harry’nin aniden başını kaldırdığını görünce, sustu. Ona yeşil gözlerinde tuhaf bir ifadeyle bakıyordu.
“Ne dedin sen?” diye sordu.
Ginny biraz korkmuş görünüyordu. Harry’nin ona dikilen bakışlarında sinir bozucu bir ifade vardı.
“Ee… Dedim ki, Voldemort günceyi kendini yakın hissettiği bir yere ya da kendini güçlü hissettiği bir yere koymuş olabilir,” diye sözlerini tekrarladı Ginny.
Harry’nin aklında bir şey varmış gibi görünüyordu. Birkaç dakika daha konuşmamaya devam etti.
“Ee… Harry? İyi misin?” diye sordu Ron, çocukta bir sorun olduğundan korkarak.
Ansızın Harry başını kaldırdı ve Ron’a bakıp gülümsedi. Ron ise, ‘hah, şimdi daha da deli gibi görünüyor,’ diye geçirdi içinden.
“Güncenin nerede olduğunu buldum! Kesinlikle çok mantıklı!” diye haykırdı Harry.
“Nerede?” diye sordu dördü de aynı anda.
“Ginny’nin dediği gibi, günce Voldemort’un kendini güçlü hissettiği, kendiyle bağı olan bir yerde olmalı. Özellikle bu Hortkuluk’un onun geçmişiyle alakalı olduğunu düşünürsek, bence yeri de onun geçmişiyle alakalı bir yerde,” diye açıkladı Harry.
Harry’nin neden öyle kendinden geçtiği şimdi anlaşılmıştı; dördü birden içten içe bir oh çekmişlerdi. Harry anlatmaya devam etti:
“Bence, Hortkuluk onun çocukluğuyla bağlantılı bir yerde. Şimdi, öncelikle büyüdüğü yetimhanede olmadığına eminim, çünkü o yerden nefret ediyor. Gaunt’ların evi de olamaz, çünkü orası yıllar yıllar önce yıkıldı. O zaman, geriye tek bir yer kalıyor. Mağara.”
Hepsi dönüp daha fazla açıklar umuduyla Harry’ye baktı. Harry onların tepkilerini gördükten sonra açıklamaya devam etti:
“Voldemort bana yetimhanedeki çocuklarla geziye çıktığı bir gün, diğerlerinin üzerinde bir güce sahip olduğunu ilk kez o zaman fark ettiğini anlatmıştı. Orada içerisinde yılanların olduğu bir mağara bulmuş. Voldemort o zamana kadar yılanlarla konuşabildiğini bilmiyormuş. O gün ona her zaman zorbalık eden iki çocuk da oradaymış. Voldemort onları mağaraya yönlendirmiş ve sonra da, şey, yılanları çocukların üzerine salmış. Çocuklar ölürse bunu kimseye açıklayamayacağı için yılanlara onları ısırmamasını emretmiş ama çocukları fena korkutmuş. Aslında tam olarak şöyle söylemişti: ‘İçimdeki gerçek gücü hissettiğim ilk an, o iki çocuğa saldırılmasını emrettiğim andı.’ Günce o mağaradan başka bir yerde olamaz. Bundan eminim.”
Hepsi birden bu haberin şaşkınlığını yaşıyordu. Harry haklıysa ve günce sahiden de mağaradaysa, o zaman başardılar demekti. Günce de yok edildikten sonra, Voldemort yeniden ölümlü olacaktı. Bu demektir ki, Büyücülük Dünyası Voldemort’tan kurtulmaya bir adım daha yaklaşmıştı.
“Peki o zaman, nerede bu mağara?” diye sordu Damien; heyecandan kollarındaki tüyler diken diken olmuştu.
“Yer konusunda kabaca bir fikrim var. Çok da emin değilim, açıkçası. Ama bulacağım,” dedi Harry.
“Hayır, Harry. Bulacağız,” dedi Ron, ayağa kalkıp onunla yüz yüze gelerek.
“Evet, bunu hep birlikte yapacağız,” diye ekledi Damien.
Harry ise onlara bakıyor, bu söylediklerine inanamıyordu.
“Siz kafayı mı yediniz? Benimle gelemezsiniz! O yeri bulmak zorundayım ve bu benim birkaç günümü alır. Her adımımda sizi de arkamdan sürükleyemem. Bu işi hızlıca halletmem gerek.”
“Kesinlikle, Harry, bu işi hızlıca halletmemiz gerek. Voldemort muhtemelen son Hortkuluk’unu sahip olduğu her şeyle koruyordur. Yalnız gidemezsin. Ayrıca, biz de senin peşinden sürünecek değiliz. Bizden yardım isteyebilirsin. Unutma ki, birlikten kuvvet doğar,” diye açıkladı Hermione.
Harry yine de ikna olmamıştı.
“Ya aileleriniz? Sizin yokluğunuzu anlamayacaklar mı? Onlara ne söyleyeceksiniz?” diye sordu.
Bu noktada, dördü de birbirlerine baktılar.
“Onlara… Onlara kampa gideceğimizi söyleyebiliriz,” dedi Damien, kısa bir süre düşündükten sonra.
“Evet, yer tabii onlar da. ‘Hey, anne, baba. Biliyorum bu aralar çetin bir savaşın ortasındayız ama ben birkaç günlüğüne gidip biraz açık havada uyuyayım diyorum. Hadi görüşürüz, tabii hayatta kalırsam!’ Azcık kafanı kullan, Damy!” diye patladı Ginny.
Damien karşılığında yalnızca kaşlarını çatıp somurttu ve sonra dönüp, kendini gülmemek için zor tutuyor gibi görünen Harry’ye baktı.
“Bence, birkaç günlüğüne birbirimizin evinde kalacağımızı söyleyebiliriz. Damien, Ron ve Ginny benim evimde kalacaklarını söyler, ben de annem ile babama Damien’larda kalacağımı söylerim. Onlara sıkı bir çalışma programı hazırladığımızı ve benim her birinizi teste tabi tutacağımı söyleyebiliriz. Bu inandırıcı olur,” dedi Hermione, birkaç dakikalık ciddi bir düşünmenin ardından.
Diğer üçü yalnızca gülümseyerek kafa salladılar.
“Aileleriniz birbirleriyle iletişime geçerlerse, yakayı anında ele verirsiniz,” dedi Harry, bundan sıyrılmalarının mümkün olmayacağını yeniden vurgulayarak.
“Benim ailem büyücü ailelerle nasıl temas edeceklerini henüz bilmiyorlar; Ron ile senin ailen de bizimkilerle iletişim kurmak isteyecek kadar birbirlerini tanımıyorlar. Sıkıntı çıkmaz,” dedi Hermione, omuzlarını silkerek.
Harry kafasında başka bir problem bulmaya çalıştı ama dördü de şimdi onu dikkatle izliyor, söyleyeceği her şeye bir cevap bulmaya hazır görünüyorlardı.
“Biz de geliyoruz, Harry. Aş bunu artık,” dedi Ron, Harry’ye bakıp arsızca gülümseyerek.
Harry ona ters ters baktı, ama daha fazla direnmeyip pes ederek hepsinin onunla gelebileceğini söyledi.
“Hazır olun, yarın gidiyoruz,” dedi, her biri tek sıra halinde odadan ayrılırken.
Çeviren: Tuba Toraman
Yorumlara bak
Efsane bir bölümdü! Özellikle asıl kitap Draco ve Harry'nin düşmanlığı gösterilirken, burada ikisinin arkadaşlığına yer verilmesi çok hoşuma gitti! Draco benim sevdiğim bir karakter. Ama hikayeye Grindelwald ve Dumbledore biraz daha dahil edilirse efsane olur. Ha, bu arada... Yeni bölüm ne zaman? :)
Yaaaaa ni zman glck
Cidden o kadar güzel ki ama lütfen cevap verir misiniz ? Yeni bölümler 2 haftada 1 mi geliyor ? Haftada 1 mi geliyor ? 1 haftada 2 kez mi geliyor ? Yani sormak istediğim şu: Ne aralıkla yeni bölüm atıyorsunuz ? Ama kitap mükemmel. Ben Bella'ya zaten bayılıyorum. Normal gerçek Harry Potter kitabında da Bella öldüğünde ağlamıştım. Filmde de öldüğünde ağlamıştım. Ama hiç bu kadar ağlamamıştım. Bella'ya Ruh Emici öpücüğü verildi ve öldü ya bu kitapta. İşte bella için ilk defa bu kadar çok ağladım. Umarım en çok ölümüne ağladım kişilerden biri olan Sirius Black'te ölmez. 😭🥺
Bende ölmemesini istiyorum zaten benim favorim Sirius Black. Zümrüdüanka Yoldaşlığı'nda öldüğünde çok üzülmüştüm :( umarım burda da ölmez.
mösyö rüzgar aynn umarım burada ölmez asıl seride öldüğünde Bella ya acayip sövmüştüm