Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #16: Karargâh’ta [Kısım 2]

Karanlık Prens - İçimdeki Karanlık #16: Karargâh'ta [Kısım 2]

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

15. BÖLÜM [Kısım 1]

15. BÖLÜM [Kısım 2]

16. BÖLÜM [Kısım 1]


Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı kaçırıp öldüremeyince kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin on altıncı bölümü!

bölüm 16

Karargâh’ta

[Kısım 2]

Madam Pomfrey, şömineden Dumbledore ile birlikte çıktı ve hemen cüppesinin üzerindeki tozları silkeledi. Birdenbire Lily’nin soluk ve endişe dolu hâliyle karşılaşmıştı.

“Oh, teşekkür ederim! Geldiğin için çok teşekkür ederim, Poppy!” dedi Lily. “Yardımın için sana sonsuza kadar minnettar olacağım,” dedi, iş arkadaşı olan hemşire kadına aceleyle sarılırken.

Poppy gergince gülümsedi. Doğrusu, buraya gelirken içini tuhaf bir korku sarmıştı. Dumbledore kapısının önünde belirmiş ve özel bir mesele için yardım istemişti. Hâlâ yaz tatili olduğu ve Hogwarts’ın açılmasına daha üç hafta olduğu düşünülürse, Poppy müdürün ondan ne isteyebileceği konusunda oldukça meraklanmıştı. Yardım etmeyi kabul ettikten sonra, Dumbledore ona durumu yoldayken açıklamıştı. Onu, Voldemort’la savaşmak için kurulmuş, gizli bir örgüt olan Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nın karargâhına götürüyordu ve ondan, adı kötüye çıkmış Karanlık Prens’i iyileştirmesi isteniyordu ki; bu kişi, aslında, James ve Lily Potter’ın büyük oğlu Harry Potter’dı.

Poppy fazla, çok fazla soru sormuştu; fakat Dumbledore hepsine aynı yanıtı vermişti: “Karargâha gidince ayrıntılı bir şekilde konuşuruz.”

Poppy, on altı yaşında olsa dahi bir Ölüm Yiyen’in, yani bir katilin yanına yaklaşmak bile istediğinden şüpheliydi. Gel gelelim, o bir hemşireydi ve bir Şifacı olarak ihtiyacı olan herkese yardım etmek için yemin etmişti. Lily onları yukarı kata götürürken, Poppy Dumbledore’un arkasından yürüyordu; karanlık, uzun bir koridordan geçerek iki adamın kapısında nöbet tuttuğu odaya geldiler.

Yaklaşırlarken, Moody hemşireye başıyla selam verdi.

“Seherbaz Alastor Moody,” diye kendisini tanıttı. “Bu da, Kingsley Shacklebolt. Merak etmeyin, Madam Pomfrey, içeride olduğunuz süre boyunca yanınızda olacağız. Korkmanızı gerektirecek bir durum yok.”

Poppy gülümseyip kafasını salladı.

“Eminim bir sıkıntı çıkmayacaktır,” dedi, zoraki de olsa.

Konuşmayı duymazlıktan gelmeye çalışan Lily kapıyı açtı ve dört kişiyi de içeriye doğru yönlendirdi. Poppy içeri girdi; odanın durumunu görünce nefesi kesilmişti. Her yerde kırılmış tahta parçaları vardı. Mobilyalar, odanın dört bir yanına dağılmıştı. Sesler duyması üzerine, genç bir çocuğun yanında üç adamın da çömelmiş durduğunu gördü.

Çocuğa yakından bakınca, Poppy’nin gözleri şoktan büyüdü. Şaşırmış bir halde birkaç adım daha yaklaştı; gözleri şaşkınlıktan kocaman açılmıştı.

“Harry?” diye fısıldadı.

Odadaki herkes donakalmıştı; gözleri, Poppy ile onun kadar şaşırmış görünen Harry arasında gidip geliyordu. Harry adının fısıldanması üzerine kafasını çevirmiş, hemşireyle göz göze gelmişti.

“Tanrım… Bu, sensin! Harry!” diyerek aceleyle yanına gitti Poppy.

James, Remus ve Sirius kadın Harry’ye ulaşabilsin diye yolundan çekildiler. Siyah saçlı çocuk hiçbir şey yapmayıp tek kelime etmeden öylece Poppy’ye baktı; onu gördüğüne şaşırmıştı.

“Onu tanıyor musun?” diye sordu Moody; sesi boğuk ve şüphe doluydu.

Poppy soruyu duymazlıktan gelip Harry’ye uzandı ve ateşini ölçmek için yüzüne dokundu.

“Yanıyorsun,” dedi. Gözleri, Harry’nin yan tarafını tutan ellerine gitti. “Bırak da göreyim,” diyerek kibarca Harry’nin ellerine dokundu ve onları üzerinden çekti.

Harry’nin ona izin verdiğini gören herkes donup kalmıştı. Harry ellerini çekmiş, acı içinde yüzünü buruşturuyor, kesik kesik nefes alıyordu; ama yine de, hemşirenin dediği şeyi yapmıştı.

“Pekâlâ, Harry, kalkıp yatağa uzanman gerekiyor. Böyle iki büklüm hâlinle yaranı net göremiyorum,” dedi Poppy.

James, Harry’nin ayağa kalkmasına yardımcı olmak için hemen ona uzandı.

Harry, kolunu James’in tutuşundan uzaklaştırmak için yerinde döndü. James ise, reddedilmesi üzerine afallamış bir halde yerine geri oturdu.

“Harry…?”

“Herkes odadan çıkabilir mi? Rahatlaması gerek ve belli ki, bu kadar insan buradayken rahat edemiyor,” dedi Poppy; çantasından çıkardığı çeşit çeşit şişeleri komodine dizerken.

“Seni korumak için bizim burada kalmamız gerek,” dedi Kingsley.

“Gerek yok,” dedi Poppy, Seherbaz’a bakmak için dönerken.

“Onu nereden tanıyorsun?” diye tekrar sordu Moody; bir cevap alana kadar gitmeyi, belli ki, reddediyordu.

Poppy, onunla yüz yüze gelmek için ayağa kalktı.

“İlk önce onu iyileştirmem gerek; zaten fazlasıyla kan kaybetmiş. İşim bitince sorularınızı yanıtlarım.”

Moody tek kelime etmedi ve sinirli sinirli odadan çıktı; sihirli gözü, yerinde dönüp durarak, gitmeden önce odada olan her şeyi bir kez daha not ediyordu. Dumbledore ve Kingsley de onu takip etti. Fakat Lily olduğu yerde kalmıştı.

“Ben kalayım, yardıma ihtiyacın olabil…”

“Sorun yok Lily,” diyerek onun sözünü kesti Poppy. “Ben hallederim.”

Lily tereddüt etti, ama Remus onu dışarıya yönlendirmek için kolundan tutmuştu. Sirius da aynı şeyi James’e yaptı. Her ikisi de, tereddüt içinde, arkadaşları tarafından odadan çıkarılmıştı.

Herkes çıkıp kapı kapandıktan sonra, Poppy Harry’nin kalkmasına yardımcı oldu ve onu yatağa götürdü. Harry yatağa yığıldı ve sırtı yatağa değdiği anda acı içinde inledi. Diğer tarafına dönmek istedi, ama Poppy onu iyileştirmeye başlamadan önce, yan tarafındaki kesiği incelemeye koyulmuştu bile.

* * *

Yaklaşık yarım saat sonra, Poppy merdivenlerden hızla aşağı kata inmişti; yüzünde kaybolmuş gibi bir ifadeyle malikâneyi inceliyordu. Dumbledore ve diğerleri mutfakta otururlarken, kapı sonuna kadar açıldı ve herkes kafası karışmış gibi görünen hemşirenin onları aradığını fark etti.

“Poppy!” diyerek ayağa kalktı Lily, diğer kadının onları görmesini sağlayarak.

Poppy aceleyle ona doğru yaklaştı; yüzü kaygılı ve sıkıntılı görünüyordu.

“Lily, birkaç şeye ihtiyacım var,” dedi. “Çok fazla kan kaybetmiş; bende biraz Kan-Tazeleme İksiri var, ama maalesef yeterli olmayacak. Birkaç şişe daha ayarlayabilir misin?”

“Tabii ki,” diye başıyla onayladı Lily. “Hemen getiririm. Evde bir sürü var.”

“Ayrıca, biraz da Yara İyileştirici Merhem’e ihtiyacım var,” diyerek öfkeli bir ifadeyle kafasını iki yana salladı. “Yaraları korkunç! Nurmengard’daki Şifacı’nın kendisini iyileştirmeye çalıştığını söyledi ama hiç de öyle durmuyor. Vücudunun ön kısmı morluklarla dolu!”

“Kesikler nasıl, peki?” diye sordu Lily, endişeyle. “Onlar ne durumda? Hiçbirimizi, kontrol edebilecek kadar yakınına yaklaştırmadı.”

“Cam parçalarını kendisi çıkarmaya çalışmış,” dedi Poppy, hiç de memnun olmayan bir ses tonuyla. “Ama hâlâ sırtında ulaşamadığı parçalar var.” James, kendisini korkunç bir şekilde suçlu hissederek kadına bakıyordu. “Ama o parçalar beni endişelendirmiyor. Kalan parçaları çıkardıktan sonra basit bir Episkey’nin halledemeyeceği bir şey değil,” diye sözlerine devam etti Poppy. “İltihaplanma olmasın diye ona üç şişe antiseptik iksir vereceğim. Ama asıl, kanını normal seviyeye yükseltme ve morluklarını iyileştirme konusunda endişeliyim.”

“Ben gidip merhemle iksirleri getireyim. Yalnızca birkaç dakika sürer,” dedi Lily.

Poppy arkasını dönüp merdivenlere yönelmişti ki, James aniden ona seslendi.

“Madam Pomfrey?” Poppy durdu ve James’e dönüp baktı. “Harry’yi nereden tanıyorsunuz?” diye sordu. Bir Hogwarts şifacısının Harry’yi nasıl tanıyor olabileceğini bir türlü anlayamıyordu. Ayrıca, Harry’nin ona karşı tavırlarına da çok şaşırmıştı. Herkesi kendisinden uzaklaştırırken bu kadının kendisine yaklaşmasına izin vermişti.

“Bize bir açıklama borçlusun!” diye ekledi Moody.

Poppy Moody’e doğru baktı; bakışlarında kızgınlık vardı.

“Size hiçbir şey borçlu değilim, Seherbaz Moody,” diye belirtti. “İlişkilerim benim kişisel meselem ve hiçbir şekilde tartışmaya açık değiller.” James’e kısa bir bakış attıktan sonra, hâlâ gitmemiş olan Lily’yi fark etti. “Fakat şu anki durumun bir açıklama gerektirdiğini anlıyorum,” diye kabul edip Dumbledore’a döndü. “Altı ay önce evime yapılan saldırıyı hatırlıyor musun?”

Dumbledore başını eğdi.

“Hatırlıyorum,” diye yanıtladı, ciddiyetle.

Poppy odayı gözleriyle taradı; Dumbledore ve Lily’ye neler olduğunu daha önce anlatmıştı, ama geri kalan kişiler olayı bilmiyordu.

“Ölüm Yiyen’lerin ani saldırısına uğradığımızda, kocam Paul ve ben bahçedeydik,” diye anlatmaya başladı Poppy. “Evimize girmek istediklerinden, evin etrafındaki koruma büyülerini kaldırmamız için bize işkence ettiler; ikimizi de Cruciatus lanetine maruz bıraktılar. Biz direnince de evimizi ateşe vermeye karar verdiler; ancak, iki çocuğumuz da evin içindeydi. Evimizin yanışını çaresizce izledik ve korkmuş çocuklarımızı kurtarmak için hiçbir şey yapamadık. Kimse bize yardım etmeye çalışmadı. Vicdansız komşularımız da, Ölüm Yiyen’lerin korkusundan bize yardım etmeye yanaşmadılar. Maskeli adamlar gidince bile hiç kimse yardıma gelmemişti.

Sonra, durduk yere bir çocuk geldi ve hiç tereddüt etmeden yanan evin içine koşarak girdi. Jenna ve David’i evden, beni ve Paul’u da vücudumuzu kenetleyen büyüden kurtardı. Bana ne olduğunu sordu; ben de ona Ölüm Yiyen’leri anlattım. Gözlerindeki öfkeyi hâlâ hatırlıyorum. Ölüm Yiyen’ler konusunda endişe etmememi, bir daha bize zarar veremeyeceklerini söyledi. Ona teşekkür edip kim olduğunu sordum, ama sadece gülümseyip adının Harry olduğunu söyledi. Onu bir daha görmedim, yani bugüne kadar,” diye hikâyesini bitirdi Poppy.

“Bu tam bir saçmalık!” diye sinirle başladı Moody. “Gerçekten buna, o çocuğun iki masum çocuğu kurtardığına inanmamızı mı bekliyorsun?”

“Hiçbir şey yapmanızı beklemiyorum,” diye sakince cevapladı Poppy. “Size sadece Harry’yi nasıl tanıdığımı anlattım.”

“Poppy, yüzünü net bir şekilde görebildin mi?” diye sordu Lily. “Yani, o kesinlikle Harry miydi? Yüzünü saklamak için maske takmıyor muydu?”

“Hayır, maskesi yoktu,” diye cevapladı Poppy.

“Ama o zaman, neden James’e benzediğini söylemedin?” diye sordu, şaşırmış bir şekilde.

Poppy James’e baktı; onun yüzünü inceliyordu.

“İlişkiyi kuramamıştım,” dedi, özür dilercesine. “Harry’yi daha önce görmüşüm gibi hissetmiştim, tanıdık gelmişti ve Hogwarts’ta eski öğrencilerden birisi mi diye anlamaya çalıştığımı hatırlıyorum; ama onu James’le veyahut seninle bağdaştıramadım,” dedi Lily’ye. “Benzerlik var, kabul ediyorum ama çocuklarımın hayatını kurtaran yabancının, on beş yıl önce sözde ölmüş oğlunuz olduğunu anlamamı gerçekten beklemiyorsunuz, herhalde?”

Lily cevap vermedi, ama Poppy’nin ne demeye çalıştığını anlamıştı. Altı ay önceyi, Poppy’nin ona yardım eden ve Jenna’yla David’in hayatlarını kurtaran çocuğu anlatışını hatırladı. Bu çocuğun yaptığı şeyin ne kadar cesurca ve harika bir şey olduğunu düşünmüştü. Şimdi, o çocuğun kendi oğlu olduğunu öğrenince, oğluyla gurur duyuyordu.

Dumbledore, James’e dönerek gülümsedi.

“Görünüşe göre, Harry’miz’de biraz insanları kurtarma şeysi var.”

Moody ayağa kalktı ve öfkeyle elini masaya vurdu.

“Hadi ama Albus!” diye haykırdı. “Azıcık düşünsene! Voldemort’un eğitimli nişancısından bahsediyoruz burada! Nasıl masum bir hayatı kurtarmış olabilir ki?” diye sorguladı. “O çocuğun ne yaptığını anlamıyor musunuz? Bir tuzaktı bu!” diye bağırdı, parmağıyla Poppy’yi göstererek. “Önceden planlanmış bir şeydi! Aileyi kurtarmak için onlara zarar versin diye Ölüm Yiyen’leri o gönderdi. Oyundu hepsi!”

“Kapa çeneni, Alastor!” diye feryat etti Lily, daha fazla dayanamadan. “Çeneni kapat! Neden bahsettiğini bilmiyorsun!”

“Neden bahsettiğimi gayet iyi biliyorum!” diye tısladı Moody. “Gerçeği göremeyen sizlersiniz; kan bağı ve akrabalık gözünüzü kör etmiş!” diyerek suçlamada bulundu. “Bir düşünün, kendi insanlarından olan Ölüm Yiyen’ler aileyi yok etmek için gönderilirken o neden onları kurtarsın ki? Kendi tarafından insanlarla savaşıyor olamaz, değil mi?”

“O zaman, neden öyle davrandığını açıkla,” dedi Remus. “Neden kendini tehlikeye attı? Kazancı ne olurdu?”

Moody, Remus’a dik dik baktı.

“Bu!” diye haykırdı. “Madam Pomfrey’e karşı kazandığı bu güven!”

“Yapma be!” diye bağırdı Sirius. “Harry’nin altı ay sonra kaçırılacağını ve onu iyileştirmeye gelecek olanın Poppy Pomfrey olacağını önceden bildiğini ve bu yüzden de onun güvenini kazanmak için onu ve ailesini kurtarıyormuş gibi davrandığını mı söylüyorsun? Gerçekten ima ettiğin bu mu?”

Moody emen cevap vermedi. Canının sıkıldığını belli edecek şekilde homurdandı.

“Düşman aklının nasıl çalıştığını söylemeye imkân yok. Zoraki gibi görünebili…”

“Çünkü zaten zoraki,” diye lafını kesti Remus.

“Paranoyak olmak ile keçileri kaçırmak arasında bir fark var!” diye belirtti Sirius.

Moody cevap veremeden, “Beyler,” diyerek konuşmaya girdi Dumbledore. “ Kendi aramızda tartışmanın kimseye faydası yok. Harry’nin bir başkası için merhamet gösterdiği ortada. İki çocuğun hayatını kurtarmak için kendi hayatını riske atmış. Bu, onunla mücadele etmemiz için yeterli bir sebep.”

Moody tek kelime etmeden masadan uzaklaştı ve topallayarak odadan çıktı. Onun gidişi, diğerlerinin sessizliğe bürünmesine neden oldu. Lily arkasını dönüp şömineye yaklaştı ve bir avuç uçuç tozu aldı. Oğlunu iyileştirmek için getirmesi gereken malzemeler vardı.

* * *

Poppy, elinde Lily’nin Godric’s Hollow’dan getirdiği bir tüp merhem ve çok sayıda şişeyle odaya girdi. Harry’nin yatakta oturmuş, açık pencereden dışarıyı izlediğini gördü.

“Umarım oradan atlamayı düşünmüyorsundur,” diyerek düşüncesini belirtti Poppy.

Harry, kafasını eğerek gülümsedi.

“Yok, onu denedim zaten,” diye cevapladı.

Poppy ona sert bir bakış attı; genelde, aptal bir şaka ya da iddia yüzünden yaralanan Hogwarts öğrencilerine de böyle bakardı. Ona doğru yaklaştı ve iksirlerle merhemi yatağın üzerine bıraktı.

“Al, bunların üçünü de iç,” diyerek iksirleri Harry’ye uzattı.

Harry şişeleri aldı ama hemen içmedi. Ağzına bir damla bile sürmeden önce, tek tek kapaklarını açıp her birini kokladı.

“Farkındaysan, seni öldürecek olsaydım iyileştirmekle uğraşmazdım,” dedi Poppy. “Sırf seni zehirlemek için iyileştirme zahmetine girmezdim.”

Harry ona pis pis sırttı.

“Beni öldürmesinden şüphelendiğim kişi sen değilsin,” diye yanıtladı, üçüncü ve son şişeyi içerken.

“Ah,” diyerek gülümsedi Poppy, asasını tuhaf bir hareketle sallayıp Harry’nin kan seviyesini ölçerken. “Anladım, asıl güvenmediğin Yoldaşlık üyeleri.”

“Şaşırtıcı, biliyorum,” diye dalga geçti Harry. “Kim düşmanlarının amaçlarından şüphe duyar ki?”

Poppy tek kaşını kaldırdı. Gömleğini işaret etmesiyle, Harry düğmelerini açıp gömleğini çıkardı. Poppy, Harry’nin sırtını muayene etmek için ona doğru yürüdü.

“Güven karşılıklıdır,” dedi düşünceli bir halde, parmaklarını çocuğun sırtında gezdirip içi cam parçalarıyla dolu kesiklere bakarken. “Seni nereden tanıdığımı sordular ve onlara çocuklarımın hayatını kurtaran kişi olduğunu söyledim. Seherbaz Moody’nin neden böyle bir şey yaptığını açıklayan harika bir teorisi vardı.”

“Öyle mi?” diye sordu Harry.

“Görünüşe göre, senin tüm bunları, yani saldırıyı, Ölüm Yiyen’leri ve yangını planladığını düşünüyor. Böylece ‘kahraman’mış gibi davranıp güvenimi kazanabilecekmişsin,” diye açıkladı Poppy, onaylamaz bir halde kafasını iki yana sallarken.

Harry, bir anda kendini çekip hemşireye bakmak için kafasını çevirdi.

“Hepsinin bir oyun olduğunu mu düşünüyorsun?” diye usulca sordu; yeşil gözleri Poppy’nin yüzünü inceliyordu. Gözlerini kaçırıp kafasını iki yana salladı; belli ki kızmıştı. “İstediğini düşün, tamam mı?” dedi ve gömleğini alıp tekrar giymeye yeltendi.

Poopy hemen uzanıp onu durdurdu; elinden gömleği çekip almıştı.

“Benim neye inandığımı biliyor musun?” diye sordu Poppy. “Çocuklarımın hayatını kurtardığına ve bunu yaparken de kendi hayatını tehlikeye attığına inanıyorum. Bunu, Seherbaz Moody’nin sana güvenmediğini bil diye anlattım,” diyerek Harry’nin gözlerine baktı. “Ama ben sana güveniyorum. Güveniyorum, çünkü yapmak zorunda olmadığın halde bana yardım ettin ve bu yüzden, ben de sana her zaman yardım edeceğim.”

Harry cevap vermedi, ama yüz ifadesi yumuşamıştı. Poppy onu kolundan çekerek muayene etmeye devam edebilmesi için Harry’yi dönmeye zorladı.

“Pekâlâ, hâlâ üstünde cam parçası olan birçok kesiğin var; bu yüzden, biraz daha dayanabilmen için sana yatıştırıcı iksir vereceğim.”

“Hiç zahmet etme,” diye karşı çıktı Harry. “Yatıştırıcı iksirlerden nefret ederim. Ağzım saatlerce uyuşuk kalıyor. Yap gitsin; daha önce dayanabildim, şimdi de dayanırım.”

Poppy buna memnun olmuş gibi görünmüyordu.

“Ağzına ne yaptığı umurumda değil. Yatıştırıcı iksirden içeceksin.” Söylediği iksirin şişesini Harry’nin burnunun dibine soktu. “Kendini böyle bir acıya maruz bıraktığına inanamıyorum,” dedi, bir cımbız çıkarırken.

Harry yatıştırıcı iksire hoşnutsuzlukla bakarken omzunu silkti.

“Yalnız olduğumu düşünüyordum ve kendimi iyileştirmenin en iyisi olacağını düşündüm.”

Poppy, Harry’ye bakarken duraksadı.

“Yalnız değilsin, Harry,” dedi. “Ailen burada. Kimseye güvenmesen de, ailenin her zaman sana yardım edeceğine güvenebilirsin.”

Harry hiçbir şey demedi. Tıpasını açmadan önce yatıştırıcı iksire uzun uzun baktı ve tek dikişte hepsini içti. Poppy’ye tekrar baktığında iksirin etkisinden gözleri çoktan dalmaya başlamıştı bile.

Poppy tek kelime etmedi ve dikkatini Harry’nin derisine işlemiş cam parçalarına verdi. Bir tanesini tuttu ve çıkardı.

* * *

Poppy, Harry’nin sırtından son cam parçasını da çıkarıp kesikleri kapatmak için Episkey uyguladı. Kanlı cımbızı kenara koydu ve tüm kesikleri düzgünce kapattığından emin olmak için Harry’nin sırtını inceledi. Ardından, Harry’nin omzuna dokunup gülümsedi.

“Hepsi tamam,” dedi.

Harry, geriye yaslanıp sırtını yatağa verdi; sırtına batan parçalar artık olmadığı için rahatlayarak gözlerini kapatmıştı. Poppy aynı işlemi Harry’nin vücuduna da uyguladı. Çok fazla kan kaybetmesine sebep olan yan tarafındaki kesiği zaten iyileştirmişti, ama bir şeyin gözünden kaçmadığından emin olmak için bir daha bakıyordu.

“Tamamdır, şimdi de merhem zamanı,” dedi, kavanozu açarken.

Morluk dolu vücudunu, kalın bir tabaka kremsi maddeyle kaplamaya başladı.

“Tanrım, iğrenç kokuyor!” diye şikâyet etti Harry. “Bunun ne kadar süre vücudumda kalması gerekiyor?”

“En az bir saat,” diye yanıtladı Poppy. “Ondan sonra duş alabilirsin.

Harry kafasını yastığa yasladı; bir sessizlik oluşmuştu.

Poppy merhemi Harry’nin kaburgalarına, yan taraflarına ve göğsüne uygulamayı bitirmişti. Nurmengard’da takılan metal kelepçeler tenine sürtüp kestiği ve fena şekilde yaraladığı için bileklerine de ince bir tabaka merhem sürmek gerekmişti.

İşi tamamen bittiğinde Poppy geri çekildi; yaptığı işten memnun olmuştu. Yatak dışında odada zarar görmeyen tek eşya olan komodinin üstüne birkaç şişe iksir depoladı.

“Her dört- altı saatte bir bunlardan içmen gerek,” diye talimat verdi, ağrı giderici iksir şişesini alırken. “Bunları da, önümüzdeki üç gün boyunca, günde bir kere içmen gerek. Camlar yüzünden oluşan kesiklerin iltihap kapmasını engelleyecektir.” Daha sonra Kan-Tazeleme İksiri’ni aldı. “Bugün bir tane daha ve yarın da bir tane aldığında yeterli olacaktır.”

Harry, Poppy’nin katı ama önemseyen ses tonunu eğlenircesine dinliyordu. Bu iki durum, birlikte tuhaf görünüyordu.

“Senden bir şey daha rica edebilir miyim?” diye sordu Harry.

“Tabii ki,” diye yanıtladı Poppy.

“Acaba bana temiz bir kıyafet bulabilir misin?” diye sordu Harry. “Bunları neredeyse beş gündür giyiniyorum.”

Poppy gülümsedi.

“Ben de, bu kokunun nereden geldiğini merak ediyordum,” diye dalga geçti.

“Koku senin merheminden geliyor,” diye kendini savundu Harry.

Poppy kahkaha attı.

“Ne yapabilirim, bir bakarım,” deyip kapıya doğru yürüdü ve dışarı çıktı.

Harry ayağa kalktı ve banyoya gitti. Kıyafetlerini çıkarıp duşa girdi; suyu dayanabileceği kadar sıcağa çevirmişti. Suyun vücudundan geçerek kalın tabaka merhemin üzerinden akıp onu temizlemesinin keyfini çıkarıyordu. Omuzlarından çıkan buhar, ağrıyan kaslarındaki tüm gerginliği alıp götürdü. Uzun dakikalar boyunca, Harry güçlü akan suyun altında öylece durdu ve iyice temizlendi.

Odaya, beline bir havlu sarılmış şekilde döndü. Yatağın üstünde mavi bir üst ile siyah bir kot pantolon bulmak onu rahatlatmıştı. Poppy odada değildi. Harry kıyafetleri alıp üstünü değiştirmek için tekrar banyoya gitti.

Kıyafetler kolaylıkla üzerine oturmuştu, ama kime ait olduklarını düşünmemeye çalıştı. Buna kafa yormayacaktı. Kendi görüntüsüne bakmak için buharlı aynayı eliyle sildi.

Hâlâ rafta duran cımbıza baktı. Eline aldı ve keskin yeşil gözleriyle bir süre cımbızı inceledi. Musluğun altına tuttu ve kan lekelerini temizledi. Cımbızı bir süre daha elinde tuttuktan sonra gözlerini kapattı ve derin bir iç çekti. Cımbız, yeni biçimine dönüşmeden önce gerçek tüy kalem formuna dönmüştü. Harry gözlerini açtı ve avcunun içinde duran keskin bıçağa baktı. Sapından tutup incelemek için kaldırdı. Silaha uzun uzun baktıktan sonra bıçağı arka cebine koyup banyodan çıktı.

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #17: Bağlılık Meselesi [Kısım 1] Okumak İçin tıklayın!

Çeviren: Dilara Uysal