Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #33: Hayal Kırıklığı

Karanlık Prens - İçimdeki Karanlık #33: Hayal Kırıklığı

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

31. BÖLÜM [Kısım 2]

32. BÖLÜM [Kısım 1]

32. BÖLÜM [Kısım 2]

Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı kaçırıp öldüremeyince kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin otuz üçüncü bölümü!

bölüm 33

Hayal Kırıklığı


Molly ve Arthur Weasley telaşla McGonagall’ın odasına doğru ilerlerken, ayak sesleri dar koridorda gürültüyle yankılanıyordu. Titreyen bacaklarla koridor boyunca yürüdüler; yüzleri kül rengine dönmüş, dudakları ise kupkuru olmuştu.  Minerva’dan aldıkları çağrı, onlara, çocuklarının Hogsmeade’deki Gündüz Gezen saldırısına karıştıklarını, ama durumlarının kötü olmadığını söylemişti.

Nihayet kapıyı gördüklerinde, Molly koşmaya başladı; gözlerinde yaşlar birikmeye başlamıştı bile. Kapıyı vurmadan açtı. Gördüğü ilk şey, bir sandalyede oturmakta olan Ginny’di, Ron ise hemen yanında oturuyordu. Ginny, çıkan ani sese doğru döndü.

“Anne!”

Ginny yerinden hızla fırlayıp annesinin kollarına doğru koşarken, Molly ile Arthur da aceleyle ona doğru koştular.

“Ah, Ginny! İyi misin? İyi misin?” diye sordu Molly, kızına sımsıkı sarılırken.

Arthur da aynı soruyu sorarak koşup Ron’a sarıldı.

“İyiyim, anne, gerçekten iyiyim,” diyerek onu ikna etmeye çalıştı Ginny.

Molly Ron’a dönerek onu kendine çekti; gözyaşları yanaklarından sessizce dökülüyor, çocuklarının hayatta olmasına içten içe şükrediyordu.

Minerva oturduğu yerden kalkarak telaşlı ebeveynlerin yanına ulaştı.

“Gelip çocukları bizzat görmenizin en iyisi olacağını düşündüm. Fena halde sarsılmışlardı.”

“O kadar da değil,” diye karşı çıktı Ron, cılız bir sesle; ama annesinin güvenli kollarında olmaktan da bir hayli memnundu.

“Aradığında, aklımızdan en kötüsü geçti,” dedi Molly, ağlayarak.

“Anlamadığım şey,” diye başladı Arthur, “oradan nasıl çıktınız?”

“Harry,” diye cevapladı Ginny. “Harry bizi kurtardı.”

Arthur ile Molly’nin ne kadar afalladıkları yüzlerindeki ifadeden anlaşılıyordu.

“Ama… yani… iyi ama neden…?” diye başladı Molly, “Anlamıyorum.” Bir açıklama beklercesine McGonagall’a baktı.

“Ben de en az sizin kadar şaşkınım,” diye cevapladı McGonagall. “Ama dedikleri doğru. Onları Gündüz Gezen’lerden kurtaran kişi, Harry Potter’dı.”

Arthur ile Molly, Ron ve Ginny’ye çok sayıda sorular sordular. Çocuklar da onlara neler olduğunu, Sirius’un talimatıyla Bağıran Baraka’ya nasıl koştuklarını, altı Gündüz Gezen’in etraflarını nasıl sardığını ve Harry’nin tam zamanında gelip onları nasıl kurtardığını bir bir anlattılar. Harry’nin Gündüz Gezen’lerle nasıl düello ettiğini anlattıkları kısmı, Arthur ile Molly ağzı açık bir halde dinlediler; Ron, Harry’nin o iğrenç yaratık tarafından nasıl ısırıldığını ve yaralandığını anlatırken ise, Molly nefesini tuttu.

“Yüce Tanrım, şimdi nasıl?” diye sordu.

Ron ile Ginny, bu soru karşısında birden durgunlaştılar.

“Hastane Kanadı’nda, çok kötü yaralanmış durumda,” diye cevapladı Ron.

“Gündüz Gezen’lerin altısıyla birden yetişkin bir büyücünün bile baş etmesi bu kadar zorken, buna şaşırmamak gerek; üstelik Harry daha reşit bile değil,” dedi Arthur.

“Onu hastanelik eden şey, Gündüz Gezen’ler değildi,” dedi Ginny. “Moody idi!”

“Alastor mu?” diye sordu Arthur, kaşlarını çatarak. “Bu da ne demek oluyor?”

“Yanında dört Seherbaz’la birlikte bir anda gelip Harry’ye saldırdı!” dedi Ron.

“Yo, o böyle bir şey yapmaz!” diyerek başını iki yana salladı Molly.

“Anne, biz oradaydık! Onu gördük! Ona işkence etti!” dedi Ginny.

“Alastor öyle birisi değil,” diyerek söylenenleri reddetti Molly. Ama sonra bir anda durup, “aslında, biraz fevri biri olduğu söylenebilir…” Başını tekrar iki yana salladı, “ama o kimseye işkence etmez, hele Harry’ye hiç. Her şey bir yana, o daha bir çocuk.”

“Anne! Bizi dinle!” diye bağırdı Ron. “Onu gördük diyorum! Ona durması için bağırdık, onu durdurmak için mücadele ettik, ama o Harry’nin canını yakmaya devam etti. Yemin ederim, onu öldürmek istiyor gibi bir hali vardı!”

“Tamam, bu kadarı yeter.” Arthur sakinleşmesi için elini Ron’un omzuna koydu. “Sanırım, durumu biraz abartıyorsunuz.”

“Aslında, abartmıyorlar,” diyerek araya girdi McGonagall. “Ne yazık ki, söyledikleri doğru. Alastor Harry’ye saldırmış ve onu fena halde yaralamış. Konuştuğumuz gibi, çocuk şimdi Hastane Kanadı’nda ve acil tedavi görüyor.”

Molly konuşamayacak kadar şok içinde görünüyordu. Arthur, arkadaşının böyle bir şeyi yapmış olmasını kabullenemiyor, başını iki yana sallıyordu.

“Durumu ne kadar kötü?” diye sordu Arthur. “Yani, çok da kötü olamaz herhalde, değil mi? Öyle olsa, James Harry’yi St Mungo’ya götürürdü.”

McGonagall soğukkanlılığını korumak için fazladan bir çaba sarf ediyordu. Gözlüklerini düzeltti ve başını kaldırıp Arthur’un gözlerine baktı.

“Birisi –ki biz Alastor’dan şüpheleniyoruz– Harry’ye Bartra Bilekliği takmış.” Molly’nin de Arthur’un da yüzlerinden belli belirsiz bir iğrenme ifadesi geçti. “Alastor’un şuan nerede olduğu bilinmiyor, o yüzden Bartra’yı çıkartamıyoruz; o şey Harry’nin üzerindeyken, Hogsmeade’den çıkması mümkün değil.” Minerva üzgün bir halde başını iki yana salladı. “Poppy elinden geleni yapıyor, ama Harry’nin yaraları, ne yazık ki, korkunç boyutta.”

“Alastor’un böyle bir şey yaptığına inanamıyorum!” dedi Molly, başını sallayarak.

“Ona durması için yalvardık,” dedi Ginny, “ama bizi duymadı bile.”

“Bizi duymak istemedi,” diyerek onun sözlerini düzeltti Ron. “Tamamen gözü dönmüş bir haldeydi. Yemin ederim, Harry’yi öldürecek sandım.”

Minerva ince burnunun üzerinde duran gözlüğünü yeniden düzeltti.

“Neyse ki, başaramadı.”

* * *

James ile Lily, Hastane Kanadı’nda, odanın ortasında duran ve etrafı beyaz perdelerle gizlenmiş yatağa gözlerini dikmiş bekliyorlardı. Poppy, Harry ile ilgilenirken onlardan geride durmalarını istemişti. Hatta onlara dışarıda beklemelerini söylemiş, ama kabul etmemişlerdi. Böyle bir zamanda, Harry’den uzakta durmayı kaldıramazlardı.

Perdeler aniden açıldı ve arkasında Poppy belirdi; yüzü açıkça telaşlı ve solgun görünüyordu. Hızla malzeme dolabına doğru ilerledi ve içinden çok sayıda tıbbi malzeme çıkardı.

“Poppy?”

Poppy dönüp Lily’ye baksa da, aceleyle başını iki yana salladı.

“Şimdi seninle konuşamam,” diyerek perdeli yatağa doğru ilerledi.

“Poppy, lütfen, bir şey söyle, iyi mi?” diye sordu Lily, ona doğru koşarak.

“Durumu karışık,” diye cevapladı Poppy, “sana şuan gerçekten bir şey söyleyemem.”

Perdelerin ardında yeniden kayboldu. Lily, onun Harry’ye yumuşak fısıldamalarını duyabiliyordu; ona sadece kısa bir süre daha acıya dayanmasını söylüyordu. Harry’nin de sesini duydu; zar zor duyulan bir inlemeyle acı ve ıstırap çektiği anlaşılıyordu. Lily daha fazla dayanamadı. Perdelerin ardında duran kişi, onun oğluydu ve oğlu şuan acı çekiyordu. Onu görmek zorundaydı.

Yavaşça perdeyi çekerek yalnızca Harry’yi görebilecek ölçüde aralık tuttu. İlk gözüne çarpan şey, kandı. Her yer kan içindeydi; Harry’nin altındaki çarşaftan tut da kıyafetlerine kadar her yer boydan boya kana bulanmıştı; sol kolu mide bulandıracak kadar kan revan içindeydi. Ama Lily’yi kandan da ziyade, Harry’nin kendi görüntüsü üzmüştü. Yatakta kıvrılarak yatıyor, sağ eliyle göğsüne bastırıyordu. Gözlerini sımsıkı yummuş, kesik kesik nefes alıyordu ve çektiği ıstırap yüzünden okunabiliyordu. Poppy çaresiz bir şekilde onu sabit bir şekilde tutmaya çalışıyor, vücuduna ağrı kesici enjekte edebilmek için elinde bir şırınga tutuyordu; belli ki, Harry bir şeyler içebilecek durumda değildi. Bu, Şifacı’ların sık kullandıkları bir yöntem olmasa da, nadir vakalarda görülebiliyordu.

Lily, James’in arkasına gelip durduğunu hissetti. Poppy üzerine dikilmiş gözleri fark etmiş olacak ki, başını kaldırıp onlara baktı.

“Lily, lütfen…” diye fısıldadı.

Tam o anda, Harry zar zor gözlerini açtı ve James ile Lily’ye baktı. Acı çeken gözleri Lily’ninkilerle buluştu ve hemen ardından, gözlerini kapatıp yüzünü öbür tarafa çevirdi.

“Söyle onlara… gitsinler!” diye tısladı, zorlukla.

“Harry…” diye hıçkırarak ağladı Lily, ona doğru bir adım ilerlerken; ama James onu durdurdu.

“Poppy… söyle… gitsinler!” diye sözlerini yineledi Harry, Poppy’nin elini tutup çekerek.

Okul Şifacısı, arkadaşlarına özür dilercesine baktı.

“Üzgünüm,” dedi, yatağın etrafından yürüyüp James ile Lily’nin durduğu yere gelerek. “Gitseniz iyi olur, onu bu halde görmek istemezsiniz,” diyerek onları yatıştırmaya çalıştı.

James Lily’yi çekerek uzaklaştırırken, Poppy de perdeyi çekip Harry’yi görüş alanlarından uzaklaştırdı.

* * *

“James, anlamaya çalış…”

“Onu savunmaya kalkışırsan, Tanrı yardımcın olsun, Dumbledore!”

Dumbledore duraksadı.

“Ortada bir yanlış anlaşılma var. Alastor, Harry’nin çocuklara saldırdığını zannetmiş…”

“O zaman, aynı çocuklar ona durması için bağırdığında neden dinlememiş?” diye sordu James.

“Alastor’un nasıl biri olduğunu bilirsin.”

“Umurumda değil.” James, yerinde oturmakta olan Dumbledore’a doğru yaklaştı; her iki eli de yumruk halini almıştı. “Alışkanlıkları ne olursa olsun, bu, yaptığı gerçeği değiştirmez!” Harry’nin Hastane Kanadı’nda acı içinde yattığı halinin görüntüsü gözünün önüne yeniden gelince, çenesi kaskatı kesildi. Gözlerini kapatarak oğlunun kanlar içindeki görüntüsünü kafasından atmaya çalıştı.

“Ne olsun istiyorsun, James?”

James başını kaldırıp Dumbledore’a baktı.

“Ne mi istiyorum?” diye sordu. “Onun kellesini istiyorum!”

“James…”

“Cezalandırılmasını istiyorum,” dedi James. “Moody gitmeli.”

Dumbledore’un kaşları kalktı.

“Gitmeli derken?”

“Evet, gitsin,” diye tekrarladı James. “Onun Hogwarts’tan gitmesini, oğlumdan mümkün olduğunca uzaklaşmasını istiyorum. Onun Yoldaşlık’tan da gitmesini istiyorum.”

Dumbledore başını iki yana sallamaya başladı.

“Çok üzgünsün, o yüzden anlıyorum…”

“Moody’nin Yoldaşlık’ta yeri yok. On altı yaşında bir çocuğun canını yakan bir adamın bizim aramızda ne işi olur?” diye sordu James.

“Bunu yapamam,” diye cevapladı Dumbledore.

“Neden?”

“Alastor ömrünün yarısından fazlasını Yoldaşlık’a adadı.”

Harry Potter

“Ne adadığı benim umurumda bile değil!” diye tısladı James. “Neredeyse oğlumun canını alacaktı! Çocukları korumaya çalışıyor olması da, ne yaptığını zannettiği de beni zerre ilgilendirmiyor! Tek bir gerçek var, o da benim Harry’mi bağlayarak ona zarar vermiş olması! Onun gitmesini istiyorum!”

Dumbledore ayağa kalktı.

“Üzgünüm, James. Harry’ye olanlar için üzgünüm,” dedi, içtenlikle. “Alastor’la konuşacağım; söz veriyorum, yaptıklarının hesabını verecek. Ama ona gitmesini söyleyemem. Ona burada ihtiyaç var.”

“Burada ihtiyaç mı var?” diyerek dudak büktü James.

Dumbledore masasının arkasından çıkarak James’e doğru yürüdü ve onun önüne gelerek durdu. İki elini de James’in omuzlarına koydu.

“Alastor’dan Hogwarts kapılarında kalmasını isteyeceğim. Böylece, Harry Hogwarts’ta olduğu sürece içeri adımını atmayacak ve bir daha karşılaşmış olmayacaklar.”

“Yeterli değil…”

“James,” diyerek onun sözünü kesti Dumbledore, “Alastor’a burada ihtiyaç var. Kapıların dışarısında duracak.”

Dumbledore’un son sözlerindeki keskinlik, James’in dikkatinden kaçmadı. Boyunu iyice dikleştirip Dumbledore’un gözlerine baktı.

“Onu nerede tutarsan tut.” Elini kaldırarak Dumbledore’un omuzlarını tutan ellerini itti. “Ama şunu iyi bil ki, oğlumun yanına bir daha yaklaşacak olursa, onu öldürürüm.”

* * *

Bir sonraki sabahın ilk güneş ışıkları revire vurduğu anda, Harry uyandı. Ortamın sessizliği ve huzuru, Harry’ye bir kez daha revirde tek hastanın o olduğunu söylüyordu. Kıpırdamadan yatmaya devam etti; kaskatı kesilmiş ve ağrılı vücudunu hareket ettirmeyi denemeden önce cesaretini toplamaya çalışıyordu. İhtiyatla, sol kolunu kaldırdı; kolu ıstırapla zonklamaya başlayınca içinden küfrederek acıyla yutkundu. Hemen pes ederek yatmaya devam etti. Ağır ağır nefes alarak ve acının azalmasını umut ederek, yeniden denedi.

Koluna şöyle bir baktığında, kolunun kıpkırmızı olduğunu gördü; sanki birisi çelik bir süngerle derisini ovmuş gibi görünüyordu. Omzu kaskatı ve ağrılıydı. Omzunu kaplayan sargıların kalınlığına bakılırsa, Gündüz Gezen’in ısırdığı yerin iyileşmesi pek mümkün görünmüyordu. Dirseğinin hemen altından bileğine kadar olan bölge de beyaz sargılarla sarılıydı. Olan bitenler bir anda aklına gelince, küfretti. Yeterince hızlı hareket edememiş, kılıçlardan biri ön kolunu boydan boya keserek Bartra Bilekliği’ni harekete geçirmişti; tam da bu yüzden, yakalanmış ve hemen ardından ısırılmıştı.

Harry, dudaklarını ısırarak kolunu biraz daha kaldırdı ve bileğini kontrol etti. Kıpkırmızı bileklik hâlâ bileğindeydi. Dudaklarına yerleşen alaycı bir gülüşle gözleri kapattı.

“Seherbaz’lar ve verdikleri sözler,” diye mırıldandı, alçak bir sesle. Kingsley’nin barda ona söylediklerine nasıl olup da inandığını bilmiyordu. Sanki onu bu işkenceden en yakın zamanda kurtaracaklarmış gibi…

Karşısındaki kapı açıldı ve yorgun görünen Poppy ofisinden çıktı. Harry’nin yatağını çevreleyen perdeler, Poppy’nin ofisinden görebileceği ölçüde aralık bırakılmıştı; gece boyunca düzenli aralıklarla onu gözlemlemesi gerekmişti. Gülümseyerek Harry’ye doğru ilerledi.

“Nasıl hissediyorsun?” diye sordu.

“Enfes,” diye cevapladı Harry. “Gündüz Gezen’in teki gelip omzumdan bir ısırık almamış olsaydı,  maratonda koşabilirdim!”

“Görüyorum ki, alaycılığın geri gelmiş. O zaman daha iyi hissediyor olmalısın,” diyerek gülümsedi Poppy.

“Alaycılık, aptal sorulara cevaben oluşur.”

“Öyle mi dersin?” diye sordu Poppy, Harry’nin yaşamsal değerlerini kontrol etmek için asasını üzerinde gezdirirken. “Dün bana gerçek bir korku yaşattın,” dedi, alçak bir sesle. “Buraya getirildiğinde, öldüğünden neredeyse emindim.”

Harry gülümsedi.

“Kim? Ben mi öleceğim?” diyerek başını iki yana salladı. “Benden o kadar kolay kurtulamazsın.”

Poppy, bir Kan Sayım Büyüsü yaparak, onun kan basıncını kontrol etti, ardından ise yaralarına bir göz atıp üzerlerini yeniden kapatmaya koyuldu.

“Anlamıyorum,” diye mırıldandı, endişe içinde. “Yan tarafındaki kesikler ile kolun şimdiye kadar iyileşmiş olmalıydılar ve bu ısırık yarası da hâlâ kanıyor.”

“Kanar, tabii,” dedi Harry; Poppy omzundaki kanama dursun diye bandajı sıkıca yeniden sararken, yüzünü ekşitti. “Haketen yüzünden yaranın iyileşmesi mümkün değil, en azından şimdilik öyle.”

“Haketen mi?” diyerek kaşlarını çattı Poppy.

“Bir çeşit zehir; Gündüz Gezen’lerin dişlerinde bulunuyor. Bir kere vücuduna girdi mi, hiçbir yaranın iyileşmesine izin vermiyor. Zehrin tamamen temizlenmesi için birkaç gün gerekli.”

Poppy Harry’nin yanına oturdu.

“Sen bunları nereden biliyorsun?”

“Gündüz Gezen’ler üzerine bir yıl boyunca çalıştım. Vampirlerin nispeten yeni bir türü, o yüzden haklarında pek bir şey bilinmiyor; ama bildiğimiz bir şey var ki, çoğu vampirden çok daha güçlüler. Gün ışığında dolaşabiliyorlar, dişlerinde Haketen zehri var ve çoğu sihre karşı da bağışıklıkları var.”

“Ne kadar da sevimliler,” dedi Poppy, soğuk soğuk.

Harry kıkırdadı, ama yan tarafının bir anda acıyla zonklaması yüzünden hemen susmak zorunda kaldı.

“Benim burada ne kadar kalmam gerekiyor?” diye sordu, kaburgalarının altından gelen keskin ağrıyı umursamamaya çalışarak.

“Tamamen iyileşene kadar,” diye cevapladı Poppy, hastasına iksir getirmek için yerinden kalkarken.

“Günlerce sürebilir,” dedi Harry.

“Sürerse sürsün.”

Harry gürültülü bir şekilde iç geçirdi ve başını yastığına gömdü.

“Kırık bacağımı düzelttin, değil mi?” diye sordu.

“Elbette.” Poppy ona dönüp endişeyle baktı. “Neden? Hâlâ acıyor mu?”

“Hayır, kapıdan dışarıya koşabilir miyim diye hesaplama yapıyordum.”

Poppy ona kaşlarını çatarak baktı.

“Seni yatağa yapıştırmaya zorlama beni, Yapıştırma Büyüsü’nde üstüme yoktur.”

Harry gülümseyerek ondan iksir şişelerini aldı. Ağrı Giderici iksir şişesinin tıpasını açtı ve bir dikişte içti. Ardından Kan Tazeleme İksiri’ni eline alarak yüzünü buruşturdu.

“Bundan nefret ediyorum,” dedi, şişeyi dudaklarına götürmeden önce.

“Bir şey olmaz, alışırsın,” dedi Poppy. “Kesiklerin iyileşip yaraların kapanana kadar bundan günde dört kere içeceksin.”

Harry yüzünü ekşiterek elinin tersiyle ağzını sildi.

“Harika,” diyerek iç geçirdi.

Poppy bu sefer Harry’nin göğsüne odaklanarak asasını tekrar üzerinde gezdirdi.

“Dün gece göğsünde hissettiğin sıkışıklıkta bir değişiklik var mı?” diye sordu.

Harry göğsüne bastırdı.

“Hâlâ sıkışıyor, ama önceki kadar şiddetli değil.”

Poppy başını aşağı yukarı salladı; öfkesi gözlerinden okunabiliyordu.

“O şey çıkarılana kadar seni rahatsız etmeye devam edecek,” dedi, başıyla Harry’nin kolundaki Bartra’yı işaret ederek.

“Merlin bilir, ne zaman,” diye homurdandı Harry.

“Oh merak etme, yakında çıkmasını sağlayacağım!” dedi Poppy. “O şeyin senin yakınında dahi tutulmaması gerekirdi! Bu şeyler, kalpte telafisi olmayan hasarlara neden olmasıyla bilinirler. Sende herhangi bir kalıcı hasara yol açmaması mucizeden başka bir şey değil. Bunun bir çocuğa takılmasına müsaade edilmesi çok fazla!”

Harry sırıttı.

“Çocuk mu? Onun ben olmadığımı biliyorsun.”

“Sen on altı yaşındasın, Harry. Yasalar çerçevesinde bir çocuksun.” Başını iki yana salladı. “Bakan dedikleri o adamla olur da bir gün tanışırsam, ona söyleyecek bir çift sözüm olacak!”

Harry kıkırdadı.

“Tabii, söylersin,” dedi, gözlerini kapatarak; içtiği iksirlerin etkisi yüzünden uyumamak için direniyordu.

“Hadi dinlen, ne kadar çok uyursan o kadar çabuk iyileşirsin,” dedi Poppy, yataktan uzaklaşırken.

Harry başını iki yana salladı.

“Uyumak istemiyorum,” diyerek karşı çıktı.

“Neden?”

“İlla bir sebebi olmak zorunda mı?”

“Benim için, evet.” Poppy tek kaşını kaldırdı.

“Sende hiç Rüyasız Uyku İksiri var mı?”

Poppy şaşırmıştı. Bir süre Harry’ye öylece baktıktan sonra başını onaylarcasına sallayıp uyku iksirini almak için iksir dolabına doğru yöneldi. Bir tanesini ona uzatırken, Harry ona bakmadan şişeyi aldı. Poppy’nin Şifacı yanı çocuğa ne tür kâbuslar gördüğünü ısrarla sormasını, ama Harry ile arkadaş olan yanı ise soru sormadan onun yanında olmasını söylüyordu. Hem zaten dün yaşadıkları, tek başına kâbus olmaya yeterdi bile.

Poppy, Harry’ye son bir kez daha gülümseyerek, onu rahatça uyusun diye yalnız bırakıp ofisine doğru ilerledi. Harry şişenin tıpasını açmadan önce, onun ofisine girip kapısını kapatmasını bekledi. Şişeyi tam ağzına götürüyordu ki, dış kapının aniden açıldığını duydu. Harry elini indirerek şişenin ağzını tekrar kapattı. Ona oldukça tanıdık gelen ayak seslerinin içeri doğru yürümesini dinledi. Şişeyi komodine koyarak üzerindeki örtüyü kaldırdı. Sol kolunu göğsüne doğru kaldırıp sağ eliyle kendini kaldırdı ve bacaklarını yatağın kenarından sarkıttı. Kendini ayağa kalkmaya zorladı; vücudunun her bir zerresi isyan ederken yüzünü buruşturdu. Yatağının etrafındaki perdeler çekilip açılırken, tam zamanında doğrulmuştu. Kendini Deli Göz Moody ile göz göze gelirken buldu.

Seherbaz’ın canı oldukça sıkkın görünüyordu. Yanağının üzerindeki morluk, Harry’ye dün James’in Seherbaz’a saldırışını hatırlattı. O esnada ıstırap içinde olduğu için olanları hayal meyal görmüştü ve gördüklerinin sahiden olup olmadığından da, hayal görüp görmediğinden de emin olmamıştı. Gözleri, Seherbaz’ın yüzünden geçerek asasını tuttuğu eline kaydı.

“Sakin ol,” diye homurdandı Moody. “Yalnızca Bartra’yı çıkartacağım,” diyerek asasını kaldırdı.

Harry hiçbir şey söylemedi, ama elinde olmadan yine de gerilmişti. Sebebi ne olursa olsun, Moody’nin doğrulttuğu asanın ucunda olmak istemiyordu. Seherbaz asasını belli belirsiz hareket ettirerek tek bir kelime söyledi. Harry’nin bileğindeki kırmızı bileklik kendiliğinden çözülerek dosdoğru Moody’nin eline doğru uçtu. Bileklik çıkar çıkmaz, Harry kalbindeki baskının anında kalktığını hissetti; artık doğru düzgün nefes alabiliyordu. Hissettiği rahatlamanın gizli kalması mümkün değildi.

“Dün gösterdiğin performansa gelirsek,” dedi Moody, Bartra Bilekliği’ni cebine atarken, “o çocukları oraya yardım için gittiğine ikna etmiş olabilirsin, ama beni aptal yerine koyamazsın.”

“Kim bir aptalı aptal yerine koyabilir ki?” diye karşılık verdi Harry.

Moody pis pis sırıtarak Harry’ye bir iki adım daha yaklaştı.

“Rol yapmaya istediğin kadar devam et, nasılsa bir gün, hareketlerin seni ele verecek. Er ya da geç, öyle bir hale geleceksin ki, seni Dumbledore bile kurtaramayacak.”

“Seherbaz Moody!”

Moody arkasını döndüğünde, karşısında ofisinden çıkmış ona doğru gelen ve çok kızgın görünen bir Poppy ile karşılaştı.

“Ne yaptığını zannediyorsun?” diye bağırdı, ona doğru yürürken. “Bakıyorum da, yaptıklarından sonra buraya kadar gelecek cesaretin var!”

Moody, Şifacı’nın ses tonuna şaşırmıştı. Dönüp Harry’ye baktı; Harry ise kendine engel olamayarak sırıtıyordu.

“Okul Şifacısını da kendi tarafına çektin, ha, Potter?” diye hırladı Moody.

“Buradan hemen çıkmanı emrediyorum! Hastamı üzmesine asla izin vermem!” dedi Poppy.

“Yo, üzgün değilim ki,” diyerek sırıttı Harry, “tam tersine, oldukça eğleniyorum.”

Moody dönüp Harry’ye dik dik baktı; nefreti yaralı yüzünün her bir zerresine kazınmıştı.

“Müdür’ün ricası üzerine geldim,” diye açıkladı Moody, “Bartra’yı çıkartmak için.” Kapıya doğru döndü. “İnan bana, onun yanında durmak gibi bir derdim yok.”

“Hiç olmazsa iyi olur,” dedi Poppy, öfke dolu bir fısıltıyla. “Yaptıkların midemi bulandırıyor! Bunun için parmaklıkların ardına hapsedilmeyi hak ediyorsun!”

“Parmaklıkların ardında olması gereken ben değilim,” dedi Moody. “Onunla olan arkadaşlığını bir gözden geçirmelisin, Madam Pomfrey. Yanlış insanlarla yakınlık kuruyor gibisin.”

“Benim kurduğum arkadaşlıklar seni hiç ilgilendirmez,” diye karşılık verdi Poppy. “Şimdi, seni temelli bu şatodan attırmadan önce, çık git buradan!”

“Senin öyle bir yetkin yok,” diye meydan okudu Moody.

“İhtiyacım da yok,” diye cevap verdi Poppy.

Harry o kadar eğleniyordu ki, gülmeden edemedi.

“Böyle yeteneklerin olduğunu bilmiyordum, Poppy.”

Moody arkasını dönüp Harry’ye baktı. O anda, Moody’nin gözünde bir şey parladı ve aniden ifadesi değişti. Yüzünü tekrar Poppy’ye döndüğünde, artık o da gülümsüyordu.

“Pekâlâ, kendim gidebilirim.” Kapıya doğru yürümeye başladı, ama sonra aniden durdu. “Gitmeden, bir şey daha söyleyeyim,” dedi Poppy’ye. “Baş ağrıları olduğunda bize rapor vermeye devam etmeyi unutma. İşimize çok yarıyor.” Başını çevirip Harry’nin yüzündeki gülümsemenin silinişini izledi; gözlerindeki neşenin yerini artık kocaman bir korku almıştı.

“Ne?” diye sordu Poppy, şaşkınlıkla.

“Biliyorsun, işte. Onun baş ağrıları,” diye tekrar etti Moody. “Sanırım onlar pek de sıradan baş ağrıları değil, öyle değil mi? Ağrıları, lanetli yara izinden kaynaklı olmasın?” Yüzünde zevk alan bir ifadeyle dönüp Harry’nin beti benzi atmış yüzüne baktı. “Lanetli yara izinle ilgili her şeyi biliyoruz, onun Karanlık Lord ile aranda bir bağ oluşturduğunu da.” Moody yavaş adımlarla Harry’ye doğru yürüdü. “Sana o yara izini onun verdiğini de, ağrılarının ne sebeple patlak verdiğini de biliyoruz.”

Harry başını iki yana salladı.

“Hiçbir şey bildiğiniz yok,” diye tısladı.

“Boşuna inkâr etmeye çalışma. Bize hepsini zaten kendi ağzınla söyledin,” diye cevap verdi Moody. “Doğal olarak, Yoldaşlık’taki herkesin yara izinden haberi var. Dumbledore bildiği her şeyi Yoldaşlık’la paylaşır çünkü.”

Dumbledore’un bahsi üzerine, Harry’nin tüyleri diken diken oldu. Sırrını Yoldaşlık’ta herkesin bildiği gerçeği, yüzünde kalan azıcık rengi de soldurmuştu. Bakışlarını yavaşça Poppy’ye çevirdi. Okul Şifacısı tam anlamıyla şok geçiriyor gibiydi. Harry’nin gözleri onu ihanetle suçlarcasına bakıyordu. Şifacı başını hızla iki yana sallamaya başladı.

“Harry, ben kimseye hiçbir şey söylemedim! Yemin ederim!”

“Bu kazanamayacağın bir savaş, çocuk,” diyerek sözlerine devam etti Moody. “Günü geldiğinde, Dumbledore seni kurtarmaya çalışmaktan yorulacak. En sonunda pes ederek doğru olanı yapacak.” Harry’nin şok olmuş ifadesine bakarak sırıttı. “Senin yok edilmemen için ne kadar uğraşırsa uğraşsın, sonunda o da bundan kaçamayacağını zaten biliyor. Tanrı şahidim olsun ki, bildiğin her şeyi senden söke söke alacağız.” Harry’ye doğru daha da yaklaştı. “Şunu da iyi bil ki, onunla aranda olan bağı öğrendiğimden beri, bu bağı kullanmak için fırsat kolluyorum.” Moody elindeki asayı Harry’ye doğrultarak, onunla, Harry’nin alnına düşen saçları kenara itti. “Senin onun ne yaşadığını hissedebiliyor olman,” asasını yara izinin üzerinde gezdirdi, “onun da senin acılarını hissedebildiği anlamına mı geliyor? Hemen şimdi sana burada Cruciatus Laneti uygulasam,” asasıyla Harry’nin yara izine bastırdı, “o da hisseder mi?”

Harry başını arkaya atarak Moody’ye dik dik bakmayı sürdürdü; o kadar kızgındı ki, konuşamıyordu bile. Moody sessizce kıkırdadı.

“Neyse, nasılsa çok yakında öğreniriz.”

“Çık dışarı!” diye tısladı Poppy, Moody’nin arkasından. “Hemen çık git buradan!”

Moody Harry’ye son bir kez daha sırıtarak geriye çekildi. Yüzünde tatmin olduğunu gösteren bir gülümsemeyle odayı terk etti.

Poppy,  önce Moody’nin arkasından kapının kapanmasını bekledi, sonra da Harry’ye doğru ilerledi.

“Söylediklerine inanamıyorum! Ne hakla seni tehdit eder…!”

“Dumbledore’a gittin.”

Poppy bir an duraksadı. Başını iki yana salladı.

“Harry, gitmedim…”

“Sana güvenmiştim,” diye fısıldadı.

Poppy ona doğru giderek elini tuttu.

“Harry, ben kimseye bir şey söylemedim, yemin ederim!”

“Sana güvenmiştim!” diye tısladı Harry ve kendini sertçe onun elinden kurtardı.

“Harry…”

Harry onu iterek kapıya doğru yöneldi.

“Harry! Harry, dur!”

Poppy de revirden çıkarak koridor boyunca arkasından koştu.

“Harry! Harry! Lütfen! Beni dinle, lütfen, yemin ederim ben bir şey söylemedim, yemin ederim! Bekle…!”

Harry, Poppy’nin onu tutan ellerini iterek ıssız koridorda fırtına gibi uzaklaştı.

“Harry! Dur! Lütfen, dur!”

Poppy onu durdurmaya çalışırken, Harry hızla hareketli merdivenlere doğru yöneldi; merdivenlerin onu nereye götüreceği umurunda bile değildi, tek isteği Poppy’den uzaklaşabilmekti.

Harry uzaklaşırken, Poppy onu kalbi sıkışarak izledi; gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. Gözyaşlarını sildi ve dönerek Müdür’ün odasına doğru koşmaya başladı.

* * *

“Damy?”

Damien başını kaldırıp baktığında, Hermione’yi, geceliği üzerinde, merdivenlerde dikilirken gördü.

“Ne yapıyorsun? Saat sabahın altısı,” dedi, ortak salona girerken.

“Uyuyamadım,” dedi Damien, omuz silkerek.

Hermione’nin yüzünde anlayışlı bir ifade belirdi.

“Evet, anlıyorum. Bütün gece ben de uyuyamadım.” Koltuğa gelerek Damien’ın yanına oturdu. “Başımıza gelenleri düşünmeden duramıyorum, ne yapardık eğer… eğer Harry…” derken sesi kısıldı. “Tanrım, daha bunu sesli bile dile getiremiyorum. Harry… hayatımızı… kurtardı. Kulağa çok tuhaf geliyor.”

Damien yerinde kıpırdansa da bir şey söylemedi. Hermione uzanarak onun elini tuttu.

“Özür dilerim, bütün gece neden uyuyamadığını anlıyorum,” dedi. “Merak etme. Harry’nin iyi olacağına eminim. Gün içinde onu ziyarete gidebiliriz.”

“Ölebilirdi,” diye mırıldandı Damien. “Onlarla savaşırken ölebilirdi. Öyle olsaydı, benim artık onun ailesi olmadığımı, kardeşi olmadığımı söylediğim o sözler ona söylemiş olduğum son sözler olarak kalacaktı.”

Hermione kolunu genç çocuğun omuzlarına attı.

“Kavga ediyordunuz, o yüzden istemediğin şeyler söylemen çok doğal,” diyerek onu rahatlatmaya çalıştı.

“Bu, yaptığımı haklı çıkarmaz,” dedi Damien.

“Elbette, çıkarmaz,” diyerek onayladı Hermione, “ama sen şanslıydın. Harry hayatta kalmayı başardı ve sen de ondan özür diledin. Üstelik sana ne söylediğini duydun, sana kızgın değilmiş bile. Bu iyi bir şey, değil mi?

Damien başıyla onayladı.

“Onu görmem gerek, Hermione,” dedi, alçak sesle. “Ne zaman gözlerimi kapatsam, onu… kanlar içinde yerde öylece yatarken görüyorum.” Hermione, çocuğun titrediğini hissetti ve kollarıyla onu daha da sardı. “İyi olduğundan emin olmak için onu görmem gerek.”

“Neden pelerini kullanarak onu görmeye gitmiyorsun?” diye sordu; bu zamana kadar yapmamış olmasına şaşırmıştı.

“Pelerin bende değil,” diye cevapladı Damien, acınası bir halde. “Geçen hafta Mrs Norris’e Uğursuzluk Büyüsü yapmaya kalkıştığım için annem ceza olarak pelerine el koydu.”

Hermione gözünü kapıya dikmiş bakıyor, kendi kendine bir şeyler düşünürken dudaklarını ısırıyordu. Yüzünü tekrar Damien’a dönerek başını salladı.

“Peki. Şimdi gidip üzerimi değiştireceğim ve sonra, Harry’yi görmeye gideceğiz.”

Damien başını kaldırıp ona baktı.

“Ama bu saatte koridorlarda dolaşmak yasak.”

“Evet, ama sonuçta bir Sınıf Başkanı ile birlikte olacaksın,” dedi, gülümseyerek. “Bir dakikaya dönerim.”

Ayağa kalkarak hızla merdivenlere doğru yöneldi. Damien onun arkasından gülümsedi; ağabeyini görünce çok daha mutlu hissedecekti. Madam Pomfrey’nin onların içeri girmesine ses çıkarmamasını umdu. Olur da her şey ters giderse, Damien revire girmek için hasta numarası yapabileceğini düşünüyordu ki, birden portrenin kapısının gürültüyle açıldığını duydu. Ani ses yüzünden Damien yerinden zıplamıştı. Harry’yi karşısında hastane kıyafetleri içinde bulunca,  gözleri kocaman açıldı. Şimşek gibi fırlayarak Harry’nin yanına koştu.

“Harry! Ne…?” Ağabeyinin beti benzi atmış yüzüne ve titreyen vücuduna bakakalmıştı. “Burada ne yapıyorsun? Senin revirde olman gerekmiyor mu?”

Harry cevap vermedi ve acı içinde merdivenlere doğru ilerlemeye devam etti.

“Harry?”

“Ne?” diye patladı Harry, genç çocuğa dönüp kızgınlıkla bakarak.

“Neden revirde değilsin?” diye sordu Damien.

“Beni rahat bırak!” Harry kendini zorlayarak tüm enerjisini merdivenleri çıkmaya verdi.

Merdivenleri tökezleye tökezleye çıkarken, Damien’ın arkadan bağıran sesini duymazdan geliyordu. Yukarı çıkmayı başardığında duraksadı; o sırada, Hermione karşısında belirdi; Gryffindor cüppesini hızla üzerine geçiriyordu. Hermione onu görünce kısa bir an bakakaldı, kahverengi gözleri şokla açılmıştı.

“Harry?” diye fısıldadı, “ne…?”

Harry onu görmezden gelerek erkekler yatakhanesine girdi. Odada herkesin uyuduğunu görünce içten içe şükretti; daha fazla bakışı da soruyu da kaldıracak sabrı kalmamıştı. Doruk noktasına çıkmış hiddetinin son kalıntılarını da yaşarken yatağa yığıldı; sol kolunu göğsüne daha da sıkı bastırdı.

Ağrı Giderici’nin etkisi hâlâ sürüyordu, ama iksirin etkisi geçtiği anda, cehennem azabı çekeceğini de biliyordu. Buna rağmen, aklından bu düşünceleri kovarak kendi kendine bir söz verdi; ne olursa olsun, durumu ne kadar kötüleşirse kötüleşsin, bir daha asla Poppy’ye gitmeyecekti.

* * *

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #34: İnatçı Çocuklar [Kısım 1] okumak için tıklayın!

Çeviren: Tuba Toraman

Forumdan Cevaplar!