[Kısım 2]
Akşam yemeği sona ermiş, öğrenciler ortak salonlarına, Profesör’ler ise şahsi odalarına ya da dersliklerine çekilmişti. Harry’nin tüm gün beklediği an, bu andı. İksir laboratuvarına giderek kendine üç tane kazan kurdu. Aynı anda Kan Tazeleme, Ağrı Giderici ve Antiseptik merhem iksirlerini hazırlamaya koyuldu; Ron’un ona verdiği iksir henüz etkisini yitirmemişken işini bir an önce halletmek istiyordu. Harry her ne kadar ona izin vermek istemese de, çocuk temiz bandajlar sararak iyi bir iş çıkarmıştı. Damien ona uzun uzun hikâyeler anlattığı günlerden birinde, Ron’un Şifacı olmak istediğini söylemişti. Koluna sardığı bandajların düzgünlüğüne bakılırsa, çocuğun bu işe doğuştan yeteneği var gibi görünüyordu.
Yarım saat kadar sonra, üç kazan da aynı anda mutlu mutlu fokurduyordu; Harry ise aralarında gidip geliyor, birine sıradaki malzemeleri eklerken diğerlerini karıştırıyordu.
İksir laboratuvarının kapısı aralandı ve Damien kafasını içeri sokarak gözleriyle Harry’yi aradı. Ağabeyini kazanlardan birinin önünde, başı öne eğik, son malzemeyi keserken gördüğünde içeri girdi. Damien kazanlara dikkatle bakarak Harry’ye yaklaştı.
“Ne yapıyorsun?” diye sordu.
“Mısır patlatıyorum,” diye cevap verdi Harry, başını kaldırıp bakmadan.
Damien gülümsedi.
“Tatlı mı tuzlu mu?”
Harry başını kaldırıp yeşil gözleriyle Damien’a ters ters baktı; ona öyle baktığını gören Damien ise ağırlığını bir ayağından diğerine vererek yerinde huzursuzca kıpırdandı.
“Yardım lazım mı?” diye sordu Damien.
“İksir yapımından anlar mısın?”
“Bir kere, bizim annemiz bir İksir kraliçesi,” dedi Damien. “Ben üç yaşımdan beri iksir yapıyorum.”
Harry tek kaşını kaldırdı.
“Üç mü?”
Damien elini salladı.
“Biraz salladım tabii, ama sen beni anladın.”
Harry bir süre onu inceledikten sonra, yüzünü kazanlardan birine dönerek başını aşağı yukarı salladı.
“Üç iksirden ikisinin adını doğru bilirsen, yardım edebilirsin,” dedi.
Damien, her zamanki azimli haliyle, ilk kazana doğru ilerledi. Fokurdayan karışıma dikkatlice baktı ve masada arda kalan malzemeleri inceledi. Başını kaldırıp Harry’ye baktı.
“Kan Tazeleme İksiri,” dedi.
Harry başıyla onaylayıp ikinci kazanı işaret etti.
Damien diğer kazanın önüne gelip kaynayan solüsyonu kokladı. Malzeme artıklarına da baktıktan sonra anlamak için biraz düşündü. Bu sefer başını kaldırdığında, biraz tereddütte kalmış gibi görünüyordu.
“Ağrı Giderici İksir mi?”
Harry sırıttı.
“Güzel deneme,” dedi. Önündeki kazanı göstererek, “Ağrı Giderici İksir bu. O ise,” diyerek Damien’ın önünde duran kazanı işaret etti, “Antiseptik merhem.”
“Bu adil değil!” diye isyan etti Damien. “Bu teknik olarak bir iksir değil.”
“Ee?”
“Ee yani, sen bana iksirlerden ikisini tahmin etmemi söyledin, ben ise ikisini de buldum.”
“Merhemi, Ağrı Giderici zannettin,” diye belirtti Harry.
“Fark etmez,” diyerek karşı çıktı Damien. “Bu kazanlardan ikisinde bulunan iki iksiri de doğru bildim, yani ben kazandım ve yardım edeceğim.”
Eline karıştırıcıyı alıp ilk kazanın başına geçti. Kazana dokunmadan önce, Harry’ye yan yan bakıp ona kızıp kızmadığını anlamaya çalıştı. Ama Harry’nin keyfi hiç olmadığı kadar yerinde görünüyordu.
“Söylemeliyim ki, daha önce iksir yapmaya bu kadar meraklı kimseyi görmemiştim.”
Damien gülümseyerek iksiri saatin tersi yönüne çevirmeye başladı.
“Bunun iksir yapmakla ilgisi yok,” diye açıkladı, “bu daha çok yardım etmek istemekle ilgili.”
“Yardımını istemediğimi sana söyledim, sanıyordum.”
“Fark etmez,” dedi Damien. “Sen benim ağabeyimsin. Sen ne düşünürsen düşün, ben sana yardım edebildiğim sürece edeceğim.” Gözleri Harry’nin bandajlı koluna kaydı ve bir anda kolunun kanlı ve yaralı hali gözünün önüne gelince midesi ters dönmüş gibi hissetti. “Sen benim kanımdansın,” dedi. “Canın yandığında ya da kan kaybettiğinde, bu beni de ilgilendirmez mi?”
Harry durdu; önündeki kazana dönmeden önce bir süre bakışları Damien’ın üzerinde kaldı. Konuşması biraz vakit almıştı.
Derin bir iç geçirerek “Damien,” dedi. “Bu… bu, devam ettirdiğin kardeşlik şeyi,” başını kaldırıp ona baktı, “seni bir gün fena halde hayal kırıklığına uğratacak.”
Damien’ın gülümsemesi yüzünde soldu, gözlerindeki ışık ise bir anda kaybolmuştu. Kendini gülümsemek için yeniden zorlayarak iksiri karıştırmaya devam etti.
“Sence de, bu iksir biraz fazla katı değil mi?” diye sordu.
“Damien, ben ciddiyim,” dedi Harry, konuyu değiştirmesine izin vermeyerek. “İstediğin şey, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek. Senin kanından olabilirim, ama hiçbir zaman senin ailen olmayacağım,” diyerek sayısız kez tekrarladığı sözlerini yineledi. Ancak, bu sefer bunu kızgın bir tonda söylememiş, ciddi bir tonda söylemişti. “Benim ailem başka biri,” dedi Harry, alçak sesle. Başını kaldırıp Damien’ın gözlerine bakarak ekledi: “ve ona asla sırtımı dönmeyeceğim.”
Damien konuşmadı. Bir süre öylece Harry’nin gözlerine baktı. Karıştırıcıyı bırakarak kazanın altında yanan alevi söndürdü. Yüzünü tekrar Harry’ye döndüğünde, zoraki bir gülümseme takınarak hüznünü belli etmemeye çalıştı.
“İksir için gidip şişe getireyim,” dedi ve odanın arkasında duran kutulara doğru ilerledi.
Harry onun gidişini izlerken, içinde tuhaf bir suçluluk duygusu hissetti ki, Damien bunu ona hissettirmeyi başaran tek kişiydi. Kendi kendine doğru olanı yaptığını söyledi. Damien’a umut vermenin hiçbir anlamı yoktu. Harry, bir Potter değildi ve hiçbir zaman da olmayacaktı. Damien’ın yalnızca bunu kabul etmesi gerekiyordu.
Yatakhane kapısının tıklanma sesi, Harry’yi şaşkına çevirdi. Şu an yatakhanede olan tek kişi kendisiydi, çünkü tüm oda arkadaşları kahvaltı için aşağıya inmişti. Sesi duymamış gibi yapmaya karar verdi. Her kim ise, nasılsa vazgeçip giderdi. Ama yanılmıştı; ikinci tıklamanın ardından, kapının tokmağı döndü ve kapı yavaşça aralandı.
Harry, yatağında otururken, kimin geldiğini görmek için boynunu uzattı. Kapının arkasında minyon bir siluet belirmiş, çıt çıkarmadan içeri girmişti. Ginny, Harry ile göz göze gelince, adımlarının ortasında dondu kaldı. Harry, Ginny’nin içeriye daha da gelmek için kendi kendine sessiz bir mücadele verdiğini görebiliyordu.
“Selam,” dedi Ginny ve arkasından kapıyı kapattı.
Harry ise onu hafif bir baş hareketiyle selamladı.
“Ne istiyorsun?” diye sordu.
Ginny yerinde huzursuzca kıpırdandı. Kızın arkasından gelen hışırtıya bakılırsa, elinde plastik bir torba taşıyordu.
“Kahvaltıya inmedin,” dedi Ginny. “Dün de yemek saatlerinde yoktun…”
Harry tek kaşını kaldırdı.
“Peki, bu seni neden ilgilendiriyor?”
Ginny başını kaldırıp ona baktı.
“İlgilendirmiyor,” diye hızla çıkıştı. “Sadece…” Saçını kulağının arkasına alarak yerinde daha da doğruldu, “gelip bir bakmak istedim… bilirsin işte… iyi olup olmadığına.”
Harry’nin bakışları öyle bir karardı ki, keyfi tamamen kaçmıştı.
“Kes şunu,” dedi.
Ginny kaşlarını çattı.
“Neyi keseyim?”
“Kafanda yarattığın o saçma sapan düşünceyi!” diye çıkıştı. “Daha önce de söyledim ve tekrar söylüyorum; ben hiçbirinizin hayatını falan kurtarmadım! Barakaya yalnızca Gündüz Gezen’lerle düello etmek için geldim, o kadar!” Son iki kelimeyi tıslarcasına söylemişti. “Bana hiçbir şey borçlu değilsin. Senin arkadaşlığını falan da istemiyorum,” diye ekledi alaycı bir tonla. “O yüzden sadece… beni yalnız bırak.”
Ginny hiçbir şey söylemeden orada öylece kalakaldı. Harry söyleyeceklerini bitirdiği zaman ise konuştu.
“Anladım,” dedi; kelimeyi yavaşça ve uzatarak söylemişti. “Hogsmeade’de düello edecek yeteri kadar Gündüz Gezen olmadığı için barakaya kadar onca yolu geldin, öyle mi?
“Liderlerini istiyordum,” diye inatla devam etti Harry.
“Yani, barakaya bizi kurtarmaya gelmedin, o zaman?” diye sordu.
“Hayır, dedim ya!”
“Peki, sen Damien’ı aramaya çıkmamış mıydın?”
Harry bocaladı; uzun bir süre bir şey söyleyememesi Ginny’yi gülümsetti.
“Neden onu aramaya çıkayım ki?” diye sordu Harry.
“Çünkü o senin kardeşin,” diye cevapladı Ginny.
Harry’nin bakışları karardı.
“Değil…!”
“Evet, biliyorum,” diyerek bıkkınlıkla elini salladı Ginny. “Tamam, anladık, onu kardeşin olarak kabul etmiyorsun vesaire vesaire.” Harry’nin yüzündeki şaşkın ifadeye bakıp gülümsedi. “Eğer bu seni daha iyi hissettiriyorsa, kendi kendine söylemeye devam edebilirsin.”
“Saçma sapan konuşarak nereye varmaya çalışıyorsun?” diye sordu Harry.
Ginny Harry’ye doğru birkaç adım yaklaştı.
“Bizi sevmediğini biliyorum,” diye başladı, “gerçek şu ki, ben de seni sevmi…”
“Anlamana sevindim, şimdi çık git buradan,” diyerek onun sözünü kesti Harry.
“Bitirmeme izin ver,” dedi Ginny. “Senden hoşlanmıyor olabilirim, ama bu senin, benim hayatımı üç kez kurtardığın gerçeğini değiştirmez ve ayrıca, senin bunu isteyerek yapmamış olman da bir şeyi değiştirmez.”
“Tabii ki, değiştirir,” dedi Harry, “tüm bunlar, isteyerek yapılması gereken şeyler.”
“Senin için öyle olabilir,” dedi Ginny, “ama benim için önemli olan tek şey, benim hayatımı, kardeşimin ve arkadaşlarımın hayatlarını kurtarmış olman. Ve bu yüzden de, hiç değilse iyileşene kadar nasıl olduğunu bilmek zorundayım. Ancak ondan sonra, sen yine o çekilmez pislik haline geri dönebilirsin ve ben de seni yeniden görmezden gelebilirim. “
Harry bocaladı; çatılmış kaşları yavaş yavaş düzeliyordu.
“Beni rahat bırakacağına söz veriyor musun?”
“Sen ayağa kalkıp iyileşir iyileşmez, sana sırtımı döneceğim,” diye cevapladı.
“Söz mü?” diye sordu Harry.
“Söz,” diyerek onayladı Ginny.
Harry’nin gülümsediğini gören Ginny’nin nefesi kesildi. Tüm yüzünü aydınlatan gülümsemesi ve gözlerinin ışıltısı, Ginny’nin dizlerinin bağını çözmüştü. Yüzüne zoraki bir gülümseme yerleştirerek Harry’nin karşısına, Ron’un yatağına doğru yürüyüp oturdu. Plastik torba bacağına değerek hışırdıyordu.
“Sanırım bu duruma birkaç gün katlanabilirim,” dedi Harry. Gözlerini beyaz plastik torbaya dikti. “Torbada ne var?”
“Aa, evet, şey.” Ginny kendini toparlamaya çalışarak hızla plastik torbayı açtı ve içinden düzgün bir şekilde katlanmış bembeyaz bir gömlek çıkardı. “Bunu sana geri vermek istemiştim.” Ayağa kalkarak elinde gömlekle Harry’ye yaklaştı. “Lekelediğim için tekrar özür dilerim.”
Harry elini uzatarak gömleği ondan aldı; alırken parmakları onunkilere değince, Ginny vücudunun baştan ayağa titremesine engel olamadı. Harry gömleği kucağına koydu ve başını kaldırıp ona baktı.
“Bunu geri vermen biraz fazla sürdü sanki.”
Harry’nin sözleri Ginny’yi derhal kendine getirdi. Kaşlarını çattı.
“Ee, kusura bakma, meşguldüm!”
“Bugüne mi fırsat buldun?” diye sordu Harry.
“Evet, yani,” Ginny bir süre duraksadı. “Bugünün doğru bir zaman olduğunu düşündüm. Temiz bir gömleğe ihtiyacın var gibi görünüyor, değil mi?”
Harry bakışlarını üzerindeki kıyafetine indirdi; üzerinde dün geceden kalma kırmızı ve kahverengi lekeler olduğunu fark etti. Uyurken de bandajlardan kan sızmış olmalıydı. Tekrar başını Ginny’ye doğru kaldırdı. Haklıydı, onunla bu konuda tartışamazdı, gerçekten üzerini temiz kıyafetlerle değiştirmesi gerekiyordu.
“Peki, en azından gömleğimi geri almış oldum.” Gömleği kucağından alarak şöyle bir inceledi. “İyi iş çıkarmışsın, Weasley.”
“Ginny,” diyerek onu düzeltti Ginny, “bu süre zarfında birbirimize nazik olmalıyız.” Harry’nin bakışları altında sesi git gide kısılmıştı.
Harry bir süre öylece durdu ve dudakları hafif bir gülümsemeyle kıvrıldı.
“Ginny,” diye tekrarladı.
Tuhaf bir his Ginny’yi ele geçirmiş, midesinde kelebeklerin uçuşmasına yol açmıştı. İsminin onun dudaklarından döküldüğünü duyunca, tüm vucüdu yeniden ürpermişti. Yüzünün git gide kızardığını hissederek bakışlarını yere indirdi.
“Ee, o zaman, ben artık… gideyim.” Kalkıp kapıya doğru gitmeden önce, çok kısa bir an onunla göz göze geldi.
“Ee, Ginny?”
Ginny kapıda durarak arkasına dönüp ona baktı.
“Evet?”
Harry elinde tuttuğu gömleği kaldırdı; parmakları gömleğin yakasını tutuyordu.
“Bu benim gömleğim değil.”
Ginny gülümsedi; yanaklarına hafif bir pembelik gelmişti.
“Evet, biliyorum,” dedi ve Harry’nin sorgulayan bakışlarına karşılık açıklamaya koyuldu. “Değiştirmek zorunda kaldım. Bak, gömleğindeki tüm o mürekkep lekelerini yok etmeye çalıştım, ama ne kadar uğraşsam da, şey, çamaşır yıkamak pek uzmanlık alanlarımdan biri sayılmaz.”
Harry gülmemek için kendini zor tuttu, ama yüzünde tuhaf bir ifadenin oluşmasına da engel olamamıştı.
“Nasıl oldu, peki?” diye sordu.
Ginny, o anların hatırası aklına gelince biraz utanmış olsa da gülümsedi.
“Mürekkepleri çıkarayım derken, lekelerin yerinde… koca koca delikler oluştu.”
Harry’nin kaşları havaya kalktı.
“Delik mi?”
“Yine de, lekeler çıkmış oldu,” diyerek çıkıştı Ginny
Harry başını iki yana sallarken gülmememek için kendi kendine mücadele veriyor gibi görünüyordu.
“İyi ki, gömlek üzerimdeyken lekeleri çıkarmanı istememişim.”
Ginny’nin gözleri aniden büyüdü ve sinsi sinsi sırıttı.
“Aslında, onu tam da senin üzerinde hayal ederek temizlemiştim.” Harry’nin kalkan kaşına karşılık omuzlarını silkti. “Slytherin maçını kaybettiğimiz günün gecesiydi ve sana fena halde öfkeliydim.”
Harry bu sefer kıkırdamasına engel olamadı. Eğlenerek başını iki yana salladı.
“Peki, bu nereden çıktı?” diye sordu, elindeki yeni gömleği kaldırarak.
“Hogsmeade,” dedi Ginny.
Harry başıyla onayladı, ama bir şey söylemedi. Başını kaldırıp ona bakarken yeşil gözlerini ondan ayırmıyordu; bunun üzerine, Ginny’yi saran o tuhaf his yeniden belirmişti. Midesinde adeta kelebeklerin uçuştuğunu hissediyordu. Eliyle arkasındaki kapının tokmağını yokladı ve bulur bulmaz da hızla çevirip kapıyı açtı. Harry’ye son bir kez gülümseyip hızlı bir hoşça kal dedikten sonra, kendini odadan dışarı attı. Kapıyı arkasından kapatıp bir süre orada öylece dururken kalbinin ne kadar hızlı attığını fark etti. Ne kadar istemese de, gülümsemesine engel olamadı; konuştukları tekrar tekrar kafasının içinde dönüp duruyordu.
Çeviren: Tuba Toraman