James arabasını garaj yoluna çekip durdu. Dışarı çıkıp heyecanla Harry ile Damien’ın da arabadan inişlerini izledi. Lily’ye çaktırmadan hızlı bir bakış attı ve gülümsemesini saklamayı başardı.
“Ne kadar sürer? Açlıktan ölüyorum,” diye homurdandı Damien, babasına doğru yürürlerken.
“Sadece iş için bir şey alıp çıkacağım. Sonra, akşam yemeği yemeye gidebiliriz,” dedi James, ailesini ön kapıya götürürken.
Harry ile Damien önlerinde duran güzel evi sessizce inceleyip onu takip ettiler. Ev oldukça görkemliydi. Beyaza boyanmıştı ve etrafında geniş bir arazi vardı. Kapıya yaklaştılar ve James kapıyı birkaç kez tıklattı. Kimse cevap vermeyince, temkinli bir şekilde kapıyı açmaya çalıştı. Kapı açıldı ve James, Lily ile birlikte içeriye yürüdü.
Harry, başka birinin evine böylece girmelerini çok tuhaf bulmuştu, ama bir şey söylemedi. Bir restoranda akşam yemeği yemeye giderlerken, babasının bu insanı ziyaret etmek için neden onları da yanında sürüklediğini merak ediyordu. Harry, bu kadar erken halkın arasına karışmaları gerektiğinden de pek emin değildi. Gelecek Postası’nı da duruşmadan başka hiçbir şeyin olmadığına emin olduğu haberleri de okumaktan itinayla kaçınıyordu. Diğer insanların duruşmayla ilgili ne düşündüklerini bilmek istemiyordu. Hiçbiri umurunda bile değildi. Ancak, diğer insanların ona ve en önemlisi ailesine nasıl davranacağını düşünmekten kendini alamıyordu. Bir restorana bile girmelerine izin verilecek miydi? Gerçi Harry tam iki haftadır Godric’s Hollow’da tıkılı kalmıştı. Tek sığınağı evin arka bahçesi olduğu için, Godric’s Hollow’dan birkaç saatliğine de olsa uzaklaşabiliyor olmaktan memnundu. James birinin evine kısa bir ziyarette bulunması gerektiğini söylediğinde hepsi arabadaydı. Yalnızca bir dakikalığına dosya gibi bir şeyi teslim alması gerektiğini söylemişti. Harry mutlu mutlu arabada kalmaktan yanaydı, ama ona içeri gelip bir merhaba demesi söylenmişti.
Harry görkemli evin içine adımını attı ve evi sessiz bir hayranlıkla incelemeye başladı. Ev oldukça çağdaş bir tarzda dekore edilmişti ve insanda sıcak bir hava uyandırıyordu. Harry’nin oturma odası olduğunu düşündüğü bir odaya girdiklerinde, burada yaşayan kişiye dair bir iz aradılar.
“Vay canına, burası gerçekten muhteşem bir yer! Burada kim yaşıyor, baba?” diye sordu Damien, etrafındaki pahalı mobilyaları incelerken.
James dönüp Damien’la yüz yüze geldi ve konuşmadan önce Lily’nin elini tuttu.
“Biz.”
Harry ile Damien odaya bakmayı kesip anneleri ile babalarına bakakaldılar. James’in suratını dev bir sırıtış kaplamış, Lily’nin sırıtışıyla mükemmel bir uyum gösteriyordu.
“SÜRPRİZ!” diye bağırarak güldüler aynı anda.
Harry ile Damien ise onlara dik dik bakmaya devam ediyor, konuşabilecek gibi görünmüyorlardı.
“Şoka gireceğinizi tahmin etmiştik, ama babanız ile ben düşündük taşındık ve daha büyük bir yere ihtiyacımız olduğuna karar verdik. Hayatımızda yaşanan bunca değişimin yanında, hayat tarzlarımızı da değiştirmemiz gerektiğine karar verdik,” dedi Lily; gülümsemesi yüzüne yapışıp kalmış gibi görünüyordu.
Damien, odanın ortasında şoktan ağzı bir karış açık halde duruyordu. Öte yandan, Harry ise Lily’nin sözleriyle donakalmış gibi görünüyordu. ‘Yaşanan bunca değişim’. Harry onun ne demek istediğini anlamıştı. Harry, kendisi, hayatlarına geri dönmüştü ve bu ev değişikliği de onun yüzündendi. Godric’s Hollow’dan ayrılmak zorunda kalmalarına sebep olan kendisiydi. James açıklamaya girişirken, Harry ses çıkarmadan durmaya devam etti.
“Biz sadece Godric’s Hollow’un artık bizim için yeterince büyük olmadığını fark ettik. Anneniz her zaman kendi iksir laboratuvarı olması için başımın etini yemiştir ve bu evde hazır bir yeraltı laboratuvarı var. Evde beş yatak odası var; üçünün bizim olduğunu düşünürsek, diğer ikisi de Patiayak ile Aylak’ın Noel gibi özel günlerde bizde kalabilecekleri anlamına geliyor. Ayrıca, hep Quidditch sahası olan bir evim olsun istemişimdir; burada da bir tane olduğu için açık ara kazanan bu ev oldu,” diye ekledi James, yüzünde büyük bir sırıtışla.
“NE?” diye haykırdı Damien, sevinç içinde.
“Burada bir Quidditch sahası var! Ah Tanrım!” Damien hızla sahayı görmek için pencereye doğru koşarak, James ile Lily’yi mutluluktan güldürdü. Gel gelelim, Harry olduğu yerde durmaya devam ediyor, yerinden hiç kımıldamıyordu.
James Harry’nin tepkisine baktı ve neşesi biraz söner gibi oldu. Harry ona yüzünde tuhaf bir ifadeyle bakıyordu. James, Harry’nin şokta olduğunu görebiliyordu, ama bir şeye canı sıkılmış gibi de görünüyordu. James kalp atışlarının hızlandığını hissetti. Tüm bunları onun için yapmıştı, ama Harry neden Damien gibi mutlu ve heyecanlı değildi?
“Tüm bunların biraz ani olduğunu biliyorum, ama biz sadece size sürpriz yapmak istedik. Bu geceye kadar eşyalarımızı toplayıp buraya getirmiş oluruz. Sizin eşyalarınızı almak için geri döneceğiz. Biz kendi eşyalarımızın çoğunu dün topladık.” James, Harry’nin gözlerini ondan kaçırdığını görünce konuşmayı kesti.
Damien koşarak James’in yanına geldi.
“Buna inanamıyorum! Gerçekten de burada yaşayacağız! Bu harika! Yani, aslında Godric’s Hollow’u ve ona dair her şeyi çok seviyorum, ama kendi Quidditch saham var artık! Ah, Ron’a söylemek için sabırsızlanıyorum!”
James Damien’ın tepkisine gülümsedi. Harry’nin de onun gibi mutlu olduğunu görmek istiyordu. Belki Harry yalnızca şoktaydı ya da ev ona Damien’a geldiği gibi çekici gelmemişti. Yo, hayır, bu olamazdı. Harry’nin eve girerken ne kadar etkilendiğini yüzünde görmüştü. Ama ona burasının yeni evleri olduğunu söylediklerinden beri, ifadesi karanlıklaşmıştı.
“Benim odam hangisi?” diye sordu Damien, heyecandan –kelimenin tam anlamıyla– yerinde zıplayarak.
“Ee, büyük yatak odası bizim. Diğer büyük odayı ise misafir odası olarak tutacağız. Diğer üç odadan dilediğinizi seçebilirsiniz. Hangi odayı istediğinize aranızda karar verin,” dedi Lily, ona.
Damien koşarak Harry’yi tutup oturma odasından çıkmaya yeltendi.
“Harry, hadi,” dedi, Harry’yi onunla gelmesi için çekiştirerek.
“İstediğin odayı seçebilirsin, Damy,” dedi Harry, olduğu yerde kalmaya devam ederek.
“Harry, bir sorun mu var?” diye sordu Damien, Harry’nin hiç de heyecanlı olmadığını bir anda fark ederek.
Damien, Harry’le, onun sıkıntılı olduğu zamanları anlamaya yetecek kadar vakit geçirmişti ve şimdi de Harry’nin canı kesinlikle bir şeye sıkılmıştı. Damien, Harry’ye daha da yaklaşırken, heyecanını biraz kaybetmiş görünüyordu.
“Harry?” diye sordu yeniden, Harry gözlerini ondan kaçırırken.
“Ben iyiyim, hadi, gidip odanı seç. Benim babamla konuşmam gerek,” dedi Harry, babasına soğuk bir bakış atarak.
Damien, Harry’nin elini bırakıp annesi ile babasına afallamış bir halde baktı. Lily odadan çıkmaya karar verip Damien’ı da alarak, ona odaları göstermek için üst kata doğru yol aldı.
Lily ile Damien gider gitmez, Harry boğazını temizledi.
“Şimdi Damien gittiğine göre, bana taşınıyor olmamızın asıl sebebini söylemek ister misin?” diye sordu, babasına.
James cevap vermeden önce dikkatle Harry’ye baktı.
“Nedenini söyledim. Daha büyük bir yere ihtiyacımız olduğu için taşınıyoruz.”
Harry yeniden öfkeyle gözlerini kaçırdı. James, Harry’nin tepkisine karşılık afallamıştı. Birkaç adım yaklaşarak ona nazik bir sesle sordu:
“Harry, neyin var? Yeni bir eve taşınmamıza bizler gibi senin de sevineceğini düşünmüştüm.”
Harry başını kaldırıp James’e baktı.
“Peki, Godric’s Hollow’dan ayrılma fikri seni mutlu ediyor mu?” diye sordu.
James ona ne cevap vereceği konusunda tereddüt etti ve Harry yine gözlerini ondan kaçırdı.
“Ben de öyle düşünmüştüm,” dedi usulca. Harry, Godric’s Hollow’daki ilk gecesinde kendine bir söz vermişti; bundan sonra ailesinin sıkıntı çekmesine asla müsaade etmeyecekti. Ama gel gelelim, şimdi onları evlerinden koparmayı başarmış, onları başka bir yerde yaşamaya zorluyordu. Hepsi onun suçuydu.
“Harry, sana yalan söylemeyeceğim. Artık Godric’s Hollow’da yaşamayacak olmanın düşüncesi bile beni üzüyor, ama aynı zamanda, burada yaşamak için de sabırsızlanıyorum. Annen ile ben buraya taşınmaya karar verdik. Bu kararı biz verdik ve bundan da oldukça mutluyuz.”
Harry ona gözlerinde bir hüzünle bakınca, James’in kalbi acıyla tekledi.
“Bana yalan söyleme, baba. Bu kararı neden verdiğinizi biliyorum. Sen Godric’s Hollow’dan ayrılmak istemiyorsun. Benim yüzümden ayrılmak zorunda kalıyorsun.”
“Hayır, Harry. Biz hiçbir şey yapmak zorunda kalmıyoruz. Taşınıyoruz, çünkü, dediğim gibi, daha büyük bir alana ihtiyacımız var. Ayrıca, bu evde istediğimiz her şey var, o yüzden de bunun iyi bir fırsat olduğunu düşünüyorum,” diye cevapladı James, artık zoraki çıkan bir coşkuyla.
“O zaman, söyle bana, baba. Madem bu evde istediğin her şey vardı, neden bu zamana kadar taşınmaya kalkışmadın? Neden on altı, hatta neredeyse on yedi yıl boyunca Godric’s Hollow’da kalmaya devam ettin? Taşınmak istemiyor muydun o zaman? Ne oldu da, ben eve döndükten iki hafta sonra bir anda taşınmaya karar verdin?” diye sordu Harry, hararetli bir şekilde. Öfkesini gizlemeye çalışsa da, artık sesi kendini ele veriyordu.
James’in de sabrı taşmaya başlamıştı. Tüm bunları Harry için yapmıştı ve şimdi her şey elinde patlamıştı.
“Bunun neden önemli olduğunu anlamıyorum! Ortada hiçbir şey yokken neden huzursuzluk çıkarıyorsun?” diye sordu James, sesi ister istemez yükselirken.
Harry ondan uzaklaştı. Çaresiz bir halde öfkesini tutmaya çalışıyor, ama kontrolü kaybediyordu.
“Çünkü acı gerçek ortada, baba, bunu sırf benim Godric’s Hollow’da yaşayamayacak kadar zayıf olduğumu düşündüğün için yaptın! Çünkü orada yaşamayı kaldıramayacağımı düşündüğün için benim yüzümden evini feda ettin!”
“Bu doğru değil! Senin zayıf olduğunu falan düşünmüyorum. Ben sadece her şeyi geride bırakmakta ne kadar zorlandığını görüyorum ve bunu yapamıyor olmanda seni suçlamıyorum. Yaşadıkların üstesinden gelinemeyecek kadar korkunç. Böyle bir geçmişle yetişkin bir adam bile baş edemez. Senden niye bunu bekleyeyim ki? Seni suçladığım falan yok, Harry. Hiçbir zaman suçlamadım ve suçlamayacağım da!” diyerek onu ikna etmeye çalıştı James. Harry’nin taşınmalarından kendini sorumlu tuttuğunu şimdi anlıyordu.
Harry kesik kesik nefes alıyor, aklından geçenleri dile getirmemek için mücadele veriyordu. Ama gel gelelim, artık ağzından çıkacakları kontrol edemeyecek hale gelmişti.
“Daha ne kadar beni suçlamamak için direneceksin? Döndüğüm günden beri hayatınızı alt üst ettiğim gerçeğini inkâr edemezsin! Er ya da geç, baba, size döndüğüme bir gün pişman olacaksın!” dedi, sözlerinin ne kadar ağır olduğunu düşünmeden.
James zaten Harry’ye bağırıp çağırmamak için kendini zor tutuyordu; ama artık sabrının son sınırına gelmişti. Böyle bir şeyi nasıl düşünebilirdi? Oğlunu kaybetme korkusuyla yaşadığı onca şeyin üzerine, o onu nasıl böyle bir şeyle suçlayabilirdi?
James, Harry’ye doğru elinden geldiğince sakin bir şekilde ilerledi. Harry’yi tutup ona bakmaya zorladı.
“Bir daha sakın böyle bir şey söyleme. Bana dönüşün, başıma gelen en güzel şey. Böyle bir şeyi bir daha düşünmeni bile istemiyorum. Sen benim oğlumsun, ilk evladım. Hayatıma dönmüş olmana asla pişman olamam.”
Harry gözlerini James’ten kaçırdı; James onu göremesin diye yüzünü aşağı eğdi.
“Neden bunca yıl Godric’s Hollow’da kaldığımızı bilmek mi istiyorsun? Bunun tek sebebi sendin, Harry. Godric’s Hollow’a geldiğinde daha yalnızca iki haftalıktın. İlk sözlerini Godric’s Hollow’da söyledin. İlk adımını orada attın. İlk kez yuvarlandığın, ilk kez yardım almadan oturduğun, ilk kez bana emekleyerek geldiğin anılar… Tüm bunlar orada yaşandı ve annen ile ben o yeri terk etme düşüncesini bile kaldıramazdık. Sahip olduğumuz tek şey buydu, Harry. Senden ayrı yaşadığımız yıllar boyunca sahip olduğumuz tek şey, bu birkaç anıydı. İşte bu yüzden Godric’s Hollow’dan hiç ayrılmadık.”
Harry babasına bakmayı reddediyordu. Duyduğu sözler yüzünden yüreği sızlıyordu.
“Seni hiçbir zaman unutmadık, Harry. Seni düşünmediğimiz tek bir günümüz dahi olmadı,” dedi James, yumuşak bir sesle; sesini güçlü tutmakta zorluk çekiyordu.
“Ama artık o anılara ihtiyacımız yok. Sen artık bizimlesin. Ben seni evinde mutlu ve huzurlu görmek istiyorum. Seni bizimle geçirdiğin vakitlerde rahat ve keyifli görmek istiyorum. Bunların da elde olmayan sebeplerden dolayı Godric’s Hollow’da mümkün olmayacağını biliyorum. Bunda ne gibi bir sorun olabilir ki? Biz sadece çocuklarımızı mutlu ve huzurlu görmek istiyoruz.”
Harry sonunda başını kaldırıp babasına baktı; onun söylediği tüm o sözlere kendini inandırmaya çalışıyordu. Babasının ela gözlerindeki samimi bakışı görünce yüreğinin biraz olsun hafiflediğini hissetti.
“Denediğimi… biliyorsun, değil mi? O anıları uzaklaştırmak için çok çabaladım, ama…” Harry’nin sözü James tarafından kesildi.
“Biliyorum, Harry. Biliyorum. Hiçbir açıklamada bulunmak zorunda değilsin,” dedi James, her iki elini de teselli edercesine Harry’nin omuzlarına koyarken.
Harry’nin yüreği babasının sözleriyle hafiflemişti. Onlar sahiden onu suçlamıyorlardı. Davranışından ve söylediklerinden dolayı kendini aptal gibi hissederek kendini James’ten uzaklaştırdı. Yeni evlerindeki ilk günlerini resmen berbat etmişti.
James, Harry’nin kıpkırmızı olduğunu ve utangaç utangaç baktığını fark etti.
“Bence, Damien tüm odaları kendine seçmeden önce acele edip kendi odanı kendin seçmelisin,” dedi James, yüzünde bir gülümsemeyle.
Harry güldü ve kapıya doğru baktı.
“Evet, bence de,” dedi.
Üst kata çıkıp evin geri kalan yerlerini gezmek için odadan ayrılmaya koyuldu. Kapıya gelince durdu ve dönüp James’e baktı. Bir şey söylemek için ağzını açtı, ama fikrini değiştirip hızla odadan ayrıldı. James ise oturma odasının ortasında durmuş, bugünden itibaren Harry’nin nihayet huzur içinde yaşayacağını umut ediyordu.
Hepsinin yeni Potter Malikânesi’nde yaşamaya bu kadar çabuk alışmış olması, muazzam bir şeydi. Lily kendini ezelden beri bu evde yaşıyormuş gibi hissediyordu. Her ne kadar ev Godric’s Hollow’dan daha büyük olsa da, evi çok daha iyi idare edebildiğini düşünüyordu. Harry ile Damien eve iyice yerleşmiş, günlerinin çoğunu dışarıda Quidditch oynayarak geçiriyorlardı. Evin etrafına ördükleri koruma büyüleri sayesinde, çocuklar saldırıya uğrama korkusu duymadan istedikleri kadar evin bahçesinde uçabiliyorlardı. Evin çevresindeki arazinin genişliği onlar için mükemmel olmuştu.
James, Harry’ye özel bir idman alanı yaptığını gösterince, onu çok şaşırtmıştı. İdman alanı evin arkasında bir yerdeydi ve içinde, Harry’nin çalışmak için ihtiyacı olan her şey vardı. İdman alanına özel büyüler de yerleştirilmişti ki, bu da Harry’nin rahat rahat çalışabileceği ve istemediği sürece kimse tarafından rahatsız edilmeyeceği anlamına geliyordu. Hatta idman alanında duş alma odasının yanı sıra, içinde idman yapmak için çalışma aletlerinin bulunduğu birkaç oda bile vardı. Bu alan Harry’nin Voldemort’un yanında sahip olduğu alan kadar büyük değildi, ama yine de, onun kendi özel çalışma alanıydı. James onu alanın olduğu yere götürdüğünde, Harry’nin dili tutulmuştu. Annesi ile babasının onun için girdiği zahmeti ve gayreti düşünerek şoktan kaskatı kesilmiş bir halde duruyordu.
“Bunu… Bunu yapmak zorunda değildin…” dedi Harry, şoktan kekeleyerek.
“Damy’nin kendi Quidditch sahası ve annenin de kendine özel İksir laboratuvarı varken, seni de mutlu edecek bir alanının olması gerekiyordu,” diye cevapladı James, yüzünde bir gülümsemeyle. Harry’nin anılarını, düzenli olarak idman yapmaktan ne kadar zevk aldığını öğrenecek kadar izlemişti. Düello yeteneklerini geliştirmek Harry’ye kendini güvende hissettiriyor ve bu onu mutlu edecek tek şeymiş gibi görünüyordu.
Harry’nin yüzü, alanı incelerken kocaman bir sırıtışla aydınlandı. Birkaç dakika sonra babasına dönüp ona şöyle sordu:
“Peki ya sen? Madem hepimizin bizi mutlu edecek bir şeyi var, seni mutlu edecek şey ne?” diye sordu Harry, saf bir merakla.
James, Harry’nin sorusuna gülümseyerek karşılık verdi. Harry’nin ışıldayan yüzüne bakıp cevap verdi:
“Ben beni mutlu edecek en iyi şeyi aldım. Artık çocuklarımın yüzlerinin gülümsediğini görebiliyorum.”
Harry, Potter Malikânesi’ne geldiğinden beri, artık hiç kâbus görmüyordu. Yeni hayatına uyum sağlamaya başlamıştı ve gün geçtikçe ailesiyle birlikte yaşamaktan daha çok zevk alıyordu. Her gün annesi ile babası hakkında yeni bir şey öğreniyordu. Annesinin bahçe işlerinde çok iyi olduğunu öğrenmiş, hatta ön bahçelerine yeni çiçek tarhları ekmesi için ona yardım bile etmişti. Babasının, Quidditch oynarken onlara hakemlik yapmayı sevdiğini öğrenmişti. Babası, Damien ve Harry’le yeni taktikler ve uçuş metotları üzerine konuşarak saatler harcıyordu. Harry, annesi ve babasıyla papaz olmaktan kaçınmayı başarmakta çok iyiydi ve bir şekilde onlarla girdiği her tartışmadan galip geliyordu. Harry aslında oldukça kurnaz biriydi. Bazen kendini oturmuş ailesini izlerken buluyor, bazen de kendini onlarla birlikte büyüyemediği günlerine üzülürken buluyordu. Ama sonra hemen acısını bastırıyor, onları tanıma fırsatı bulduğu için kendini şanslı addediyordu.
Yine de, duruşmayı düşündükçe canı sıkılıyordu. Duruşmadan beri Dumbledore’u görmemişti ve yaşlı büyücü konusunda kafası fena halde karışıktı. Dumbledore’un onu Voldemort’a karşı silah olarak kullanmak için kurtardığından emindi. Harry, Voldemort’u yenecek güce sahip olan bir çocukla ilgili yapılan kehanetten haberdardı, ama kehaneti tüm detayları ile bilmiyordu. Gerçi bilmek de istemiyordu. Kendisinin, Dumbledore’un inandığı gibi bir seçilmiş kişi olmadığını biliyordu. Dumbledore’un, onu köşeye sıkıştırmadan önce, ona sadece biraz zaman tanıdığını düşünüyordu. Harry, Dumbledore’la zamanı gelince ilgilenmeye karar vermişti. Şimdilik ailesini her şeyin önünde tutacak, onlarla olan yeni hayatının tadını çıkaracaktı.
Harry kahvaltı yapmak için aşağı kata inmeye koyuldu. Genelde kahvaltıya en son inen kişi o olurdu, ama bugün Harry mutfağa girdiğinde, annesini kahvaltıyı hazırlarken bir başına buldu.
“Günaydın,” dedi Lily, neşe içinde, Harry mutfağa girerken.
“Günaydın,” dedi Harry de, masaya otururken.
Çok geçmeden, Damien uykulu ve huysuz bir halde mutfağa girdi. Harry’nin karşısına oturdu ve ağzını kocaman açıp esnedikten sonra başını kollarına gömdü.
“Günaydın, Damy,” dedi Lily, bir tabağa oğulları için biraz pastırma koyarken.
“Günını,” diye belli belirsiz bir cevap geldi.
Harry uykulu çocuğa bakıp masanın üzerinden ona doğru eğildi.
“Ne?” diye sordu, Damien’ın ne dediğini çözmeye çalışarak.
“Bize ‘günaydın’ diyor,” diye cevapladı Lily, Damien’ın saçlarını eğlencesine karıştırıp Harry ile tıpatıp aynı dağınıklığa getirerek.
Harry, Damien’a kaşlarını kaldırmış bakıyordu. Sonra, Lily’ye döndü.
“Damien sabah insanı değil,” diye fısıldadı Lily, yumurtaları almak için ocağa dönerken.
“Haa,” dedi Harry, Damien’ın yarı uykulu tipine bakıp sırıtarak.
Harry, sabahları her zaman capcanlı uyanıyor olduğuna memnundu. Uyanır uyanmaz yataktan zıplayarak kalkardı. Sessizce Damien’ın bu konuda kime çektiğini düşündü. Cevap ise tam o anda, aynı derecede uykulu ve huysuz görünen James’in mutfağa girmesiyle gelmiş bulundu.
“Gü-ü-nay-dın,” dedi James, esneyerek.
Harry, gördüğü görüntü karşısında hafifçe gülmekten kendini alamamıştı. James Damien’ın yanına pat diye oturdu ve görünüşe göre, baba oğul birlikte masaya yüzleri yapışmış bir halde uykuya dalmışlardı.
“Pekâlâ, Harry’nin bana çektiğini görmek beni mutlu etti,” dedi Lily, büyük bir kahvaltı tabağını James’in önüne koyarken.
Harry katılmadan edememişti.
Kahvaltılarını yaptıktan sonra, –ki bu James ile Damien’ı neyse ki uyandırmaya yetmişti– Harry ile Damien’a o gün bir parti verileceği söylendi.
“Parti mi? Neyin partisi?” diye sordu Damien.
“Yeni ev partisi. Arkadaşlarımızın çoğu yeni evimizi görmediler ve biz de bir parti vermeyi düşündük. Bilirsiniz işte, herkesi tekrar bir arada görmek için iyi bir fırsat,” diye cevapladı Lily.
Harry ise bunun iyi bir fikir olduğunu düşünmüyordu.
“Kimler geliyor?” diye sordu. Annesinin ‘herkes’ demesinden pek hoşlanmamıştı.
“Yalnızca birkaç arkadaş,” dedi Lily, Harry’ye bakmadan.
O gece eve koca bir kalabalık geldiğinde, Harry’nin şüpheleri de doğrulanmış oldu. Harry ile Damien, kalabalığın oturma odalarına doluşunu izliyorlardı.
“Yalnızca birkaç arkadaş. Yalnızca birkaç arkadaş, öyle mi? Tebrikler, anne. Eğer bu birkaç ise, bundan daha büyük bir partin nasıl olurdu, görmek bile istemiyorum!” dedi Harry, annesine mutfakta çıkışarak.
Lily’nin yüzü kızarmıştı.
“Ee, bilirsin işte, sana tam olarak kaç kişinin geleceğini söyleseydim, canın sıkılacaktı! Ayrıca, hiç de o kadar kötü değil. Bu insanlar bizim yakın arkadaşlarımız. Onlarla tanışıp arkadaş olsan ne güzel olurdu,” diye ekledi, gözlerinde yalvaran sevimli bir bakışla.
Harry gözlerini devirip hiçbir şey söylemedi. Onların hiçbiriyle arkadaş falan olmak istemiyordu. Daha yalnızca bundan birkaç hafta önce bu insanların hepsi onu öldürmek istiyordu. Harry’nin nasıl biri olduğuna dair hiçbir fikirleri yoktu ve Harry de onlarla tanışarak vaktini harcayacak değildi. Ama yine de, Harry annesine bir şey söylemedi. Geceyi büyük bir sorun çıkmadan atlatırlarsa her şeyin yolunda gideceğini düşünerek çenesini tuttu.
Partiye Weasley ailesinin tamamı da gelmişti ve Ginny’yi görünce Harry’nin kalbi teklemişti. Beyaz bir elbisenin içinde oldukça göz alıcı görünüyordu. Kızıl saçlarını tepesinde toplayıp atkuyruğu yapmıştı. Gündelik bir kıyafet giyinmiş olsa da, harika görünmeyi başarmıştı.
Harry, duruşmadan çıktıklarından beri, Ginny ile çok kısa konuşmuştu. Her ikisinin de Kovuk’ta yaptıkları konuşma zihinlerinde taze olduğu için, birbirlerinden kaçıyorlardı. Harry hâlâ Ginny konusunda ne yapması gerektiğine karar veremiyordu. Ondan hoşlanıyordu. Öyle ki bunu artık Ginny de biliyordu, ama Harry durumunun onunla ilişkiye başlamak için yeterince uygun olup olmadığını kestiremiyordu. Artık peşinde ne bir Seherbaz ne de bir Yoldaşlık ordusu vardı; ama gel gelelim, Voldemort ile Ölüm Yiyen’leri hâlâ onun peşindeydi. Üstelik şimdi Longbottom’larla ilgili gerçeği öğrendikleri için çok daha öfkeliydiler. Harry durumunun daha iyi olduğuna ikna olamıyordu. Geleceği hâlâ oldukça belirsizdi. Ginny’nin, kendisi yüzünden acı çekmesini istemiyordu. Ama aynı zamanda, ona her baktığında ona karşı hisleri de büyüyordu.
Molly, Harry’ye doğru gelip ona sevgi dolu bir bakış attı. Ona sarılmaya yeltenecek gibi görünüyordu, ama kendini tutmayı başarmıştı.
“Nasılsın, Harry, tatlım? Daha iyisindir diye umuyorum,” dedi, sevgi dolu bir sesle.
“Ee, evet. Daha iyiyim,” diye cevapladı Harry, hafif mahcup bir halde. Mrs Weasley’yi yeterince tanımıyordu bile. Onun nasıl olduğunu neden umursuyordu ki?
Ron gelerek Harry’nin koluna bir yumruk atıp onu düpedüz şaşırttı.
“N’aber, dostum? Nasıl gidiyor?” diye sordu, her iki kardeşe de.
Harry cevap olarak pis pis sırıttı. Ron sonunda korkusuna yenik düşüp düzgün davranmaya başladı.
Hermione de onlara katılmış, onunla birlikte, Harry’nin tanımadığı bir grup insan daha gelmişti. Tüm Yoldaşlık oradaydı. Harry Tonks, Moody ve Kingsley’nin ona doğru gelmekte olduklarını fark etti ve hemen eğilerek görüş mesafelerinden uzaklaştı. Onlardan biriyle konuşmaya henüz hazır değildi. Damien ise tam o esnada, ona, Ron ile Hermione’ye yeni evlerini göstermeleri gerektiğini söylüyordu.
Harry ona en yakın yerde duran Ginny’nin eline yapışıp aceleyle şöyle dedi:
“Evet, evet. İyi fikir. Gidelim!”
Beş çocuk aceleyle kalabalık odadan ayrıldılar. Harry ona söylenen ‘merhaba’ sözlerinin çoğunu duymazdan geldi. Onların hiçbirini tanımıyordu, ne diye onlarla konuşarak vakit kaybetsindi ki?
Harry, merdivenleri çıkarlarken, Ginny’nin elini tutmaya devam ettiğini fark etti. Kızın elini bırakıp ondan gözlerini kaçırdı. Biraz sonra ise Harry ve diğerleri tüm odaları görmeyi bitirmişti ve Damien şimdi de arkadaşlarına Quidditch sahasını göstermek için yanıp tutuşuyordu.
“Bu evin en iyi şeyini henüz görmediniz! Hadi, hemen şurada!” dedi Damien, onları dışarı götürürken.
“Vay canına! Quidditch sahası! Bu gerçek olamaz! Senin kendi Quidditch sahan mı var şimdi?” dedi Ron, sesi her kelimeyle birlikte git gide yükselerek.
“Evet! İnanabiliyor musun?” diye cevapladı Damien, Ron’un sesine eş değer bir heyecanla.
Hermione, Harry ile Ginny’ye bıkkınlığını belli eden bir bakış attı. Bu ikisini artık Quidditch’ten uzak tutmanın hiçbir yolu kalmamıştı. Onlar James’in onlara aldığı yeni süpürgelere bakmak için sahanın diğer ucuna koşarken, Hermione de arkalarından koşturdu.
Harry ile Ginny birkaç dakikalığına yalnız kalmışlardı. Harry ne söyleyeceğini bilemez bir halde kızıl saçlı kıza bakıyordu. Kendini zihinsel olarak silkeledi ve konuşmaya başladı:
“Ginny, sana bir şey söylemem gerek,” dedi.
Ginny, Harry ile yüz yüze gelmek için başını çevirdi; kahverengi gözleri Harry’nin yüzüne sabitlenmişti.
“Ben… Ben sana… teşekkür etmek istemiştim. Biliyorsun işte, Büyüceşûra’nın önünde şahitlik yaptığın için. Teşekkür ederim.” Harry ona bunu söylemeyi bir süredir istiyordu.
Ginny gülümsedi. Başka bir şeyi duymayı beklediği belliydi.
“Rica ederim, Harry. Benim tek yaptığım, gerçekleri söylemekti, çok zor bir şey değildi,” dedi, gözlerinde tuhaf bir ışıldamayla. Harry, Ginny’nin ona olan hislerini apaçık söylemeye hazır olduğunu fark ettiği için gözlerini kaçırdı.
Harry daha bir şey söyleyemeden, diğer üçü geri döndüler ve beşi birlikte evin içine dönmeye koyuldular. Harry içeri girdiği anda, görmeyi hiç beklemediği birini gördü. Gerçi bunu bekliyor olması gerekirdi. Dumbledore elbette bugün burada olacaktı. Yoldaşlık üyelerinin tamamı davet edildiğine göre, Dumbledore da elbette davet edilecekti. Harry, koyu yeşil bir cüppe giyinmiş, odanın karşı tarafından ona sakince gülümseyen büyücüye baktı.
Harry bile bile ona doğru yürüdü. Ailesinin partisini berbat edecek değildi, ama aynı zamanda Dumbledore’un, onu Azkaban’dan kurtardığı için, istediği her şeyi yapacağını düşünmesini de istemiyordu. Harry Dumbledore’un önüne gelip durdu; gözlerini ondan ayırmıyordu.
“İyi akşamlar, Mr Potter. Umarım iyisinizdir?” diye sordu Dumbledore, kibar bir şekilde.
“İyiyim. Bence konuşmamız gerek,” dedi Harry, başka bir odayı işaret ederek, ama Dumbledore onu durdurdu.
“Oturup konuşmamız gereken çok şey var, ancak bu gece o gece değil. Ailen bu gece için çok hazırlık yapmış. Bence en iyisi, ikimiz de konuşacaklarımızı başka bir güne saklayıp gecenin tadını çıkaralım,” dedi Dumbledore ve James ile Lily’yi görmek için Harry’nin yanından ayrıldı.
Dumbledore ayrılmadan önce, Harry onun elini şaşkınlıkla sıktı. Bu adamı anlamanın sahiden hiçbir yolu yoktu. Harry daha yalnızca birkaç adım atmıştı ki, arkasında bir çığlık duydu.
“Lex! Lex! Lex!”
Harry hızla arkasına dönüp küçük, kahverengi saçlı bir çocuğun ön kapıdan koşarak ona doğru geldiğini gördü. Harry küçük çocuğu kollarına alırken, kalbinin teklediğini hissetti. Nigel’ı görmeyeli aylar olmuştu. Bu kadar büyüdüğünü görmek inanılmazdı. Nigel kollarını Harry’nin boynuna dolayıp ona sıkı sıkı sarıldı.
“Lex, nerdeydin? Ben seni bekliyodum,” dedi Nigel, Harry’den kendisini çekerek.
Harry, konuşmasının ne kadar geliştiğini görünce mutlu olmuştu.
“Buradaydım, Nigel,” dedi Harry, ona. Nigel’ın artık muhtemelen ‘Alex’ diyebildiği halde, ona hâlâ ‘Lex’ diye seslenmesini çok sevimli bulmuştu.
“Harry.”
Harry kollarında Nigel’la döndü ve Damien, Ron, Hermione ve Ginny’nin şaşkın yüzleriyle karşılaştı.
Harry, Neville’in bir kardeşi olduğunu öğrenmelerine rağmen henüz hiçbirinin Nigel’la tanışmamış olduğunu fark etti. Neville aklına gelince, Harry dönüp etrafta onu aradı. Onu hiçbir yerde göremiyordu.
“Harry, bizi tanıştıracak mısın, yoksa tanıştırmayacak mısın?” Damien’ın sesi, Harry’nin Neville’i arayışını durdurdu. Nigel’a bakıp gülümsedi ve sonra Damien’a baktı.
“Damien, Ron, Hermione, Ginny. Sizi Nigel’la tanıştırayım. Nigel, bu benim kardeşim, Damien ve bunlar da arkadaşlarım,” dedi Harry, Nigel onları yabancılayıp utanırken.
“Merhaba, Nigel,” dediler dördü birden, yüzlerinde kocaman gülümsemelerle.
“Lex, benim de bi kardeşim var,” dedi Nigel, Harry’ye. Harry kaşlarını kaldırdı.
“Evet, biliyorum,” dedi, fısıldayarak.
“Nigel, bence Alex’le biraz da biz konuşsak iyi olur!”
Harry arkasına baktı ve Frank ile Alice’in orada durduğunu gördü; onları görünce midesi ters dönmüş gibi hissetti. Onlarla bir gün yüzleşmek zorunda kalacağını ve onlara yaptığı tüm gerçekleri anlatması gerekeceğini biliyordu, ama bunu nasıl yapacağını hiç düşünmemişti.
Harry, Nigel’ı yere indirip Longbottom’lara doğru döndü. Frank ile Alice öfkeli ya da canı sıkkın görünmüyordu. Ama gülümsemiyorlardı da. Harry, ateşinin yükseldiğini hissederek onlara doğru yürüdü.
“Kolay bir isim, Alex,” dedi Frank ve Harry yüzünün utançtan kıpkırmızı kesildiğini hissetti.
Damien hızla Nigel’ı kucakladığı gibi, James ile Lily’nin yanına götürürken, Harry de oturma odasından ayrılıp misafir odalarından birine doğru ilerledi.
Harry onların arkasından kapıyı kapatırken bu duruma düşmemiş olmayı diliyordu. Yavaşça arkasında duran Frank ile Alice’e döndü; ikisi de gözlerini Harry’nin yüzünden ayırmadan ona bakıyorlardı.
“Pekâlâ, ilk yumruğu kim atmak ister?” diye sordu Harry. Bunu bir an önce yaşayıp bitirmenin en iyisi olduğuna karar vermişti. Frank ile Alice birbirlerine baktılar ve yüzlerinde muzip birer gülümseme belirdi.
“Biz sana yumruk falan atmak istemiyoruz. Biz sadece konuşmamız ve duygularımızı birbirimize açıkça söylememiz gerektiğini düşünüyoruz,” diye açıkladı Alice.
“Söyleyecek bir şeyiniz varsa, söyleyin hadi,” dedi Harry, canı sıkkın bir halde.
“Bence bize sen bir açıklama borçlusun,” dedi Frank, usulca. Gözlerinde sert bir bakış vardı.
Harry, Frank’in ağzından çıkanları duyduğunda, can sıkkınlığının öfkeye dönüştüğünü hissetti.
“Açıklama mı? Bence, olan biten her şey tek başına oldukça açıklayıcı zaten. Benden ne söylememi bekliyorsunuz ki?”
“Hayatımızın nasıl olacağına bizim adımıza nasıl karar verdiğini açıklayabilirsin, mesela?” dedi Frank, gözlerini Harry’den ayırmamaya devam ederek.
Harry öfkesine hâkim olmaya çalışıyordu. Frank ile Alice’in ona kızgın olacağını tahmin etmişti, ama yaptıklarını anlayabileceklerine de inanmıştı.
“Başka ne yapacağımı bilmiyordum. Yalnızca on dört yaşındaydım ve öyle bir durumla nasıl baş edeceğimi bilmiyordum. Yapabileceğimin en iyisini yaptım. Yaptıklarım için özür dilemeyeceğim. Kendimi de sizleri de korumanın tek yolu buydu. Tüm bunları yeniden yapmam gerekseydi, yine yapardım,” dedi Harry, sakin bir şekilde.
Bunun üzerine, Alice konuştu:
“Harry, kimse seni bizi kurtarmak için yaptıklarınla suçlamıyor. Haklısın. Bizi Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen’den korumanın başka hiçbir yolu yoktu. Ama, Harry, onun yanından ayrıldıktan sonra bize neden hafızamızı geri vermedin? Hafızalarımızı geri getirmeliydin.”
Harry hafızalarını neden geri vermediğini onlara açıklayamadı. Bunu onları korumak, Nigel’ın güvenliğini sağlamak için yaptığını söyleyemedi. Nasılsa ona inanacaklarını sanmıyordu.
“Bakın, artık bunun bir önemi yok. Yapmam gereken çok şey var. Hiçbir şeyi açıklamanın artık bir anlamı yok,” dedi Harry, canı daha da fena sıkılarak. Onu neden bu kadar aptal yerine koymak zorundalardı ki? Onlara yardım etmek adına, onca belaya bulaşmış ve onları güvende tutmayı başarmıştı. Şimdi ise ona sırt çevirmiş, hafızalarını geri vermediği için onu suçluyorlardı!
“Bence, hislerinizi mükemmel bir şekilde açıkladınız. Sizin annem ve babamla iyi arkadaşlar olduğunuzu biliyorum. Ve benim hakkımda ne düşündüğünüzü de biliyorum, o yüzden sizden uzak dursam iyi olur, böylece siz de benim yanımda rahatsız olmazsınız.”
Harry bunları söyledikten sonra gitmek için döndü, ama omzuna dokunan bir el onu durdurmuştu. Alice, yüzünde küçük bir gülümsemeyle Harry’yi kendilerine döndürdü.
“Biliyorsun, Harry. Dumbledore hafızalarımızı geri getirdiğinde, sana çok kızdık. Hayatımızdan neredeyse koca bir üç yıl kaybetmiştik. Oğlumuzu korkunç bir savaşın ortasında yapayalnız bırakmıştık. İnan bana, senden daha fazla nefret edemezdik.”
Harry, patlamadan daha ne kadar dayanabileceğini merak ederek Alice’den gözlerini kaçırdı.
“Ancak, sonra, Nigel’a baktık ve sen her ne yöntemi kullanmış olursan ol, her ne yapmış olursan ol, bunu onun hayatını kurtarmak için yaptığını fark ettik. Ondan sonra zaten sana daha fazla öfkeli kalamazdık. ‘Alex’ isimli genç bir çocuğun bize yardım ettiğini ve iyi olup olmadığımızdan emin olmak için bizi ziyarete geldiğini hatırlıyoruz. Bunu yapmak zorunda değildin. Yalnızca hafızalarımızı silip bizi Muggle sokaklarına bırakıp kaderimize terk edebilirdin. Ama yapmadın. Bizi John’la tanıştırdın, bize o karavanı verdin. Şimdi düşünüyoruz da, karavanın içi bir ev kadar büyük olması için büyülenmiş. Bizimle irtibatta kalmayı sürdürdün ve sırf rahat yaşamak için yeterli parayı kazanalım diye dövüşlere çıkıp durdun. Tüm bunlardan sonra, sana nasıl öfkeli kalabiliriz ki?”
Alice’in gözleri şimdi yaşlarla parlıyordu. Harry’nin elini tutup sımsıkı sıkarak ona bakmasını sağladı.
“Ben Alex’in John ve Fiona’yla olan ilişkisinin aynısını, Harry’nin de Frank ve Alice’le kurmasını istiyorum. Sence bu mümkün mü dersin?”
Harry bu sözleri duyduğunda, kalbinin sıkışır gibi olduğunu hissetti. John ile Fiona’yı çok özlemişti. Cevap olarak başını onaylarcasına sallamak dışında bir şey yapamadı.
“Güzel, şimdi artık bence, baban seni bulmak için kapıyı kırmadan önce partiye dönsek iyi olur,” diyerek güldü Frank, Harry’nin sırtına şaka yollu bir şaplak atarak.
Harry, Frank ile Alice’in onu cezalandırmak için bilerek ona kızgınmış gibi davrandıklarını fark etmişti. Onları azarlayamayacak kadar yorulmuştu, o yüzden onun yerine, olanları zihninin gerilerine attı. Neville’i konuşmak ve onun tüm bunları nasıl karşıladığını sormak için ağzını açmış, ama sonra sormamaya karar vermişti. Neville burada olmadığına göre, Potter’larla birlikte bir şey yapmak istemiyor gibi görünüyordu. Harry’nin ise umurunda değildi.
Partiye katılınca, Frank ile Alice arkadaş gruplarının yanına döndüler. Harry ise kendi arkadaşlarının yanına gitti ve yanlarına gittiğinde yeni ev ve olan bitenler hakkında konuşuyorlardı. Harry’nin başı ağrımaya başlamıştı. Odada şu anda çok fazla insan vardı. Hayatında hiç bu kadar insanla bu kadar çok vakit geçirmemişti. Etraftan ona atılan bakışların da farkındaydı ve kendini gerçekten cesareti kırılmış gibi hissediyordu. Sadece kendi işlerine baksalar olmaz mıydı? Bu durum git gide katlanılmaz bir hale geliyordu. Harry, diğerlerine, biraz temiz hava almak için dışarı çıkacağını söyledi. Onunla gelme tekliflerini hemen reddetti ve birkaç dakika kendine kalmak istediğini söyledi.
Dışarıya çıkıp ön basamaklara oturdu. Yorucu bir gece olmuştu. Frank ve Alice’le konuşması onu aşağı çekmişti. Doğrudan yatağına buharlaşmak için neler vermezdi. Başını ovarak baş ağrısını gidermeye çalıştı. Çok ağrısı vardı ve bunun yalnızca uyuyunca geçeceğini biliyordu. Çaktırmadan odasına sızma düşüncesiyle ayağa kalktı. Parti onun için burada bitmişti.
Tam ayağa kalmış, eve girmek için dönüyordu ki, bir ses onu durdurdu.
“Bir sorun mu var? Neden partide değilsin?”
Harry arkasına dönmeden, onunla kimin konuştuğunu anlamıştı. Arkasına dönüp Neville’le yüz yüze geldi. Onun yalnızca birkaç adım uzağında duruyordu.
“Neville,” dedi Harry, onu selamlarcasına. Bu gece onun canını sıkmasını kaldıracak halde değildi.
“Peki, yeni hayatından memnun musun, Potter?” diye sorunca, Harry ondaki can sıkkınlığını fark etti.
“Bu seni neden ilgilendiriyor?” diye sordu Harry, kalan son sabır kırıntısını da tutmaya çalışarak.
“Ben sadece onlarca hayatı yok etmiş birinin, hiç vicdan azabı çekmeden, hayatından memnun olabilmesini komik buluyorum,” diye cevapladı Neville, bir adım daha yaklaşarak.
Harry iç geçirdi ve gitmek için döndü.
“Seninle uğraşacak ne zamanım ne de sabrım var, Longbottom. O yüzden git,” dedi Harry, çocuğa sırtını dönerken.
“Zamanın mı yok? Sen hangi hakla bana zamandan bahsediyorsun, Potter! Sen ailemle olan hayatımdan tam üç yıl çaldın! Bu konuda ne söyleyeceksin?” diye bağırdı Neville.
Harry dönüp ona baktı.
“Hiçbir şey. Ne kaybettiğin umurumda bile değil. Ben olmasaydım, çok daha fazlasını kaybedecektin, o yüzden kapa çeneni!” diye bağırdı Harry de ona. Ona öyle söylemek istememişti. Harry yaptığı iyiliklerden bahsetmekten nefret ederdi, ama Neville şu anda Harry’yi fazla zorluyordu.
“Yani, şimdi, sen onları öldürmediğin için ödül hak ettiğini falan mı düşünüyorsun? Zavallısın! Ne olursa olsun, yine de onları benden çaldın! Bir kardeşim olduğunu bile bilmiyordum! Bunun nasıl bir his olduğunu biliyor musun? Hayatının son üç yılının koca bir yalandan ibaret olmasını? Bir kardeşinin olduğunu bile bilmeden, dünyaya gelişini bile görememenin ne demek olduğunu biliyor musun? Bende açtığın yaralardan haberin bile yok.”
Harry eli kapıda kalakalmıştı. Zümrüt yeşili gözleri acıyla parlıyordu. Kalbi paramparça olmuş gibiydi.
“Haklısın, Neville. Bunun nasıl bir his olduğundan haberim yok. Yaşadığın hayatın koca bir yalan olduğunu fark etmek nasıl bir şey, bilmiyorum. Bir kardeşin olduğunu bilmemenin ne olduğunu bilmiyorum. Onunla büyüyememiş olmanın, tekrar tekrar kullanılıp ne olduğunu anlamamanın, senin çektiğin acının ne olduğunu bilmiyorum. Hem ben aile kaybetmenin ne demek olduğunu nerden bilebilirim ki?”
Harry, Neville’in ifadesindeki şaşkınlığı görünce sustu. Hayatının nasıl olduğunu aslında kimsenin bilmediğini fark etmişti. Voldemort’un ona yalanlar söyleyip onu ailesinden nefret ederek büyüttüğünü herkes bilmiyordu. Ama şu anda bu, Harry’nin umurunda bile değildi. Neville onu böyle bir şeyle suçlayamazdı. O, Voldemort gibi değildi. Voldemort’un onu incittiği gibi o kimseyi incitmemişti. Harry buna inanmayı reddediyordu.
“En azından, üç yıl sonra ailene kavuştun. Bir de, bunun on beş yıl sürdüğünü düşün! En azından sen ailenden sevgi görerek büyüdün. Onlarla yalnızca mutlu anılar biriktirdin. Onların elinde eziyet çekmedin!” Harry bunları konuşmak istemiyordu, ama sanki içinde bir yer, biriken her şeyi bir anda dökmek istiyordu.
“Hıh! Sana kalsaydı, ailemi bir daha hiç göremeyecektim. Duruşmaya çıktığında bile, kimseye onların hayatta olduğunu söylemedin! Onlara kavuştum diye sana teşekkür edecek değilim!” diye bağırdı Neville.
Harry’nin artık canına tak etmişti. Eğer bir an önce buradan ayrılmazsa, bu konuşma Neville’in boynunu kırmadan bitmeyecekti. Ama Harry daha hareket dahi edemeden, Neville ona yaklaştı. Harry ile kapının arasına girip onun önünü kapattı.
“Bunların hiçbiri senin suçun değil, değil mi? Sen sadece böyle şeyler yaparak yetiştirildin. İnsanların hayatlarını alt üst ederek! İşkence edebildiğin herkese işkence ederek! İnsanlara zarar vermekten psikopat gibi zevk alıyorsun, değil mi?” Neville, öfkeden kendini öylesine kaybetmişti ki, söylediklerinin yarısının bile farkında değildi.
“Ailemi saklamış olmana şaşırmamış olmam gerekirdi. Büyücülük Dünyası onların ölümünün yasını tutarken, sen onları kendi tutsakların olarak tutmaktan gizli bir zevk alıyordun, muhtemelen.”
“Kes sesini, Longbottom!” diye bağırdı Harry, ona vurmamak için elinden gelenin en iyisini yaparak, ama Neville konuşmaya devam etti.
“Dumbledore’un duruşmada senin hakkında söylediklerine bir nebze olsun inanmadım. Sen normal bir büyücü değilsin. Voldemort’u yok etmeye falan çalışmadın! Sen Voldemort’un tuzağına düşen masum bir çocuk değilsin! Hiç kimse kullanıldığını göremeyecek kadar aptal olamaz. Sen, kendin, Voldemort’un seni kullanmasını istedin. O yüzden o kadar uzun süredir onun yanında kaldın. Madem öldürmekten ve işkence etmekten nefret ediyordun, neden bunca zaman öyle yaptın o zaman? Çünkü sen Karanlık Prens olmaktan zevk duyuyordun! İnsanları öldürmekten zevk alıyordun! Aileme işkence etmekten bok gibi zevk alıyordun! Nigel’ın kılına zarar verseydin, seni…”
İşte bu noktada, Harry’nin elini uzatıp Neville’i boynundan yakalamasıyla, Neville’in sesi kesildi. Neville asasına uzanmaya çalışıyor, ama Harry onun elini de tutarak onu savunmasız bırakıyordu. Harry’nin, boynunu sıkan gücüne karşılık, Neville kaskatı kesildi. Harry gözlerinde parlayan bir öfkeyle onu kendine çekerken, Neville nefes almak için çırpınıyordu ve Harry’nin onu öldüreceğinden emindi.
“Senin o zavallı hayatını bir kere kurtardım diye, sanma ki boynunu kırmamak için kendime hâkim olacağım! Benim hakkımda bir bok bildiğin yok! Şimdi kapat o çeneni, yoksa ben kapatmasını bilirim!” diye tısladı Harry, ona.
Harry, onun tuttuğu bileğini çat diye kırınca, Neville acı dolu bir feryat kopardı. Anlaşılmaz bir şeyler söylüyor, yüzü git gide mora dönüyordu. Sonra, Harry’nin onu sert bir itişle bırakmasıyla, kesik kesik nefes alarak yere kapaklandı.
Harry yerde yatan çocuktan uzaklaşarak fırtına gibi eve girdi. İçeri girer girmez ise annesi ile Alice’in kapıya geldiklerini gördü. Lily durup Harry’nin öfkeli yüzüne baktı.
“Harry,” diye başladı, ama Alice’den çıkan küçük bir ‘ah’ sesiyle sustu. Neville’in kırılan bileğini tutarak yerden kalkmaya çalıştığını görmüştü. Her ikisi de dışarı çıkıp Neville’e yardım etmeye koştu.
Harry onları görmezden gelip odasına koştu ve kapıyı çarparak kapattı. Neville’le bir sonraki karşılaşmasının ölümle sona ereceğinden emindi. Öfke tüm benliğini ele geçirmişti. Parti kıyafetlerini üzerinden parçalarcasına çıkartıp cüppesini giyindi. Buradan bir an önce gitmesi ve birileri onunla konuşmaya başlamadan önce birkaç saat sakinleşmesi gerekiyordu.
Harry, aklında tam da bu düşünceyle, pencereyi kırarcasına açıp dışarı tırmandı. James, Neville’le aralarında neler olduğunu öğrenmek için odasına fırtına gibi dalarken, Harry çoktan gitmişti.
Harry’nin bir kez daha ortadan kaybolduğu düşüncesiyle, James kalbi göğsünde deli gibi atarken boş odanın ortasında öylece duruyordu.
Çeviren: Tuba Toraman
Yorumlara bak
Şu AU Neville Canon'dan soğuttu.
Ne iğrenç biri olmuş ya.
inanamıyoum hiç bukadar üzülmemişim ama harry neville kavga etmese güzeel olurdu
ve bence harryi karanlık lord bulucak
Aha Harry yine gitti :(
ÇOK GÜZEL devamını bekliyoruz
Arkadaşlar Neville ne ara bu kadar pardon ama *** biri oldu? Çocuğu gömmüş de gömmüşsünüz. Bu ne ***?
Bu Neville iyice çığırından çıktı arkadaşlar. Biraz abartı olmamış mı?
al işte harry yine gitti
Bence Neville abartı olmamış senin dediğin gibi DerinLovegood1 çünkü ailesini sadece birisi sakladığı için vb. öldü biliyorsun. Tabi ki Neville gibi berbat davranır. Ama bence sonralarında Neville ile Harry iyi arkadaş olacaklar.
kaçıp gitmedi azıcık dolaşmaya gtti