Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #17: Bağlılık Meselesi [Kısım 1]

Karanlık Prens - İçimdeki Karanlık #17: Bağlılık Meselesi [Kısım 1]

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

15. BÖLÜM [Kısım 2]

16. BÖLÜM [Kısım 1]

16. BÖLÜM [Kısım 2]


Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı kaçırıp öldüremeyince kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin on yedinci bölümü!

bölüm 17

Bağlılık Meselesi

[Kısım 1]

James karanlık koridorda herhangi bir şeye çarpmamaya gayret ederek merdivenleri sessizce indi. Kendi evinde olsa zifiri karanlıkta yürüyüp nerede olduğunu rahatlıkla bilebilirdi ama bu durum karargâhta tam tersiydi. Mutfak kapısındaki boşluktan hafif bir ışığın geldiğini gördü ve oraya doğru aceleyle ilerledi. Kapıyı açtığında karısını önünde dumanı tüten bir kupayla masada oturmuş olarak buldu. Lily yorgun gülümsemesiyle kocasına baktı.

“Günaydın,” dedi usulca. Sabahın beşi olabilirdi, ama yine de sabah sayılırdı.

James arkasından kapıyı sessizce kapatarak içeri doğru yürüdü.

“Günaydın,” diye selam verdi karşılığında. Lily’ye doğru yürüyüp yüzünü ellerinin arasına aldı; başparmağıyla yanağını okşadı. “Sen de uyuyamıyorsun, değil mi?”

Lily, James’in ellerine uzanırken bir iç geçirdi.

“Hayır,” diye karşılık verdi.

James ellerini çekti ve yanına oturdu. Onun da farkı yoktu. Geceyi tavana bakarak uyanık geçirmişti. Lily’nin yataktan kalkıp sessizce odadan çıktığını fark etmiş, ama banyoya gittiğini düşünmüştü. Yarım saat geçtiği hâlde gelmeyince de kalkıp karargâhta onu aramaya çıkmıştı.

“Harry hâlâ uyuyor mu?” diye sordu Lily; kendisi gibi, James’in de buraya inerken Harry’nin odasını kontrol etmiş olduğunu tahmin ediyordu.

James başını evet anlamında salladı.

“Evet, derin uykuda,” diye yanıtladı. “Odaya şöyle bir göz attım. Yine onu tedirgin ederim korkusuyla bu sefer yalnızca kapıdan baktım.”

Lily’nin yüzü düştü ve kafasını çevirdi; bakışları, şimdi, aşınmış ahşap masaya sabitlenmişti.

“Kavuşmamızın bu şekilde geçeceğini asla hayal etmezdim,” dedi hüzünle. “Çok, çok kızgındı,” diye fısıldadı kafasını iki yana sallayarak.

James başını salladı; suçluluk hissi hâlâ içini kemiriyordu.

“Haklı olarak,” dedi. “Canı yanmıştı ve benim bundan haberim bile yoktu.” Başını sallamaya devam ederken gözlüğünü çıkarıp gözlerini ovuşturdu. “Onu kontrol etmeliydim. Onu buraya getirdiğimde yapacağım ilk iş bu olmalıydı.”

Lily hemen bir şey söylemedi. İşin aslı, o da James’e kızgındı. Harry’yi sokağın öbür tarafına bir camdan içeri fırlatan kişi kendisiyken Harry’nin yaralanıp yaralanmadığını kontrol etmiş olması gerekirdi. Bunu kasten yapmış olup olmamasının konuyla bir ilgisi yoktu.

“Sence, Dumbledore Bakan’ı ikna edebilecek mi?” diye sordu Lily; uykusuzluğunun sebebi bu soruydu.

James cevap vermeden önce kısa bir süre bekledi.

“Bilmiyorum,” dedi dürüstçe. “Edeceğini umuyorum; Dumbledore’un ikna kabiliyeti oldukça yüksek,” diye de ekledi.

Lily, James’e baktı; yeşil gözleri endişeyle doluydu.

“Ya edemezse?” diye fısıltıyla sordu. “Ya Bakan Harry’yi tekrar tutuklama konusunda ısrarcı olursa? O zaman ne yaparız?”

James de aynı soruyu kendisine sormuştu. Dumbledore, Fudge’la konuşacağını ve Harry’nin Yoldaşlık karargâhında kalması için onu ikna edeceğini söylediğinden beri, bu durum hakkında düşünüp duruyordu.

“O zaman, Harry’yi alıp kaçarız,” diye cevap verdi James.

“Nereye?” diye sordu Lily; öneriye karşı çıkmamıştı. “Nereye gideriz?”

“Herhangi bir yer olur,” diye karşılık verdi James. “Ülkeyi terk ederiz, gerekirse Muggle dünyasında saklanırız.” James’in gözleri, karısının endişeli bakışlarıyla buluştu. “Onu tekrar kaybetmeyeceğim, Lily. Ne düşmanıma ne de yakın çevreme karşı.”

Lily başını salladı. Yüzünde hafif bir tebessüm belirmişti.

“Böyle bir şey söylemeni umuyordum,” dedi, rahatlayarak. “Vazgeçseydin kalbim nasıl kırılırdı, sana anlatamam.”

James de yüzüne yorgun bir gülümseme yerleştirdi.

“Asla vazgeçmem,” diye temin etti Lily’yi. “Benim kitabımda öyle bir kelimeye yer yok,” diye de şaka yaptı.

“Teknik olarak, iki kelime,” diye belirtti Lily.

“Anladın sen beni işte,” dedi James, hafiften gülerek.

İkisi de masada oturmuş, gelecekte neler olacağına dair kendi düşüncelerinde kaybolarak sessizliğe büründüler.

“Madam Pomfrey, gitmeden önce Harry hakkında başka bir şey söyledi mi? diye sordu James.

“Hayır, bıraktığı iksirlerden ve bizim Harry’nin onları içtiğinden emin olmamız gerektiğinden bahsetti sadece,” diye karşılık verdi Lily. “Bir problem olursa da, gelip onu alabileceğimizi söyledi.”

“Tabii,” diyerek iç çekti James. “Yoldaşlık’ın bir üyesi değil. Buraya kendi başına gelemez.”

“İhtiyaç olursa, onu almaya ben giderim,” dedi Lily. “Gerçi gerek olmayacaktır; yani, Harry’ye biz bakacağız, tam anlamıyla iyileştiğinden ve ileride başka bir sağlık problemi yaşamayacağından emin olacağız.”

James kafasını salladı; Harry’yle tekrar yüzleşeceği düşüncesiyle geriliyordu. Ona bu kadar acı ve sıkıntı yaşattıktan sonra nasıl karşısına çıkabilirdi? Düşüncelerini okumuş gibi, Lily, James’in elinin üzerine kendi elini koydu.

“Endişelenme, James. Harry’den özür dile sadece. Onun canını yakmak istemedin. Eminim, Harry sakinleştiğinde bunu anlayacaktır.”

“Öyle umuyorum,” diye mırıldandı James.

Birkaç saat daha konuşmaya devam ettiler. Çıt çıkmayan evde, iki gürültülü pop sesi duyduklarında ise saat sekize geliyordu. James ve Lily, kapı açılıp Arthur ve Molly Weasley mutfağa girerken kafalarını kaldırdılar.

“Ah! Sizi bu saatte uyanık görmeyi beklemiyordum,” diyerek gülümsedi Molly, Potter’ları görünce.

“Molly, Arthur,” diye selamladı Lily, onları şaşkınlık içinde. “Erkencisiniz.” Birden kaşlarını çattı. “Damien ne yaptı?” diye sordu.

Molly ona doğru yürürken gülümsedi.

“Hiçbir şey,” diye yatıştırdı. “Bir şeyi yok, uslu duruyor.”

“Güzel,” diyerek gülümsedi Lily. “Kovuk’ta onu ağırladığınız için tekrar teşekkür ederiz, Molly.” Damien evde yalnız olsaydı, Lily ve James karargâhta kalıp Harry’yle ilgilenemezlerdi.

“Hiç önemli değil,” diyerek elini salladı Molly. “Keyfi gayet yerinde, dün çocuklarla arka bahçemizde yercücelerini avladılar hep.” Molly gülümsedi. “Bayağı yoruldu. Ron’un odasında derin bir uykuda şimdi, evden çıkmadan onları kontrol ettim.”

“Ee, neden bu kadar erken geldiniz?” diye sordu James.

Molly hızla ocağa doğru yürüdü.

“Dumbledore’dan mesaj aldık,” diye cevap verdi.

“Acil toplantı için,” diye açıkladı Arthur.

James ve Lily birbirlerine gergin bakışlar attılar.

“Gerçekten mi? Başka ne dedi?” diye sordu James, oturduğu yerden kalkarken.

“Buraya olabildiğince çabuk gelmemizi,” diye yanıtladı Arthur. “Bill hâlâ yataktaydı gerçi, ama arkamızdan geleceğini söyleyen bir şeyler mırıldandı, o yüzden biz çıktık.”

“Zamanında burada olur, eminim,” dedi Molly. “Lily, James, kahvaltı yaptınız mı?” diye sordu.

“Hayır, sadece biraz çay içtik,” diye cevap verdi James.

“Dur, yardım edeyim,” diyerek acele etti Lily, Molly mutfak tezgâhına yumurtaları ve ekmeği koyarken.

“Nasılsın?” diye sordu Arthur, James’e kibar bir dille. O da bir babaydı ama James’in çektiği ıstırabı hayal dahi edemiyordu.

“İdare eder, sanırım,” diye kafasını salladı James. Arthur’la göz göze gelmeden önce dönüp Lily ve Molly’ye baktı. “Dumbledore’un sesi hoşnut geliyor muydu?” diye sordu. Dumbledore’un Bakan’la konuşmuş olduğunu ve Yoldaşlık’a sonucu söylemek için toplantı çağrısında bulunduğunu tahmin ediyordu.

“Normalden daha fazla değil,” diye karşılık verdi Arthur.

James, kalbi birden hızla atmaya başlarken sessizliğe büründü. Dumbledore’un iyi haberlerle dönmesi için kendi kendine dua ediyordu.

* * *

O sabah saat sekiz buçuktan önce, Dumbledore’un mesajını almış olan tüm Yoldaşlık üyeleri karargâha gelmişti. Akıl almaz derecede gergin ve endişeli olan James ve Lily de, onların arasında yerini almıştı. İkisinin de gözleri kapıya sabitlenmişti; Dumbledore’un gelip oğullarının geleceğini belirleyecek haberi getirmesini bekliyorlardı.

Sirius, Molly ve Arthur geldikten kısa bir süre sonra uyanmıştı. Yorgun ve mahmur gözlerle, James ve Lily’nin yanında oturuyordu. James’le konuşarak ona teselli sözleri söylemeye çalışmıştı, ancak arkadaşı onu dinleyemeyecek kadar gergindi. En sonunda, o da yanlarında sessizce oturup kapıya bakarak Dumbledore’un gelmesini beklemeye başladı.

Dumbledore neredeyse aniden kapıda belirdi. Arkasından kapıyı kapatıp içeri yürürken herkesin dikkati onun üzerindeydi. James ve Lily oldukları yerde doğruldular; bakışları kır saçlı büyücüye ve yüz ifadesine odaklanmıştı; Bakan’la olan görüşmesinin olumlu geçip geçmediğini kestirmeye çalışıyorlardı.

Dumbledore, yerini almış olan Yoldaşlık üyelerinin önüne, her zamanki yerine geçti. Saygıyla başını eğdi.

“Günaydın ve bu kadar kısa bir sürede geldiğiniz için teşekkür ederim.” Mavi gözleri odayı taradı ve James ile Lily’nin üzerinde durdu. Onlara gülümsedi. “İyi haberlerim var. Bakan, Harry’nin burada, karargâhta kalmasını kabul etti.”

James ve Lily’nin, yaşadıkları rahatlamadan neredeyse nefesleri kesilecekti. Öncesinde birbirlerine kenetlenmiş elleri, Dumbledore’un sözleri üzerine daha da kenetlendi. İkisi de sessizce teşekkür ederek gözlerini kapattı. Dikkatlerini yeniden Dumbledore’a vermeden önce hemen birbirlerine bakıp gülümsediler.

“Dün gece Cornelius’a Harry’nin benimle olduğunu bildiren bir mesaj ilettim,” diye devam etti Dumbledore. “Bu sabah erkenden benimle konuşmak istedi ve bu meseleyi gizlice görüşmek için evine davet etti,” diye açıkladı Dumbledore. “Uzun bir görüşmenin ardından Cornelius, en doğru yolun Harry’yi karargâhta saklı tutmak olduğu fikrine katıldı. Voldemort Sihir Bakanlığı’nda kurtarma planı uygulayabiliyorsa, o zaman hiçbir hapishanenin de güvenli olmayacağını söyleyerek onu uyardım. Karargâh, Voldemort’un asla dokunamayacağı nadir birkaç yerden biri.”

Oda sessizlik içindeydi; herkesin dikkati yalnız liderlerinin üzerindeydi.

 

“Peki, Bakan Harry’nin ortadan kayboluşuna dair ne tür bir açıklama getirecek?” diye sordu McGonagall.

Dumbledore başını ona doğru çevirerek gülümsedi.

“Cornelius ile benim, üzerinde bir karara varmakta en çok zaman ayırdığımız konu da bu oldu,” diye cevap verdi Dumbledore. “Uzun tartışmaların ardından, Bakan en sonunda benim tavsiyeme uydu; bu sabah, Karanlık Prens’in konumu gizli, yüksek güvenlikli bir cezaevinde tutulduğunu duyuracağı kısa bir basın açıklaması yapacak. Karanlık Prens’in kaçma girişiminin adil bir duruşma hakkını hükümsüz kıldığı ve bundan böyle duruşmaya çıkarılmayacağı bildirilecek. Yüksek güvenlikli bir cezaevinde müebbet hapis yatacak. Voldemort ve Ölüm Yiyen’lerinin kalkıştığı kurtarma eyleminin ardından, Karanlık Prens’in bulunduğu yerin çok gizli tutulması, Bakanlık’ın vermiş olduğu bir emir olarak duyurulacak.”

“Diğer bir deyişle, yalan söyleyeceksiniz,” dedi Moody; boğuk sesi her zamankinden daha keskin geliyordu.

Dumbledore’un bakışı, arkadaşının birbirine uymayan bakışlarıyla kesişti; gözlerindeki pırıltı biraz sönmüştü.

“Doğruyu çarpıtmak gerekli, Alastor, çoğunluğun iyiliği için.”

Moody’den homurtuya benzer bir ses çıktı ama hiçbir şey söylemedi.

“Yani, herkes Karanlık Prens’in tutuklu ve bir yerde müebbet hapis yatıyor olduğunu sanacak,” diye doğruladı Tonks. “Peki, ama biz onunla ne yapacağız? Demek istediğim, sonsuza dek karargâhta kilitli kalamaz, sonuçta.”

James ve Lily sandalyelerinde öne doğru eğildiler; Dumbledore’un ne planladığını onlar da merak ediyordu.

“Şimdilik, burada kalsın yeter,” dedi Dumbledore. “Cornelius, Harry’nin sonsuza dek burada kalmasına izin vermeyecektir,” diye açıkladı. “Onun burada kalmasına müsaade etmesinin tek sebebi, Harry’yi bizim tarafımıza çekeceğim konusunda ona güvence vermemdi.”

Odada öfke dolu mırıltılar yükseldi.

“Yapmadım de, Albus!” diye soludu Minerva.

“Nasıl böyle bir iddiada bulunabilirsin? Dün onu görmedin mi?” diye sordu Kingsley.

“Tarafını değiştirtebileceğinden emin olamazsın!” dedi Sturgis.

“Kabul ediyorum, zor,” diye başını salladı Dumbledore. “Ama imkânsız değil.”

Tüm oda sessizliğe büründü, ama kimse ikna olmuşa benzemiyordu.

“Nasıl taraf değiştirtmeyi düşünüyorsun?” diye sordu Snape, şüpheyle. “Ne yapmayı planlıyorsun?”

Dumbledore gülümsedi.

“Eh,” dedi. “Onu kahvaltıya çağırmakla başlayabiliriz bence.”

* * *

Kapı açılmadan önce hafif bir tıklama sesi duyuldu ve Sturgis ile Kingsley asaları hazır bir şekilde odaya girdiler. Kırık eşyaların hâlâ darmadağın durduğu odayı incelediler ve siyah saçlı çocuğu pencere eşiğine dayanmış hâlde cam kenarında buldular. Harry, iki adam odaya girdiğinde kafasını kaldırıp baktı, ama yerinden kıpırdamadı.

Birkaç dakika kimse konuşmadı. Seherbaz’lar, çocuğun da onları süzdüğü gibi, büyük bir dikkatle onu süzüyordu. İlk konuşan Kingsley oldu.

“Dumbledore seni görmek istiyor,” dedi, her zamanki sakin sesiyle.

Harry ona bakıp gözlerini kıstı.

“Ne isterse istesin. Hiçbir yere gitmiyorum,” dedi sakince. “Beni görmek istiyorsa, kendisi buraya gelebilir.”

Sturgis on altı yaşındaki çocuğa asasını doğrultmakta gecikmedi.

“Haddini bilsen iyi edersin!” diye bağırdı Sturgis. “Bizimle gel!” diye emretti.

“Gelmezsem?” diye sordu Harry, usulca.

Sturgis öne doğru bir adım attı ve asasını Harry’nin göğsüne tuttu.

“O zaman, pişman olursun!”

Harry gözlerini devirdi.

Tehditkâr ses tonun için biraz pratik yapmalısın. Hiç inandırıcı değil.”

“Sana inandırıcılık neymiş gösteririm!” diye tısladı Sturgis, ona doğru yönelerek.

“Podmore,” diye uyardı Kingsley; ona daha fazla yaklaşmaması için elini uzatmıştı.

Harry, Sturgis’i izlemeye devam etti; keskin yeşil gözlerini ona dikmiş, sıkıysa daha da yaklaş dercesine meydan okuyordu.

“Hadi, Harry,” dedi Kingsley; sesi hâlâ sakin ve rahattı. “Dumbledore seni bekliyor.”

Harry Kingsley’e baktı; bir süre sessizce onu süzdükten sonra kalkıp onlara doğru yürüdü. Sturgis ve Kingsley, Harry’yi odadan çıkarıp merdivenlere yönlendirdiler. Dumbledore ve birkaç Yoldaşlık üyesinin Harry’yi beklediği mutfağa götürdüler.

Harry mutfağa girer girmez, gördüğü ilk kişi masanın başında oturan Dumbledore’du. Ocağın yanında kızıl saçlı Molly Weasley ve mavi saçlı Nymphadora Tonks vardı. Odadaki tek pencerenin önüne Deli-Göz Moody yerleşmiş, iki gözüyle Harry’ye dik dik bakıyordu. Onun yanında Arthur Weasley oturuyordu. Harry’nin solunda kalan hafif aralık bırakılmış bir kapı daha vardı; Harry, oturma odasına açılan bu kapıdan Yoldaşlık üyelerinin geri kalanının sesini duyabiliyordu. Masada ise Dumbledore’la birlikte Sirius Black, Remus Lupin, Minerva McGonagall ve James ile Lily Potter oturuyordu.

Harry’nin bakışları, Albus Dumbledore’un mavi gözleriyle buluşmadan önce, birkaç saniye James’in üzerinde durdu. Kingsley ve Sturgis ise kapının eşiğinden geçmiş, daha fazla içeri girmeye niyetli görünmeyen Harry’nin iki tarafında duruyorlardı.

Dumbledore başını selamlar şekilde eğerek Harry’ye gülümsedi.

“Günaydın, Harry,” dedi neşeyle. “Umarım rahat bir gece geçirmişsindir.”

Harry tepki vermedi, ama ifadesi aynı derecede karanlıktı.

“Yaralandığını duydum. Eminim, Madam Pomfrey senin için elinden geleni yapmıştır,” diye devam etti Dumbledore.

Harry yine tepki vermedi.

“Lütfen, otur,” dedi Dumbledore, masadaki bir sandalyeyi işaret ederek.

Harry, tekrar Dumbledore’la göz göze gelmeden önce, işaret edilen sandalyeye şöyle bir baktı.

“Böyle iyiyim,” diye cevap verdi; sözleri sakin ama soğuktu.

Harry’nin sesini duyunca, James’in içini tuhaf bir his kapladı. Sesi diğer oğlunun sesine çok benziyordu, ama aynı zamanda acımasız ve kırıcıydı ki, Damien’ın bu şekilde konuştuğunu hayal dahi edemiyordu.

“Şu anda nasıl hissettiğini anlayabiliyorum, Harry,” dedi Dumbledore, hâlden anlar bir tavırla. “Geçtiğimiz hafta çok şey yaşadın ve bizimle ilgili kuruntularının olmasını anlıyorum.” Elini kaldırarak etraftaki insanları işaret etti. “Ancak buradaki hiç kimse sana zarar gelsin istemez, Harry.”

Harry tek kaşını kaldırdı; ifadesi daha da karanlıklaşmıştı.

“Buna inanmamı mı bekliyorsun, gerçekten?” diye sordu.

Dumbledore kafasını iki yana doğru salladı.

“Tamamen değil, hayır, ama sana doğruyu söylüyorum,” deyip tekrar sandalyeyi işaret etti. “Otur, lütfen. Acıkmışsındır, kahvaltı yap.”

O kadar da aç değilim,” diye karşılık verdi Harry; yeşil gözleri o kadar öfkeyle bakıyordu ki, Dumbledore’u yerine mıhladı adeta. “Düşmanlarımla ekmek paylaşmaktansa açlıktan ölürüm daha iyi.”

Harry’nin sözleri üzerine, James midesinde bir şeylerin düğümlendiğini hissetti. Harry, son sözünde Lily ile kendisini de kastetmişti.

“Sen bizim düşmanımız değilsin,” dedi Dumbledore, sakince.

“Olabilir,” dedi Harry, “ama siz benim düşmanımsınız.”

Dumbledore duraksadı; Harry’nin bu sözleri üzerine mavi gözlerinde bir hüzün belirdi. Hayal kırıklığını saklayıp neşeyle gülümsedi.

“Zamanla, benim düşman olmadığımı anlayacaksın,” dedi.

“Bu dediğin yok edilmem için beni Bakanlık’a teslim etmeden önce mi yoksa ettikten sonra mı olacak?” diye sordu Harry.

Dumbledore kafasını iki yana doğru salladı.

“Endişelenme, Harry. Bakanlık seni almaya gelmeyecek. Bakan’la konuştum; senin burada kalmana müsaade etti.”

Harry şaşırmıştı; önce inanmayarak daha sonra da şüphe içinde Dumbledore’a baktı.

“Niye?” diye sorguladı.

“Bakan sana ikinci bir şans verilmesi konusunda bizimle hemfikir. Bağlılığının nereye ait olduğuna kendin karar vermen için bir şans.”

Harry’nin yüzündeki ifade birden değişti ve öfkeyle Dumbledore’a baktı.

“Bağlılığımın nereye ait olduğuna uzun zaman önce karar verdim ben,” diye hırladı. “Beni kandıramazsınız!”

“Harry…”

“İşe yaramayacak!” diyerek Dumbledore’un sözünü kesti Harry. “Ben babama sırtımı çevirmem, bu benim özgürlüğüme veya hayatıma mal olacak olsa bile!”

James, Harry’nin sözleri üzerine, birkaç çift gözün kendisine döndüğünü hissetti. Oğluna, düşmanına baba diyen kendi oğluna, bakakalmaktan kendini alamadı.

“Gözünü kör etmiş senin,” diyerek Harry’nin dikkatini üzerine çekti. James. “Onun ne yaptığını nasıl anlayamazsın? Zihnini bulandırmış, kendini onun için feda etmeye hazırsın.”

“Fedakârlık ağır bir kelime,” diye karşılık verdi Harry. “Ben sadece her evladın yapacağı şeyi yapıyorum; babamı koruyorum.”

“O olay tam tersi, Harry,” diye cevap verdi James. “Bir baba oğlunu korur.”

Sen nereden bileceksin ki? diye sordu Harry; sözleri sakin ama acımasızdı.

James bir şey söylemedi ama oğluna bakmaya devam etti; Harry’nin Voldemort gibi bir canavara bu kadar sadık olduğunu görmek yüreğini parçalıyordu.

Harry, dikkatini tekrar Dumbledore’a verdi.

“Bakanlık’a gidip anlaşmanın iptal olduğunu söyleyebilirsin,” dedi, ters ters bakarak. “Ne size ne de onlara bir şey söylemeyeceğim. Eğer bu beni parmaklıkların arkasına gönderecekse, varsın öyle olsun.”

Harry geriye döndü; arkasında duran iki Seherbaz’ı görmezden gelerek odadan ayrılmaya koyuldu. Dumbledore’un basit bir hareketiyle, Kingsley ve Sturgis, kollarını uzatıp Harry’nin yolunu kestiler.

“Harry.”

Harry arkasını dönüp Dumbledore’la yüz yüze geldi.

“Parmaklıkların ardına geri gönderilmeyeceksin,” dedi Dumbledore, itimatla. “Bana inanmadığını biliyorum, ama sana yardım etmeye çalışıyorum. Sana yardımcı olana kadar da, güvende olacağın bu yerde kalmaya devam edeceksin.”

Harry tek kaşını kaldırarak baktı.

Bu yerin neresi olduğunu bile bilmiyorum.”

Dumbledore birden tebessüm etti ve başını salladı.

“Doğru ya, kafan karışmış olmalı. Affedersin, Harry,” dedi Dumbledore, tekrar başını eğerek. “Sen şu anda Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nın karargâhındasın.”

Harry şaşırmışa benziyordu; bunun sebebi ya nerede olduğunun açığa çıkmasıydı ya da Dumbledore’un ona karargâhtan bahsetmesiydi. Etraftaki Yoldaşlık üyeleri de şoka uğramıştı; karargâhlarını Karanlık Prens’e ifşa ettiği için Dumbledore’a inanamayarak baktılar. Moody, Dumbledore’a açıkça düşmanmış gibi bakıyordu; öfkeli kelimesi kızgınlığını dile getirmek için az kalırdı.

“Burada kalacaksın,” diye devam etti Dumbledore, etrafındaki tepkiyi görmezden gelerek. “En azından şimdilik. Evet, burada biraz fazla zaman geçireceğin için kuralları da bilmelisin.” Dumbledore sevinçle devam etti. “Yoldaşlık toplantılar için burada toplanır. Bu zamanlar zarfında senden  sana tahsis edilen odada kalmanı isteyeceğim.” Harry’nin çenesi kenetlenmiş, elleri de yumruk hâlini almıştı ama sessizliğini korudu. “Karargâh üzerindeki koruma büyüleri sebebiyle, karargâha sadece üyeler istedikleri zaman girip çıkabilirler. Üyesi olmayan biri girmeye veya çıkmaya kalkarsa engellenecektir, o yüzden lütfen buradan çıkmak için boşuna enerjini tüketme,” dedi Dumbledore; bunu her şeyden çok, Harry’nin sağlığından endişelendiği izlenimini veren bir ses tonunda söylemişti. “Herhangi bir şiddet eylemine müsamaha gösterilmeyeceğini söylememe de gerek yok.”

Harry çıkmak için döndü; yaşlı büyücünün söylediği şeyleri onaylamamayı tercih etmişti. Tekrar durduruldu.

“Son bir şey daha, Harry.”

Harry, Dumbledore’un sesine döndü; ona nefretle bakıyordu. Dumbledore ayağa kalktı; gözlerini siyah saçlı çocuğa dikmiş, surat ifadesi birden ciddileşmişti.

“Karargâhta silah taşımak yasaktır,” dedi. “O yüzden, lütfen o bıçağı teslim et.”

Harry, bakışları hâlâ Dumbledore’un üzerinde, kaskatı kesildi; öfkeli yeşil gözler, dingin mavi gözlere kitlenmişti. Etraftaki Yoldaşlık üyeleri birden gerildi; tüm gözler Dumbledore’un sözlerine tek bir kasını bile kıpırdatmamış Harry’nin üzerindeydi. Moody ve Tonks asalarını çıkarıp masaya yaklaştılar. Kingsley ve Sturgis asalarını Harry’ye doğrultup daha da yakına geldiler. Arthur, Moody’nin arkasındaydı. James, Lily, Sirius ve Remus bile içgüdüsel olarak asalarına davrandılar. Yoldaşlık üyelerinin her biri hızla asalarını çıkarıp önlerinde duran hedefe doğrultuyordu.

Harry her birine teker teker baktıktan sonra, oturma odasına açılan kapıya bir göz attı. O odada kaç Yoldaşlık üyesi olabilirdi? Kaç tane asayla yüzleşmek zorunda kalırdı? Sayıca fena hâlde üstün olduklarının farkındaydı. Bakışlarını, dingin ve sakin bir yüz ifadesiyle hâlâ ona bakmakta olan Dumbledore’a çevirdi.

“Lütfen, Harry,” dedi Dumbledore, masayı işaret ederek. “Onu bizim almamızdansa senin teslim etmen, senin için daha iyi olur,” dedi; tehditkâr sözleriyle çelişen sakinliğini koruyordu.

Harry, Dumbledore’dan gözlerini ayırmadan yavaşça arka cebine uzandı ve biçimi değiştirilmiş bıçağı çıkardı. Dumbledore’a göstermek için bıçağı kaldırdığında, diğerlerinin yüz ifadelerinin silaha bakarken şaşkın ve hatta korku dolu olduğunu fark etti. Harry bıçağı masaya bıraktı.

“Teşekkür ederim, Harry,” dedi Dumbledore. Bıçağa doğru elini salladı, bunun üzerine bıçak asıl hâline, yani eski bir tüy kaleme dönüştü.

Hiç kimsenin bir şey söylemediği ve yapmadığı bir anda, Dumbledore gürültülü bir şekilde aniden ellerini bir kez çırptı. Ondan çıkan bir büyü dalgası, odadakilerin üzerlerinden geçerek tüm evi sarstı. Harry, büyünün etkisiyle geriye doğru sendelemişti. Birdenbire etrafında bir şeylerin ters gittiği hissine kapıldı.

Dumbledore gülümseyip cüppesini düzeltirken Harry’ye seslendi.

“Burada güvende olduğunu söylediğimde senin bana inanmanın zor olduğunu biliyorum,” dedi. “Her ne kadar bu kanının yanlış olduğunu anlamanı sağlamak istesem de, karargâhta silah taşımana müsaade edemem. O yüzden seni başka bir silah oluşturmaktan vazgeçirmek için karargâha kilit büyüsü uyguladım; bundan böyle burada, asasız veya başka türlü hiçbir büyü yapılamayacak.” Önündeki gencin şaşırmış ve öfkeli ifadesini görünce, Dumbledore yatıştırıcı bir ses tonuyla konuşmasına devam etti. “Bu geçici bir durum, ta ki sen silah taşımana gerek olmadığını anlayana kadar. O zamana kadar da, sanırım hepimiz işlerimizi Muggle’lar gibi yapmak zorunda kalacağız,” diyerek kıkırdadı.

Harry hiçbir şey söylemedi. Dumbledore’a ters ters baktıktan sonra yanında duran iki Seherbaz’ı da umursamadan, arkasını dönerek kapıdan çıkıp merdivenlere doğru yöneldi; merdivenleri çıktıktan sonra odasının kapısını sertçe çarparak kapatmıştı.

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #17: Bağlılık Meselesi [Kısım 2] okumak için tıklayın!

Çeviren: Duygu Baştürk