Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #60: Karanlık Lord’un Gazabı

Karanlık

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

57. BÖLÜM

58. BÖLÜM

59. BÖLÜM

Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı öldürmeyip kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
ÖNEMLİ BİR NOT: Karanlık Prens serisinin ilk cildi İçimdeki Karanlık hikâyesinin yeniden yazılmış bölümleri 57. bölümle sınırlıydı. Yazar bu maceranın yeni versiyonunu uzun süredir yazmadığı için, kalan bölümlerin yeni versiyonunu eskisiyle bağlayarak yayınlama kararı aldık. Bundan böyle bölümler, Tuba Toraman‘ın düzeltisiyle karşınızda olacaktır. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin altmışıncı bölümü!

bölüm 60

Karanlık Lord’un Gazabı


Sirius odanın içine girip arkasından kapıyı kapatırken, Harry onu kalbi ağzında izledi. Asasıyla Bella’yı nişan alıyordu. Harry Bella’nın önüne geçti; Sirius’un asası şimdi onun göğsünü hedef alıyordu. Harry’nin Bella’nın önüne geçişini izleyen Sirius’un bakışları gölgelenmişti.

“Buraya gelerek çok büyük bir risk aldın, Harry,” dedi Sirius, sesini alçak tutmaya özen göstererek.

Harry cevap olarak yalnızca Sirius’a baktı; gözlerini ona doğrulttuğu asadan ayırmıyordu.  Bella ise kıpırdamadan duruyor, önündeki sahneyi izliyordu. Onun yapabileceği hiçbir şey yoktu. Elinde ne bir asa ne de silah olarak kullanabileceği bir şey vardı.

“Bakanlık’ın kalbine yeniden geleceğini hiç düşünmemiştim; önceki gelişin yeterince tehlikeliydi,” diye devam etti Sirius.

Sirius’un kalbi deli gibi atıyor, göğsünü acıtıyordu. Şu anda çok zor bir durumla karşı karşıyaydı. Kendi duyguları Seherbazlık göreviyle çakışıyordu. İşini yaparsa şayet, vaftiz oğlu ile kuzenini Ruh Emici’lerin önüne atmış olacaktı. Diğer bir taraftan, gitmelerine izin vermek ise Sirius’un elinde olmayan bir şeydi. Ya da öyle miydi?

“Harry, ne yaptığının farkındasın, değil mi? Bella’nın kaçışına yardım ederek, işleri kendin için çok daha beter bir hale getiriyorsun. Bu yaptığın yüzünden, Bakanlık seni bir daha asla affedip mazur görmez.”

Harry gülümsedi; Sirius ise Harry’nin tepkisi yüzünden iyice afallamış görünüyordu.

“Zaten Bakanlık’ın beni yaptığım diğer şeyler yüzünden de affedip mazur göreceğini sanmıyorum. Listeye bir suç daha eklense ne yazar? Ne olursa olsun, Black, bu gece Bella benimle geliyor. Onun Öpücüğü almasına izin veremem.”

Sirius karşısında duran ikiliye çaresizce bakıyordu. Daha bir şey söyleyememişti ki, bir bağırış daha duyuldu.

“Black! Black! Onlardan hiçbir iz var mı? Pozisyonun ne?”

Ses, Sirius’un belinde duran küçük kristal bir küreden geliyordu. Bu, Seherbaz’ların aralarında iletişim kurmak için kullandığı bir yöntemdi. Harry Sirius’un tepkisini izledi. Onun asasını kendi eline çağırmaya hazırlanıyordu. Bella’yı buradan öyle ya da böyle çıkarmalıydı.

Sirius, gözlerini Harry ile Bella’dan ayırmadan, küreye uzanıp parmağını koydu.

“Olumsuz, hiçbir iz yok. Binayı terk etmiş olmalılar. Toplanma odasına geliyorum. Herkes oraya geçsin.”

Harry ile Bella, ikisi de dillerini yutmuş bir halde öylece duruyorlardı. Sirius onları korumak için yalan söylemişti. Harry ile Bella’nın iyiliği için kendini büyük bir tehlikeye atıyordu.

Sirius parmağını küreden çekip gözlerinde büyük bir kederle Harry’ye baktı.

“Sana söylemiştim, ben her şeyden önce senin vaftiz babanım. Dilerim, bu sefer bana inanırsın,” dedi Sirius, kapıyı açmak için geriye dönerek.

Harry’nin sözleri boğazında düğümlenmişti. Ne diyeceğini sahiden bilmiyordu. Blake’in Sirius’un onu tutuklamak istediğini söyleyen sözlerinin yalan olduğundan şüphelenmişti; ama yine de, Sirius’u yeterince iyi tanımıyor, onun neler yapabileceğinden emin olamıyordu. Gel gelelim, artık, Harry Sirius’un ona gerçeği söylediğini biliyordu. Onu gerçekten önemsiyordu.

“Yalnızca, bana bir söz ver, Harry. Bu iş bittiğinde, evine dön. Bir geceliğine bile olsa, razıyım,” dedi Sirius, vaftiz oğluna hüzünle bakarken.

Harry’nin boğazı düğümlenmişti; o yüzden yalnızca başını sallayıp anlaşmayı onayladığını belirtebildi. Bunun üzerine, Sirius kapıyı açtı ve Bella’ya son bir bakış atıp çıktı. Harry ile Bella, az önce ne olduğunu idrak edemiyormuşçasına bir süre kıpırdamadılar. Sirius ikisini de tutuklamaya gelmiş, ama onun yerine onlara yardım etmeyi seçmişti. Onlar binanın arka kısmından çıkabilsinler diye, herkesin dikkatini binanın ön tarafında bulunan toplantı odasına çekmişti.

Harry Bella’nın elini çekiştirdi; Bella yaşadığı şoku atlatamıyor gibiydi. İkisi de başka kimse gelmeden süratle odadan çıktılar. Bulundukları yer ıssız görünüyordu ve Harry’nin kapıyı kırması yaklaşık birkaç dakikasını almıştı. Bu kez kendilerini uzun bir tünelin ucunda buldular. Tünel oldukça dik görünüyordu, ama Harry ile Bella bir saniye bile tereddüt etmeden tüneli tırmanmaya başladılar. Bakanlık binası yerin altındaydı; o yüzden de tünel yukarı doğru ilerliyordu.

İkisi de elleri ve yüzleri kire pasa bulanmış bir halde yorgun argın tüneli tırmanmayı başarıp küçük bir pencereye ulaştılar. Vakit kaybetmeden pencereden kendilerini dışarı attılar. Şimdi, kendilerini büyük taş bir odanın içinde bulmuşlardı. Odanın diğer ucunda ise bir kapı vardı. Hızla koşarak kapıyı iterek açtılar. Açtıkları anda da, soğuk havanın esintisi yüzlerine çarpıp saçlarını uçuşturdu. Harry, yanında Bella’yla Bakanlık binası gözden kaybolana kadar koşmaya devam etti.

Ancak, daha Bakanlık binasından tam anlamıyla uzaklaşamamışlardı ki, ikisi birden aniden durarak soluklandılar. Bella tuğla bir duvara yaslanıp ciğerlerini havayla doldurmaya çalıştı. Bakanlık’tan kaçtığına inanamıyordu. Artık sonunun geldiğine ve Ruh Emici’lerle yüz yüze geleceğine o kadar emindi ki, kendini buna hazırlamıştı. Onlarla anlaşma yapmamış olmasının rahatlığı tüm bedenini sarmıştı. Siyah gözlerini birkaç adım ötesinde, soluk soluğa kalmış çocuğa çevirdi.

Bella Harry’nin onu sevdiğini hep biliyordu; her ne kadar bunu hiç göstermemiş olsa da. O da tıpkı onun gibiydi; Harry’nin onun için ne kadar değerli olduğunu asla dile getirmezdi. Hayatlarına girdiğinden beri, bu küçük çocuğa aşık olmuştu. Ölüm Yiyen’ler arasında tek kadın o olduğu için Harry’yi büyütmek de onun görevi olmuştu. Bunun nasıl olduğunu ya da ne zaman başladığını bilmiyordu ama Harry onun içindeki annelik güdüsünü uyandırmayı başarmıştı. O da en az Lily kadar onun annesiydi. Lily onu yalnızca dünyaya getirmişti. Onu büyüten de, hastalandığında ona bakan da, her şeyi ona öğreten de Bella’nın kendisiydi. Harry onun oğluydu ve şimdi onu doğrulurken ve yalnız olup olmadıklarını kontrol etmek için etrafına bakınırken izlediğinde, içindeki bu sevgiyi hiç olmadığı kadar güçlü hissediyordu.

Harry, Bella’ya hiçbir şey söylemeden, yürüyüp uzaklaşmaya başladı.

“Harry!”

Harry durdu, ama ona bakmayı reddediyordu. Bella yüz yüze gelebilmek için ona doğru yürüdü.

“Harry, nereye gidiyorsun?” diye sordu Bella.

Harry hâlâ ona cevap vermeyi reddediyor, yüzüne bile bakmıyordu. Gözlerini yere sabitlemişti.

Bellatrix Lestrange

“Er ya da geç geleceğini biliyordum. Birlikte o kadar uzun yıllar geçirdik ki, bizi kolay kolay terk edemezdin. Karanlık Lord’a senin bize bir gün yeniden döneceğini söylemiştim. Hadi gel, Harry. Eve gidelim.” Bella son sözünü söylerken onun elini tutup çekti. Harry’nin onu kurtarmak için gelmesini, yeniden Voldemort’a katılmak istediğine yormuştu. Bu Harry’nin yok ettiği Hortkuluk’lar için bir çeşit özür dileme şekliydi.,

Harry gözlerini kaldırıp Bella’ya baktı. Bella tam o anda yanıldığını anladı. Zümrüt yeşili gözleri, en son gördüğü aynı ateşle yanıyordu.

“Senin hayatını kurtardım, Bella. Ama bu yeniden size katılmak istediğim için değildi. Seni kurtardım, çünkü yok edilmene gönlüm razı olmadı.”

Bella, Harry’nin ağzından çıkan lafları duyduğu anda alevlendi.

“Yani, sen bana iyilik yapıyordun, öyle mi? Beni kurtarmak için neden kendini riske attın o zaman? Beni önemsediğin için mi? Eğer bu doğruysa Harry, beni bu şekilde ezip geçme. Benimle eve gel ve Lord Voldemort’tan onu terk ettiğin ve ona yaptıkların için özür dile. Sana çok kızgın ama seni affeder. Seni o kadar çok özlüyor ki, Harry. Olanları geride bırakmaya hazır. Senin yaptığın her şeyi unutmaya hazır. Hortkuluk’larını sırf onu cezalandırmak için yok ettin. Bunu sen de biliyorsun. Ama ne olmuş olursa olsun, her şey normale dönecek. Yeniden bizimle olacaksın,” diyordu Bella, hızlı hızlı; her şeyin normale döneceğini söylerken Harry’den çok, kendini ikna etmeye çalışıyor gibiydi.

“Normale mi dönecek? Normalden kastın ne, Bella? Yeniden hafızamın silinmesi mi? Voldemort’un kukla gibi oynadığı köpeği olmaya dönmem mi? Hayır, bu şekilde yönetilip kontrol edilen bir hayatı yaşamayı kabul edebileceğimi hiç sanmıyorum!” diye bağırdı Harry, öfkeli bir halde.

Bella da Harry’ye öfkeliydi. Ona kocaman açılmış gözlerle bakıyordu. Harry’nin Karanlık Lord’la ilgili bu şekilde küstahça konuşmuş olmaya nasıl cüret ettiğine inanamıyordu. Onun asıl Karanlık Lord’un ona bahşettiği hayatı küçümsemiş olmasına şaşırıyordu. Lord Voldemort’un emirlerine boyun eğmek çok büyük bir onurdu ve Harry bunu aşağılıyordu. Asasının yanında olmuş olmasını diliyordu; öyle olsaydı, ona yaptığı aşağılama için af diletir, ardından ise onu zorla Karanlık Lord’a götürürdü.

İkisi de birbirlerine dik dik bakarak, orada öylece duruyorlardı. Yaşadıkları öfke yüzünden hiçbir şey yapmıyor, konuşmadan birbirlerine bakıyorlardı. Sonunda Harry bakışlarını ondan ayırdı.

“Seni Bakanlık’tan çıkardım. Yani, bu kadarını yaptığıma göre, başka bir şey bekleme benden. Yaptığım şeyi yapmaya devam edeceğim. Ayrıca, yanılıyorsun. Şimdiye kadar tam dört Hortkuluk yok ettim ve sonuna kadar da gideceğim! Ona bir daha asla dönmeyeceğim, Bella. Size yeniden katılacağıma dair hiçbir umut besleme.”

Bu sözler Bella’nın kalbini kırmıştı. Bunca zamanı Harry’nin onlara yeniden döneceği konusunda kendini ikna ederek geçirmişti. Hortkuluk’ları yok ettiği gerçeği aklında çok büyük bir yer edinmemişti. Lord Voldemort, Harry’yi işlediği suçlar yüzünden cezalandıracağını ama ardından, onunla yeni bir başlangıç yapacağını bizzat söylemişti. Ancak şimdi, Bella Harry’nin bir daha asla Lord Voldemort’a dönmeyeceğini görebiliyordu. Hortkuluk’ların dördünü de yok etmişti! Ve gerisini de yok edecekti! Lord Voldemort bu yüzden Harry’yi bir daha asla affetmezdi.

Harry’yi Riddle Malikânesi’ne sürükleyerek götürse bile Harry Karanlık Lord’a karşı gelecek ve bu da muhtemelen hayatının son bulmasıyla sonuçlanacaktı. Harry gitmişti ve bir daha da asla dönmeyecekti.

Bella kederle dolu gözlerini Harry’nin yüzünde gezdirdi. Harry’ye, Efendisinin Hortkuluk’larını yok ettiği halde, o kadar da kızamadığını fark edip kendine şaşırmıştı. Öfkeden ziyade, Harry’ye olacaklardan daha çok korkuyordu. Bu durumdan sağ çıkması mümkün görünmüyordu. Lord Voldemort önünde sonunda onu yakalayacak ve ona korkunç bir ölüm bahşedecekti.

“Ah Harry! Neden? Neden bunu yaptın? Her şeyi mahvettin. Seni affedecekti! Affedeceğini söylemişti, ama… ama artık, seni affedemez. Hortkuluk’larını neden yok etmek zorundaydın ki? Onu yok etmek mi istiyorsun, sahiden?” dedi Bella, gözleri yaşlarla dolarken.

“Onu yok etmek istemiyorum! Senin bile yok edilmeni kaldıramazken Bella, onu yok etmeyi de düşünemem. Ben sadece ondan intikam almak istiyorum. O hayatımı ve geleceğimi benden çaldı. Ben de onunkini çalıyorum,” diye cevapladı Harry.

Bella ona korku dolu gözlerle baktı. Harry ondan bir adım uzaklaştı. Artık gitmek istiyordu. Bu durum ona daha fazla katlanamayacağı kadar acı veriyordu.

“Git, Bella! Git buradan ve Bakanlık seni aramaktan vazgeçene kadar da göze batmamaya çalış.”

Bella gözlerini ondan kaçırdı; bu sefer gözünden akan yaşları saklamaya çalışmıyordu.

“Ben geri dönüyorum! Efendimizin dört Hortkuluk’unu çoktan yok etmişsin! Ama daha fazlasının yok edilmesine izin veremem. Beşincisini korumak zorundayım.”

Bella binaya geri dönmek için daha harekete bile geçemeden, Harry onu kolundan yakaladı.

“Boşuna uğraşma. Çoktan yok edildi bile. Fudge’ın kılığına girdiğimde, Seherbaz’ların onu yok ettiğine bizzat şahit oldum. Gitti! Beşinci Hortkuluk da gitti, Bella.”

Bella dehşet içinde dizlerinin üzerine çökerken, Harry neredeyse onun için üzülüyordu. Bella bunun mümkün olmadığını sayıklayıp duruyordu. Yüzük bu şekilde yok edilmiş olamazdı. Harry Bella’yı bu halde bırakıp gitmek istemiyordu ama Seherbaz’ların onların bulunduğu tarafa doğru gelmekte olduğunu belirten sesler duyunca, Bella’yı yerden kaldırdığı gibi kendine gelmesi için sarstı.

“Git!” diye tısladı ona.

Bella Harry’ye son bir bakış atıp Buharlaştı. Harry ise kendini ıssız sokağın sonunda park halinde duran bir kamyonetin arkasına attı. Seherbaz’lar sokağı geçerken başını eğerek onları izledi; aralarında babası ile Sirius’un da olduğunu görmüştü. Harry’nin saklandığı yerden hızla geçip gittiler. Harry de arkasına dönüp sırtını kamyonete yasladı. Oldukça yorucu bir gece geçirmişti.

Harry elini cebine atarak küçük yüzüğü çıkardı. Yüzükten yayılan gücü hissederek yüzüğü bir süre elinde tuttu. Bella’ya yalan söylemek zorundaydı. Eğer söylemeseydi, Bella yüzüğü almadan hiçbir yere gitmezdi. Harry, yüzüğü kaybettiği için Bella’ya olacaklardan korkuyordu. Voldemort’un bunun için Bella’yı cezalandıracağından adı gibi emindi ama sonra yola onunla devam edecekti. Bella, Voldemort için İşkence Laneti’nden daha fazlasını yapmayacağı kadar değerliydi.

Harry elindeki yüzüğü kaldırarak inceledi. Bakan’ın kılığına girdiği için onu almak hiç de zor olmamıştı. Harry görünümünü değiştirerek Bakanlık’a girmiş ahmak Bakan’ı uyuşturmayı başarmış ve saçından bir tutam alarak, Damien’ın annesinin stoğundan yürüttüğü Çok Özlü İksir’in içine atmıştı. Ardından yüzüğü koruyan Seherbaz’ların bulunduğu odaya gidip neler olduğuna bir göz atmıştı. Görünen o ki, Seherbaz’lar yüzüğü yok etmeyi başaramamışlardı. Alelade denedikleri büyülerin hiçbiri işe yaramamıştı. Harry, kullandıkları büyüleri hatırlayınca gözlerini devirmemek için kendini zor tutmuştu. Yüzüğü onlardan almış ve ardından Bella’nın kaçmasına yardım etmişti. Ahmak Bakan ise gizlice uyuşturulduğunu fark etmemişti bile. ‘Çok sevgili bir hayranı’nın ona gönderdiği Ateşviskisi’nden sağlam bir kupa içtikten sonra, sızdığını düşünmüştü.

Harry yüzüğe odaklandı ve içindeki öfke yine yüzüğü dakikalar içinde yok etmeyi başarmıştı. Harry üzerine dağılan tozları temizledi. İşte, beşinci Hortkuluk da gitmişti. Şimdi ise geriye yalnızca bir Hortkuluk kalmıştı. Harry etrafını dikkatlice tarayarak saklandığı yerden çıktı. Ron, Hermione, Ginny ve Damien’ın endişe içinde onu bekledikleri sokağın köşesine dönmek için Buharlaştı.

“Nasıl gitti? Onu kurtardın mı? Yüzüğü aldın mı?”

Harry sorularını duymazdan gelerek ileride karanlık görünen sokağa doğru yürüdü. Her biri karanlığın içinde iyice gizlendikten sonra ise, Harry onlara her şeyi anlattı. Yüzüğü yok ettiğini ve Bella’yı Bakanlık’tan çıkardığını söyledi. Ancak, Sirius’la olan kısmı ve ona Godric’s Hollow’a gideceğine dair verdiği sözü anlatmadı. Damien’a bu konuda güvenmiyordu. Muhtemelen, Harry’yi bu gece eve gelmesi için zorlardı.

“Yani, her şey yolunda gitti, o zaman. Şükürler olsun!” dedi Ron, çok daha rahatlamış olduğunu belli eden bir ses tonuyla.

“Evet,” dedi Harry, aklı başka bir yerde; Voldemort’un, Hortkuluk’u kaybettiğini öğrenince Bella’ya ne yapacağını düşünmeden edemiyordu.

“Umalım, her şey yolunda gitsin,” diye ekledi, fısıltıyla.

* * *

Bella karanlık odada ayakta dikiliyordu. Elleri korkudan titriyordu. Lord Voldemort ise arkasını ona dönmüş bir şekilde duruyordu. Bella Efendisine nasıl yakalanıp yüzük yüzünden işkenceye uğradığını ve sonrasında, Harry’nin nasıl gelip onu kurtardığını anlatmayı henüz bitirmişti. Harry ile arasında geçen konuşmaları da bir bir ona aktarmıştı. Ama gel gelelim, Harry’nin ona Hortkuluk’larla ilgili söylediklerini söyleyecek cesareti henüz bulamamıştı. Efendisine söylemesi gereken sözlere bir türlü dili dönmüyordu. Korkudan kaskatı kesilmiş duruyordu. Sonunda, Voldemort arkasına dönüp onunla yüz yüze geldi.

Bella, ona bakan öfkeli kırmızı gözlere bakmamak için neler vermezdi. Voldemort hayatında hiç bu kadar öfkeli görünmemişti. Ona doğru yürüdü. Ölüm Yiyen’lerin geri kalanı, Karanlık Lord’un Bella’ya yaklaştığını izlerken, soluklarını tutuyorlardı. Lord Voldemort’un Bella’yı fena halde cezalandıracağından kimsenin şüphesi yoktu. Herkes kadın Ölüm Yiyen’in onun yumuşak noktası olduğunu biliyordu. Ancak, Ölüm Yiyen denizinin ortasında dikilen, ekibe henüz yeni alınanlar bile, Bella’nın bugün fena halde cezalandırılacağından emindiler. Malfoy ön kısımlarda duruyor; Lord Voldemort’un, karısının kardeşine doğru yürüyüşünü yüzünde duygusuz bir ifadeyle izliyordu. Malfoy Bella’yla yıllarca çalışıyordu ve içinde git gide artan panik duygusuna engel olamıyordu. Ne olacaksa bir an önce olup bitmesini umuyordu.

“Onun gitmesine izin verdin.”

Sözler fısıltı halinde çıksa da büyük odada yankılanmıştı. Bella dehşetle bakan gözlerini kaldırıp karşısında öfkeyle parlayan kırmızı gözlere dikti.

“E-Efendim, başka şansım yoktu. Asam da yoktu, onu benimle gelmeye zorlayacağım başka bir şeyim de.”

Voldemort ona bakmaya devam ediyordu.

“Beni hayal kırıklığına uğrattın, Bella.”

Bu dört sözcük Bella’yı baştan ayağı sarstı. Bakışlarını daha fazla tutamayarak yere indirdi. Efendisini daha önce hiç hayal kırıklığına uğratmamıştı. Hatta daha önce affedilmek için yalvardığı bile olmamıştı.

“Beni başka kimsenin uğratmadığı kadar büyük bir hayal kırıklığına uğrattın. Bugün yeri doldurulamaz iki şeyi birden kaybettin. Hem yüzüğümü hem de oğlumu.” Voldemort’un hayal kırıklığıyla dolu söylenmiş sözleri üzerine, Bella yerin yarılmasını ve onu içine alıp yutmasını diledi.

bellatrix lestrange 3

“Sana yüzüğümü hayatın pahasına koruyacağına güvenerek vermiştim. Sen ise onun yerine kendi kıçını kurtarmışsın ve şimdi de, utanmadan karşımda dikiliyorsun!”

Malfoy korkudan titredi. Böylesine bir öfkenin başka birine yöneltildiğine daha önce hiç şahit olmamıştı. Bella’nın karşılaşacağı kâbusla yüzleşecek kadar güçlü olmasını diliyordu.

“Haklısınız, Lord’um. Sizi hayal kırıklığına uğrattım. Yüzüğünüzü korumak uğruna ölmem gerekirdi. Lütfen, Lord’um. Beni cezalandırın; sizi hayal kırıklığına uğratmış olduğum gerçeğini bilerek yaşayamam.”

Ölüm Yiyen’ler, Bella’nın cezalandırılmayı isteyerek çok yürekli davrandığını düşünüyorlardı. Onlar ise hep kendilerini Efendilerinin ayaklarına atıp affeldilmek için yalvarırdı; her ne kadar çoğu bunun boşuna bir çaba olduğunu bildiği halde.

“Cezalandırılacaksın, Bella,” dedi Voldemort, usulca; ama asasını ona doğru kaldırmak yerine, elini uzatıp onun yanağını okşadı. Bella ise düpedüz afallamış, ama yanağına dokunan ele başını yaslamıştı. Karanlık Lord onu affetmeye karar verdiği için minnettardı. Voldemort elini çekerek onun şaşkın görünen yüzüne bakıp alaycı bir şekilde gülümsedi.

“Herkesten en iyi senin bilmen gerekir ki, ben asla affetmem!”

Bella, Voldemort’un zihnini okuduğunu fark edip onu yere serecek İşkance Laneti’nin gelişini kaskatı olmuş bir halde bekledi.

“Sevgili Bellatrix, sana İşkence yapmayacağım,” dedi Voldemort; sesi yine Bella’nın beklediğinden çok daha nazikti.

“Bunu yapmayı gerçekten istemiyorum, ama beni çok büyük bir zarara uğrattın. Yaptığın hata geri döndürülemez olduğu için cezan da ona uygun olmalı.”

Bella’nın korkudan tüm vücudu buz kesmişti. Ne demek istiyordu? Onu nasıl bir ceza bekliyordu?

Voldemort, Bella’ya yüzünde neredeyse sevgi denilebilecek bir ifadeyle bakıyordu.

“Seni özleyeceğim, Bella,” dedi, yumuşak bir sesle ve ona doğru eğilip yalnızca onun duyabileceği bir fısıltıyla.

Voldemort asasını kaldırıp Bella’nın başını hedef aldı. Bella kendini Öldüren Lanet’e hazırladı. Voldemort’un ‘geri döndürülemez’ ile kastettiği ceza bu olmalıydı. Voldemort yine onun zihnini okudu ve ona, aslında onu öldürmeyi de planlamadığını söyledi.

Tam bu noktada, odadaki herkes soluğunu tutuyordu. Voldemort’un sözleri hepsini ne olacağına dair tedbirli olmaya itmişti.

Dudaklarından dökülen bir büyünün fısıltısıyla, odaya mutlak bir sessizlik hâkim oldu. Bella, Voldemort’un asasından çıkan hayalet gibi figürü dehşetle izliyordu. Figür inci gibi saydam bir renkten ziyade, yırtık pırtık, küflü, siyah bir kumaşla kuşanmıştı. Yüzü kukuletasının ardında gizliydi ve çürümüş parmakları Bella’ya doğru uzanıyordu. Odadaki herkesin adeta kanı çekilmişti. Voldemort’un yarattığı şeyin ne olduğundan hiç şüpheleri yoktu. Bu bir Ruh Emici idi.

“L-Lord’um! Y-Yoo!” Bella korkunç figürden kaçmak için geri geri gitmeye çalışırken soluk soluğa da olsa konuşmayı başarmıştı. Kaskatı kesilmiş uzuvları daha fazla hareket etmesine izin vermedi ve yere kapaklandı.

Malfoy olanları büyük bir dehşetle izliyordu. Ona yardım edemezdi, bunu biliyordu. Ona hiç kimse yardım edemezdi. Aklı, Voldemort’un Bella’yı bu şekilde cezalandırdığı gerçeğini bir türlü idrak edemiyordu. Neredeyse hiç İşkence bile uygulamadığı bu kadını böyle cezalandırıyordu…

“Başarısız bir Ölüm Yiyen’e ihtiyacım yok, Bella. Sen ruhumun bir parçasını kaybettin. Ve bunu da kendi ruhunla ödeyeceksin,” dedi ve Ruh Emici’den uzaklaştı. Ruh Emici Bella’ya doğru ilerlerken, Voldemort arkasını dönmüş gidiyordu.

Bella zihninde beliren en kötü anılarıyla boğuşup debelenerek çığlıklar atarken, odadaki herkes onu izliyordu. Kadının çığlıkları, içi Ölüm Yiyen’lerle dolu odanın her yerinde yankılanıyordu. Bella’nın ağzından çıkan ‘hayır, hayır, lütfen, yardım edin, hayır, lütfen, hayır’ sözleri adeta duvarlardan sekiyordu. Kukuletalı figürün onu tutup kukuletasını indirdiğini gören Malfoy, gözlerini zavallı kadının görüntüsünden kaçırdı.

Adamların çoğu gözlerinin önünde olanları tiksintiyle izliyordu. Aralarında, İşkence Laneti’nin altında işkence görenleri izlemekten zevk alanları bile, bu işkenceyi düpedüz iğrenç bulmuşlardı. O iğrenç şey Bella’nın ağzını açtığında, Bella’nın hıçkırarak yalvaran sözleri de kesilmiş oldu. Şimdi, odaya hâkim olan tek ses, pencerelerin parçalanmasına sebep olmuştu. Bella’nın ruhu kıvranan bedeninden zalimce çekip çıkarılırken, hepsi onu izliyordu.

Sonunda, Ruh Emici geriye çekilip Bella’nın cansız görünen bedenini terk etti. Voldemort’un asasına geri uçarak içinde kayboldu. Malfoy, Bella’nın yerde yatan, cansız görünen bedenine baktı.

lord voldemort5

“Kurtulun şundan!” diye tısladı Voldemort, odayı terk ederken.

Malfoy yerinden kıpırdamamıştı; etrafındaki Ölüm Yiyenler’i, onun bedenini kaldırıp odadan dışarı çıkarırken, uyuşmuş bir halde izliyordu. Bunun olmasını hiç beklemiyordu. Bella ölmüştü. Bu yerde daha fazla durmaya katlanamayarak, hızla harekete geçip odayı terk etti.

Üç yüz kilometre kadar ötede, Harry yara izinde oluşan dayanılmaz bir acıyla yattığı yerden fırlayıp soluğunu bırakarak oturdu. Başını ellerinin arasında tutuyordu, ama aklı yara izinde değildi. Harry az önce ilk görüsünü yaşamıştı. Bu gece Riddle Malikânesi’nde olan biten her şeyi bizzat görüp yaşamıştı.

Kendini yataktan çıkarmaya çalışarak, “Bella!” diye fısıldadı, acı içinde.

* * *

Harry sokakta körlemesine koşuyordu. Üzerine yalnızca cüppesini geçirmeyi başarmış, asasını elinde sımsıkı tutuyordu. Nasıl olduğunu bilmiyordu, ama kalbi ona Hogmeade’e gitmesi gerektiğini söylüyordu. Hogsmeade’e Cisimlenebilmek için karanlık arka sokaklardan birine doğru koşuyordu. Şu anda sabahın erken saatleriydi ve etrafta hatırı sayılır sayıda Muggle vardı, ama Harry’nin aklı doğru düzgün çalışmıyordu. Daha az önce Bella’nın hayalet tipli bir Ruh Emici tarafından öpüldüğüne şahit olmuştu. Acilen Hogsmeade’e gitmesi gerekiyordu.

Harry, kalabalık Hogsmeade sokaklarından birinin ortasına doğru Cisimlendi. Geldiği anda da, kalbi korkudan deli gibi çarpmaya başlamıştı. Yolun ortasında, yerde duran bir şeyi göstererek bağıran insanlardan oluşan bir kalabalık vardı.

Harry, kendini tamamen büyücülerden oluşan bir köyün ortasına getirip tehlikeye atarak ne yaptığını sahiden bilmiyordu. Kalabalığın içine doğru koştu. Yerde yatan kimsesiz kişiye küfürler yağdıran kalabalığı susturmaya çalıştı, ama anlaşılan, herkes yerde yatan kişinin bulunduğu vaziyete sevinmiş gibi görünüyordu. Aralarında duran kişinin Harry olduğunu bile fark etmemişlerdi. Harry’nin başka şansı yoktu. Asasını yere doğrultarak bağırdı:

“MOMENTUM EXPUR!”

Zemin ansızın titremeye başladı ve insanlar yere düşerken çığlık çığlığa bağırdılar. Harry bu sefer asasını kanlar içinde yatan kişiye doğrulttu ve onun etrafında bir koruma baloncuğu oluşturdu. Büyücüler, büyüyü yapan kişinin Karanlık Prens olduğunu fark ettiler ve asalarını ona doğrulttular. Harry onları kendinden uzaklaştırmak için havaya uçururken bir kez bile düşünmemişti.

Harry yerde yatan kişiyi aldı ve ona ulaşmaya çalışan öfkeli kalabağın arasında Buharlaşıp kayboldu. Issız bir alana Cisimlendi. Başka birilerinin onlara saldırmasını engellemek için etrafına hızla birkaç tılsım uyguladı. Yavaşça arkasına dönerek tüm bu süre boyunca hiç kıpırdamadan yatan kişiye baktı.

Harry, bir elini sallayarak, onun oturmasını sağladı. Kurumuş kanla kaplı siyah saçlarını yüzünden çekti. Harry bu gördüklerinin rüya olmasını umut ediyordu. Bella iyiydi ve Voldemort onu bu şekilde cezalandırmamıştı. Gel gelelim, onun siyah gözlerinde gördüğü cansız bakış, tüm umutlarını yerle bir etmişti. O gözlerin içinde geriye hiçbir şey kalmamıştı. Onu büyüten kadının yüzüne uyuşmuş bir halde bakıyordu. Bella her zaman onun yanında olmuştu. Onu büyütmüş, onunla ilgilenmiş, bildiği tüm büyüleri ona öğretmiş ve hayatında onu hiç bırakmayacak sağlam bir figür haline gelmişti.

Harry onun yüzüne bakarken, tanıdık bir işaret, Ruh Emici’nin işini tam yapamadığını belirten bir iz arıyordu. Bella’nın hâlâ içeride bir yerde olduğunu gösterecek çok küçük de olsa bir işaret… Harry kadını omuzlarından tutup kendisine bakmaya zorladı. Ama tüm bu çabası nafileydi; önünde duran kişi, ona olan biten hiçbir şeyin farkında değildi.

“Bella,” diye fısıldadı Harry.

Boşunaydı. Hiçbir tepki vermiyordu. Harry onun ismini söyleyerek şansını yeniden denedi. Sesi artık çatallı çıkıyor, duygularına engel olamıyordu.

“Bella! Bella! Hayır! Lütfen, lütfen, bu gerçek olmasın! Bella!” diye bağırdı Harry, ama ondan hâlâ hiçbir tepki alamıyordu.

Harry onu evlat edinmiş annesinden geriye kalan, içi boşalmış cansız kabuğa sarıldı. İsmini söyleye söyleye durmadan ağladı. Ona sımsıkı sarılırken üstü başı olduğu gibi kana bulanmış, ama onun umurunda bile olmamıştı. Bella ile olan hayatı gözünün önünden film şeridi gibi geçip duruyordu. Ona tabağındakileri bitirmesini söylediği zamanlar… Harry bir büyüyü doğru dürüst yapmayı beceremediğinde, onunla alay edip ona takıldığı zamanlar… yara izi ağrıdığı zamanlar yanı başında sabahı ettiği geceler… Diğer Ölüm Yiyen’lerin önünde, oğluyla gurur duyan bir anne gibi onu övüp durduğu günler…

“Özür dilerim, Bella. Özür dilerim… hepsi benim suçum… özür dilerim. Bunu sana ben yaptım, bunu sana ben yaptım.” Harry’nin sözleri hıçkırıklarının arasında kesik kesik çıkıyor, zar zor duyuluyordu. Voldemort’un bu kadar zalimce bir şey yapacağını bilmesi gerekirdi. Bella’ya yüzüğü vermesi gerekirdi; belki o zaman ruhu bağışlanabilirdi. Harry’nin aklı, hissettiği suçluluk duygusu yüzünden, Bella’yı kurtarmanın yüzlerce yolu olduğunu, onun ise en yanlış yolu seçtiğini söyleyip duruyordu.

Harry hayatında hiç bu kadar ağlamamıştı. Hıçkırıklardan tüm bedeni sarsılıyordu. Hem, hayatında Bella gibi birini kaybettiği de hiç olmamıştı. Harry o kadar derin bir yas tutuyordu ki, etrafına ördüğü koruma tılsımlarının etkisiz hale getirildiğini fark etmedi bile. Omzuna nazikçe dokunan bir el hissetti. Harry kendini Bella’dan geriye çekip yukarı baktı. Yanına gelip oturunca, Sirius’un yüzü Harry’nin görüş alanına girdi. Onun da gözleri yaşlarla kaplıydı. Yakışıklı yüzü, Bella’ya bakarken, keder dolu görünüyordu.

“S-Sirius! Sirius, bak, baksana ne oldu!” diye haykırdı Harry, Bella’ya bakarak.

Sirius bir kolunu Harry’nin omzuna, diğer kolunu da kuzeninin omzuna sardı. İkisini de kendine çekerken, ondan da hafif hıçkırıklar yükseliyordu. Bella’yı kaybetmek hiç istememişti. Dün gece Harry ile gitmesine izin vermesinin bir sebebi de, buydu. Onu Ruh Emici Öpücüğünden korumak istemişti.

Sirius yalnızca birkaç dakika önce, isimsiz bir çağrı alarak Bella’nın Voldemort’un Ruh Emicisi tarafından Öpücük ile cezalandırıldığını ve bedeninin ise Hogsmeade’in ortasına bırakıldığını öğrenmişti. Kendini bir anda deli gibi koşarken bulmuştu. Çevredeki insanlar ona Harry’nin kötülüğüyle ün salmış meşhur Ölüm Yiyen Bella’yı kurtarmak için geldiğini söylemişlerdi, o yüzden Sirius’un da Harry’yi bulması uzun sürmemişti.

Sirius kuzenine baktı ve tüm vücudu buz gibi suya girmişçesine ürperdi. Bella’nın siyah bakışlarında yaşama dair hiçbir iz yoktu. Gözleri çok… boş bakıyordu. ‘Bella artık burada değil. Bu boş bir kabuktan ibaret,’ diye geçirdi içinden.

“Hadi, Harry. Onu buradan götürmeliyiz,” dedi Sirius, çocuğu bırakarak.

Harry kendini Sirius’tan çekti, ama Bella’yı bırakmayı reddetti.

sirius black fc alt

“Onu nereye götüreceksin?” diye sordu, titrek bir sesle.

“Bakanlık’a değil. Ben onu…” Sirius sustu; cümlesini nasıl bitereceğini bilmiyordu. Ne söylemesi gerekiyordu? Güvende olacağı bir yere götüreceğini mi? Bella gitmişti. Ruhu ondan koparılıp alınmıştı. Bu yalnızca içi boş bir bedendi. Hiçbir şeyin idrakinde olmayan boş bir beden… Azkaban’nın bir hücresinde de otursa, hiçbir şeyi fark etmezdi.

“Onu Azkaban’a göndermeyeceksin, değil mi?” diye sordu Harry, Sirius’un zihnini okumuşçasına.

Sirius başını iki yana salladı. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu, ama Harry burada oturduğu sürece risk altında kalacaktı. Sirius ile Harry Bella’yı ayağa kaldırdılar, ama kendi başına ayakta duramadığını fark ettiler. Harry ona ıstırap içinde bakarken, Sirius onu kollarına aldı.

“Harry?” diye seslendi Sirius, çocuğun ondan uzaklaşmaya başladığını görünce. Harry’nin de onunla gelmesini istiyordu. Harry’nin böyle bir zamanda yalnız kalmaması gerektiğini düşünüyordu.

Harry gözyaşlarını silip Sirius’tan bir adım daha uzaklaştı.

“Bu işi bitirir bitirmez döneceğim. Dün gece sana verdiğim sözü unutmadım. Bir kereliğine bile olsa, sizi görmeye geleceğim. Söz veriyorum.”

Harry kendini Buharlaşmaya hazırlarken asasını kavradı.

“Ona iyi bak,” dedi, usulca. Artık kimsenin onun için bir şey yapamayacağını biliyor olsa da, yine de bedenine iyi bakılması gerektiğini hissediyordu. Sirius da başıyla onaylayıp Bella’yı daha da sıkı tutarak kendini Buharlaşmaya hazırladı.

Üçü birden aynı anda bulundukları yerden Buharlaşarak, geride, yaşadıkları hüznün yankılarını bıraktılar.

* * *

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #61: Elindeki Göreve Odaklan için tıklayın!

Çeviren: Tuba Toraman

5 Yorum

Bir Yorum Ekle

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir