Hayran Yapımı

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #17: Bağlılık Meselesi [Kısım 2]

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

16. BÖLÜM [Kısım 1]

16. BÖLÜM [Kısım 2]

17. BÖLÜM [Kısım 1]


Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı kaçırıp öldüremeyince kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin on yedinci bölümü!

bölüm 17

Bağlılık Meselesi

[Kısım 2]

“Ona buranın karargâh olduğunu neden söyledin?” diye sordu McGonagall.

“Çünkü buranın neresi olduğunu sordu,” diye cevap verdi Dumbledore, sadece.

“Buranın Sirius’un evi olduğunu söyleyebilirdin!”

“Evet, söyleyebilirdim ama ona karşı tamamen dürüst olmaya karar verdim, Minerva,” dedi Dumbledore, çayını yudumlarken. “Sonuçta onu kazanmak istiyorsak, ona biraz da güven duyduğumuzu göstermeliyiz.”

“Güven mi?” diye bağırdı Moody. “Güven ha? Albus, kimden bahsettiğinin farkında mısın?”

“Gayet farkındayım,” diye kibarca yanıtladı Dumbledore.

“O zaman ona güven duyulamayacağını bilirsin!” diye bağırdı Moody. “Üzerinde bir silah vardı, Merlin aşkına! Nasıl ona güvenmekten bahsedebilirsin!”

“Silahı vardı ama onu hiç kullanmadı,” diye sakince belirtti Dumbledore. “Silahı kendini savunmak için taşıyordu; düşmanlarıyla olduğunu düşündüğüne göre anlaşılır bir durum. Birisine saldırmak için silah taşımak ile sadece kendini savunmak için taşımanın arasında fark var.”

“Niyetinin ne olduğunu nereden bilebilirsin ki?” diye sordu Sturgis.

“Saldıracak olsaydı, bunu sen ve Kingsley odasına gittiğinde yapardı,” dedi Dumbledore.

“İnanamıyorum,” diye soludu Tonks, önündeki omlet ve tostu çoktan unutmuş bir hâlde. “Bir tüy kalemi bıçağa asasız dönüştürmüş. Bu… bu bir…”

“Olağanüstü bir biçim değiştirme,” diye Tonks’un sözünü tamamladı McGonagall, kafasını sallayarak. “Evet, Nymphadora hepimiz aynı fikirdeyiz,” dedi, biraz gönülsüzce de olsa.

Tonks, birisi ona adıyla hitap ettiğinde hep olduğu gibi sinirlenmişe benziyordu ama bunu yapan McGonagall olduğu için, onu düzeltmedi.

“Şimdi ne olacak?” diye sordu Remus.

Dumbledore kupasını masaya bıraktı; biraz ciddi görünüyordu.

“Voldemort’a düşündüğümden daha fazla bağlı,” diye itiraf etti. “Harry’nin gerçeği görmesini sağlamalıyız, Voldemort’un dünyaya ne yaptığını görmeli; işte o zaman, Harry’de onu durdurmak isteyecektir.”

Canavar babasıyla aynı fikirde olmadığını sana düşündüren ne?” diye sordu Moody, hışımla.

“Harry Voldemort’la aynı fikirde olsaydı, Ölüm Yiyen’ler Poppy’nin çocuklarına saldırdıktan sonra onları kurtarmazdı,” dedi Dumbledore. “İki çocuğun hayatını kurtarmak için kendi hayatını tehlikeye atması ve bunu çocuklara saldıranın kendilerinden biri olduğunu bile bile yapması, Harry’nin Voldemort’un yaptığı her şeyi uygun bulmadığını gösteriyor,” dedi Dumbledore, masada göz gezdirerek. “Harry’ye hangi yolun doğru olduğunu hepimizin göstermesi gerek ve böylece o da bu yolu kabul edecektir. Voldemort’u yok etmek onun kaderinde var; önünde sonunda kaderine razı gelecek.”

James kafasını kaldırıp Dumbledore’a baktı; önündeki bir tabak yemeği tamamen görmezden gelmişti.

“Ne kadar zamanımız var?” diye sordu. “Harry’yi bizim tarafa çekmek için Fudge sana ne kadar süre verdi?”

Dumbledore, James’le göz göze gelmeden önce bir an için duraksadı.

“Bakan süreyi uzatma konusunda ikna edilebilir,” dedi Dumbledore hemen. “Harry’nin uyum sağladığını görür görmez, onun artık bir tehdit oluşturmadığını gördüğünde, Bakan…”

“Ne kadar zamanımız var?” diye tekrar sordu James.

Dumbledore iç çekti.

“Beş, bilemedin altı ay.”

James yenilgi içinde kafasını sallayarak gözlerini kapattı.

“Beş, altı ay hiçbir şey!” dedi, içindeki öfkenin gitgide büyüdüğü hissederek. “Harry son on beş yılını Voldemort’la geçirdi ve o alçak bu sürede onun beynini yıkadı!” diye çıkıştı. “Beş ay içinde onun fikrini nasıl değiştireceğiz? On beş yıllık hasar beş ayda mı düzelecek, yani?”

“Kolay olmadığını biliyorum,” diye sözlerine başladı Dumbledore. “Ama söylediğim gibi, bunu yapmak imkânsız değ…”

“Hayır, imkânsız!” diye sözünü kesti James. “Az önce onu görmedin mi? Kendini, özgürlüğünü, hayatını o alçak için feda etmeye hazır ve sen de beş altı ay içinde onun değişeceğini sanıyorsun, öyle mi?” Öfkeyle kafasını salladı. “Yeterli değil, daha çok zamana ihtiyacımız var!”

“James, o öyle değil,” diye belirtti Dumbledore, duygu yüklü adamı sakinleştirmeye çalışarak. “Beş ay içinde, Fudge Harry’nin hiçbir şey yapmadığını; yani kimseye zarar vermediğini, kaçmaya çalışmadığını gördüğünde gelişme kaydettiğini anlayacak. O zaman, bize, Harry’yi iyilerin tarafına tamamen geçirmemiz için daha fazla zaman verecek,” diye temin etti James’i. “Harry bize geri gelecek. On beş yıl aradan sonra sonunda anne ve babasına, ailesine kavuştu,” dedi James ve Lily’ye gülümseyerek. “Size güvenim sonsuz. Harry’ye ailedeki yerini gösterdiğinizde, sizi Voldemort için bile bırakmak istemeyecek.”

* * *

Dikdörtgen masa, hepsi bugünün tarihini gösteren farklı gazetelerle kaplıydı ve meşeden yapılmış masa boyunca uzanıyordu. Koyu renk cüppe içindeki adamlar masanın etrafında toplanmış, gazeteleri kontrol ediyor, okuyor, gizli saklı bir bilgiye ulaşabilirler mi diye irdeliyor, tüm bunları aşırı derecede sinirli Efendilerinin emriyle yapıyorlardı.

Voldemort’un kendisi de masanın başındaydı; elinde bir gazeteyi sıkıca tutmuş, öfkeli kırmızı gözleri kelimeler üzerinde dolanıyor ve onları tekrar tekrar okuduğu her an daha da sinirleniyordu.

“Adı-Anılmaması-Gereken-Kişi’nin oğlu, Karanlık Prens, duruşmasının olduğu gün Sihir Bakanlığı’ndan kaçmaya çalışırken bu hafta ikinci kez yakalandı. Karanlık Prens’in bir grup cesur Seherbaz tarafından binadan ayrılamadan yakalandığı anlaşıldı. Sihir Bakanı Cornelius Fudge, bu sabah, Karanlık Prens’in büyücülük dünyasındaki en yüksek güvenlikli hapishanelerden birine transfer edildiğini doğrulayan bir basın açıklaması yaptı. Bu hapishanenin tam konumu veya adı çok gizli. Sihir Bakanı, pek çok ölümün sorumlusu olan meşhur Karanlık Prens’in müebbet hapis yatacağını belirtti. Pek çoğunun buna tepki…”

Voldemort kâğıdı yırtıp masaya gelişigüzel fırlattı. İki eliyle masayı kavrayıp başını eğdi ve gözlerini kapadı; bir sonraki hareket planını düşünmeye çalışıyordu. Harry’nin nerede tutulduğunu nasıl öğrenebilirdi?

Kafasını kaldırıp Ölüm Yiyen’lerine baktı; kırmızı gözleri her birini tarıyor, en azından birinin zafer çığlıklarıyla Harry’nin nerede olabileceğine dair bir ipucu bulduğunu dile getirmesini istiyordu. Yakın çevreden çok sayıda Ölüm Yiyen, farklı farklı gazeteler okuyor; belki bir tanesi işe yarar bir haber yayınlamıştır diye içlerinde bir şeyler bulmaya çalışıyordu. Voldemort, ne kadar küçük olursa olsun, onu Harry’ye götürebilecek bir ipucu edinebilme çabasındaydı. Ama edindiği tek şey, kafa sallayışları ile korku dolu yüz ifadeleri oldu. Voldemort masadan uzaklaştı; kendi adamlarına bir şey bulamadıkları için ölümüne eziyet etmekten korkuyordu.

“Efendim.”

Voldemort Bella’ya dönünce onun kapıya doğru baktığını gördü. Bakışlarını takip ederek Snape’in aceleyle içeri girip kendisinin önünde dizlerinin üstüne çöküşünü izledi. Voldemort vahşi bir hırıltıyla ona doğru yürüdü.

“Yarım saat önce burada olmanı istemiştim!” diye Snape’e tısladı; kırmızı gözleri öfkeden yanıyor gibiydi.

Snape başını eğdi ve tekrar Karanlık Lord’un önünde eğildi.

“Özür dilerim, Lord’um, Dumbledore’dan kurtulamadım.”

Voldemort’un gözleri, Dumbledore’un ismini duyunca bile nefretle doldu.

“Toplantıya mı çağırdı?” diye sordu.

“Evet, Lord’um. Yoldaşlık’a Karanlık Prens ve tutukluluğuyla ilgili haberden bahsetti. Dumbledore onun nerede olduğunu öğrenmeye bayağı hevesli. Prens’in kehaneti yerine getireceği umuduyla onunla tanışmaya ve uğraşmaya son derece kararlı.”

Efendisinin yanına varan Bella isyan edercesine kızgın bir ses çıkardı, ancak Voldemort sadece pis pis güldü.

“Dumbledore oğlumu bana karşı doldurmak neymiş görecek,” diye tısladı. “Hatta Harry’yle kehanet hakkında konuşsa hiç fena olmazdı. Konuşmanın sonuna kadar sağ kalamazdı!”

Snape konuşmaması gerektiğini bilerek başını eğdi.

Bella, Gelecek Postası’nın bir kopyasını kaldırıp Snape’e gösterdi.

“Fudge yalan söylüyor, Harry’nin Bakanlık binasının içindeyken yakalandığını söylüyor; oysaki Potter onu sokakta yakaladı!”

Bella duraksadı ve gözlerini kapayıp o anıyı geri getirmeye çalıştı: Harry’yi yalnızca birkaç saniye görmüştü; kırık cam parçalarının arasında sersemlemiş bir hâlde ve acı içinde yatıyordu; sonra, Potter, onu yakasından tuttuğu gibi Anahtar’la götürmüştü.

“Potter, Harry’yi doğrudan Dumbledore’a götürmüştür,” dedi; Snape’e dik dik bakarken karanlık gözlerinde bir suçluluk duygusu vardı.

Snape var olan yeteneğinin sınırlarını zorladı ve Voldemort’la göz göze gelmeden önce Zihinbend ile zihninde bir kalkan oluşturdu.

“Lord’um, Potter Karanlık Prens’i Dumbledore’a götürseydi, Yoldaşlık’ın bundan haberi olurdu. Ben toplantıdan şimdi geldim ve Dumbledore’un konuştuğu tek konu, Bakanlık’ın Karanlık Prens’i nereye gönderdiğini nasıl öğrenecekleriydi. Yoldaşlık’a, çocuğu bulmak için ellerinden geleni yapmalarına dair talimat verdi.”

“Potter’ın Harry’yi Bakanlık’a geri teslim ettiğini söylüyorsun, yani?” diye sordu Bella, kuşkuyla.

“Öyle yapmıştır,” diye cevap verdi Snape.

“Potter kendi kanından ve canından birini öyle feda etmez!” dedi Bella, kafasını iki yana sallayarak.

Snape tekrar Voldemort’a döndü.

“Bunu çoğunluğun iyiliği için bir fedakârlık olduğunu düşünüyorsa yapmıştır, kanaatimce,” diye yalan söyledi Snape. “O da Dumbledore’un bir müridi, sonuçta.”

Voldemort hiçbir şey söylemedi ama gözlerini kapatıp bir eliyle öfke ve hüsran içinde kafasını ovuşturdu. Snape, Karanlık Lord böylesi duygularını dışa vururken, inanamayarak onu izledi; buna daha önce hiç tanık olmamıştı. Voldemort, gerçekten de kendinden başka birisi için endişeleniyordu.

Birden odanın kapıları açıldı ve Lucius telaşla içeri girdi. Voldemort Snape ve Bella’yı görmezden gelerek ona doğru ilerledi. Sarışın büyücü onun önünde eğilmek için bir dizini indirirken, Voldemort ayakta kalması için adama işaret etti.

“Lucius!” diye tısladı, aceleyle. “Neler öğrendin?”

“Lord’um, Rookwood’la konuştum. Fudge’ın Harry’yi nereye gönderdiğini bilmiyor,” dedi, üzülerek. “Şaşırmışa benziyordu; bana bildiği kadarıyla, Bakanlık’ın Harry’yi dün elinden kaçırdığını söyledi. Bu sabah gazetede çıkan haberlerle şoka uğramış.”

“Ne bulabilir, peki?” diye sordu Voldemort; sabrı git gide taşıyordu.

“Rookwood Bakanlık’taki çalışma arkadaşlarından olabildiğince bilgi toplamaya çalışacak. Sihirli Yasal Yaptırım Dairesi’nden birileri Harry’nin hangi hapishanede tutulduğunu biliyordur. Onlara gizlice Veritaserum vermeyi ve onlardan bilgi…”

“Bu çok uzun sürer!” diye sözünü kesti Voldemort; öfkesi Lucius’un kendini korku içinde geri çekmesine sebep oldu ve Lucius başını hemen aşağı eğdi.

“Lord’um, isteğinizi emredin ve olmuş bilin,” dedi.

Voldemort duraksadı; acı içinde öfkeyle köpürürken güçlükle nefes alıyordu. Arkasını döndüğünde adamlarının hâlâ masada bilgi arayışı içinde olduğunu ama bir yere varamadıklarını gördü. Bella ve Snape’i ise hâlâ bıraktığı yerde dururken buldu. Döndü ve hepsinin önüne geçip durdu.

“Bırakın şunları!” diye emretti; masa başındaki adamları bir anda durdurmuştu. Hepsine seslenmeden önce, tek tek Lucius, Bella ve Snape’e baktı.

“Bakanlık, Karanlık Prens’i konumu iyi korunan, yüksek güvenlikli bir hapishaneye gönderdi.” Yakut kırmızısı gözleri odayı taradı; Ölüm Yiyen’lerin her birine yiyecekmiş gibi bakıyordu. “Bu işin içinde olan Bakanlık çalışanlarını takibe alın ve konumun yerini söyleyene kadar işkence edin. Oğlumu önümüzdeki kırk sekiz saat içinde hapishaneden çıkmış ve evinde yanıma dönmüş istiyorum! Ne gerekiyorsa yapın, bilgi almak için Bakan’ın kendisini bile yakalamanız gerekiyorsa yakalayın,” diyerek adamlarına gitmeleri için işaret verdi.

Ölüm Yiyen’ler, imkânsızı başarmak bir yana, bunu kırk sekiz saat içinde nasıl yapabilecekleri konusunda allak bullak olmuş bir halde, Voldemort’un önünde eğilip odayı terk ettiler.

* * *

Harry’nin odasına döndüğünde yaptığı ilk şey kilit büyüsünü test etmek oldu. Komodinde duran ağrı kesici iksirini asasız kendine çağırmayı denedi ama işe yaramadı.

Hüsranla, kırık bir ahşap sandalyeyi kutuya dönüştürmeye çalıştı ama o da işe yaramadı. Harry sinirle yatağa oturdu. Dumbledore’un onu bıçakla yakaladığına inanamıyordu. Dumbledore, silahı olduğunu nasıl anlamıştı? Harry bunu bilmek istemediğine karar verdi. Yoksa daha da fazla sinirlenecekti.

Harry sonraki üç saati yatakta oturup pencereden dışarı bakarak geçirdi. Yara izindeki ağrının şiddeti gitgide artıyor, bu da dişlerini sıkmasına ve gözlerini sımsıkı yummasına neden oluyordu. Bir şişe ağrı kesici iksiri aldı ve tek seferde içti. Yarım saat geçti geçmedi; iksirin etkisi azalıp ağrı tekrar şiddetlenmeye başladı. Şiddetin yoğunluğuyla iksirin etkisi hemen yok olmuştu.

Kapıya vurulduğunda, Harry kafasını ellerinin arasına almış, parmaklarıyla yara izini ovuyordu. Harry kapıyı duymazdan geldi. Kapının açılma sesiyle birlikte, içeriye giren iki çift ayak sesi duydu.

“Harry?”

Duyduğu nazik ses üzerine, Harry bulunduğu yerde sinip elini alnından çekerek Lily’ye doğru baktı. Lily, James’in yanında durmuş, elinde ağzına kadar yiyecekle dolu olan bir tabak taşıyordu. James’in elindeyse gümüş bir sürahi ve kadeh vardı. İçeriye doğru ilerleyerek yatağın başucundaki komodine geldiler. Su dolu sürahiyi, kadehi ve tabağı komodinin üzerine koydular; küçük komodinin üzerine hepsini yerleştirmekte zorlanmışlardı.

“Sana biraz öğle yemeği getirdik,” dedi Lily, tereddüt içinde. “Acıkmışsındır.”

Harry tepki vermedi ve bakışlarını çevirdi; kafasını tekrar ellerinin arasına alarak başındaki ağrıyı hafifletmeye çalıştı.

“İyi misin?” diye sordu Lily, yatağın etrafında dolanıp Harry’ye yaklaşarak. “Başın mı ağrıyor?” diye ekledi endişeyle.

Harry başını ellerinin arasından kaldırıp soğuk soğuk Lily’ye baktı.

“Rol yapmayı bırak, tamam mı?” dedi. “Sıkmaya başladı.”

James, Lily’nin arkasından gelmiş, yanında duruyordu.

“Ne rolü?” diye sordu James, kaşlarını çatarak. “Neden bahsediyorsun sen?”

Harry doğruldu; yara izindeki yanma doruk noktasına ulaştığından yüzünü buruşturdu.

“Bu sergilediğiniz sinir bozucu, sahte, gösterişli oyunu bırakın artık!” diye tısladı. “Gerçekte ne hissettiğinizi biliyorum, o yüzden bana daha fazla rol kesmekten vazgeçip defolup gidin!”

“Nasıl hissettiğimizi biliyorsun, öyle mi?” diye sordu Lily; gözleri fal taşı gibi açılmıştı. “Nasıl hissettiğimizi bildiğinden şüpheliyim, Harry.”

Kuzgun karası saçlı çocuk Lily’ye pis pis sırıttı; annesiyle tıpatıp aynı olan gözlerini ona dikmişti.

“Hayal kırıklığına uğradınız,” dedi, usulca. “Bunu anlayabiliyorum. Yıllardır ölmüş olduğuma inandıktan sonra, benim hayatta olmamı ve hâlâ nefes almamı ikiniz de kaldıramıyorsunuz.”

Lily sarsılmışa benziyordu. Ağzını açtı, ama James ondan önce davranmıştı.

“Bu doğru değil, Harry,” dedi, kafasını sallayarak. “Böyle bir şeyi nasıl düşünürsün?!”

Harry başını yana doğru yatırıp dikkatle James’i inceledi.

“Ee, o zaman, hayattayım diye mutlu musun?” diye sordu.

James inanamayarak ona baktı.

“Tabii ki öyleyim! Bunu nasıl olur da sorgularsın?”

Harry onu izlemeye devam etti; yeşil gözlerini bir an olsun ondan ayırmıyordu.

“O yüzden mi benim kim olduğumu öğrendiğinde bir hışımla Nurmengard’dan çıkıp gittin?” diye sordu.

James donakaldı; kelimeler boğazında düğümlenmişti. Güçlükle yutkundu; o zamanki tepkisinden ötürü son derece mahcuptu.

“Harry, bak,” diye başladı. “Ben… ben yaşıyor olma… olmana öyle afallamış, öyle şaşırmıştım ki…”

Harry başını aşağı yukarı salladı; zafer kazanmış bir ifadeyle gülümseyip arkasına yaslandı.

“Tam da söylediğim gibi, hayatta kaldığım için hayal kırıklığı yaşadın.”

“Hayır! Öyle değil!” diye itiraz etti James, “Şaşırmıştım, çünkü Voldemort’un seni öldürdüğümü sanıyordum!”

Harry gözlerini kısıp James’e baktı ve bu seferki sırıtışı öfke doluydu.

“Görüyorum ki, hâlâ yalan söylüyoruz,” dedi.

“Sana yalan söyleyen biz değiliz,” dedi Lily, Harry’ye doğru yaklaşarak. “Onun sana söylediği her neyse, doğru değil,” dedi. “Biz seni seviyoruz, Harry. Hep sevdik.”

Harry bakışlarını çevirdi; gözlerini kapatıp elini alnına götürerek sertçe alnını ovdu. Öfkeyle iç geçirdi.

“Dediğin gibi olsun,” diye mırıldandı.

James, Harry’yle göz göze gelebilmek için dizlerinin üstüne çömeldi.

“Harry, lütfen, bize bir şans ver. Açıklamamıza izin…”

“Açıklamana ihtiyacım yok,” diye sözünü kesti Harry, yüzüne bakarak. “İhtiyacım olan şey, ikinizin de benden mümkün olduğunca uzakta durmanız.”

“Neden?” dedi Lily, boğuluyormuşçasına. “Bizi neden yanında istemiyorsun? Biz senin annen ile babanız…”

“Hayır, değilsiniz,” diye tekrar sözünü kesti Harry; bakışları sertleşmişti.

“Harry…” diye başladı James, ona doğru uzanarak.

Harry kendini geri çekti ve çabucak ayağa kalktı.

“Bana dokunma!” diye tısladı; vücudu öfkeyle sarsılıyordu.

“Harry, sana zarar vermeyeceğim,” diye yalvardı James; şimdi o da ayağa kalkmıştı.

Harry bunun üzerine daha da sinirlendi.

“Sahi mi? Neden şimdi kendini tutuyorsun?” diye sordu.

Dün gösterdiği saldırgan davranışı birden aklına gelince, James’in rengi değişti.

“Ben… özür dilerim,” dedi James, içtenlikle Harry’ye bakarken. “Dün sana davranış biçimim… Düzgün düşünemiyordum,” diye açıkladı. “Sana bağırmak istemedim ve asla… sana büyüyle saldırmayı hiç ama hiç istemedim. Nasıl olduğuna dair hiçbir fikrim bile yok,” diye açıklamaya çalıştı. “Seni hedef almadım; büyü kazara ortaya çıktı ve seni sokağın karşısına, doğrudan o cama fırlattı. Hiçbirini kasten yapmadım! Sanki… sanki içgüdü gibi bir şeydi.”

Harry kaşlarını kaldırdı.

“Bana zarar vermek içgüdülerinde yatıyor, yani?” diye sordu, öfkeyle.

“Hayır, hayır, onu kastetmedim!” diye çabucak açıklamaya koyuldu James. “Sadece… sadece yanlışlıkla ortaya çıktı…”

“Hayır, yanlışlıkla ortaya çıkmadı!” diyerek onun sözünü kesti Harry. “Az önce gerçekte nasıl hissettiğini söyledin, bilmem gereken de bu!”

“Harry…” diye çabaladı James.

Harry’nin eli birden kalktı ve alnına uzandı; inlemesini kıl payı bastırarak her ikisini de telaşlandırdı.

“Harry?” diye ileri bir adım attı Lily, ama Harry geri çekildi; diğer elini onu durdurmak için işaret ederek kaldırmıştı.

“Gelme!” diye gürledi Harry Lily’ye. “Çıkın dışarı!”

İkisi de yerinden kıpırdamayınca, Harry döndü ve banyoya giderek kapıyı arkasından çarptı. Yere doğru kayıp oturdu; elleriyle şiddetle acıyan yara izini sertçe ovuyordu. Yara izi kıvrandıran bir acıyla yanmaya devam ederken iniltilerini bastırmak için dudağını ısırdı.

James ve Lily biraz bekleyip banyo kapısına vurdu ve Harry’ye seslenip iyi olup olmadığını sordu. Aldıkları cevap ise her defasında onlara gitmelerini haykırıyordu. İsteksizce ve tamamen yenilmiş bir hâlde, James ve Lily, Harry’nin odasının kapısını yavaşça kapatarak oradan ayrıldılar.

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #18: Kötü Tavırlar [Kısım 1] için tıklayın!

Çeviren: Duygu Baştürk

fC ve Duygu Baştürk ve Tuba Toraman

Fantastik Canavarlar genel içerik editörü.