Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #34: İnatçı Çocuklar [Kısım 1]

Karanlık Prens - İçimdeki Karanlık #34: İnatçı Çocuklar [Kısım 1]

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

32. BÖLÜM [Kısım 1]

32. BÖLÜM [Kısım 2]

33. BÖLÜM

Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı kaçırıp öldüremeyince kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin otuz dördüncü bölümü!

bölüm 34

İnatçı Çocuklar

“Poppy, lütfen, sakin ol…”

“Ona ihanet ettiğimi düşünüyor! Yara izini sana benim anlattığımı zannediyor!” Poppy gözlerindeki yaşları sildi, ama yaşlar boşalmaya devam ediyordu. “Beni dinlemeyecek. O kadar kızgın ki…” Başını kaldırıp Dumbledore’a baktı. “Bu işi düzelt!” dedi. “Ona benim ihanet etmediğimi söyle! Benim olmadığımı söyle!”

Dumbledore masasının etrafından dolanarak, gözü yaşlı kadına doğru yürüdü. İki elini de, onun sarsılan omuzlarına koydu.

“Söyleyeceğim,” diyerek onu temin etti, “her şeyi düzelteceğim. Söz veriyorum.”

Poppy, gözyaşları yanaklarından süzülmeye devam ederken, gözlerini kapattı. Burnunu çekti ve arkasını dönerek kendine gelmek için gayret gösterdi. Yüzünü tekrar Müdür’e döndürdüğünde, biraz olsun sakinleşmişti.

“Harry’nin tedavisinin devam etmesi gerek.” Sesi biraz titrese de, konuşmayı sürdürdü. “O tür yaraların gözetim altında tutulması gerekir ve ben… ben onun sağlığından çok endişe ediyorum…”

“Merak etme,” diye cevap verdi Dumbledore, “James ile konuşacağım, o Harry’yi sakinleştirecektir,” diyerek gözü yaşlı kadına nazikçe gülümsedi. “Gerek olursa, Harry ile ben de konuşurum ve ona bizzat Hastane Kanadı’na kadar eşlik ederim.”

* * *

Tak! Tak! Tak!

“Harry? Ne zaman çıkacaksın, dostum?”

Tak! Tak! Tak!

“Harry? Harry? İyi misin?”

Harry kapının vurulma sesini duymazdan geldi. Tuvalet kapısının ardından gelen soruları da umursamıyordu. Lavobanın önünde durmuş, bir eliyle lavobaya dayanıyor, diğer eliyle de tuttuğu havluyu yan tarafına bastırıyordu. Yavaşça havluyu çekti ve inledi. Havlu olduğu gibi kana bulanmıştı. Elindeki havluyu lavaboya, diğer iki kullanılmış havlunun yanına fırlattı. Dördüncüyü aldı ve son havluyu da yan tarafındaki kesiğin üzerine bastırdı.

Acı kaburgalarından koltuk altına doğru yoğunlaşırken dişlerini sıktı. Görüşü kararmıştı ve içgüdüsel olarak, sabit kalabilmek için lavobunun kenarını daha da sıkı kavradı. Nafile bir çaba verdiğini biliyordu. Birazdan bilincini kaybedip bayılacaktı. Kan kaybı yaşamıyor olsaydı bile, yan tarafındaki, omzundaki ve kolundaki şiddetli ağrılar bayılmasına yeterdi. Görüşünü düzeltmek için birkaç defa gözlerini kırpıştırıp başını salladı. Genelde işe yarasa da bu sefer hiçbir işe yaramıyordu, ama sonunda gözlerinin önünde siyah noktalar belirmeye başlamış, görüşü biraz olsun geri gelmişti. Başını eğip elindeki havluya baktı ve kalın havlunun tamamen kanla kaplandığını görünce yenilgiyle pes edip gözlerini kapattı.

Tak! Tak! Tak! Tak! Tak!

“Harry! Hiç komik değil! Tuvaleti kullanmam lazım!”

Harry başını yana çevirdi ve sesini elinden geldiğince düzelterek sıkılı dişlerinin arasından cevap verdi.

“Kahrolası şatoda başka tuvalet mi yok? Git başkasını kullan!”

Seamus’un öfkeyle bir şeyler mırıldanması, Harry’nin umurunda bile olmadı; durmadan kanayan yarasına bakarak ne yapacağına odaklandı. Bu gidişle, birkaç saate kalmaz kan kaybından ölürdü. Yarasına yeniden bastırırken acıdan bağırmamak için kendini zor tuttu.

Ağrı her bir yanını sarmaya başlamıştı; öyle ki, bir anlığına Hastane Kanadı’na geri gitmeyi bile düşündü. Ama bu fikri aklına gelir gelmez savuşturdu. Poppy’nin yaptıklarından sonra, bir daha asla ona gitmeyeceğine kendi kendine söz vermişti. Moody’nin alaycı sözleri aklına geldikçe, Harry’nin çenesi sinirden kaskatı kesiliyordu. Gözlerini sımsıkı yumarak Moody’yi, Poppy’yi ve o alçak Dumbledore’u aklından uzaklaştırmaya çalıştı. Zaten yeterince derdi vardı. Kan kaybından ölüp gitmeden önce yaralarına bir şey yapması gerekiyordu. O anda bir plan yaptı; iksir laboratuvarına gidecek, orada kendine Kan Tazeleme İksiri ile antiseptik bir merhem yapacaktı, ancak önce kanamayı durdurmak zorundaydı. Biraz düşününce, listeye bir kazan Ağrı Giderici İksiri de ekledi.

Havluyu çekerek yarasını kontrol etti. Kanama biraz azalmış gibi görünüyordu. Havluyu yaraya tekrar bastırırken, kendi Biçimini Değiştirdiği bandajı almak için uzandı. Bandajı beceriksizce yaranın üzerine kapatmayı başardı ve bu sefer omzu ile ön koluna odaklandı. Tek eliyle yapabildiği ölçüde tüm yaralarını kapattıktan sonra, üzerine tişörtünü geçirmeye koyuldu; ancak bu basit hareketle bile sol kolu ile ön kolu acıdan zonklamaya başlayınca, Harry nefesini tutarak inledi. Yavaş hareketlerle, kapının kilidini açıp dışarı çıktı.

Yatakhaneyi boş gördüğüne memnundu; anlaşılan, Seamus onu dinleyip yanına Neville, Ron ve Dean’i de alarak başka bir tuvalete gitmişti. Yatağına varmıştı ki, bir gerçekle burun buruna geldi; oda arkadaşlarından birisi hâlâ oradaydı. Ron, üzerine geçirdiği Gryffindor cüppesiyle tamamen giyinmiş bir halde yatağında oturuyordu. Harry yaklaşırken başını kaldırıp ona baktı ve ayağa fırladı. Gözleri kocaman açılmış, ağzı açık bir halde Harry’ye bakıyordu.

“Damy Hastane Kanadı’ndan çıktığını söyledi,” dedi, alçak sesle. “Ama bence…” Duraksadı, ne söyleyeceğini unutmuş gibi bir hali vardı. Bir süre tereddüt içinde bekledikten sonra, “sen… iyi misin?” demeyi başardı.

Harry ona yiyecekmiş gibi bakıyordu; bunu gören kızıl saçlı çocuğun aniden rengi attı, öyle ki burnunu ve çenesini kaplayan her bir çil açık bir şekilde görünüyordu. Harry sandığına doğru ilerledi; sandığı çekip çıkarırken kaburgalarına saplanan acıyla bir anda inledi.

“Ee… şey… yardım ister misin?” diye sordu Ron, arkasından.

Harry omzunun üzerinden ona baktı.

“Senden de, Hogwarts’dan da, hiçbirinizden de yardım falan istemiyorum!” dedi, acıdan nefese nefese kalmış bir halde; yüzü terden sırılsıklam olmuş olsa da, tıpkı Gündüz Gezen’lerle savaşırken olduğu gibi vahşi ve tehlikeli bakıyordu.

Ron başıyla onayladı.

“Peki, tamam,” diye mırıldandı. “Sen sadece… pek iyi görünmüyorsun.” Yavaşça Harry’ye yaklaşıp mavi gözlerini onun solgun yüzünde gezdirdi. “Bir şeye ihtiyacın olursa… yani, sen benim hayatımı kurtardın, o yüzden… yapabileceğim bir şey olursa…”

Harry sandığını aniden kapatarak dönüp Ron’a dik dik baktı.

“Bir şeyi açıklığa kavuşturalım,” diye tısladı. “Ben kimseyi kurtarmadım. Düello edebilmek için Gündüz Gezen’leri arıyordum. Siz ise yalnızca yoluma çıktınız. O yüzden, bana bir iyilik yap ve bana borçlu olduğun şeklindeki şu saçma sapan fikirden vazgeç! Ben sana yardım etmedim, senin de bana yardım etmene gerek yok.” Üst dudağını kıvırarak ekledi: “Sanki nasıl yardım edeceğini biliyorsun da…”

Ron hiçbir şey söylemedi. Bir süre öylece Harry’ye baktıktan sonra, dönüp kapıya doğru ilerledi. Daha kapıyı açamamıştı ki, kapı hızla içeri savruldu ve arkasında James belirdi. Ron onu bilgilendirmek için durmadı, dosdoğru kapıdan geçip gözden kayboldu. James, Ron’un geçip gidişini bir süre izledikten sonra, Harry’ye döndü; Harry hâlâ önüne koyduğu sandıkla yatağının yanında çömelmiş oturuyordu. James bir şey söylemeden önce arkasından kapıyı kapattı.

“Nasıl hissediyorsun?” diye sordu; gözleri şefkatle ve endişeyle bakıyordu.

Harry güç bela kendini ayağa kalkmaya zorladı.

“Hâlâ nefes alıyorum,” dedi, “şimdilik.”

James ona doğru ilerledi.

“Dün başına gelen onca şeyden sonra, ortalıkta böyle dolaşmamalısın. Dinlenmelisin ki, iyileşebilesin. Hastane Kanadı’nda kalmalıydın…”

“Ve sen de insanların işlerine burnunu sokmamalıydın…!”

“Harry,” dedi James, “kavga etmesek, ha? Seninle sürekli tartışıyor olmaktan çok yoruldum ve bunların çoğunda, neden atıştığımızı bile anlamıyorum.”

Harry bir şey söylemeden, kapıya doğru ilerledi.

“Nereye gidiyorsun?”

“Burası dışında herhangi bir yere,” diye cevapladı Harry.

“Dur, lütfen,” dedi James, “sana bir şey söylemem gerek.”

Harry gözlerini kısıp arkasına döndü.

“Ne var?” dedi.

James derin bir nefes alıp kendini en kötüsüne hazırladı.

“Dumbledore’a giden Poppy değildi,” diye başladı, “bendim. Poppy ile yara izin hakkında konuştuklarınızı duydum ve… ve çok endişelendim. Dumbledore bir çözüm yolu sunar umuduyla da ona gittim…”

“Çözüm mü?” diye tısladı Harry. “Bu çözümü aranacak bir problem değil!”

“Problem, Harry, bunu sen de biliyorsun.”

“Öyle olsa bile, bu benim problemim, seni hiç alakadar etmez!” diye bağırdı Harry. “Sana benim işlerime burnunu sokma hakkını kim verdi?”

“Sen benim oğlumsun,” dedi James; sesi çatallamış çıkıyordu. “Senin için endişeleniyorum diye beni suçlayamazsın.”

Harry’nin gözleri inanmamazlıkla açıldı. Başını iki yana sallamaya başladı.

“Sen kimi aptal yerine koymaya çalışıyorsun?” diye sordu. “Tüm bu drama kimin için? Şu an burada senden ve benden başka kimse yok, o yüzden neden oynamayı bırakıp bir kez olsun dürüst olmuyorsun?”

“Ben sana karşı hep dürüstüm,” dedi James; içini saran tuhaf bir duygu sebebiyle midesi ters dönmüş gibi hissediyordu. “Seni önemsediğime neden bir türlü inanmıyorsun?”

Harry bir şey söylemedi, ama James onun gözlerinde bir şeyin parladığını ve çenesinin kitlendiğini görebiliyordu. Ona daha da yaklaştı.

“Benden sakladığın bir şey olduğunu biliyorum,” dedi James. “Bunu çoğu kez hissettim. Her seferinde dilinin ucuna geliyor, ama kendini tutarak hiçbir şey söylemiyorsun.” Harry’nin ona bakışları, tüylerini diken diken ediyordu. “Söyle, Harry,” dedi, “şimdi söyle… seni önemsediğime, seni sevdiğime inanmama sebebini bana dürüstçe söyle.”

James’in son sözlerinin ardından, Harry’nin gözleri büyüdü ve sonra yeniden kısıldı.

“Seni aşağılık herif!” diye tısladı. “Bunları benim dile getirmemi mi istiyorsun?” Başını iki yana salladı ve gözleri aniden parlayarak, “midemi bulandırıyorsun,” dedi.

Yerinde dönerek gitmeye yeltendi. Ama James meselenin derinine inmekte oldukça kararlıydı. Harry’ye yetişerek onun gitmesini engellemeye çalıştı.

“Bir dakika bekle…”

James onunla yüz yüze gelmek amacıyla, Harry’nin kolunu tutup çekti. Ne var ki, tuttuğu kolun sol kolu olduğunu fark etmemişti.

Harry, yaralı koluna ağrı saplanır ve tüm hücreleri patlarcasına ıstırap çekerken, bir anda çığlığı bastı. Elini kaldırıp buz kesmiş bir halde duran Seherbaz’ın göğsüne vurarak iki büklüm hale geldi. Harry’nin bağırması üzerine, James Harry’nin kolunu tutan parmaklarını zaten gevşetmişti, o yüzden Harry ona vurduğunda birkaç adım geriye sendeledi. Harry de geriye doğru sendelerken kolunu göğüs hizasına kaldırdı; gözleri yaşarmış, kesik kesik nefes almaya başlamıştı. Başını kaldırıp James’e öfkeyle baktı; James ise istemeden yaptığı şeyin şoku içinde büsbütün afallamış görünüyordu.

“Ah Tanrım! Harry, özür dilerim, fark etmedim… Özür dilerim.”

Harry’ye doğru bir adım yaklaştı, ama Harry’den yükselen keskin bir ‘hayır!’ uyarısı onu durdurdu.

“Yaklaşma!” diye tısladı Harry, “sakın… sakın yaklaşma!”

“Harry, bilerek yapmadım…”

“Bahanen hep hazır, değil mi?” dedi Harry, soluk soluğa. “Hiç bilerek yapmıyorsun zaten, ama ne hikmetse, canımı yakan da hep sen oluyorsun!” Gözleri öfkeyle parlıyor, keskin bakışları James’i delip geçiyordu.

“Harry…” James bir adım daha atıp şansını tekrar denedi.

“Uzak dur benden, Potter,” diye uyardı onu Harry, “yalnızca… uzak dur.”

Harry kolundan gelen acıyla yüzünü buruşturarak doğruldu. Sendeleyerek ilerleyip kapıyı açarak arkasına bile bakmadan gözden kayboldu.

* * *

Harry, Poppy ile ilgili gerçeği öğrendiği halde, Hastane Kanadı’na gitmedi. Ama gitmemiş olması, Okul Şifacısı’yla yolda karşılaşmayacağı anlamına gelmiyordu. Harry son merdivenden de iner inmez, Poppy’yi orada dikilmiş, onu beklerken gördü. Ne kadar endişeli, hatta korkmuş göründüğünü fark etti; ama buna rağmen cesurca yerinde dikiliyor, Harry geldiğinde onun gözlerinin içine bakıyordu. Harry, öğrenciler etraflarındayken onunla konuşmak istemediği için yanından geçip gitti, ama Poppy bunu önemsemiyor gibi görünüyordu.

“James’le konuştun mu?” diye sordu.

Harry başıyla onaylasa da yürümeye devam etti. Poppy de hızla ona ayak uydurdu.

“O zaman, Dumbledore’a gidenin ben olmadığımı artık biliyorsun.”

Harry tekrar başını salladı.

“Biliyorum.”

“O zaman, bana olan bu öfken niye?”

“Öfkeli değilim,” diye cevapladı Harry.

Poppy onun önüne gelerek yolunu kesti.

“Hayır, öfkelisin,” dedi. “Öyle olmasan, Hastane Kanadı’na gelirdin.” Gözleriyle onu baştan ayağı taradı. “İyileşmen gerek, tedaviye…”

“Kendi başımın çaresine bakabilirim, kimsenin yardımına ihtiyacım yok,” diye karşılık verdi Harry ve onun etrafından dolaşarak yürümeye devam etti.

“Öfkeli olmasan böyle konuşmazdın,” dedi Poppy, ona yetişmek için hızla hareket ederek.

“Sana kızgın değilim,” diye tekrarladı Harry, “ama yine de yardımını istemiyorum.”

“Neden?” diye sordu Poppy, neredeyse gözü yaşlı bir halde.

Harry durup onunla yüz yüze geldi.

“Çünkü artık sana güvenmiyorum.” Elini kaldırarak kadının itiraz etmesini engelledi. “Kimseye bir şey söylemediğini biliyorum, ama bu, sırf seninle konuştuğum için, kimselere söylemediğim tek sırrımın Yoldaşlık’ın tümüne yayıldığı gerçeğini değiştirmez.” Kısa bir an sessiz kalarak gözlerini yere indirdi ve başını iki yana salladı. “Gerçek şu ki, biz arkadaş değiliz, Poppy,” dedi ve başını kaldırıp ona bakarak, “ve olmamamız da gerekir,” diye ekledi.

Poppy, gözleri yaşla dolarken başını iki yana salladı.

“Öyle söyleme, biz…”

“Karşı taraflardayız,” diyerek onun sözünü tamamladı Harry. “Sen Dumbledore için çalışıyorsun ve beni ne kadar umursarsan umursa ya da bana ne kadar minnettar olursan ol, her zaman Dumbledore’a sadık olacaksın, bana değil.”

Poppy, önce, ona bunun doğru olmadığını söylemek için tersini iddia edecek gibi göründü. Ama derinlerde bir yerde, doğru söylediğini biliyordu. O her zaman Dumbledore’a sadık kalacaktı, Karanlık Prens’e değil.

Harry başıyla onu selamladı; sanki kadının sessiz düşüncelerini okumuş gibiydi.

“Hoşça kal, Poppy.”

Harry yürüyüp uzaklaşırken, içinden kendine bir söz verdi: bu onunla yaptığı son konuşmaydı.

* * *

Harry o gün hiçbir derse katılmadı. Büyük Salon’da yemek saatlerinde de görülmemişti. Tek istediği, laboratuvara gidip fena halde ihtiyaç duyduğu iksirleri hazırlamaya başlamaktı. Ancak bir sorun vardı ki, laboratuvar tüm gün dersler için kullanılıyordu. İksirleri hazırlayabilmek için günün son İksir dersinin bitişini beklemek zorundaydı.

Harry, öğle yemeği vaktine yakın, kendini fena halde hasta hissetmeye başladı. Vücüdu ağrı içinde kıvranıyor, kan kaybı başını döndürüyor, sol kolunu ise şiddetli ağrıdan oynatamıyordu. Kolunu göğüs hizasında tutmaya devam ederken nefes alıp verişine yoğunlaştı ve bandajdan kanlar akmaya başlarken paniklememek için ciddi bir çaba sarf etti. Ancak, Gündüz Gezen ısırığından gelen Haketen zehri hâlâ vücudundaydı ve yaralarının kapanmasını engellemeye devam ediyordu.

Harry, lavabonun önünde iki büklüm duruyordu; çünkü ayağa dikilince yan tarafındaki kesik feci halde acıyordu. Bu sefer kanı durdurmak için tişörtünü kullandı, ama o sabah havlular nasıl işe yaramıyorsa bu da işe yaramıyordu. Kapıya vurulmasıyla bir anda irkildi.

“Harry? Orda mısın?”

Kapıdan Damien’ın sesi geliyordu ve Harry, ilk başta, onu duymazdan gelmeye niyetliydi.

“Hayır,” diye homurdandı.

“Kapıyı aç, Harry,” dedi Damien.

“Kaybol,” diye söylendi Harry.

“İyi, o zaman içeri geliyorum,” diye uyardı Damien.

Önce büyülü sözlerin fısıldanması ve ardından duyulan bir klik sesiyle kapı ardına kadar açıldı ve Damien ile Ron kapıda belirdiler.

“Aman Tanrım!” Damien’ın gözleri, ağabeyinin görüntüsü karşısında kocaman açılmıştı.

Harry lavabonun önünde iki büklüm duruyor, elindeki tişörtü buruşturmuş yan tarafına bastırıyordu; sol kolu bileğinden omzuna kadar açık bir yarayla kaplıydı ve lavaboya bıraktığı bandajlar kanlar içindeydi; Harry’nin kendisi ise kan ter içinde tir tir titriyordu. Damien süratle Harry’ye doğru koştu.

“Burada ne yapıyorsun?” diye sordu. “Neden Hastane Kanadı’nda değilsin?”

Harry cevap vermedi; başı öne eğik bir halde durmuş, lavobaya dayadığı koluna bakıyordu. Fena halde başı dönüyordu. Ron’un ayak seslerinin içeri girdiğini ve arkasından kapının kapandığını duydu. Soğuk ellerin ensesine dokunduğunu hissetti. Hemen ardından, yere oturması için geriye doğru çekildi. İtiraz etmek istese de, kelimeler boğazının gerisinde bir yerde tıkılıp kalmış gibiydi.

“Çok kan kaybediyor! Ron, bak! Her yer kan.”

Harry Damien’ın ses tonundan paniklediğini anlamıştı. Gözlerini zar zor açarak bir süre bulanık görüşünün düzelmesini bekledi. Damien’ın solgun görünen yüzüne baktı; gözleri lavaboda duran kan dolu bandajlar ile havlular arasında gidip geliyor, Harry’nin durumu için endişeleniyordu.

“Onu Hastane Kanadı’na götürmeliyiz,” dedi Ron, Damien’a.

Harry kendini oturmaya zorlayarak itiraz edercesine başını salladı.

“Gitmem,” diye inledi.

“Onu dinleme, belli ki kan kaybından ne dediğini bilmiyor,” dedi Damien.

Harry Damien’ın onu tutan ellerinden kendini çekti.

“Gitmem!” dedi, güç bela.

“Harry, şu haline bak! Her yer kan içinde! Tedavi görmen gerek,” diye çıkıştı Damien.

“Kendim halledebilirim,” dedi Harry, ama gözlerini açık tutmayı bile pek beceremiyordu. Gözlerini kapatarak başını duvara yasladı. Oda durmadan dönüyordu…

“Gidip McGonagall’ı getireceğim,” dedi, Ron’un fısıltılı sesi.

“Weasley!” diye inledi Harry, gözlerini açıp ona bakarak. “Birine söylersen, senin derini yüzerim!”

Ron tam kalkmak üzereyken durdu. Bir süre Harry’ye baktıktan sonra ayağa kalktı.

“Weasley!” diye tısladı Harry.

Ron ona son bir bakış daha atarak tuvaletten çıktı.

Harry inleyerek gözlerini kapattı. Kendi kendine, ayağa kalkar kalkmaz o kahrolası Weasley’i öldüreceğini söylüyordu.

Ron, kısa bir süre sonra, elinde çeşitli malzemelerle geri döndü. Onları yere, Harry’nin yanına koyarken, Harry onu şaşkınlıkla izledi.

“Hastane Kanadı’na gitmek istemiyorsun madem, iyi, sen bilirsin,” dedi Ron, alçak bir sesle, “ama benim de kullandığım tuvaleti kanlar içinde bırakmana seyirci kalamam.” Temiz bir rulo sargı bezi ile birlikte, bir şişe Ağrı Giderici iksiri eline aldı. “Seni Okul Şifacısı kadar iyi tedavi edemeyebilirim, ama bu, hiçbir şey yapmamaktan iyidir.”

Harry Ağrı Giderici İksir’e baktı; şu anda şişeyi alıp bir dikişte içmekten başka bir şey istemiyordu. Çektiği ıstırap yüzünden neredeyse aklını yitirecekti. Ama lanet olası gururu iksiri almasına izin vermiyordu. Halsiz bir halde, başını iki yana salladı.

“Senin yardımını… istemiyorum.”

“Umurumda değil,” diye karşılık verdi Ron, hem Harry’yi hem de Damien’ı şaşırtarak. “İsteyerek yapmış ol ya da olma, sen benim hayatımı, kız kardeşim ile arkadaşımın hayatlarını kurtardın. Gözümün önünde kan kaybından ölmene seyirci kalmayacağım.”

Şişeyi alarak Harry’ye uzattı. Harry şişeyi almamak için içinden kendiyle kavga ediyordu. Yumruklarını sıkarak başını sallayıp yine reddetti.

“İste…miyorum,” dedi ısrarla, “Hogwarts’tan… hiçbir şey.”

“Bu, Hogwarts’tan değil,” dedi Ron. “Annem, olur da başımıza bir şey gelirse diye, her yılın başında bize birer iksir stoğu verir.” Şişeyi kaldırdı. “Hadi, ödünç aldığını varsay. Bir gün bana geri ödersin.”

Harry şişeye baktı ve sonra elleri titreyerek uzanıp şişeyi aldı. Damien hemen Harry için şişenin tıpasını açtı ve Harry de iksiri dudaklarına götürüp bir dikişte içti.

“Pekâlâ,” diyerek gergince gülümsedi Ron; sonra, bandajları açarak, “bakalım geçen sene aldığım ilk yardım eğitimleri kafama girmiş mi?”

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #34: İnatçı Çocuklar [Kısım 2] okumak için tıklayın!

Çeviren: Tuba Toraman