Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #18: Kötü Tavırlar [Kısım 1]

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

16. BÖLÜM [Kısım 2]

17. BÖLÜM [Kısım 1]

17. BÖLÜM [Kısım 2]


Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı kaçırıp öldüremeyince kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin on sekizinci bölümü!

bölüm 18

Kötü Tavırlar

[Kısım 1]

Karanlığın çökmesiyle sokak lambaları canlanmıştı ve lambalar cadde boyunca hafif bir parıltı saçıyordu. Yağmurun oluşturduğu su birikintilerini sıçratarak arada sırada bir araba geçiyordu. Grimmauld Meydanı boyunca sıralanmış, koyu renkli taştan olan binanın penceresinde kuzgun karası saçlı bir çocuk vardı ve yorgun gözleriyle caddeyi seyrediyordu. Harry, üç saattir pencere pervazında oturmuş, boş boş ıssız caddeyi izliyordu; fakat caddede içinde bulunduğu çıkmaz durumdan dikkatini dağıtacak bir şey bulamamıştı. Kafasını pencerenin camına dayadı ve bunu yaptığı anda rahatlamışçasına bir oh çekti; soğuk cam, acıyla yanan yara izine iyi gelmişti. Ağrı, yavaş yavaş azalıyordu ve yakında, geriye karıncalanma hissinden başka bir şey kalmayacaktı. Harry, babasının bir hayli sakinleşmiş olduğunu fark etti.

Kendini, babasını düşünmekten alıkoydu. Çünkü ne kadar düşünürse, burada tutsak ve ondan uzak olduğuna o kadar sinirleniyordu. Sesli olarak hiç dile getirmese de aslında endişeliydi; Bakan’ı Harry’nin Yoldaşlık’ın karargâhında kalması için ikna eden Dumbledore’un bundan sonraki hamlesinin ne olacağından emin değildi. Dumbledore’un Harry’yle ilgili planı neydi?

Bu düşünceyle, Harry, gözlerini kapattı; bir şeyleri kırma isteğine hâkim olmaya çalışıyordu. Gözlerini açtı ve odaya, artık onun hapishanesi olan mekâna göz gezdirdi; her yer kırık mobilyayla doluydu. Gözü, komodinin üstündeki, günün erken saatlerinde Potter’lar tarafından bırakılan yemek tabağına takıldı. Pencereden dışarı bakmayı yeğleyerek gözlerini kaçırıp uzaklara daldı. Son birkaç gündür çoğunlukla suyla besleniyordu. Nurmengard’da günde üç kez verilen yulaf lapasını yiyesi gelmemişti, burada ise ona adam akıllı yemek verildiği halde kendini bir şey yiyemeyecek kadar hasta hissediyordu. Yaraları tedavi edilmişti ve iyileşmek üzereydi, ama hâlâ kendini hasta hissedecek kadar canı yanıyordu.

Arkasında kapı gürültülü bir şekilde açılınca, Harry derin düşüncelerinden sıyrıldı. Tam arkasına dönüp bakacakken kendisine hâkim oldu ve bir şey duymamış gibi yaparak olduğu yerde kaldı.

Her adımla birlikte yükselen pat pat sesleri, odaya girenin James ya da Lily değil de, Alastor ‘Deli-Göz’ Moody olduğuna işaret ediyordu. Harry, Moody’nin, biri sihirli diğeri normal, iki gözünü de üzerinde hissedebiliyordu. Her ne kadar Seherbaz’ı yok saymak istese de, uzun süre kendisine dik dik bakmasından huzursuz oldu. Kafasını çevirdiğinde, Moody’nin elinde bir kadehle yatağa yaklaştığını gördü. Seherbaz’ın gümüş kadehi, komodinin üzerine, dokunulmamış bir tabak yemeğin yanına koymasını izledi. Tuhaf, sihirli mavi gözünü, bir an olsun, Harry’den ayırmıyordu.

Harry olduğu yerde kaldı ve onunla yüz yüze gelmek için ona doğru yaklaşan Moody’yi izledi. İlk defa iki büyücü de tek kelime etmiyordu. Moody bir homurtuyla sessizliği bozdu.

“Bu iyileştirici bitki çayını annen yolladı,” dedi, kadehi kast ederek. “Soğumadan iç şunu.”

“O benim annem değil,” diye yanıtladı Harry, soğuk bir tavırla.

Moody tepki vermedi. Onun yerine kapıya doğru yürümeye başladı.

“Çay, Madam Pomfrey’in talimatı üzerine yapıldı. Gitmeden önce tembihlemişti. İçsen iyi olur.”

Harry pis pis sırıttı.

“Çayı senin getirmen de onun talimatı mıydı?” diye sordu.

Moody, yatağın ayak ucuna yaklaştı; sihirli gözü yuvasında deli gibi dönüyor, etrafı iyice inceliyordu.

“Getirmesi için başka birine güvenemezdim,” diye yanıtladı. “Onları kandırabilirsin ama beni asla.”

Harry tek kaşını kaldırdı.

“Nasıl herkesi kandırıyormuşum?”

“Sırf yüzün çocuk gibi görünüyor diye, bu çocuk olduğun anlamına gelmiyor,” dedi Moody. “Aslında ne olduğunu görüyorum ben: bir canavar!” Moody’nin fazlasıyla yara dolu yüzünü yoğun bir öfke kapladı. “Diğerleri senin etrafındayken tedbiri elden bırakabilirler, ama ben öyle bir şey yapmayacağım.”

Harry tekrar gülümsedi; ayaklarını yere koyup sırtını da pencereye vererek duruş pozisyonunu ayarladı.

“Beni tamamen çözdüğünü düşünüyorsun, öyle mi, Seherbaz Moody?” diye sordu.

“Hayatımın büyük kısmını Seherbaz olarak geçirdim,” diye yanıtladı Moody. “Kimin ne olduğunu bir bakışta anlarım.”

“Çünkü hile yapıyorsun,” dedi Harry. “Herkesin sihirli bir gözü yok.”

Moody, Harry’nin önünde durdu.

“Senin kim olduğunu anlamak için sihirli bir göze ihtiyaç yok,” dedi.

“Ben bir canavarım, değil mi?” diye onayladı Harry, sırıtarak. “Peki, bu sonuca tam olarak nasıl vardın?”

“Sen bir katilsin,” diye cevapladı Moody, buz gibi bir ifadeyle.

“Sen de öylesin,” diye karşılık verdi Harry.

“Seninle benim aramda dünya kadar fark var!” diye homurdandı Moody, öfkeyle.

“Katılıyorum,” diyerek kafasını aşağı yukarı salladı Harry. “Birincisi, ben çok daha yakışıklıyım.” Seherbaz’ı incelemek için kafasını hafifçe yana eğdi. “Ve tüm uzuvlarım yerli yerinde.”

“Şimdilik,” diye hırladı Moody.

Harry gülümsedi; belli ki, Seherbaz’ın tepkilerini gülünç bulmuştu.

“Senden korkmadığımın farkındasın,” dedi. “Dumbledore’un elini kolunu bağladığını biliyorum. O yüzden, ne kadar tüm yapmak istediğin bu olsa da, bana zarar veremiyorsun.” Harry, sırf adamın yüz ifadesinden bile ona ne kadar zarar vermek istediğini görebiliyordu.

Moody, topallayarak Harry’ye bir adım daha yaklaştı.

“Sırf Dumbledore dedi diye ya da Potter’ların öldüğünü düşündükleri oğlusun diye, bunlar yanına kâr kalacak sanma,” diye uyardı. “Suçlarının bedelini ödeyeceksin; ödediğinden emin olacağım!”

“Bu hangi açıdan baktığına bağlı,” dedi Harry, sakince. “Senin suç olarak gördüğün şey, benim için babamın isteklerinden başka bir şey değil.” Zümrüt yeşili gözleri Seherbaz’a kitlenmişti. “Senin görev olarak gördüğün ise bazılarına göre suç olan bir şey.”

Moody, bir anlık şaşırmış göründü.

“Gerçekten mi?” diye sordu, alaycı bir şekilde. “Ne gibi?

Harry sırıttı.

“Öldürme, işkence etme, adam kaçırma.” Moody ile göz göze gelmek için başını kaldırdı. “Ve tabii ki, diğerleri.”

Şimdi, sırıtma sırası Moody’deydi.

“Öldürüp işkence ettiğin kişiler adi, soğukkanlı katiller olunca, o iş suç olmuyor!”

“Sana göre öyle, belki,” diye cevapladı Harry. “Ama neyin suç neyin suç olmadığı insana göre değişir.”

Moody, gözlerini bir süre Harry’ye dikti ve sonra kaçırdı. Başıyla kadehi göstererek:

“İç şu çay zıkkımını!” dedi, odadan çıkmak için arkasını dönerken. “Yoksa soğuyacak.”

Harry gülümsedi ama hâlâ yerinden kımıldamıyordu.

“Çayın içinde ne olduğunu bilmediğimi mi düşünüyorsun, gerçekten?”

Moody tam adım atacakken durdu ve Harry’ye döndü.

“Çayında ne var sanıyorsun?” diye sordu.

Harry, kafasını yavaş yavaş iki yana sallarken kıkırdadı. Gözünü tekrar Seherbaz’a dikti.

“Yapma be, hakkımı ver azıcık!” Kafasıyla kadehi işaret etti. “Bu şey, ağzına kadar Veritaserum’la dolu.”

Moody’nin sihirli gözü, kadeh ile Harry arasında deli gibi gidip geliyordu.

“Biraz paranoyaksın sanki?” dedi.

“Hayır, sadece akıllıyım,” diye yanıtladı Harry. “Getirenin sen olduğu ve onu içmemi üç kere söylediğin düşünülürse, ya sağlığımı fazlasıyla önemsiyorsun ya da içeceğin içine Veritaserum kattın.”

Moody sonunda rol yapmayı kesti ve dikleşerek Harry’ye gülümsedi.

“Çok iyi,” diyerek onu övdü. “En azından, sıradan aptallardan değilsin. Açıkgözlüsün.” Gülümsemesi pis bir sırıtışa dönüştü. “Ama bana sökmez, evlat. Ne kadar dikkatli olursan ol, önünde sonunda seni yakalayacağım.”

“Yakalasan bile benden fazla bir şey öğrenemezsin.” diye karşılık verdi Harry; aslında, Yoldaşlık üyeleriyle etrafının çevrili olduğu bu yerde, doğruluk iksirine maruz kalma düşüncesi, panik içinde midesinin bulanmasına sebep olmuştu.

“Nurmengard’daki gardiyanlarla beni bir sanma,” dedi Moody. “Veritaserum’un etkisi altında insanları sorgulamak benim uzmanlık alanım ve bu konuda kırk yıldan fazla tecrübem var,” diyerek pis pis güldü Moody, korkutucu bir şekilde. “İnan bana, ne kadar kaçamak cevaplar verirsen ver, o cevapları senden söker alırım.”

Harry bir an duraksadı; sırıtışı yüzünden silinmişti. Bu tehditten ne denli etkilendiğini yüzünde belli ettiği için içinden kendine küfrediyordu.

“Dene de görelim,” dedi, ters ters bakarak.

“Niyetim de o, zaten,” diyerek gülümsedi Moody ve gitmek üzere arkasını döndü. “Haberin olsun, ben burada yaşıyormuş gibi her an karargâhtayım,” dedi Harry’ye, kapıya ulaştığı sırada. “Buralarda ne yiyip içtiğine fazlasıyla dikkat et. Hangi yemeğine denk geleceğimi asla bilemezsin.”

Gitmeden önce, Harry’ye son bir kez daha sırıttı ve kapıyı arkasından çarpıp çıktı.

* * *

James kapıyı çaldı ve cevap gelmesini bekledi. Karşılık bulamayınca ise, dikkatlice kapıyı aralayacak şekilde açtı.

“Harry? Uyanık mısın?” diye seslendi.

Hâlâ yanıt yoktu. James, Sirius ve Remus’a bakmak için arkasını döndü.

“Harry, Sirius ve Remus ile birlikte içeri geliyorum,” diye bildirdi.

Sabahın köründe, odasında üç Seherbaz’ı görüp neye uğradığını şaşırmasın diye, Harry’ye haber vermenin daha iyi bir fikir olacağını düşünmüştü. Yoldaşlık hâlâ kilit büyüsü altındaydı ama bu, Harry’nin isterse şiddete başvurmayacağı anlamına gelmiyordu. James, oğlunun kendini savunmakta ne kadar iyi olduğunu unutmamıştı.

Odanın içinden hâlâ ses gelmiyordu, o yüzden James kapıyı iyice açtı. Elindeki kahvaltı tabağını dikkatlice taşıyarak odaya girdi. Harry’yi yatakta görmeyi beklediği için bakışları direkt oraya odaklanmıştı.

Fakat yatak boştu.

James, odanın içine daha da girdi ve gözleriyle her bir köşeyi tarayarak kuzgun karası saçlı çocuğu aradı. Hiçbir yerde yoktu.

“Harry?” diye bağırdı James; kalbi korkuyla tekliyordu. Arkadaşlarıyla yüz yüze gelmek için arkasını döndü.

“Nereye gitti?”

“Dün gece kapıyı kilitlememiş miydin?” diye sordu Sirius.

“Nasıl kilitleyeyim ki?” diye karşılık verdi James, kızgınca. “Kapıda kilit yok ve kilit büyüsü yüzünden de kapıyı büyüyle kilitleyemiyorum!”

“Paniğe kapılmayalım,” dedi Remus. “Karargâh’tan gidemez, o yüzden buralarda olmalı.”

“Ben bu katın geriye kalan kısmını kontrol ederim,” dedi Sirius, kapıya dönerek. “Sen zemin kata bak. Aylak, sen de…”

Gürültüyle dönen kilit sesi, Sirius’un lafını yarıda kesti. Banyo kapısı açılıp Harry odaya girerken üçü birden dondu kaldı; Harry’nin duştan yeni çıkmış ıslak saçları gözlerine kadar iniyordu. Harry, saçlarını gözünün önünden çekti ve buz gibi bir ifadeyle onlara baktı.

James, rahatlamış bir şekilde oh çekti. Kendini birden çok aptal hissetmişti; odayı ve banyoyu doğru düzgün kontrol etmeden fevri davranmıştı. Hâlbuki bu, Seherbazlık’ın temel kurallarından biriydi; harekete geçmeden önce her yeri iyice kontrol etmeliydi. Diğer iki Seherbaz’a dönüp baktığında, onların da utanmış bakışlarla ona baktığını fark etti. James, genç çocuğa bakmak için kafasını çevirdi.

“Harry, demek buradasın,” diyerek zoraki kıkırdadı. “Ben de tam…” elindeki tabağa baktı, “sana kahvaltı getiriyordum,” dedi ve tabağı gösterdi.

Harry karşılık vermedi, ama yüzünden belli belirsiz bir gülümseme geçti. James, Harry’nin banyodan her şeyi duymuş olduğunu tahmin etti; James’in yaşadığı paniği de telaşı da duymuş olmalıydı. Harry tek kelime etmeden uzaklaştı ve yatağa yöneldi; elindeki havluyla saçlarını kurularken onları tamamen görmezden geliyordu.

James, Harry’nin dün giydiği kıyafetlerin aynısını giydiğini fark etti: Sirius’tan ödünç alınmış mavi tişört ve siyah kot pantolon. Bir anlık şaşkınlıkla, Harry’nin başka kıyafeti olmadığını fark etti. Buraya getirildiğinde, üzerinde taşıdığı kıyafetler fazlasıyla kirliydi. James, bunu daha önce fark etmediği için içinden kendine küfürler ederken, Lily’ye Harry’ye yeni kıyafetler almasını söylemeyi aklının bir köşesine not etti.

Harry’ye doğru yürürken, komodinin üstünde duran yemek tabağına hiç dokunulmadığını fark etti. Harry, aynı gün içinde bırakılan öğlen yemeğine dokunmadığı gibi, dünkü akşam yemeğini de yememişti. James, çocuğa rahatsız olmuş bir ifadeyle baktı. Lily’nin hazırlamış olduğu, içinde pastırma, yumurta ve tost olan tabağı kaldırıp Harry’nin burnunun dibine soktu.

Harry, James’e bakmadan önce tabağa bir bakış attı.

“Ne?” diye sordu.

James tek kaşını kaldırdı.

“Anlaması zor değil,” diye yanıtladı James. “Kahvaltını et.”

“Aç değilim,” diye cevapladı Harry, James’in elini kabaca iterken.

“Kendini açlıktan öldürmeyi mi planlıyorsun?” diye sordu James; rahatsızlığı kızgınlığa dönüşmeye başlamıştı.

Harry’nin gözleri, James’inkilerle buluştu.

“Bundan sana ne?” diye sordu.

James, gözlerini kısarak sessizliğe büründü.

“İşe yaramayacak,” dedi James, usulca. “İstediğin kadar kendini aç bırak, ama bu duygusal şantajlarınla seni bırakmamı sağlayamayacaksın.”

Harry, sırtını yatak başlığına yaslayarak James’e sırıttı.

“Nerede o günler!” diye yanıtladı.

James Harry’ye uzun uzun baktıktan sonra bakışlarını kaçırdı ve tabağı yatağa, Harry’nin yanına bıraktı.

“Ye, Harry. Yedikten sonra seni yeni bir odaya taşıyacağız.”

“Bunun nesi varmış?” diye sordu Harry.

James kırık tahta parçalarıyla dolu zemini gösterdi.

“Biraz dağınık sanki,” dedi, alaylı bir şekilde.

“Beni rahatsız etmiyor,” dedi Harry, omuzlarını silkerek.

“Ama beni ediyor,” diye cevap verdi James, son noktayı koyarcasına.

Harry James’i inceledi; gözlerini onun yüzüne dikmişti.

“Merak etme, bunların hiçbirini kullanmam,” dedi Harry; eliyle tahta parçaları işaret etti. “Bunlar pek benim tarzım değil, ben daha çok kesici aletlerle ilgileniyorum.”

Harry’nin neden bahsettiğini anlamak, James’in birkaç saniyesini aldı. Doğrusunu söylemek gerekirse, Harry’nin bu kırık tahta parçaları silah olarak kullanabileceği James’in hiç aklına gelmemişti. Döküntüye bakarken aralarından bazı parçaların keskin olduğunu fark etti.

Harry, saçını kurutmak için kullandığı havluyu kenara attı ve ayağa kalktı.

“Önce kahvaltını et,” dedi James.

Harry onu duymazdan geldi. James’in arkasına baktı ve kapının yanında Remus ile Sirius’un dikildiğini gördü.

“Demek on altı yaşında bir çocuğu bir odadan diğerine taşımak için üç Seherbaz geldi.” James’e dönüp sırıttı. “Daha fazla kişi getirmiş olsaydın, iltifat sayacaktım.”

“Aslında, Harry, biz senin nasıl olduğunu görmek için geldik,” diye yanıtladı Remus, James bir şey diyemeden önce.

Harry Remus’a döndü.

“Hâlâ nefes alıyorum,” diye cevap verdi.

“Güzel,” dedi Sirius, beceriksizce.

Harry ona bir bakış attı ve kızmış bir halde hemen gözlerini kaçırdı.

“Biz dışarıda bekleriz,” dedi James, arkadaşlarına doğru yürürken. “Kahvaltını bitirdikten sonra, yeni odana geçeriz.”

Harry gözlerini devirip komodine uzandı ve Poppy’nin onun için bıraktığı bir avuç iksiri eline alıp kapıya yöneldi.

“Bir an önce geçelim, Potter,” dedi, onun yanından geçip giderken. “Koca bir gün sıkıntıdan patlamak gibi çok önemli işlerim var.”

James, yine çileden çıkmış bir halde arkadaşlarına baktı. Remus, Harry’nin dediğini yapması için başıyla işaret etti. Harry’yi yemek yemeye zorlamanın hiçbir manası yoktu.

James kapıya yürüdü ve Harry çıksın diye kapıyı açık tuttu. Bu sırada, Remus ve Sirius ise kırık mobilya ve tahta parçalarını elleriyle kaldırarak, odayı Muggle tarzı temizlemeye koyuldular.

* * *

James, Harry’yi koridorun sonuna doğru yönlendirdi; yeni oda, birkaç kapı ötedeydi. Harry çıt çıkarmadan James’in yanında sessizce yürüyordu. James ona bakarken onun ne kadar yorgun göründüğünü fark etti.

“O kadar da kötü değil ya,” dedi James usulca. “Bizimle kavga etmeyi bırakırsan, burada kalmanın o kadar da kötü olmadığını anlayacaksın.”

Harry ona bakmadı.

“Parmaklıklarının olmaması buranın hapishane olduğu gerçeğini değiştirmez.”

James Harry’ye baktı; verecek cevap bulmakta zorlanıyordu. Umduğundan daha kısa bir sürede, seçtikleri odaya vardılar. James kapıyı açtı ve ilk Harry’nin geçmesine izin verdi. Oda, Harry’nin az önce boşalttığı odayla neredeyse tıpatıp aynıydı. Mobilyalar da, pencereleri örten perdeler de diğer odadakilerden farklı değildi. Dört direkli yatak, elbise dolabı, komodin, masa ve sandalye, her şey birebir aynıydı. Harry yan tarafa baktı ve öteki odanınkine benzer bir banyoya açılan ahşap bir kapı gördü. Kapı pervazında dikilen James’e döndü ve tek kelime etmeden yatağa gidip oturdu.

James Harry’yi izledi; kafasının içinde, onun rahatlamasını sağlayacak sözler bulmaya çalışıyordu. Harry’nin hapishanedeymiş gibi hissetmesini istemiyordu. Beceriksizce boğazını temizledi ve odaya adımını attı.

“Sana…” James tereddüt ediyordu. “Şey getirebilirim… şey… kitaplar,” diye teklifte bulundu. “Kitap okumayı sever misin?” diye sordu. Lily okumayı seviyordu, belki de bu özelliği Harry’ye geçmişti.

Harry James’e baktı ama cevap vermedi. Bakışlarını tekrar yatağa indirdi. James tekrar şansını denedi.

“Çok sıkıldığını biliyorum,” dedi, onu anladığını göstermeye çalışarak. “Ne, ee, ne yapmak istersin?”

“Eve gitmek,” diye cevapladı Harry, dürüstçe.

James, bu kelimelerin kalbini delip geçtiğini hissetti.

“Harry,” diyerek kafasını iki yana salladı. “zaten evdesin. Bizimlesin işte, tekrar ailenlesin. Sen buraya aitsin.” Harry’nin yanına yaklaşana kadar ilerledi.

“Evet, tabii,” diye somurttu Harry. “Size bilgi vermeye niyetli olduğum sürece buraya aitim. Öyle olmasaydı, Ruh Emici’lerin önüne atılırdım.” Başını kaldırıp James’e baktı; gözlerini, onun şokla açılmış ela gözlerine dikti. “Neden böyle davrandığını biliyorum,” dedi. “Çünkü, beni boğulmaktan kurtardın. Beni kurtardın, çünkü benden Voldemort hakkında bilgi edinebileceğini sandın. Bu yüzden Nurmengard’daki o hücrede ölmeme izin vermedin ve bu yüzden bu ‘seni umursuyorum’ tavırlarını takınıyorsun. Tüm bunlara inanıp bildiğim her şeyi sana anlatacağımı sanıyorsun.” Harry pis pis sırıttı. “Ne yazık ki, Potter, senin ne olduğunu görebiliyorum.”

“Nurmengard’da seni kurtardım, çünkü başın dertteydi,” diye kendini savundu James. “Kim olduğu fark etmeksizin, o hücrede bulunan herkes için aynısını yapardım.” James, Harry’yle yüz yüze gelecek şekilde yere oturdu. “Senden bilgi istemiyorum, Harry. Seni umursuyorum ve bunun tek bir nedeni var: sen benim oğlumsun.”

Harry, gittikçe kararan bir ifadeyle James’i izliyordu.

“Yalan söylemekten bıkmadın mı?” diye sordu.

“Yalan söylüyor olsaydım bıkardım,” diye cevapladı James.

Harry karşılık vermedi, ama gözleri öfkeden alev alevdi.

Kapının çalınmasıyla James arkasını döndü. Kapı açıldı; gelen kişi, Sirius’tu.

“Kusura bakma, Çatalak. Dumbledore geldi ve seninle konuşmak istiyor.”

“Git ve onu gelişmelerden haberdar et,” dedi Harry, James’in dikkatini üzerine çekerek. “Bir başka denemen de başarısızlıkla sonuçlandı.”

James kalkıp gitmeden önce Harry’ye uzun bir bakış attı. Kendisini nasıl savunacağını ve Harry’nin kendisine inanmasını nasıl sağlayacağını bilmiyordu.

* * *

Harry yeni odasına taşınalı iki gün olmuştu ve hâlâ yemekleri dokunulmadan geri dönüyordu.

“Neyle hayatta kalıyor ki?” diye sordu Sirius, Lily’yi yemek tabağını geri getirirken gördüğünde.

“İksirler,” dedi Remus. “İçtiği tek şey, iksirler. Onlar bile neredeyse bitti.”

Lily, tabağı lavaboya gürültüyle bıraktı; yüzü bastırdığı öfkeden dolayı kıpkırmızı olmuştu. Sakinleşmeye çalışırcasına alnını ovuşturdu.

“Kendini öldürüyor!” dedi. “O kadar inatçı ki! Dediklerimin tek kelimesini bile dinlemiyor.”

“Ergenlik böyle bir şey,” diye yorum yaptı Remus.

James de masada oturmuş, oğlunun bu intihara teşebbüs denilebilecek davranışını nasıl engelleyeceği konusunda kendince endişeleniyordu.

“Anlamıyorum,” dedi Sirius, başını iki yana sallayarak. “Neden böyle davranıyor? Eminim, bunun kendisini ciddi şekilde hasta etmekten başka bir işe yaramayacağını biliyordur!”

“Zaten şu haliyle de pek sağlıklı sayılmaz!” dedi Lily, lavaboyu arkasına verip masada oturan üç adama dönerken. “Bir şeyler yapmalıyız. Böyle devam edemez!”

James, derin derin iç çekerek elleriyle yüzünü ovuşturdu. Harry ilk kez yemek yemeyi reddettiğinde, James, Harry’nin yeterince acıktığında ne de olsa yiyeceğini söylemiş, kendini ve diğerlerini böyle ikna etmişti. Ancak, bugün, Harry’nin karargâha getirilişinin dördüncü günüydü ve o hâlâ hiçbir şey yemiyordu. James, Nurmengard’da Harry’ye verilen yemekleri düşündükçe, onun sağlığı için daha da endişeleniyordu.

“Ne yapabiliriz ki?” diye sordu, eşinin sorusuna cevap olarak. “Yemek yemeye zorlamak dışında yapabileceğimiz pek bir şey yok.”

“Ona zorla yemek yedirmeyeceksiniz, değil mi?” dedi Remus, hemen.

“Tabii ki öyle bir şey yapmayacağız,” diye geçiştirdi James. “Demek istediğim, yemesi için yapabileceğimiz başka bir şey yok. Onunla konuşmayı denedik zaten; üzerine düşerek ona kibarca yemesini söyledik,” diyerek Lily’yi işaret etti. “Lily, ona özellikle yemek istediği bir şey olup olmadığını sordu ve onun için pişirebileceğini bile söyledi.”

“O ne dedi?” diye sordu Remus.

James, önce Lily’le göz göze geldi, ardından ise gözlerini kaçırdı.

“Dumbledore’un kalbini kesip pişirmesini söyledi. Belki onu yermiş.”

Sirius, içkisini yudumlarken neredeyse boğuluyordu.

“Lanet olsun!” diye küfretti, çenesini silerken. “Yanlış anlama, Çatalak, ama Harry beni korkutuyor.”

“Beni de korkutuyor,” dedi James, gözlüklerini çıkarıp gözlerini ovarken. “Ona ulaşamamaktan korkuyorum. Hepimizin onu önemsediği gerçeğini kabul etmekte diretiyor. Öylesine… çok bağlı ki o canavara!” James kelimeyi tükürürcesine söylemişti. “Öyle ki, onun için kendi canına kıymaya bile niyetli! Fudge’ın bize verdiği bu dört aylık süre içinde böyle bir şeye kalkışmasından korkuyorum!”

Lily mutfağı adımlayıp James’in yanına geldi ve iki elini de onun omzuna yerleştirerek kendisine bakmaya zorladı.

“Böyle bir şey olmasına izin vermeyeceğiz,” dedi, ikna edici bir ses tonuyla. “Harry’ye adım adım ulaşacağız.”

Lily, James’e bir moral öpücüğü verdi. James ise başını kaldırıp ona bakarak iç geçirdi.

“Ben sadece, ne yapacağımı bilmiyorum,” diye itiraf etti. “Harry’nin bir değişim göstermesi için sadece dört ayımızın olması beni endişelendiriyor. Bu çok kısa bir zaman ve Harry çok inatçı!”

“Aynı babası gibi,” dedi Lily, gülümseyerek.

James başını kaldırıp Lily’ye baktı; yorgun yüzüne zoraki bir gülümseme yerleştirdi.

“Evet, önceden bunun çekici bir özellik olduğunu düşünürdüm,” dedi. “Şimdi fark ediyorum ki, öyle değilmiş.”

Lily bir anda düşünceli görünerek yerinde doğruldu.

“Bize yardımcı olabilecek bir şey geldi aklıma,” dedi.

Aceleyle kapıya yöneldi.

“Bekle, nereye gidiyorsun?” diye sordu James.

“Geçen sefer Harry’nin inadını kırmayı başaran tek insanı getirmeye,” diye cevapladı Lily, kapıdan çıkıp gözden kaybolurken.

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #18: Kötü Tavırlar [Kısım 2] için tıklayın!

Çeviren: Dilara Uysal