[Kısım 2]
Büyük maçın yapılacağı gün, bugündü: Gryffindor ile Hufflepuff karşılaşması. Hava soğuk ve kasvetli olsa da, öğrencilerden hiçbirinin Quidditch tribünlerini doldurmasına ve iki takımı da yüreklendirici tezahüratlar savurmasına engel olamazdı. Çiseleyen yağmur da keyiflerini kaçıramamıştı; ellerinde tuttukları bayrak ve pankartları deli gibi sallıyor, neşe içinde coşkuyla bağırıyorlardı.
Harry onları sahadan izliyor, eliyle süpürgesini sımsıkı tutuyordu. Bakışları kırmızı, mavi, yeşil ve sarı renkli kalabalığı tarıyor, onların bütün coşkusunu içine çekiyordu. Ama yine de, bir şeyi hâlâ merak ediyordu: aptal bir oyuna neden bu denli şiddetli bir tutku besliyorlardı acaba?
Bakışları, birkaç adım ötesinde duran Damien’a takıldı; takım kaptanlarının Hufflepuff’ın kaptanıyla el sıkışmasını izliyordu. Damien’ın Quidditch’e olan tutkusunun takıma katılacak kadar büyük olduğunu biliyordu. Bir anda son maçlarının nasıl bittiğini hatırlayınca, göğsüne bir sancı oturduğunu hissetti. Madam Hooch’un düdüğü dudaklarına götürmesiyle, oyuna başlamaya hazır olmak için süpürgesine bindi. Geçen sefer Gryffindor’un yenilmesinin tek sebebi, kendisiydi. Bu sefer öyle olmayacağına dair kendine bir söz verdi.
Düdük çaldı ve on dört oyuncu birden gri gökyüzüne doğru havalandı. Harry’nin gözleri bir oyuncudan diğerine kayıyor, Kovalayıcı’lar arasında gidip gelen Quaffle’dan gözlerini ayırmıyordu. Damien Quaffle’ı yakalayarak sahada şimşek gibi ilerleyip skor yapmak için üç halkaya doğru uçtu. Quaffle’ı halkalardan birine gönderip, oyunun başlamasından yalnızca saniyeler sonra, Gryffindor’a ilk sayısını kazandırdı. Tribünde bulunan kırmızı taraftarlar büyük bir tezahürat kopardı.
Hufflepuff kısa sürede yetişip iki gol atarak ilk yarım saatte skoru 20-10’a taşıdı. Bu süre zarfında, Harry minik altın renkli topun çırpınışlarını iki kez görmüş, ama yakalayamamıştı. Gryffindor’un en az yedi skor öne geçmesini beklemek zorundaydı. Bekleme kısmı kolaydı. Ama zor olan ise Hufflepuff Arayıcısı Paul Pedersen’ı Snitch’ten uzak tutmaktı. Paul ne zaman Snitch’e doğru harekete geçse, Harry onun önünü kesiyor, altın renkli topu yakalamasına engel olmaya çalışıyordu. Maçın başlamasından bir saat kadar sonra, Paul dik dik Harry’ye bakıyor, Harry de sırıtmadan kendini alamıyordu.
Skor 50-20 idi ve Gryffindor öndeydi. Harry maçı izleyerek bekledi. Kafasının içinde bir ses, takımının skoru bir an önce tamamlamasını diliyordu. Damien’ın skor attığını her gördüğünde, yeşil gözleri gururla parlıyordu. Ron Hufflepuff’ın gol atmasını iki kez engelleyerek Harry’yi şaşırttı. Nihayet, skor Harry’nin beklediği sayıya ulaşmıştı. Lee’nin gürleyen sesi skorun 90-20 olduğunu duyurduğu anda, Harry Altın Snitch’in ardından şimşek gibi uçtu; Paul da hemen arkasındaydı.
Harry’nin Snitch’i yakalamak için elini uzattığı o çok kritik anda ise, olan oldu. Yara izine ani bir ağrı saplanmıştı; ağrı o kadar keskindi ki, gözlerinin önünde beyaz ışıklar çakıyordu. Harry, elini alnına götürmek yerine Snitch’e doğru uzatırken, nefesini tuttu. Süpürgesi titredi ve Harry yavaşlayarak durma noktasına geldi; bir eliyle süpürgesini tutuyor, diğer eliyle de alnını tutuyordu. Paul, Snitch’i yakalamak için fırlayarak onun yanında geçti.
Tribünde oturan James ayağa fırladı; Harry’ye bakarken ağzı kurumuş, gözleri kocaman açılmıştı. Oyun boyunca gözlerini Harry’den bir saniye bile ayırmamıştı. Büyük oğluna neler olduğu görebiliyor ve anlayabiliyordu. Yerinden fırladı ve kalabalığı itip yararak sahaya inmeye çalıştı; Madam Hooch’tan oyunu durdurmasını ve Harry’yi güvenle aşağı indirmeyi isteyecekti. Asasını eline aldı; olur da düşerse diye, gözlerini Harry’nin sağa sola kayan görüntüsünden ayırmıyordu.
Harry’nin durumunu fark eden bir ikinci kişi ise Damien’dı. Oyunu, Quaffle’ı, skoru ve yapması gereken her şeyi bir anda unutmuştu. Hızla harekete geçerek ağabeyine doğru uçtu.
“Harry!” Onun yanına hızla gelip bir elini Harry’nin omzuna koydu. “İyi misin?”
Harry kesik kesik nefes alıyordu ve gözlerini sımsıkı yummuştu. Yavaşça elini alnından çekerek süpürgesini kavradı; görüşünü netleştirmek için gözlerini kırpıştırıyordu.
“Evet,” dedi, soluk soluğa.
Acısının biraz dinmesi, Harry’nin yeniden nefes alabilmesine yetmişti. Damien’ın ona endişeyle bakan gözlerine baktı ve ardından, bakışlarını Paul’a çevirip onun Snitch’i kovalarken elini uzatmış görüntüsünü yakaladı.
“Oyuna geri dön,” dedi Harry, güç bela. Damien kıpırdamayınca da, kan çanağına dönmüş gözlerini kısarak Damien’a baktı. “Hadi!” diye bağırdı.
Damien hâlâ yerinden kıpırdamıyor, ela gözlerini kısmış, Harry’nin acı çekip çekmediğine dair bir işaret arıyordu. Harry süpürgesini kırdı ve Paul’a doğru hızla harekete geçerek Damien’ı gerisinde bıraktı. Damien, gönülsüzce oyuna döndü, ama gözleri hâlâ Harry’nin üzerindeydi.
Harry, Paul’e yetişerek süpürgesini onunla aynı hizaya getirdi ve ona çarptı. Paul, Harry’nin yoluna çıkmasıyla ona ters bir bakış fırlattı, ama Harry bunu fark etmedi bile. Yara izindeki yanma hissi yeniden başlayınca hızını hiç olmadığı kadar arttırdı. Acıdan gözleri yanarken dişlerini birbirine kenetledi ve gözlerini kısa bir anlığına sımsıkı yumdu. Çok kısa bir süre sonra, altın renkli topu görebilmek için gözlerini yeniden açmaya zorladı.
Snitch, tam önlerinde inanılmaz bir hızla ilerliyor, bir o yana bir bu yana uçuyordu. Top bir anda alçalınca, iki Arayıcı da aynı anda arkasından dalışa geçti; elleri topu yakalamak için uzanmıştı. Harry’nin ağrısı tüm haşmetiyle geri gelince, Harry’den boğuk bir inilti yükseldi. Sanki yara izi keskin bir bıçakla yavaş yavaş ikiye ayrılıyor gibiydi. Harry’nin görüşü tekrar flulaşmaya başlamıştı; önünde uçan Snitch bulanık, altın renkte bir lekeden başka bir şey değildi şimdi. Burnunda hissettiği ıslaklığın ardından, süpürgesinin cilalanmış yüzeyine kırmızı damlalar düşmeye başladı. Burnu kanıyordu. Ama yine de, Harry durmayı reddetti. Slytherin’in karşısında yenilirken mutluydu, ancak Hufflepuff’a karşı yenilemezdi.
Altın renkli bulanık görüntü sağa saparak Paul’a daha da yaklaştı ve Harry de içgüdüleriyle harekete geçti. Topun üzerine atlayarak Paul’un uzanmış parmaklarının altından Snitch’i kavradı. Harry’nin yumruğu çırpınan topun üzerine kapandığı anda, Harry süpürgesinin kontrolünü kaybetti. Dik dalışta olduğu için süpürge Harry’nin ani dönüşüyle sarsılmış, tahta ucu yere çakılmıştı; Harry ise ileri doğru savrularak sahanın karşısına doğru fırlamıştı. Sertçe yere düştü ve yere çarpmasının verdiği şok ve acıyla çığlığı bastı.
Gryffindor’ların zafer çığlıkları kalabalığın içinden yükselirken, Harry onları zar zor duydu. James ile Damien’ın panik içinde ona haykırmalarını da duymasına imkân yoktu. Tek bildiği, yara izindeki keskin acıya şimdi sırtından gelen yakıcı acının da eklenmiş olduğuydu. Damien’ın yere iniş yapıp çok kıymetli süpürgesini fırlatarak ona doğru koştuğunu ve yanında diz çöktüğünü de görmedi. Bu esnada gözleri kapalıydı ve bilinç kaybının verdiği o rahatlama hissi onu ele geçirmişti bile; Altın Snitch ise yumruğunun içinde deli gibi çırpınmaya devam ediyordu.
Harry gözlerini açtığında, gözüne ilk çarpan şey beyaz tavan oldu. İlk birkaç saniye gözlerini kırptı ve ardından küfretti. Daha kaç defa Hastane Kanadı’nda uyanması gerekecekti? Bu iş cidden git gide saçma bir hal almaya başlamıştı.
Yavaş yavaş Harry’nin duyuları yerine gelmeye başladı ve yara izinden gelen ağır zonklama hissiyle yüzünü ekşitti. İhtiyatla elini kaldırıp alnına dokundu. Teni hâlâ çok sıcaktı.
‘Babam uçuş yasağını öğrenmiş olmalı!’
Elini alnından çekerek yavaşça kendini oturmaya zorladı ve kendi kendine düşünmeye başladı. Sırtına keskin bir ağrı saplanıp nefesini kesince durdu. Titreyen bacaklarını yavaşça indirerek gerisin geri yeniden yattı. Süpürgeden nasıl düştüğünü neredeyse unutmuştu. Bir Hipogrif sürüsünün altında ezilmiş gibi hissetmesine şaşmamak gerekirdi.
Birkaç dakika daha kendini hazırlayarak yeniden doğrulmaya çalıştı. Bu sefer oturabilmeyi başarmıştı, ancak ağrıyan sırtında hâlâ yakıcı bir his vardı. Çok yavaş hareketlerle iki bacağını da yataktan indirmeyi başarıp ayağa kalkmaya hazırlandı.
Hastane Kanadı’nın kapısı gıcırdayarak açıldı ve Damien tereddütle içeriye bir göz attı. Üzerinde hâlâ Quidditch cüppesi vardı; dizlerine kadar çamura bulanmış bir haldeydi. Endişeyle bakan ela gözler Harry’ninkilerle buluştu ve Damien’ın ağzı açık kaldı.
“Harry?” dedi, soluk soluğa, “uyanıksın!” Hızla ona doğru koşturdu.
“Gördüğün gibi,” dedi Harry. Damien’a bakarak, “neler oldu?” diye sordu.
“Şey, süpürgenden düştün,” diye cevapladı Damien; gözleri hâlâ dehşetle bakıyordu.
Harry gözlerini devirdi.
“Evet, o kadarını kendim de anladım, sırtımdaki tüm bu ağrılar sağ olsun,” diye söylendi Harry. “Ondan sonra ne olduğunu soruyorum. Maçı kazandık mı?”
“Evet, kazandık,” dedi Damien; yüzüne kocaman bir gülümseme yayılmaya başlamıştı. “Gryffindor’ların tümü mutluluktan resmen çıldırdı. Gryffindor’un artık kupayı kazanma şansı var, maç 250-20 skorla bitti. Sen Snitch’i yakalamadan hemen önce, Angie bir gol daha attı.”
Harry, Damien’ın heyecanlı haline gülümsedi. Damien’ın bu yıl Quidditch kupasını almasını can-ı gönülden istiyordu, ama diğer taraftan da, yılın son maçında Hogwarts’ta olmamayı daha çok istiyordu.
Ofisin kapısı açıldı ve Poppy Pomfrey ofisinden çıktı. Harry’nin yatakta oturduğunu görünce durdu. Kocaman açılmış gözleriyle Harry’yi baştan ayağa taradıktan sonra sakin kalmaya çalışıyor gibi görünüyordu; yavaş yavaş Harry’ye doğru yürüdü.
“Oturuyor olmaman gerek,” dedi usulca, Harry’ye. “Hemen geri yat. Bir iki tedavi uygulayacağım.”
Harry gözlerini ondan kaçırdı.
“Gerek yok, ben iyiyim,” dedi ve kendini ayağa kalkmaya zorladı.
Ani hareket yüzünden vücudu o kadar fena ağrımıştı ki, acıyla inlemesine engel olamadı. Dizlerinin gücünü yitirmesiyle şiddetli bir şekilde sallandı. Damien da Poppy de birer kolundan tutup onun yatağa oturmasına yardım ettiler.
“Tanrı aşkına!” diye tısladı Poppy; meşhur öfkesi geri gelmişti. “Şu saçma sapan inadından vazgeç! İyileşene kadar burada kalıyorsun. Yardımıma ihtiyacın var ve konu burada kapanmıştır!”
Harry nefesini tekrar düzenledikten sonra, başını çevirip ona baktı.
“Benim yardıma ihtiyacım yok, senin yardımına,” dedi usulca.
Kendini yeniden ayağa kalkmaya zorladı. Damien onu sabit tutmak ve yatağa yatmasına yardımcı olmak için hızla koluna yapıştı.
“Harry…”
“Madam Pomfrey,” diyerek onun sözünü kesti Harry. “Hizmetiniz gerekli değil.”
Poppy sessiz kaldı; ona dik dik bakarken gözleri yaşla dolmuş, ağzı ise ipince bir çizgi halini almıştı.
“Bu benim vereceğim bir karar,” dedi, alçak sesle. “Okul Şifacısı olarak, bir öğrencinin tıbbi desteğe ihtiyacı olup olmadığına karar verme yetkisi yasal olarak benim elimde.” Harry’nin yeşil gözlerine baktı. “Ve siz, Mr. Potter, tıbbi yardıma muhtaçsınız.”
Harry pis pis sırıttı.
“Güzel deneme,” dedi, “ama benim bir öğrenci olmadığımı unutuyorsun.” Ona bakarken gözleri parlıyordu. “Ben bir tutsağım, unuttun mu? Tutsaklara tıbbi destek sağlanmaz.”
“İşte burada yanılıyorsun, Harry,” dedi, farklı bir ses hemen arkalarından. Harry ile Damien başını çevirip kapının önünde Müdür ile James’i gördüler. “Sen bir tutsak değilsin, hiçbir zaman da olmadın,” dedi Dumbledore, usulca. “İnsan ait olduğu yerin tutsağı olmaz.”
Harry yerinde doğrularak, kolunu Damien’dan yavaşça kurtardı. Yeşil gözleri Müdür’e bakarken öfkeyle parlıyordu.
“Peki, benim nereye ait olduğuma sen mi karar veriyorsun?” diye sordu.
Dumbledore gülümsedi.
“Sevgili çocuğum, benim hiçbir şeye karar verdiğim yok. Kaderlerimizi belirleyen bizden çok daha etkili güçler var.”
“Kader, zayıf yüreklerin arkasına saklandığı bir bahane,” diye karşılık verdi Harry. “Bir insan kendi şansını kendi yaratır.”
Dumbledore gözlerini kırpıştırdı ve hafifçe gülümsedi.
“Kesinlikle öyle, Harry, kesinlikle.” Mavi bakışlarını Harry’den ayırıp yanındaki çocuğa dikti ve kibar bir şekilde onu selamladı. “Mr Potter, Harry ile özel bir şey konuşmamız için baban ile bana biraz müsaade edersen çok müteşekkir olurum.”
Damien bakışlarını Dumbledore’dan babasına çevirdi ve hızla başını salladı.
“Olur, şey, tabii ki.” Başını çevirip Harry’ye baktı. “Ben… ben hemen kapıda olacağım.”
“Hayır,” diyerek araya girdi James. “Merak etme, Damy. Ortak salona git, ben Harry ile konuştuktan sonra onu oraya getireceğim.”
Damien bir an için tartışacak gibi göründü, ama Müdür’ün bakışlarının onun üzerinde olduğunu fark edince geri adım attı. James’i başıyla onayladıktan sonra dönüp Harry’ye son bir bakış attı ve yanlarından geçerek kapıyı açıp dışarı çıktı.
“Madam Pomfrey,” dedi Dumbledore, “sizin için de sakıncası yoksa, yalnızca birkaç dakika, lütfen.”
Poppy de başıyla onaylayıp Harry’ye bir bakış attıktan sonra sessizce ofisine doğru yürüdü ve arkasından kapıyı kapattı.
“Otur, Harry,” dedi Dumbledore, ona doğru yürürken. “Tahminimce, öyle bir düşüşten sonra hâlâ ağrıların vardır.”
“Sen önce ağzındaki baklayı çıkar,” dedi Harry. “Konu ne?”
Dumbledore durdu; bakışları gölgelenmişti. Çocuğun gözlerinin içinde baktı ve orada gördüğü tek şey, öfkeydi.
“Lanetli yara izinden haberdar olduğumu biliyorsun,” diye başladı Dumbledore, usulca.
Harry öfkeli bakışlarını hızla James’e çevirdi ve kaşlarını çattı.
“Evet,” dedi, “casusların işini iyi yapıyor.”
James onu duymamış gibi yaptı, ama Harry’nin gözlerinde gördüğü güvensizlik yüzünden kalbi teklemişti. Bunu hak ettiğini biliyordu, ama yine de kaldırması çok güç bir durumdu.
“Bunun senin için hassas bir konu olduğunu biliyorum,” dedi Dumbledore, “ve seni üzmek de istemiyorum…”
“Bunun için çok geç,” diyerek araya girdi Harry.
Dumbledore durdu; bakışları yumuşamıştı.
“Harry,” diye fısıldadı, “inan bana, seni herhangi bir zor duruma sokmak, isteyeceğim son şey.”
“Öyle mi?” diye sordu Harry. “O yüzden mi Moody’yi üzerime saldın? Öyleyse Ruh Emici’ler neden tepemde uçup duruyor? Seherbaz’ların gece gündüz neden benimle, o zaman?”
“Bunların hiçbiri benim kararım değildi,” dedi Dumbledore. “Ruh Emici’lerin de Seherbaz’ların da burada kalması, Bakanlık’ın emriydi.”
“Yara izimi Yoldaşlık’ın tümüne anlatman da, Bakanlık’ın emri miydi?” diye sordu Harry; öfkesi yüzünden kelimeler ağzından tıslar gibi çıkıyordu. “Yani, gerçekten mi, Dumbledore? İçler acısı Yoldaşlık’ına benim yara izimin dedikodusunu yapmaktan daha iyisini veremedin mi?”
James bir Harry’ye bir Dumbledore’a bakıyordu.
“Yoldaşlık’ın senin yara izinden haberi yok, Harry,” dedi James. “Biz kimseye bir şey söylemedik.”
“O zaman Moody nereden biliyor?” diye sordu Harry. “Söylediğine göre, tüm Yoldaşlık üyeleri biliyormuş.”
“Yalan söylüyor,” diyerek hararetle karşı çıktı James. “Nasıl öğrendiğini bilmiyorum, ama Yoldaşlık’taki başka kimsenin senin yara izinden haberi yok. Lily bile bilmiyor, yemin ederim!”
Harry ona inanmamıştı. Bu da, ifadesinden açıkça anlaşılıyordu.
“Alastor, bizi konuşurken dinlemiş olmalı,” dedi Dumbledore, başıyla James’i işaret ederek. “Sana yalan söylemiş, Harry ve bunun için senden özür dilerim. Yoldaşlık’ın seninle ve yara izinle ilgili konuştuğunu söyleyerek, sana karşı üstünlük sağlamaya çalışmış olmalı. Seni temin ederim, durum böyle değil.”
Harry gözlerini kısarak Dumbledore’a baktı.
“Buraya gelme sebebin bu muydu? O paranoyak manyak adına özür dilemek mi?” diyerek sırıttı ve başını iki yana salladı. “Bence öyle olamaz. Büyük ve yüce Albus Dumbledore özür dilemeye geldi, öyle mi?” İfadesi sertleşti. “Neden şu tatlı muhabbetini kısa tutup sadede gelerek bana neden yara izimden konuştuğumuzu söylemiyorsun?”
Dumbledore kendisine en yakın sandalyeyi çekti ve halsiz bir şekilde oturdu; bir anda çok yorgun görünmeye başlamıştı.
“James bana yara izinden ilk bahsettiğinde ve yara izinin baş ağrıları ile burun kanamalarına yol açtığını söylediğinde, fena halde endişelendim.”
Harry ‘hıh’ladı.
“Endişelendin mi?” diyerek pis pis sırıttı. “Dikkat et, Dumbledore, neredeyse bir kalbin olduğuna inanacağım.”
Dumbledore hüzünlü bir şekilde gülümsedi, ama Harry’nin söylediklerini de duymazdan geldi.
“Lanetli yara izleri konusunda ne kadar bilgi sahibisin, bilmiyorum, Harry, ama ben çoğunlukla ne etkileri olduğunu biliyorum.” Gözleriyle çocuğu taradı. “Lanetli yara izleri zaman zaman faaliyet gösterirler, ancak bilinç kaybı yaşatacak kadar güçlü burun kanamalarına ve baş ağrılarına sebep olmazlar.”
Harry’nin ifadesi artık ciddileşmişti. Kısılmış gözlerle büyük bir ciddiyet içinde Dumbledore’u süzüyordu.
“Bu durumdan endişeleniyorsun, bunu gözlerinde görebiliyorum,” dedi Dumbledore, usulca. “Poppy’ye burun kanamalarının, ilk kez, yakalandığın ve Yoldaşlık karargâhına götürüldüğün anda olduğunu söylemişsin. Yani, bunu Voldemort’la hiç konuşmadın. Yüksek ihtimalle, burun kanamalarından haberi bile yok…”
“Sadede gel!” diye çıkıştı Harry.
“Sana ne olduğunu bilmiyorsun,” diye devam etti Dumbledore, “ama ben biliyorum.”
Harry şaşırmış görünüyordu.
“Neden öyle bir yara izin olduğunu hiç merak ettin mi?” diye sordu Dumbledore. “Ne anlama geldiğini? Sana neden verildiğini?”
“Hayır,” diye cevapladı Harry, sertçe. “Ne olduğunu biliyorum.”
“Ne o zaman?”
“Seni ilgilendirmez.”
Dumbledore bitkinlikle gülümsedi.
“Çok doğru, beni değil, seni ilgilendirir.” Harry’nin gözlerinin içine baktı. “Bu yüzden de, sanırım artık öğrenme vaktin geldi.” Boğazını temizledi. “Kehaneti biliyorsun, değil mi?”
Harry afallamış görünüyordu. Kafası karışmış bir halde, bakışlarını Dumbledore’dan James’e çevirdi.
“Kehanet mi?”
Dumbledore derin bir nefes aldı.
“Sen doğmadan önce, Lord Voldemort’u alt edecek biriyle ilgili bir kehanette bulunuldu. ‘Karanlık Lord’u alt edecek güce sahip olan geliyor… Ona üç kez karşı çıkmış-‘”
“-olanlardan doğacak, yedinci ay ölürken doğacak ve Karanlık Lord onu kendi dengi olarak işaretleyecek falan filan.” Harry tek kaşını kaldırdı. “Hadi ama, tüm o saçmalıklardan haberim var. Bilmediğim ise, konuyu neden buraya getirdiğin.”
Dumbledore bir süre konuşmadı.
“Sendeki yara izi, lanetli bir yara izi değil,” dedi, sakince. “Bu, sana Karanlık Lord tarafından verilen ve onun seni dengi olarak işaretlediği bir iz.”
Harry’nin gözleri kocaman açıldı. Dumbledore’a bir süre bakakaldıktan sonra, yüzünü yavaşça James’e döndü.
“Ailenden neden alındığını hiç merak etmedin mi?” diye sordu Dumbledore. “Sebebi buydu. Sebebi Kehanetti, seninle ve Voldemort’la ilgili yapılan kehanet.”
Harry hiçbir şey söylemedi. James ve Dumbledore’a öylece bakmaya devam ediyordu. Çok yavaşça ifadesi değişti ve dudakları bir gülümsemeyle kıvrılıp gözleri parladı. Kahkahalarla gülmeye başladı; öyle bir gülüyordu ki, omuzları sarsılıyordu. Başını öne eğmiş, kahkahalarla iki yana sallıyordu. Kahkahası Hastane Kanadı’nda yankılanırken, James Harry’nin verdiği tepkinin şokuyla olduğu yere çivilenmiş gibi görünüyordu.
Harry’nin pis kahkahaları sonunda bittiğinde, başını kaldırıp Dumbledore’a baktı.
“Seni aşağılık herif,” diye fısıldadı, yeşil gözleri parlarken. “Bana bir şeyler bulup geleceğini biliyordum, ama bu?” Başını iki yana salladı. “Bu? Gerçekten mi? Bundan daha boktan, daha saçma sapan bir peri masalı bulamadın mı?”
“Bu gerçek, Harry,” diye cevapladı Dumbledore, sakince. “Sen Kehanette sözü geçen kişisin.”
“Longbottom’a ne oldu?” diye sordu Harry. “Ha? Ondan sıkıldın mı? Artık oynaması o kadar da eğlenceli bir oyuncak değil mi? Parmağının bir şıklamasıyla, oyuncağını değiştirebileceğini mi sanıyorsun?” Harry’nin keyfi tamamen kaçmış, gözleri ince bir çizgi halini almıştı. “Dikkat et, Dumbledore, ben senin oynayacağın bir oyuncak değilim. Longbottom’ın beynini yıkamış olabilirsin, ama o saçmalığı bana yutturabileceğini aklından bile geçirme!”
“Harry…” diye başladı James.
“Sen sesini keser misin?” diyerek onu susturdu Harry; öfkesi neredeyse on katına çıkmıştı. “Senden ufacık bir şey dahi duymak istemiyorum!”
“Duymak iste ya da isteme,” diyerek sözlerine devam etti James, “gerçek bu. Bunca acıyı Kehanet yüzünden çekiyorsun. Alnındaki yara izi, Voldemort’un sana verdiği bir işaret ve sen tam da bu yüzden acı çekiyorsun. Seni zayıflatıyor…”
“Beni zayıflatıyor mu?” diye hırladı Harry; elleri yumruk halini almış, gözleri ise alev almıştı. “Beni hiçbir şey zayıflatamaz! Hayal edemeyeceğin kadar güçlüyüm, Potter!”
“Güçlüsün,” dedi Dumbledore, onun sözlerine katılarak. “Çok güçlüsün, Harry. Ama hep böyle kalmayacak, çünkü diğeri varlığını sürdürürken ikisi de yaşayamaz,” diyerek Kehanetin bu kısmını alıntıladı Dumbledore.
Harry ‘hıh’ladı.
“Son on altı yıldır ikimiz birlikte gayet iyi gidiyoruz.”
“Ve yanılmıyorsam, on altı yıldır, yara izin yavaş yavaş ve git gide daha da kötüye gidiyor,” diye ekledi Dumbledore.
Harry sessiz kaldı.
“Lütfen, Harry,” diyerek ona yalvardı James, “bunu biraz düşün, sakin kalarak düşün! Kehanetteki her ayrıntı seni işaret ediyor…”
“İster beğen ister beğenme, Kehanet benim umurumda falan değil!” dedi Harry.
James durdu.
“İnan bana, Harry, bir şeyler benim beğenip beğenmememle değişseydi, Kehanet’in seninle yakından uzaktan hiçbir ilgisi kalmazdı.”
Harry’nin kaşları çatıldı. James’in sesindeki acı ve hüznü yakalamıştı ve bu onun kafasını karıştırdı.
“Bizim niyetimiz seni üzmek değil,” dedi Dumbledore, Harry’nin dikkatini kendine çekerek, “ama sen ve Voldemort birlikte var olduğunuz sürece, yara izinde hissettiğin acının git gide daha da kötüye gideceğini bilmen gerek.”
Harry’nin ifadesi yeniden değişerek sinirli bir hal aldı; yeşil gözleri de öfkeden parlıyordu.
“Anladım,” diye tısladı, “şimdi de, çevirdiğin dolap bu mu? Tüm o başarısız girişimlerden sonra, şimdi de beni babama karşı doldurmak için Kehaneti mi kullanmayı düşünüyorsun? Beni korkutarak ona sırt çevirmemi sağlayıp hayatımı mı kurtarıyorsun?” Dumbledore’a soğuk gözlerle bakıyordu. “Defol git başımdan, Dumbledore! Kehanet koca bir saçmalıktan başka bir şey değil; bu tamamen, Longbottom gibi süzme üzgün salakları kandırdığın ve Lord Voldemort’la savaşmaları için uydurduğun bir saçmalık!” Başını iki yana sallayarak, “ama bu bende işe yaramayacak!” diye ekledi.
“Kendine görmek için bir fırsat versen, söylediklerimin gerçekliğini fark edebilirsin,” dedi Dumbledore.
“İyi!” diye patladı Harry. “Diyelim ki gerçek! Kehanet saçmalığı doğruysa, o zaman kehanette bahsedilen kişinin ben olmasından kıvanç duyarım!” Keskin bakışlarını Dumbledore’dan James’e çevirdi. “O zaman, sizin grup da tam anlamıyla yandı demektir! Ben babama asla zarar vermem!” Dumbledore’un gözlerine baktı. “Yara izim beni yavaş yavaş öldürecek olsa bile, umurumda değil!”
Hastane Kanadı kapısının dışında, Ron, başını, yanında gözlerini kocaman açmış duran Damien’a çevirdi. Damien’ın elinde tuttuğu Bartie Bott’un Şekerleme kutusu pat diye elinden kayıp yere düşmüştü.
Hermione ile Ginny, ortak salonda yapılan zafer kutlamalarından uzaklaşarak, Damien’ın boş yatakhanesine doğru koşturdular. Ron beti benzi atmış bir halde, iki kıza da Damien ile Hastane Kanadı’nda duyduklarından bahsetti; kızların yüzleri duydukları karşısında hortlağa dönmüş gibiydi. Ron anlatacaklarını bitirdiğinde, odaya bir sessizlik çöktü; kızlar ilk başta konuşma yetilerini kaybetmiş gibi görünüyorlardı.
“Kehanette sözü geçen kişi mi?” diye fısıldadı Hermione, başını iki yana sallayarak.
“Yani, hiçbir zaman Neville olmadı mı?” diye sordu Ginny.
“Hayır, en başından beri Harry idi,” dedi Ron. “Görünüşe göre, Kehanet yapıldığında, bu tanıma uyan iki çocuk varmış: Harry ile Neville.” Ron, gıkı çıkmayan Damien’a çaktırmadan bir göz attı. “Damy’ye bunu Mr ve Mrs Potter söylemiş.”
İki kız da gözlerini aynı anda Damien’a dikerek, on üç yaşındaki çocuğun oturduğu yere daha da fazla gömülmesine yol açtılar.
“Sen bunu biliyor muydun?” diye sordu Ginny. “Harry’nin Kehanetteki kişi olduğunu?”
Damien başıyla onayladı.
“Evet, Harry’yi öğrendiğim gün, annem ile babam bana söylemişti. Bana her şeyi açıkladılar.”
“Neden bir şey söylemedin, peki?” diye sordu Hermione.
Damien omuzlarını silkti.
“Dürüst olmam gerekirse, buna hiç kafa yormadım.” Başını kaldırdığında üç çocuğun da ona şok içinde baktığını gördü. İç çekerek, “bunun kulağa nasıl geldiğini biliyorum, ama ben Kehaneti hiç tınmıyorum. Dünyayı kurtarmanın yükü kimsenin omzuna yüklenmemeli. Ben, bırakın kendi ağabeyimi, arkadaşımın da böyle bir sorumluluk almasından hiçbir zaman hoşlanmadım.” Başını iki yana sallayarak, “ben sadece… Harry’yi tanımak istedim, o benim ağabeyim diye; dünyayı kurtaracağı kehanet edildi diye değil. Ben bir kahraman istemiyorum, ben ağabeyimi istiyorum. Size de o yüzden bir şey söylemedim, arkadaşlar. Size söylemiş olsaydım, aklınızın gerisinde, onun bir gün Voldemort’a karşı duracağını umut edecek ve bunun tuzağına düşerek ona iyi davranacaktınız.” Başını tekrar salladı. “Ama şimdi Harry’yi Harry olduğu için seviyor ya da sevmiyorsunuz, olması gereken kişi olduğu için değil.”
Ginny başıyla onayladı; Damien’ın ne demek istediğini anlamıştı. Harry ile aralarında her ne kadar kısa konuşmalar geçmiş olsa da, Harry ile kurduğu iletişim onun Kurtarıcı olduğu düşüncesiyle gerçekleşmemişti. Bu, tamamen, aralarındaki ilginç ve tuhaf olduğu yadsınamaz arkadaşlıklarından kaynaklanıyordu.
“Şimdi anlıyorum,” dedi Hermione, soluğunu bırakarak; çatılmış kaşları düzelmişti. “Şimdi her şey yerine oturdu! Profesör Dumbledore, Harry’nin Ruh Emici Öpücüğüne maruz kalmasına izin vermeyerek onu güvende olması için buraya, Hogwarts’a getirdi. Amacı, Harry’yi Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen’e düşman etmek ya da ondan bilgi almak değildi.” Başını çevirip Ron’a baktı. “Tüm bunlar, Seçilmiş Kişi olduğu içindi. Profesör Dumbledore Harry’yi korumaya, onu güvenli bir yerde tutmaya çalışıyor! Çünkü Harry yok edilirse, Öpücüğü alırsa, o zaman… o zaman, Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen’i kimse yenemez.”
“Onu duymadın, Hermione,” diye mırıldandı Ron. “Kim-Olduğunu-Bilirsin-Sen’le savaşmayacak, en azından bu hayatında değil.” Başını iki yana salladı. “Kendini öldürmek zorunda kalsa bile, babasına karşı çıkmayacak!” derken tüm vücudu titredi.
Ortama tuhaf bir sessizlik hâkim oldu; her biri kendi düşüncelerine dalmıştı.
“Her zaman umut vardır,” dedi Hermione, “ufacık bile olsa.”
Harry ortak salona doğru giderken, kafasının içinde James ile Dumbledore’un söyledikleri yankılanıyordu; yumruklarını o kadar çok sıkıyordu ki, tırnakları etine batıyordu.
‘Nasıl cüret ederler! Ne cüretle beni kandırmaya çalışırlar!’
Ona iyi gibi gözükmeye çalışmışlardı. Onu korkutmak için ise Moody’yi kullanmışlardı. Hogwarts’ı ona karşı kullanmaya kalkmışlardı. Şimdi ise, onu Kehanet ile korkutmaya çabalıyorlardı. Harry yanından geçtiği zırhlı heykele sertçe vurarak onu asasız bir şekilde yere çaktı; zırhtan çıkan ses tüm koridorda yankılandı. Metal zırh kendini yerden kaldırarak doğruldu; çelik yumruğunu öfkeyle Harry’nin arkasından salladı.
Harry fark edemeyecek kadar kızgındı. Ortak salona doğru yürümeye devam etti. Attığı her adımla birlikte vücuduna keskin bir acı saplanıyor, sırtını ağrıtıyordu. Ama kendini çektiği acıyı duymamak için zorluyor, yürümeye devam ediyordu; bir an önce yatakhaneye varıp yatağına yatmak, etrafındaki perdeleri kapatarak kendini herkesten ve her şeyden soyutlamak istiyordu.
Tanıdık, ağır ağır konuşan bir ses duyduğunda, portre kapısına yaklaşmıştı.
“Acelen mi var?”
Harry sağına döndü ve tehlikeli bakan gözlerini koridorun kenarında dikilen sarışın Slytherin’e doğru dikti. Hızla etrafa bir göz attı; etrafta kimse yok gibi görünüyordu. Aceleyle Draco’ya doğru yürüdü.
“Ne yaptığını zannediyorsun?” diye tısladı, Draco’nun koluna yapışıp onu gölgenin hâkim olduğu köşeye iterken. “Sana ne demiştim ben? Yanıma gelip benimle konuşma demedim mi?”
Draco ise yalnızca gülümsedi.
“Sakin ol, tedbir aldım. Seherbaz’lar şuanda göle düşen talihsiz ahmakları kurtarmakla meşguller.” Harry’nin ona bakışı üzerine de omuz silkti. “Bu tarz kazalar olur, özellikle de birinci sınıflar arasında.” Cüppesini düzeltip Harry’ye sırıttı. “Ayrıca, bu köşenin duvarlarına da Sessizlik Büyüsü uyguladım.” Yeniden sırıttı. “Gelip seni görmem gerekiyordu.”
“Burada olmamalısın! Gryffindor’lardan biri seni görebilirdi!”
“Bunu duymak isteyeceksin, güven bana,” dedi Draco, sırıtarak.
“Ne oldu?” diye sordu Harry, ters ters.
Draco dik duruşunu bozmuyor, gri gözleri heyecanla parlıyordu.
“Eşyalarını topla, geliyorlar.”
Harry duraksadı; kalbi tekler gibi oldu.
“Ne?”
“Snape’in ofisine çağrıldım,” diye açıklamaya başladı Draco. “Babam beni şömineden arıyordu. Karanlık Lord, Hogwarts’a uçuş yasağı getirildiğini öğrenmiş.” Gri gözleri Harry’nin alnına, meşhur yara izinin saklandığı siyah saçlarına doğru kaydı. “Ama sen bunu zaten biliyordun, değil mi?” diyerek sırıttı. “Bu arada sen nasıl düştün? Canın fena yandı mı?”
“Seni şimdi buradan yedi kat aşağı atarım, canım nasıl yanmış görürsün!” diye parladı Harry.
Draco kıkırdadı.
“Gryffindor’un kazanmasını sağladığın için bunu hak ettin,” diye mırıldandı, alaycı bir şekilde.
“Sadede gel!” diye tısladı Harry. “Lucius ne dedi?”
“Babanın çileden çıktığını söyledi,” diye devam etti Draco, “ve canına tak ettiğini. Baykuş postasının yeniden açılmasını bekleme niyeti yokmuş. Seni almaya geliyor, Harry.”
Harry’nin gözleri büyüdü.
“Buraya mı? Babam buraya gelemez!”
“Baban ile Bella da bu yüzden tartışmışlar zaten,” dedi Draco. “Hiç kolay olmamış, ama onu durdurmayı başarmışlar. Gerçi, Karanlık Lord emri vermiş bile. İki gün sonra, Ölüm Yiyen’ler seni buradan çıkarmaya geliyor.”
Harry’nin kalp atışları hızlanmıştı. İki gün sonra mı? Nihayet, eve dönüyordu!
“O akşam saat sekizden önce bahçede olman gerekiyor,” diyerek devam etti Draco. “Araziye gelebilirler, ama şatoya giremezler.”
“Tamam, biliyorum,” diye mırıldandı Harry. Gözlerini karşısındaki gri gözlere dikti. Gülümsedi. “Teşekkür ederim, Draco.”
Draco, hayatının en büyük şokunu yaşıyor gibi görünüyordu. Daha önce, Harry’nin ona bir kez olsun teşekkür ettiğini hiç hatırlamıyordu.
“R-rica ederim,” dedi.
Harry, Draco’ya gölgeli koridorlardan ilerleyerek gitmesini söyledi. Draco yürüyüp gözden kaybolana kadar bekleyip onu izledi, ardından ise ortak salona girmedi. Merdivenlere doğru ilerleyip tırabzanlara dayanarak az önce duyduklarını hazmetmeye çalıştı. Eve gidiyordu. İki gün sonra, en sonunda Hogwarts’tan ayrılıyordu; bunca zaman burada yaşadığı tutsaklık onu yavaş yavaş öldürüyordu. Harry geniş geniş sırıttı; babasının yanına, bildiği ve alıştığı hayatına geri dönüyordu.
Dalgın dalgın etrafına bakarken, giriş kapılarından gelen iki siyah saçlı adam gördü; sırılsıklam olmuş, battaniyelere sarılı, hıçkırarak ağlayan çocuklardan uzun bir sıra oluşturuyorlardı. Seherbaz’ların geri kalanı da onların arkasından gelmeye başlamışlardı. Harry, Sirius Black ile Kingsley Shacklebolt çocukları merdivenlere doğru götürürken onları izledi; anlaşılan, onları Hastane Kanadı’na götürüyorlardı.
Harry’nin yüzüne yavaş yavaş bir gülümseme yayıldı; aklında git gide bir plan şekilleniyordu. James Potter, Harry’ye türlü türlü acılar çektirmişti. Dumbledore, onu Hogwarts’a getirerek ve burada zorla tutarak küçümsemişti. Harry yavaşça yerinde doğruldu; gözlerini siyah saçlı Sirius Black’ten ayırmıyordu.
‘Beni babama karşı doldurmaya çalıştılar,’ diye geçirdi içinden, ‘beni kandırabileceklerini düşündüler. Her ikisi de bunu yaptığına pişman olacak!’ Sırıttı. ‘Dumbledore bugün haddini fazlasıyla aştı, bu yaptığını ödeyecek! Potter’a gelince…’ Yeşil gözleri deli gibi parladı. ‘Tüm günahlarının bedelini ödeme vakti geldi artık!’
Çeviren: Tuba Toraman