Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #67: Toparlanma Süreci

Karanlık Prens - İçimdeki Karanlık #67: Toparlanma Süreci

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

64. BÖLÜM

65. BÖLÜM

66. BÖLÜM

Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı öldürmeyip kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
ÖNEMLİ BİR NOT: Karanlık Prens serisinin ilk cildi İçimdeki Karanlık hikâyesinin yeniden yazılmış bölümleri 57. bölümle sınırlıydı. Yazar bu maceranın yeni versiyonunu uzun süredir yazmadığı için, kalan bölümlerin yeni versiyonunu eskisiyle bağlayarak yayınlama kararı aldık. Bundan böyle bölümler, Tuba Toraman‘ın düzeltisiyle karşınızda olacaktır. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin altmış yedinci bölümü!

bölüm 67

Toparlanma Süreci

Ron ile Hermione Bakanlık’ın ana giriş salonunda dikiliyor, birbirleriyle hemen hemen hiç konuşmuyorlardı. Son iki saattir orada öyle bekliyorlardı. Buraya yanlarında Damien ve Ginny ile gelmişlerdi, ama Profesör Dumbledore onların duruşmaya girmelerine izin vermemişti. Onlar ise Harry’ye ne olduğunu öğrenmeden eve dönmeyi kabul etmemişlerdi. O yüzden ana giriş salonunda beklemedeydiler. Yollarına çıkan Seherbaz’ların onlara attığı keskin bakışlara maruz kalıp duruyorlardı. Hermione çok kaba davranmamaya çabalarken, Ron ise onlara kaşlarını çatıp duruyordu.

“Sence daha ne kadar sürer?” diye sordu Ron, usulca.

“Bilmiyorum,” diye cevapladı Hermione.

Her ikisi de Harry’ye yardım edememiş oldukları için kendilerini çok kötü hissediyordu. Profesör Dumbledore’a her şeyi itiraf etmiş, ona Hortkuluk’ları yok etmesinde yardım ettiklerini anlatmışlardı. Dumbledore ise onlara Büyüceşûra’nın önünde şahitlik yapamayacaklarını, bunun ortaya çıkmasının daha büyük sorunlara yol açabileceğini söylemişti.

Ron yerinde duramayacak kadar gergindi ve sürekli volta atıp duruyordu. Hermione ise kendini ona bir şey söylememek için zor tutuyordu. Sonunda, bir insan kalabalığının salona doğru yaklaşıp çıkışa doğru ilerlediklerini gördüler. Her ikisi de duruşmada neler olduğunu onlara anlatacak birini görürler umuduyla süratle harekete geçtiler.

Ron ile Hermione tanımadıkları bir sürü yüz görüyorlardı. Damien’ı ya da Ginny’yi görmeye çalışarak ne yapacaklarını bilmez bir halde duruyorlardı. Ron soluğunu bırakıp Hermione’nin eline yapıştı. Hermione dönüp Ron’un gözünü dikip baktığı yöne doğru baktı. Ağzı şoktan ve şaşkınlıktan kupkuru olmuştu. Neville her iki yanında birer kişiyle birlikte yürüyordu. İki yetişkin de kollarını onun omuzlarına sarmışlardı. Ron ile Hermione bu iki yetişkinden gözlerini ayıramıyorlardı. Bunlar kesinlikle Frank ve Alice Longbottom’dı. Sersemlemiş bir halde çıt çıkarmadan Longbottom ailesinin Bakanlık’tan ayrılmasını izlediler.

Ron, “ne oluyor lan…” diye konuşmaya başlasa da sözü, yanında Percy ve Ginny’le birlikte yürüyen babasını fark edince kesildi.

Hermione ile Ron onlara doğru koştular. Hermione, Ginny ile göz göze geldiğinde ona koca bir gülümsemeyle baktığını görünce kalbi tekler gibi hissetti.

“Ginny! Ginny, neler oldu?” Ron da Hermione de hem heyecan hem de endişeyle aynı anda ona seslendiler.

Ginny gülümsemeye devam ediyor, ama hiçbir şey söylemiyordu. Başını çevirip arkasından gelen birine baktı. Ron ile Hermione de onun bakışlarını takip edip koca bir oh çektiler.

Harry’nin etrafında küçük bir kalabalıkla yürüdüğünü görmüşlerdi. Harry de, Neville gibi annesi ve babasının kolları arasındaydı. Damien da, yorgun yüzünde koca bir sırıtışla onunla birlikte yürüyordu. Sirius ile Remus’un her biri ise James ile Lily’nin diğer taraflarında yürüyordu. Hepsinin görünüşü cehenneme gidip dönmüşler gibi görünüyordu.

Ron ile Hermione, onlara doğru yaklaşmalarını beklemeden koşmaya başladılar. Harry tam zamanında başının kaldırıp kabarık saçlı kızın üzerine doğru koştuğunu fark etti. Hermione kendini onun üzerine atarken, Harry’nin kendini hazırlama gibi bir şansı olmamıştı. Harry, ani sarılmanın şiddetiyle, yaralarla dolu vücudu sarsılınca hafifçe inledi. Hermione kendini ondan çekerek ona utanç içinde baktı. Bunu yapmayı hiç istemezdi, ama onun Bakanlık’tan özgür bir şekilde yürüyerek çıktığını görünce düşünmeden hareket etmişti.

“Affedersin,” diye fısıldadı ona.

Harry ona yalnızca yorgun bir şekilde gülümsedi; hiç de kızmamıştı. Sonuçta Hermione, Harry’nin ayakta kalmak için ne kadar zor bir mücadele verdiğini bilemezdi. Ron da Hermione’nin yanına gelip durdu. Harry’ye ışıl ışıl bir yüzle bakıyordu ve Harry onun da ona sarılmaya çok yakın olduğunu sezebiliyordu. Ron ne diyeceğini bilemeyerek ona yalnızca gülümsemekle yetindi.

“Vay canına, Harry. Seni serbest bıraktıklarına inanamıyorum. Bu muhteşem bir şey,” dedi, sonunda.

Harry onlara baktı, ama bir şey söylemedi.

James kolunu tekrar Harry’nin omzuna attı. Harry’nin ne kadar zor ayakta durduğunu görebiliyordu. ‘Tükenmiş olmalı,’ diye geçirdi aklından James, Harry’nin yaralarının derecesini bilmediğini fark ederek. Harry’nin yaralandığını biliyordu, ama Tonks’un dediğine göre, Moody onu iyileştirmişti.

“Hadi, ilerleyelim,” dedi onlara, kibarca. Ron ile Hermione de hızla onlarla birlikte yürümeye başladılar. Ginny de onlara katılmıştı.

Harry hâlâ olanların şokunu üzerinden atabilmiş değildi. Hayatını normal bir büyücü olarak yaşamasına izin verildiğine inanamıyordu. Bundan sonra bir mahkûm gibi saklanarak yaşamak zorunda değildi. Annesi ile babasını tanıma ve Damien’la büyüme şansı doğmuştu.

Harry nereye gittiklerine dikkat etmiyordu; ancak korkunç bir ağrı vücuduna saplanınca çıkışa yaklaştıklarını fark etti. Kolundan göğsüne doğru yayılan ani elektrik hissi yüzünden kolu zonkluyordu. Harry acıyla haykırdığı gibi, dizlerinin üzerine çöktü. Ağrıdan kıvranırken zayıf bacakları ağırlığını kaldıramamıştı. Ağrı kalbine saplanırken, Harry kendini telefon kulübesinden uzaklaştırmaya çalıştı. James ile Lily ona yardım etmeye çalışıyor, ama Harry deli gibi çırpınarak onlardan kaçıyor, çıkışın olduğu eşikten uzaklaşmaya çabalıyordu. Telefon kulübesinden birkaç adım uzaklaşmayı başardıktan sonra, ağrı hafifledi. Harry sakinleşmek için derin nefesler aldı ve titreyen ellerini göğsünden çekti. Gözlerine dolan yaşları silmeye çalıştı. James ile Lily diğerleriyle birlikte Harry’nin yanına diz çökmüştü ve her birinin yüzüne korku ve şok ifadeleri yerleşmişti.

“Harry! Ah Tanrım, ne oldu?” diye sordu Lily, çaresiz bir halde.

Harry kan çanağına dönmüş gözlerini ona çevirdi. Bartra Bilekliği’ni tamamen unutmuştu. Nefes alış verişleri hâlâ kesik kesik olduğu için konuşamıyordu. Titreyen elini kaldırıp onlara bileğindeki Bartra Bilekliği’ni gösterdi. İlk başta yetişkinler Harry’nin ne demeye çalıştığını anlamamışlardı. Sonra, Sirius Harry’nin bileğinde sargıların arasına gizlenmiş, çok hafifçe yayılan kırmızı ışığı fark etti. Harry’nin titreyen elini yakaladığı gibi, Bartra Bilekliği’ni görmek için sargıyı çekip çıkardı.

James bilekliği gördüğü gibi öfkeli bir kükreme çıkardı ve anında ayağa fırladı. Oğlunun o korkunç şeyi yine takıyor olmasına inanamıyordu. Diğer dört çocuk ise kırmızı ışığa kafaları karışmış bir halde bakıyorlardı. Sonra, Damien, Harry’nin onları Gündüz Gezenler’den kurtardığı gün bu şeyi onda gördüğünü hatırladı. Onun ne olduğunu bilmese de, Harry’ye acı çektiren şeyin bu olduğunu biliyordu.

“Harry, onu sana kim taktı?” diye sordu Sirius, öfkesine neredeyse hiç hâkim olamayarak.

Harry vaftiz babasına baktı. Vücudundan tüm kan çekilmiş gibi hissediyordu. Yalnızca gözlerini kapatıp uyumak istiyordu. Güç bela konuşmak için ağzını açtı.

“B-Bilmiyorum. O sırada baygındım,” diye cevapladı. Sözlerinin, etrafındakileri bu derece etkileyeceğini sahiden bilmiyordu.

Lily soluğunu tutarken, üç Çapulcu öfkeyle kükrediler. Çocuklar ise genç yüzlerinde acı dolu bakışlarla Harry’ye bakakalmışlardı.

“Hadi, Harry. Kalkmaya çalış,” dedi Remus, Harry’ye titreyen bacaklarına yüklenmesinde yardım ederek.

Harry yerinde biraz sallansa da ayakta kalmayı başardı. Aldığı Ağrı Giderici İksir de artık etkisini yitirmişti ve tüm vücudu ağrıdan kırılmaya başlamıştı.

“Kendimi çok iyi hissetmiyorum,” diye mırıldandı, Remus Harry’yi sandalyelerden birine oturtmaya çalışırken.

“Evet, zaten iyi hissetmeni beklemiyorum,” dedi Remus, yorgun argın çocuğu sandalyeye oturturken.

“Bahse girerim, onu Moody taktı!” diye haykırdı Sirius, öfkeyle.

Yetişkinler Moody’yi bulmak için uzaklaşırken Damien, Ginny, Ron ve Hermione ise Harry’nin yanına oturdular. Lily de Harry’nin yanına oturmuştu. Tam Harry’nin yaralarını kontrol etmek üzereydi ki, Tonks’un onlara doğru koşarak geldiğini gördü.

Tonks James, Remus ve Sirius’u fark edip onlara doğru koştu.

“Merlin’e şükürler olsun, sizi buldum! Size ulaşmaya çalışıyordum. Hemen gidemezsiniz, Harry’de Bartra Bilekliği var,” diye hızla açıkladı.

James öfkeyle ona döndü.

“Bunu bana şimdi mi söylüyorsun? Moody nerede? O iğrenç şeyi çıkarması için gidip onu buraya getir!”

Tonks, Harry’nin gözlerini kapatmış oturan görüntüsüne baktı. Çok geç kaldığını anlamıştı. Harry çoktan gitmeye kalkmış ve bir atak geçirmiş olmalıydı.

“Ah Tanrım! James, ben çok özür dilerim. Sana Harry’le biraz zaman vermek istemiştim. Siz gitmeden önce sizi yakalar ve bilekliği çıkarırım diye düşünüyordum, ama sizi mahkeme salonunda kaçırdım. Hemen çıkarıyorum.”

Tonks Harry’ye doğru ilerlemeye başladı, ama Sirius gözlerinde öfkeli bir bakışla onu kolundan yakalayıp durdurdu.

“Sen! O şeyi Harry’ye sen mi taktın?” diye sordu; buna inanmak istemediği belliydi.

“Evet,” diye cevapladı Tonks, suçlu suçlu.

“Anlamıyorsunuz, yapmak zorundaydım! Başka şansım yoktu,” dedi hemen, üç adamın da ifadelerinin öldürücü bakışlara dönüştüğünü görünce.

“Başka şansın yoktu demek! Ne saçmalıyorsun sen?” diye patladı ona James.

Tonks ona huzursuz bakışlar attı.

“Harry Moody’ye teslim edildiğinde, o… şey… fena yaralıydı. Bizim de onu iyileştirmemiz gerekiyordu. Onun kontrolü kati bir emirle bizim elimize verilmişti. O yüzden biz de…”

“O yüzden siz de onu kontrol edebilmek için o şeyi ona takmaya karar verdiniz!” diyerek onun sözünü kesti Remus.

Tonks’un yüzü hafifçe kızarmıştı.

“Zincirleri çıkarmak zorundaydık, ama diğer yetkililer bunu yapmamıza izin vermediler! O yüzden onu Bakanlık’ta tutabilmek için ona Bartra Bilekliği takmam gerekiyordu. Harry’nin her iki… her iki kolu ve bacağı da kırıktı. Onu bağlayan zincirleri çözmeden onu iyileştiremezdik. Bartra Bilekliği Harry’nin o zincirlerden kurtulmasının tek yoluydu,” diyerek anlatmayı bitirdi Tonks.

Üç adam da yüzlerinde dehşet düşmüş ifadelerle Tonks’a bakıyorlardı. Bakışlarını çevirip çocuklarla sessizce bir şeyler konuşan Harry’ye döndüler.

“Çıkar şunları,” dedi James Tonks’a; kalbinin daha ne kadar kırılabileceğini sahiden bilmiyordu.

Tonks sessizce Harry’ye doğru ilerleyip bilekliği çıkardı. Harry ona bir süre baktı, ama bir şey söylemedi. Ayağa kalktı ve hep birlikte birbirlerine ne diyeceklerini bilemez bir halde hemen Bakanlık’tan ayrıldılar.

Arthur onları dışarıda bekliyordu. Hızla James’e yaklaştı.

“Dumbledore hepimize bir mesaj bıraktı. Herkesin karargâhta toplanmasını istiyor. Uzun sürmeyeceğini ve mutlaka katılmamızı söyledi. Harry’nin bile,” diye ekledi Arthur, James’in kaygılı bakışlarının oğluna gittiğini izlerken.

“Toplantı biraz bekleyemez mi? Harry’yi gerçekten eve götürmem gerek,” dedi James.

“Dumbledore uzun sürmeyeceğini söyledi,” dedi Arthur, halden anlayan bir tavırla. Harry sahiden de tükenmiş görünüyordu.

James iç geçirdi ve Harry ve diğerleriyle yüz yüze gelmek için arkasına döndü. Dumbledore’un mesajını onlara da iletti.

“Sorun olur mu?” diye doğrudan Harry’ye sordu. Harry’nin, karargâhta uzun süre tutsak hayatı yaşadığı için, oraya dönmek istemeyeceğini düşünüyordu.

Ama Harry ona yorgun bir gülümsemeyle karşılık verip başıyla onayladı. Nereye gittiklerini umursamıyordu. Gidecekleri yere bir an önce gidip dinlenebildiği sürece sorun yoktu.

Arthur, onlara, doğrudan Grimmauld Meydanı’nın içine gidebilecekleri Anahtar’ı verdi. Harry Anahtar’a dokundu ve o tanıdık göbek deliğinden çekiliyormuş hissine kapıldı.

Ayakları birkaç saniye sonra yere bastığında, neredeyse dengesini kaybediyordu. James ile Remus Harry’yi yere düşmeden yakalamışlardı. James artık ciddi ciddi endişelenmeye başlıyordu. Harry gözlerini açık tutmakta zorlanıyor ve insanların ona söylediklerine hiç tepki vermiyordu.

James bu aptal toplantıyı bir an önce bitirmeye karar verdi. Harry’nin dinlenmeye ihtiyacı vardı ve o, Harry’yi eve götürmek için yanıp tutuşuyordu. Çocuklara Harry ile kalmalarını söyleyip diğer yetişkinlerle birlikte hızla Dumbledore’u görmeye gitti.

Harry koltuğa oturdu; sırt ağrısının biraz hafiflediğini hissediyordu. Tüm vücudu ağrıdan kırılıyordu. Saç dipleri bile ağrıyordu. Arkasına yaslanıp gözlerini yeniden kapattı. Otururken gerçekten uykuya dalıp dalamayacağını merak ediyordu. Diğer dördü hâlâ onunla konuşuyor, ama Harry onlara cevap verecek dermanı kendinde bulamıyordu. Ateşinin yükselemeye başladığını hissedebiliyordu. Bir elin yanan alnına dokunduğunu hissettiğinde yalnızca gözlerini açabildi. Karşısında Ginny ya da Hermione’yi görmeyi bekliyordu, ama onların yerine, gözlerinin önünde Poppy’nin endişeli yüzü belirmişti.

Poppy onu nazikçe ayağa kaldırırken, Harry ona gülümsedi.

“Hadi,” diye fısıldadı ve Harry’yi odadan çıkarmaya koyuldu. Diğer çocuklar ona neler olduğunu sorsa da, Poppy onlara sadece buradan ayrılmamalarını söyledi.

Harry başka bir odaya götürülmüştü. Daha uzanır uzanmaz, Poppy onun eline birkaç iksir şişesi tutuşturdu. Harry Poppy’nin ona verdiğinden en ufak bir şüphe duymadan iksirleri hiç soru sormadan içti. Çektiği ağrı ve sızıların hafiflemeye başladığını hisseder hissetmez ise hemen uykusu geldi. Poppy onu tedavi etmeye başlarken, o gözlerini kapatıp kendini uykunun kollarına bıraktı.

* * *

James ile Lily Yoldaşlık’ın diğer üyeleriyle birlikte oturuyorlardı. Bütün Yoldaşlık üyeleri orada değildi; aslında yalnızca Weasley ailesi, Potter’lar, Remus, Sirius, Moody ve Tonks vardı. İşin ilginç yanı, Longbottom’lar da oradaydı, ama Neville yanlarında değildi. Anlaşılan o ki, Neville yaşananların şokunu hâlâ atlatabilmiş değildi ve kendini üst katta bulunan özel odalardan birine kilitlemiş, kimseye konuşmak istemiyordu. James, yanlarına gidip onları adamakıllı selamlamak istemişti, ama Dumbledore’un boğazını temizleme sesi, yerinde kalmasına yol açmıştı.

“Toplantıya geldiğiniz için hepinize teşekkür ederim. Çoğumuzun çok yorucu bir gün geçirdiğini biliyorum, o yüzden toplantıyı çok uzun tutmayacağıma söz veriyorum. Bugün hepinizin buraya gelmenizi istememin sebebi, bugünkü duruşmadan sonra hepinizin çok daha tetikte olmanız konusunda sizi uyarmak. Yalnızca Voldemort ve Ölüm Yiyen’leri değil, aynı zamanda Büyücülük Dünyası’ndan birçok kişi de bugünkü mahkeme sonucuna olan memnuniyetsizliğini gösterebilir.” Dumbledore doğrudan James ile Lily’ye baktı. Her ikisi de bunu bekliyordu. Harry’nin tüm suçlamalardan beraat etmiş olmasından herkes mutlu olmayacaktı.

“Harry’nin güvenliği, tıpkı Longbottom ailesinin güvenliği gibi en büyük önceliğimiz. O yüzden evlerinize koruma büyülerini sıkılaştırmak için bir ekip gönderdim. Ayrıca, Kovuk’a da koruma büyüleri yerleştirilmesine karar verdim; çünkü sizin çocuklarınız da Harry ile arkadaşlık yaptıkları için hedef haline gelebilirler. Benim dışımda evlerinizi ziyaret edebilecek tek Yoldaşlık üyeleri, Moody ile Tonks olacak. Elbette, Remus ile Sirius da buna dâhil. Hiçbirinizin hemen evlerinize gitmenizi istemedim, o yüzden sizleri buraya çağırdım. Koruma büyüleri birkaç saat içinde arttırılmış olacak ve sizler de evlerinize dağılabileceksiniz. Önümüzde bizi bekleyen tehlikeli bir sürecin olduğunu hepinizin bildiğine inanıyorum. Voldemort, Harry’ye ulaşabilmek için her şeyi deneyecektir. Özellikle de Frank ve Alice’in hayatta oldukları gerçeğini öğrendikten sonra. Size tavsiyem, James ile Lily, Harry’yi daima Godric’s Hollow’un içinde tutmanız. Harry bundan mutlu olmayacaktır, ama onun güvenliği şu anda en önemli şey,” dedi Dumbledore, James ile Lily’ye.

James, Harry’ye sürekli evde kalması gerektiğini söylediklerinde, karşılaşacağı tepkiyi düşündü. ‘Buna bayılacak,’ diye geçirdi içinden, alayvari bir şekilde. James Dumbledore’a katılıyordu, ama Harry’yi mutsuz da etmeyecekti. Harry dışarı çıkmak istiyorsa, çıkacaktı. Yalnızca yanında ona eşlik edecek bir grup korumayla hareket etmesi gerekecekti.

“Şimdi lütfen rahatınıza bakın. Koruma büyüleri arttırılınca sizleri hemen haberdar edeceğim. Teşekkür ederim,” diyerek yerine oturdu Dumbledore.

James hemen onun yanında bitti.

“Dumbledore, ben sadece… şey demek istiyorum… Ben sana nasıl teşekkür edeceğimi bilmiyorum. Sen olmasaydın, Harry o duruşmadan sağ çıkamazdı. Teşekkür ederim.”

Dumbledore ona gülümsedi ve omzuna güven verircesine bir kez vurdu.

“Harry’ye yardım eden kendisiydi. Eğer tüm o masum hayatları kurtarmış olmasaydı, benim de onun için yapabileceğim hiçbir şey olmazdı.”

James ona gülümsedi. Dönüp baktığında Lily’yi Alice’e sarılırken ve onunla konuşurken gördü. Frank James’le göz göze geldi ve ona doğru birkaç adım ilerledi. Aniden kapı parçalanırcasına açıldı ve Damien, Ron, Hermione ve Ginny fırtına gibi içeri girdiler; her birinin yüzünden korku akıyordu.

“Baba! Baba! Harry yine atak geçiriyor! Ona yardım etmelisin!” diye bağırdı Damien, gözleri yaşlarla parıldarken.

James kendini odadan dışarı attığı gibi, odadakiler de onun arkasından koşmaya başladılar. Odanın dışına çıkar çıkmaz, Harry’nin acı dolu çığlıklarını duymuştu. Kalbi göğsünde deli gibi çarparken sese doğru koştu.

Kapıdan içeri fırtına gibi daldı ve Harry’yi, yanında ona yardım etmeye çalışan gözü yaşlı Poppy ile birlikte, yatakta acı içinde çırpınırken gördü. Lily’nin de onunla birlikte yatağa doğru koştuğunu fark etti. Her ikisi de Harry’yi zapt etmeye çalışırken, Poppy de başka bir iksiri Harry’nin boğazından içeri göndermeye uğraştı. Grubun geri kalanı ise kapıda ne yapacaklarını bilmez bir halde kalakalmışlardı. Damien, Ginny ve Hermione gözyaşları içerisindeydi. Ron’un da onlardan farklı kalır bir yanı yoktu. Moody, Tonks, Frank, Alice, Molly ve Arthur hızla odayı terk ettiler. Harry bu kadar acı içindeyken, yabancı kişiler tarafından izlenmek onun için hiç adil olmazdı. Remus ile Sirius ise orada öylece duran çocukları dışarı çıkarmayı başarmışlardı; Harry’yi bu halde görmelerini istemiyorlardı. Dumbledore da kapının yanında duruyordu. Yüzünde ciddi bir ifade vardı. Mavi gözlerindeki ışıltı tamamen kaybolmuş görünüyordu.

Harry, onun başına toplanmış, onu sakinleştirmeye çalışan annesi ile babasının farkında bile değildi. Onları duyamıyordu. Tek bildiği, kafasının ortadan ikiye ayrılacak olmasıydı. Ağrı onu alevlerin içindeymiş gibi kasıp kavuruyordu. Aklından belli belirsiz alnına kızgın bir demirin konup konmadığını geçiriyordu. Vücudu deli gibi çırpınırken, ağzından çıkan korkunç inlemelerin bile farkında değildi. Vücudu kasılmalarla sarsılıyor ve her kasılma onu vurduğunda sırtını yukarı kaldırıp duruyordu.

Bir elini alnına yapıştırmış, kimsenin elini çekmesine izin vermiyordu. Onu çeken elleri hissediyor ve acı içinde çığlıklar atıyordu.

“Hayır, bırak! Bırak beni! Dur!” diye bağırıyordu, çığlıklarının arasında. James Harry’ye dolu gözlerle baktı. Onu bırakırlarsa, çırpınmaları yüzünden kendine zarar verecekti.

Poppy Harry’ye biraz daha iksir vermeye çalıştı, ama attığı çığlıklar yüzünden iksiri yutamadığı için iksir genzine kaçtı.

“Neler oluyor?” diye bağırdı Lily, gözyaşları içerisinde.

“Bilmiyorum! Daha önce hiç böyle bir tepki vermemişti! Bu, geçirdiği en güçlü atak olmalı!” diye bağırdı Poppy, Harry’ye yardım etmek için çırpınırken.

James, Harry’nin parmaklarının arasından akan kanı dehşetle izledi. Harry’nin elini hemen alnından çekti ve alnındaki yara izinin yarılarak açıldığını fark etti. Yara yeniymiş gibi görünüyor, arasından çıkan kan Harry’nin yüzüne iniyordu.

“Dumbledore!” diye bağırdı Lily, yara izinin kanadığını görünce.

Dumbledore hemen onun yanında bitti. Kanayan yaraya baktı; dalgın görünüyordu. Ne yapacağını ya da ona nasıl yardım edeceğini bu sefer bilmiyordu.

“Yapabileceğimiz hiçbir şey yok, geçmesini beklemek zorundayız,” dedi, boynunu eğerek.

Harry, yara izi yeni bir ağrıyla zonklarken, yine ıstırap içinde çığlığı bastı. Elini James’ten kurtarıp tekrar başına yapıştırdı. Artık bitsin istiyordu. Şu ağrıyı durdurmak için her şeyi yapardı. Daha fazla dayanabileceğini hiç sanmıyordu.

James, Harry’nin burnunun da kanadığını fark edince haykırdı.

“Lütfen biri yardım etsin, lütfen, durdurun şunu!” diye bağırdı Lily, oğlunun kanlar içinde ıstırap çeken haline bakarak.

Sanki birisi çaresiz bir annenin yalvarışını duymuş gibi, Harry’nin çığlıkları bir anda durdu ve inlemelere dönüştü. Çırpınması durmuştu ve nefes alış verişleri de yavaşlıyordu. Atak bitmişti. James Harry’nin diğer elini bırakıp, onu inlemelerini bastırmaya çalışırken izledi. Henüz uyanık sayılmazdı. Gözleri hâlâ sımsıkı kapalıydı ve elini alnından indirmişti. Lily oğlunu kollarına alıp ağlayarak ona sarıldı. Onu saçından öptü ve kanın kıyafetlerine bulaşması umurunda bile olmamıştı.

Poppy eline bir bez aldı ve Harry’nin yüzündeki kanları temizlemeye başladı. James tüm bunları kalbi paramparça olmuş bir halde izliyordu. Hiçbir anne baba çocuğunu bu şekilde ıstırap çekerken ve kanlar içinde görmemeliydi. Tüm bunların sorumlusu olan Voldemort’a içten içe küfretti. Voldemort’un Harry’nin tekrar tekrar bu şekilde canını yakacağını biliyordu; ta ki, birisi o kalpsiz piçi sonunda öldürene kadar.

Dumbledore odadan dışarı çıkıp James, Lily ve Poppy’yi baygın halde duran Harry ile yalnız bıraktı.

* * *

Dumbledore derin düşüncelere dalmış bir halde diğer herkesle birlikte oturuyordu. Dört çocuk da Molly’nin yanına toplanmıştı; Molly onlara sakinleşmeleri için sıcak çikolata yapmıştı. Ortam tamamen başkalaşmıştı. Neşeli bir ortamın yerini, şimdi herkesin derin bir endişe ve korkuyla oturduğu bir ortam almıştı. Çoğu, Harry’nin ne sorunu olduğunu bile bilmiyordu.

“Dumbledore, Harry’ye… Harry’ye olanlar neydi?” diye sordu Alice, alçak bir sesle.

Albus Dumbledore Zümrüdüanka Yoldaşlığı

Dumbledore yüzünde hüzünlü bir bakışla dönüp ona baktı.

“Voldemort Harry’yi bir yara iziyle lanetledi. O iz, alnındaki şimşek biçimli yara izi. İz Voldemort’a bağlı. Voldemort özellikle çok güçlü bir duygu hissettiğinde –bu ister büyük bir mutluluk ya da şiddetli bir öfke olsun– Harry’de keskin bir acıya yol açıyor. Tahminim şu ki, Harry’nin az önce geçirdiği atak, Voldemort’un senin ile Frank’in yaşadığını öğrenmiş olmasından kaynaklı olabilir. Harry’nin şimdiye kadar çektiği acıların en kötüsünü yaşadığını düşünecek olursak, Voldemort muhtemelen Harry’nin ona ihanet ettiğini hissediyor,” diyerek sözlerini bitirdi Dumbledore.

Frank’in de Alice’in de ifadelerinde birer suçluluk duygusu belirmişti. Diğerleri de Dumbledore’un açıklamasını dinlemiş, Harry’ye karşı içleri cız etmişti.

“Zavallı çocuğum,” diye mırıldandı Molly, dört boş kupayı kaldırırken.

Dört çocuk ise sessizlik içinde oturuyorlardı. Harry’nin özgür olduktan sonra normal bir hayatı olacağına inanmışlardı. Oysaki az önce onlara, Voldemort hayatta olduğu sürece Harry’nin hiçbir zaman özgür olamayacağı acımasız bir yolla hatırlatılmıştı.

* * *

James ile Lily Harry’nin yanından ayrılmayı reddediyorlardı. Poppy ise Harry’yi iyileştirmeyi bitirmesi için çaresizce onları dışarı göndermeye çalışıyordu. Bu zavallı insanların oğullarının nasıl yaralandığını görmelerini istemiyordu. Bir yıkımı daha yaşamaya ihtiyaçları yoktu.

Birkaç dakikalık bir tartışmanın ardından, Poppy pes etti. Harry’yi iyileştirmeye devam etmesi gerekiyordu.

James ile Lily’ye keskin bir bakış atıp Harry’yi nazikçe yüzüstü döndürmeye koyuldu. James, onun, Harry’yi uyurken kaldırmasına yardım etti. Harry yüzüstü yattığında, Poppy onlara son bir bakış attı ve sihir yoluyla Harry’nin tişörtünü çıkardı.

James gördükleri karşısında nefes dahi alamamıştı. Biri karnına yumruk atmış gibi hissediyordu. Harry’nin sırtında çok sayıda yara vardı; öyle ki bütünde kocaman bir yarası var gibi görünüyordu. Ayrıca, küçük küçük kesikler de vardı; bunlar, Harry’nin Neville’le düello ederken çatıdan düştüğü esnada derisini kesen tahta parçaları yüzünden olmuş olmalıydı. James şimdi Harry’nin yürüyebiliyor olmasına bile şaşırıyordu. Keşke Poppy’yi dinleyip odadan çıkmış olsaydı. Harry’nin bu görüntüsünü bir daha asla unutamayacağını biliyordu.

Poppy Harry’nin sırtına İyileştirici Merhem sürerken, Lily de hızla harekete geçip hiçbir şey söylemeden yardım etmeye başladı. Poppy ona baksa da bir şey söylemedi. Lily kendini ağlamamak için zorluyordu. Zaten yeterince gözyaşı dökmüştü. Harry’nin şimdi gözyaşlarına değil, acilen tedaviye ihtiyacı vardı.

Poppy ile Lily, Harry’nin sırtına İyileştirici Merhemi sürdürdükten sonra, uyuyan çocuktan rahatladığını belirten bir tepki gördüler. Lily, Harry’nin öyle korkunç bir olayda omurgasını kırmadığı için şanslı olduğunu biliyordu.

Sürdükleri merhemin etkisi çok geçmeden kendini gösterdiğinde, yaraların rengi açılmışa benziyordu. Yaralı göğsüne de merhem sürebilmek için James ile Poppy yavaşça Harry’yi döndürdüler. Lily Poppy’ye yardım etmekle öylesine meşguldü ki, James’in yanında kaskatı kesilmiş halini fark etmedi bile. Poppy’nin James’e iyi olup olmadığını sorduğunu duydu ve dönüp baktığında, James’i, gözlerini Harry’nin yüzüne dikmiş bir halde orada öfkeyle dururken gördü. Onda gördüğü tepkiye şaşırarak o da başını çevirip Harry’nin yüzüne baktı.

Lily, “James, ne oluyor…” demeye kalmadan James’in yavaşça Harry’nin boynuna uzandığını gördü. James’in parmaklarıyla Harry’nin boynunu yokladığını ve boynunun etrafında parmak boyutlarında yara izleri olduğunu fark edince ise Lily’nin kalbi tekledi. Oğlunun boğazındaki yaralara nazikçe dokunurken, James’in parmakları titriyordu.

Lily bacaklarının ağırlığının altında titrediğini hissetti. Oğlunun yanına, yatağın kenarına oturdu ve içinde git gide büyüyen duygu selini bastırmaya çalıştı. Bunu Harry’ye kim yapmış olabilirdi? Birinin oğlunun boynunu sıktığını düşündükçe öfkeden aklını kaçıracak gibi oluyordu. James aniden parmaklarını Harry’den çekip fırtına gibi odadan dışarı fırladı. Lily arkasından ona seslenmedi, çünkü James’in durmayacağını biliyordu. Onu hayatı boyunca hiç bu kadar öfkeli görmemişti.

Lily, Poppy’yi, İyileştirici Merhem’ini yeniden eline alıp Harry’nin boynuna sürmeye başlarken izledi. Poppy ona üzüntüyle baktı.

“İyi olacak,” dedi, usulca. Lily başıyla onayladı ve Harry’nin tedavisini tamamlamak için ayağa kalktı. Evet, Harry iyi olacaktı. Bir daha hiç kimsenin oğlunun canını yakmasına izin vermeyecekti. Bir daha asla!

* * *

Birkaç saat sonra James karargâha geri dönmüştü. Öfkeden hâlâ tir tir titriyor ve bir eli yaralanmış görünüyordu. James’in Bakanlık’a fırtına gibi dalıp Blake’i lanetlemekten geri kalmadığı açıkça belli oluyordu. Blake’i bulduğu gibi, yüzüne ve ulaşabildiği her yerine defalarca yumruk atmıştı.

James’i kanlar içinde kalmış Blake’den ayırmak için üç Seherbaz gerekmişti. James’in öfkeden gözü hiçbir şey görmüyordu. Kendini Seherbaz’lardan kurtararak Blake’in üzerine atlayıp boğazına yapışmıştı. Ona ağzına geleni söylemişti. Etrafında olan biten hiçbir şeyin farkında bile değildi.

Sonunda sakinleştiğinde, etrafını saran Seherbaz’lara Blake’in Harry’ye ne yaptığını söylemişti. Blake ise Seherbazlık işinden bir sonraki sorguya kadar men edilmişti. Bakanlık’ı terk ederken burnu deli gibi kanıyor ve kırık bir çene taşıyordu. James Blake’e verilen cezadan hiç de tatmin olmamıştı, ama gel gelelim, Bakanlık’tan dışarı çıkarılarak ondan uzak durması gerektiğine dair sert bir uyarı almıştı. Onun cezasını Bakanlık verecekti. James’in ise buna basit bir cevabı olmuştu: ‘Eğer o herifi oğlumun yakınlarında görürsem, gebertirim!’

James karargâha döndüğünde, Harry’yi gürültülü bir şekilde uyurken bulmuştu. Yaralarının tamamı temizlenmişti. Poppy, ona, Harry’nin muhtemelen en az birkaç saat daha uyuyacağını söylemişti. James ile Lily, Harry’yi uyurken bırakıp başka bir odaya geçtiler.

James mutfağa girdiğinde, küçük oğlunu arkadaşlarıyla birlikte otururken gördü. Ona bakıp sıcacık gülümsedi. Tüm bu karmaşanın ortasında Damien’ı resmen unutmuştu.

Damien ona tereddütle baktıktan sonra başını çevirdi. James’in o anda kafası karışmıştı. Damien’a doğru yürüdü ve kibarca kolunu onun omzuna sardı.

“Damy?”

Damien başını çevirip onunla yüz yüze geldi. Yüzünde tuhaf bir ifade vardı.

“Galiba artık benimle konuşmaya karar verdin?” diye sordu, usulca.

James o anda Damien’ın ona neden öyle baktığını anlamıştı. Damien’la haftalardır küs kalmıştı. Ona mahcubiyetle baktı. Damien’a karşı adil davranmamıştı. Ona öfkeliydi ve öfkesinde haklıydı, ama ona bu kadar uzun bir süre öyle davranmamalıydı.

“Sonsuza kadar seninle küs kalamazdım,” dedi, yumuşak bir sesle.

Damien babasıyla tartışmak, her şeyi boş vermek ya da babasının huyuna gitmek arasında bir seçim yapmaya çalışıyor gibiydi. James onu sarılmak için kendine çektiğinde ise karar verecek fırsatı olmamıştı. Damien arkadaşlarının orada durmuş, onu izlediğini umursamadı bile. Babası tarafından eskisi gibi avutulmak ona çok iyi hissettirmişti. Onu son zamanlarda gerçekten çok özlemişti.

“Seni özledim,” diye fısıldadı, babasına.

James, başının tepesine öpücük kondurunca, Damien kıpkırmızı kesildi.

“Ben de,” diye fısıldadı.

“Harry artık eve döndü, o yüzden senin bana bir söz vermeni istiyorum. Harry’nin güvenliğini ilgilendiren hiçbir konuda benden bir daha sır saklamamanı istiyorum, tamam mı?” dedi James, yüzüne ciddi bir tavır takınarak.

“Söz,” dedi Damien, babasına gülümseyerek. ‘Harry artık eve döndü’ sözünü duymak çok güzel bir histi.

* * *

Koruma büyüleri sonunda tamamlanmıştı. Longbottom ailesi, hâlâ annesi ve babası dışında herkesle konuşmayı reddeden Neville ile birlikte evlerine gitmişti. Moody ile Tonks da herkesin evine döndüğünden emin olacaklarının sözünü vererek karargâhtan ayrılmışlardı. Weasley ailesi de gitmek istemiş, ama Ron, Ginny ve Hermione Harry uyanana kadar kalmakta ısrar etmişlerdi. Harry’nin iyi olduğunu görmeden gitmeyi reddediyorlardı. Harry, Voldemort yüzünden geçirdiği o ataktan beri hâlâ uyanmamıştı.

James Poppy’ye bunun normal olup olmadığını sormuş, yorgun argın görünen Şifacı ise şöyle cevap vermişti:

“Boğazından içeri tıktığım onca iksirden sonra, sabaha kadar uyuyacağından şüphem yok! Hem böylesi daha iyi. Bedeninin iyileşmesi için dinlenmeye ihtiyacı var. Ne kadar çok uyursa, o kadar hızlı iyileşir.”

Gel gelelim, bu da çocukları eve dönmelerine yetecek kadar ikna etmemişti. En sonunda, dört çocuğun Potter ailesiyle birlikte karargâhta kalmasına izin verilmişti. James, Harry’nin Godric’s Hollow’un içinde uyanmasındansa, evine yürüyerek girmesi gerektiğinde ısrar etmişti.

Böylelikle çocuklar geceyi karargâhta geçirecekti. Molly de Remus gibi kalmaya karar vermişti.

“Pekâlâ, anlaşılan bu gece hep birlikte pijama partisi veriyoruz,” diyerek kıkırdadı Sirius, tüm misafirler için sihir yoluyla battaniyeler ve yastıklar yaratırken.

* * *

Harry zar zor gözlerini açtı ve görüşünün düzelmesi için birkaç kez gözlerini kırpıştırdı. Etrafına bakınarak nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Ortamın karanlığına bakılırsa gecenin ortasıydı. Yara izinde hâlâ hafif bir yanma hissi vardı. Elini kaldırıp yara izine dokundu. Yara izinde küçük bir yara bandının olduğunu fark edince şaşırdı. ‘Longbottom’ları öğrenmiş olmalı,’ diye düşündü Harry, sefil bir halde.

Kendini kaldırıp oturma pozisyonuna getirdi. Kendini şimdi çok daha iyi hissediyordu. Her ne kadar kendini hâlâ biraz yorgun da hissetse, en azından hareketleri ona artık acı vermiyordu.

Harry yatağa oturduğunda, yanında küçük bir sehpa olduğunu fark etti. Bir şeyler içmeye çok ihtiyacı vardı. Neredeyse yirmi dört saattir hiç su içmemişti.

Tam yatağından kalkmaya meyletmişti ki, yolunu bir şeyin kapattığını fark etti. Annesi ile babasının uyuyakalmış hallerini görünce biraz afalladı. Şu anda onları yanında görmeyi hiç beklemiyordu. O her zaman yalnız uyanmaya alışkındı, ne kadar yaralı olursa olsun.

Harry, annesi ile babasının yarı sandalyede yarı yatağın kenarına kaymış uyuyan hallerini çok komik bulmuştu. Görüntü karşısında ses çıkarmadan güldü. Yatağın öbür tarafını kullanarak kalktı ve masaya doğru parmak uçlarına basarak ilerledi. Kendine bir bardak su doldurdu. Kana kana su içtikten sonra, tekrar parmak uçlarına basarak yatağına geri döndü.

Yatağa tırmandığında oluşan kıpırtı, Lily’yi aniden uykusundan uyandırdı. Başını kaldırıp baktı ve Harry’yi yatağın üzerinde oturur halde kendi üzerini örterken yakaladı.

Hızla sandalyesinde doğruldu; gözlerinden tüm uykusunun kaçtığı okunuyordu. Harry onun doğrulduğunu fark edip başını çevirdi. Birbirlerine ne söyleyeceklerini bilemez bir halde kısa bir süre öylece baktılar.

“Nasıl… Nasıl hissediyorsun?” diye sordu Lily, beceriksizce.

Harry ona gülümsedi.

“Çok daha iyi.”

Lily kocaman bir oh çekti.

“Harika,” dedi, daha çok kendi kendine.

“Bunu yapmak zorunda değilsiniz,” dedi Harry, usulca.

Lily, Harry’ye kafası karışmış bir halde baktı.

“Hmm… neyi?” diye sordu.

“Geceyi benimle geçirmek. Artık iyiyim. Siz ikiniz gidip rahat rahat yatsanız iyi olur,” dedi Harry, bunu neden söylediğini kendi de bilmeyerek. Annesi ile babasının gitmesini istemiyordu.

Lily ona sadece sıcak sıcak gülümsedi.

“Bizim için endişelenme. Bizim burada rahatımız çok yerinde,” dedi.

Lily çok mutluydu. Harry ile konuşmaktan ve onun cevap olarak ona kaşlarını çatmadığını ya da dik dik bakmadığını görmekten çok memnundu. Görünen o ki, Harry’nin de aklından aynı şeyler geçiyordu. Yüzü biraz kızarmış, gözlerini annesinden kaçırmıştı.

“Ben… Ben sadece şey demek istiyorum… şey… sana o şekilde davranmamalıydım. Yaptığım… Yaptığım her şey için özür dilerim. Bilseydim…” Lily sandalyesinden kalkıp yatağa oturduğunda Harry’nin sözleri yarım kaldı. Lily ona sımsıkı sarılınca Harry neye uğradığını şaşırdı. Harry’nin karşılık vermesi birkaç saniye sürmüştü.

“Kimse seni suçlamıyor, Harry. Sana hayatın boyunca hep yalan söylendi. Nasıl davranman gerektiğini bilmiyordun. Kimsenin, söylediğin bir sözü ya da yaptığın bir şeyi sana karşı kullanacağını –bir saniyeliğine bile olsun– sakın aklından geçirme, lütfen.”

Lily, Harry’yi bırakıp zümrüt yeşili gözlerini onun zümrüt yeşili gözlerine dikti.

“Tüm bunları unutalım. Her şeye yeniden başlamak için artık bir şansımız var. Tamam mı?” diye ekledi, rahatlatıcı bir sesle.

Harry onun sorusunu kafasını sallayarak onayladı; yine de önceden yaptıklarının bu kadar hızlı unutulabileceğine pek ikna olmamıştı.

Onlar konuşadursun, James de uyuduğu yerde kıpırdanmıştı. Ela gözlerini açtı ve Harry ile Lily’yi yatakta oturmuş, alçak sesle konuşurlarken gördü. Sandalyesinde doğrulup boynunu ovdu. Komik bir açıda uyumuştu.

Lily de Harry de başlarını çevirip ona baktılar. Lily gülümsedi ve yataktan kalkıp sandalyesine geri oturdu.

“Harry, iyi misin?” diye mırıldandı James, içinden uykulu çıkan sesine küfrederek.

“Evet, iyiyim,” diye yanıtladı Harry, James’in uyanmak için fayda etmeyen çabalarını keyifle izlerken.

James ikna olmuşa benzemiyordu. Elini uzatıp Harry’nin alnını yokladı.

“Hâlâ ateşin var. Ateş Düşürücü İksir getireyim,” diyerek iksiri getirmek için kalkmaya yeltendi, ama Harry onu durdurdu.

“Baba.”

James oturduğu yerde donakaldı. Harry’nin ona ‘baba’ diye seslendiği her defasında içinden geçtiği duyguyu tarif etmesi imkânsızdı. İfadesini ciddi tutmaya çalışsa da, hafif bir gülümsemenin yüzünde belirmesine engel olamamıştı.

“Gitme, daha fazla iksire ihtiyacım yok,” dedi Harry, usulca.

James ile Lily, Harry’nin önceki halinden ne kadar farklı olduğunu görünce şaşırmışlardı. Bunun sebebi kısmen onlara dik dik bakmıyor ve kalp kırıcı konuşmuyor olmasındandı. Konuşmanın büyük bir kısmını James ile Lily yapıyor, Harry ise yatağına yatmış, onları dinliyordu. Harry ne söylediklerini adamakıllı dinlemiyordu bile. Annesi ile babasının seslerini duymak ona yetiyordu.

“Harry, bir şeyler yemek ister misin?” diye sordu Lily; aniden onun bütün gün hiçbir şey yemediğini fark etmişti.

Harry başını yastığından hafifçe kaldırıp saate baktı.

“Saat sabahın dördü,” dedi, alaycı bir şekilde.

“Ne olmuş? Ne zaman açsan o zaman yersin, saatin bir önemi yok,” dedi James, gülümseyerek.

Harry başını iki yana salladı.

“Aç değilim. Sabah yerim.”

James ile Lily Harry’yi zorlamamaya karar verdiler. Büyük oğullarıyla ilgili öğrendikleri bir şey varsa, o da onun ısrar edilmesinden nefret ettiğiydi.

James ile Lily olanlar hakkında konuşmaya devam ederken, Harry uykuya dalıyordu. Ona koruma büyülerinin yenilendiğini ve Weasley çocuklarının geceyi Hermione ve Damien’la birlikte burada geçirdiklerini anlatmışlardı. Harry kendini rahat hissediyordu ve kısa bir süre sonra gürültülü uykusuna geri dönmüştü. James ile Lily tüm geceyi oğullarını huzur içinde uyurken izleyerek geçirmişler ve onlara bu, aylar geçmiş gibi gelmişti.

* * *

Lord Voldemort kaybetmişti. Bunun mümkün olacağını hiç düşünmemişti, ama artık kabul etmeliydi ki, her şeyini kaybetmişti. Harry ona ihanet etmişti. Harry’nin Hortkuluk’larını avlayıp yok ettiğini zaten biliyordu. Hayır, Lord Voldemort’u asıl yok eden şey, Harry’nin ona ‘baba’ dediği bir dönemde ihanet etmiş olmasıydı. Karşısında ona sadık olduğunu iddia ederek durduğu tüm o zaman boyunca, Longbottom’lara yardım ediyordu. Harry emirlerini karşı gelmişti; onları öldürmemekle kalmamış, üstüne bir de yaşamalarına yardım etmişti.

Voldemort, casus Ölüm Yiyen’lerine ait iki bedenin odadan sürüklenerek çıkarılışını izledi. Onu bilgilendirmek için gelen Ölüm Yiyen’leri öfkesine hâkim olamayarak öldürmüştü. Ona Harry’nin duruşmasından ve Longbottom’ların duruşmaya gelişinden bahsetmişlerdi. Ayrıca, ona altı Hortkuluk’unun yok edildiğinin Bakanlık tarafından teyit edilip onaylandığını da söyleyecek kadar yaşamışlardı.

Voldemort, kendini, Harry’yi ebediyen kaybettiğine ikna etmeye çalışıyordu. Aslında kalbini asıl kıran şey, Harry’nin ona ihaneti değildi. Harry’nin ona en başından beri hiç sadık olmamış olmasına takılmıştı. Ona aslında en başından beri karşı geliyordu. Longbottom’ların hayatta kalmasını sağlamış, Lahyoo Jisteen’ı çalmış ve Voldemort’u terk ederek Hortkuluk’larını yok etmeye başlamıştı.

Voldemort, kendi kendine, Harry’nin Longbottom’ları kurtardığı gece öldüğünü söyledi. Onun Harry’si o gece ölmüştü ve artık burada değildi. Harry’nin Longbottom’ların yaşamasına karar verdiği gün, onun sadık ve itaatkâr oğlu da öldürülmüştü.

‘Pekâlâ, Potter, savaş istiyorsun demek. Ben de sana savaş açıyorum.’

Voldemort, Harry Potter’a bu yaptıklarının bedelini ödeteceğine dair kendine bir söz verdi. Karanlık Lord’un gazabına ve intikamına Büyücülük Dünyası’nın tamamı şahit olacaktı.

* * *

#68: Uyanış için tıklayın!

Çeviren: Tuba Toraman

10 Yorum

Bir Yorum Ekle

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir