Asansörün kapıları açıldı ve Harry kendini hızla dışarı attı. Damien’ı ararken kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Yara izinde hissettiği işkence gibi ağrıdan bir yarım saat kadar sonra, Damien’dan aldığı yazılı mesajı gördüğü andan beri korku onu hiç bırakmamıştı.
BABAM AĞIR ŞEKİLDE YARALI. ST MUNGO’DA.
Büyücülük Dünyası’nın tamamının onu arıyor olması, Harry’nin umurunda bile olmamıştı. Damien’ın mesajını okuduktan hemen sonra, otel odasından Buharlaşarak St Mungo Hastanesi’nin girişinin arkasında bulunan karanlık sokağa Cisimlenmişti. Neyse ki, hastaneye girerken, büyüyle görünümünü değiştirmesi gerektiğini hatırlamıştı.
Danışmaya hızla James Potter’ı sorduğunda, onun acil tedavi için ameliyathaneye alındığını söylemişlerdi. Harry de süratle onu aramaya ameliyathane katına gelmişti.
Harry yan yana odaların dizildiği uzun koridor boyunca koştu. Köşeyi döndüğü gibi durdu; kardeşini, başını ellerine gömmüş bir halde otururken görmüştü. Yalnızdı. Damien’ı bu kadar kederli, bu kadar çökmüş ve her zamanki halinden tamamen farklı bir şekilde görünce, Harry’nin kanı dondu. Hareket edemiyordu. Üstün bir gayret göstererek, kendini yürümeye zorladı. Damien ona doğru gelen ayak seslerini duyunca başını kaldırdı. Gözleri kıpkırmızı, yüzü ise yaşlarla kaplıydı. Bu görüntü, Harry’nin adımlarını hızlandırdı.
Damien Harry’ye kaşlarını çatarak bakıyordu; onu tanımamıştı. Harry adımlarını yavaşlatmadan, sessiz bir büyüyle üzerindeki büyüyü ortadan kaldırdı. Damien gözlerini kocaman açtı ve ağabeyini görünce şaşkınlık dolu bir inilti çıkardı. Ayağa kalktı ve Harry daha hiçbir şey anlamadan, ona doğru koşmaya başladı. Harry de artık koşuyordu. Damien kollarını açarak Harry’ye sıkı sıkı sarıldı.
Damien, yüzünü Harry’nin omzuna gömerek, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Bir iki dakika boyunca, Harry hiçbir şey yapamadan orada öylece durup kardeşine sarılı kaldı. İçine sağlam bir nefes çekip Damien’ı çekti, ama bırakmadı.
“Neler oldu?” diye sordu, hemen.
Damien yüzünü silerek başını iki yana salladı. “Bi-bilmiyorum. Şifacı’lar… babamın yanındalar. Annem, Siri Amca ve Aylak da onlarla birlikte içerideler.” Başıyla koridorun sonundaki kapıyı gösterdi. “Ben de onlarla içeri girmiştim, ama onlar… Şifacı’lar beni dışarı çıkarttılar.” Harry’ye korku dolu gözlerle bakıyordu. “Onu gördüm, Harry. Çok… çok kan kaybetmiş. O… öl-ölmüş gibiydi.”
Harry’nin korkudan kalbi tekledi. “Başına ne geldiğini biliyor musun?” diye sordu. “Nasıl yaralanmış?”
Damien, Harry’ye, dün Kovuk’a döndükten sonra olan biten her şeyi anlattı. Ölüm Yiyen’lerin onu bulma bahanesiyle yaptığı saldırıyı duyan Harry’nin midesi öfkeden yalpalamıştı.
“Hepsi birden yardım etmeye gitmişlerdi,” diyordu Damien. “Sonra, Siri Amca’dan bir mesaj aldık. Orada sadece Ölüm Yiyen’lerin olmadığını söyledi. O… o da ordaymış.”
Harry’nin soluğu kesildi. Voldemort saldırıya dâhil olmuştu. Bu oldukça sıra dışıydı.
Damien, Harry’ye bakarken, gözyaşlarına hâkim olmaya çalışıyordu. “Bunu ona o yaptı,” dedi, çatlak bir sesle. “Bunu babamıza o yaptı. Ona, köye saldırarak seni arıyormuş gibi yaptığını, ama asıl amacının onu oraya çekmek olduğunu söylemiş. Siri Amca… Siri Amca onu babama Öldüren Laneti yaparken görmüş, ama Profesör Dumbledore tam zamanında yetişip babamı lanetin yolundan çekmiş. Yetişmeseydi…” Damien durdu, gözlerinden yaşlar boşalıyordu.
Harry tam anlamıyla biri onu kalbinden bıçaklamış gibi hissediyordu. Voldemort James’i öldürmeye kalkışmıştı. Resmen Öldüren Laneti yapmıştı. Harry Voldemort’un öldürmekten hiçbir zaman çekinmediğini biliyordu, ama genellikle öldürmek istediği kişinin yoluna bizzat çıkıp bunu yapmazdı. Bunu onun yerine yapacak Ölüm Yiyen’leri vardı, ya da bu, bazı davalarda, onun –Harry’nin– işi olurdu. Şimdi ise Voldemort bizzat köydeki saldırıya katılmış, sırf James’i öldürmek için, çaresizce Harry’yi arayan adamı böylece yanına çekmişti. Harry onun neden böyle yaptığını biliyordu. Voldemort bunu ona ulaşmak için yapmıştı. Cezalandırmak istediği aslında James değil, Harry idi.
Harry daha bir şey söyleyemeden, kapının açıldığını duydu. Damien’dan çekilip arkasına dönerek görünümünü yeniden değiştirdi. Damien daha önce oturduğu bankın oraya doğru korka korka ilerledi.
Lily, Sirius ve Remus’un koridora adım attığını gören Harry, hızla boş odalardan birinin kapı eşiğine girdi. Bulunduğu yerden gizlice bakarak Lily’nin gözü yaşlı bir halde Damien’a doğru yürüyüp onu kucaklamasını izledi. Sirius ile Remus’un yüzlerinde ise renge dair hiçbir şey yoktu.
“Anne, babam nasıl?” diye sordu Damien, hemen. “Babam nasıl? İyileşecek mi?”
Lily cevap vermiyordu ve sadece Damien’a sarılmış bir halde öylece duruyordu.
“Henüz bilmiyoruz, Damy,” dedi Sirius. “Şifacı Davis hâlâ onunla ilgileniyor.” Sirius Lily’yi kendine doğru çekti ve Lily onun omuzlarına gömülüp ağladı.
Harry onları izlerken kalbinin ağrıdığını hissediyordu. Oraya gidip perişan haldeki annesine sarılmaktan ve onu rahatlatmaktan daha çok istediği hiçbir şey yoktu. Ancak, bu mümkün olsaydı bile, annesini nasıl rahatlatacağını hiç bilmiyordu.
Bir Şifacı odadan çıkarak arkasından kapıyı kapattı.
“Şifacı Davis!” Lily hızla Sirius’u geçerek ona doğru yürüdü. “Kocam nasıl? İyi olacak, değil mi?” diye sordu, boğuk bir sesle.
Harry, Şifacı’nın hüzünlü bakan gözlerini Lily’ye çevirmeden önce bocalayışını izledi. Kalbi tekledi.
“Gerçekten çok üzgünüm, Mrs Potter, ama kocanız hiçbir iyileşme belirtisi göstermiyor,” dedi Şifacı Davis. “Oldukça karanlık bir lanetle, Markiline Laneti ile vurulmuş. Bu lanet, kurbanın içindeki sihri emer. Geride yalnızca çok az bir sihir bırakır. Sizin de bildiğiniz gibi, iyileşmenin olması için hastanın içinde bununla savaşacak sihrinin olması gerekir. Ancak, ne yazık ki, Mr Potter’ın içerisinde sihrin çok ufak bir kalıntısı kalmış, o yüzden de, hiçbir şifalı büyüye ya da iksire cevap vermiyor. Sihri kendini yenilemezse, Mr Potter’ın bedeni daha fazla dayanamaz. Çok üzgünüm. Mr Potter bu geceyi atlatamayacak.”
Harry, Şifacı’nın ne demek istediğini şoktan uyuşmuş beyninde fark ettiği anda, bacaklarının tüm gücünü yitirdiğini hissetti. James başaramayacaktı. Babası ölüyordu.
Lily, yeni bir ağlama krizinin eşiğine gelirken, başını delicesine iki yana sallamaya başlamıştı. “Hayır,” diye fısıldadı. “Hayır. Bu… bu doğru olamaz. Olamaz… O beni bırakıp gitmez. James beni bırakıp gitmez!”
Remus, çevik bir hareketle, kocasının kaderini kabullenemeyen Lily’nin yanına gidip onu tuttu. Sirius ise bir adım öne çıkmış, hırlayarak yüzünü Şifacı’nın yüzüne yaklaştırmıştı.
“Atlatamayacak da ne demek?” diye bağırdı. “Tabii ki, atlatacak! James ölemez. Sen ne söylediğini bilmiyorsun!”
“Lütfen, Şifacı Davis,” dedi Remus. “Yapabileceğiniz bir şey olmalı. Lütfen, ondan vazgeçmeyin.”
“Üzgünüm,” dedi Şifacı, “yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Hiç umut yok. İyileşmek için yeterince sihre sahip değil.”
“Ya birisi James’e kendi sihrini bağışlarsa?” diye sordu Sirius. “O zaman, iyileşir mi? Başarabilir mi?”
Şifacı tereddüt etti. “Teorik olarak, evet. Ama pratikte bu pek mümkün değil,” dedi, hemen. “Öncelikle, bağışçının hastayla kan bağı olmak zorunda. Sihrin özü aynı olmalı ki, beden sihri kabul edebilsin; aksi takdirde, kabul etmeyecektir. Ayrıca, birine sihrinizi vermek yalnızca dayanılmaz acılara yol açmaz; aynı zamanda, yapması da oldukça tehlikeli bir iştir. Bağışçının hayatta kalma şansı da neredeyse hiç yoktur.”
“Ama işe yarama ihtimali de var, değil mi?” diye sordu Damien, bir adım öne çıkarak. “Ben denemeye hazırım. Ben onun oğluyum, benim sihrimi-”
“Üzgünüm,” dedi Şifacı, başını iki yana sallayarak. “Sen bunun için çok gençsin. Sihrinin tamamını bile henüz elde etmiş değilsin.”
“Ama-” diye başladı Damien.
“Evlat,” dedi Şifacı, uzanıp Damien’ın omzunu tutarak. Nazik bakışlarında halden anlar bir ifade vardı. “Bu transfer seni öldürür ve babanı da kurtarmaya yetmez. Hayatta kalabilmesi için bir kimsenin verebileceği sihirden çok daha fazlasına ihtiyacı var.”
Harry, Damien’ın gözlerinden boşalan yaşları görebiliyordu. Şifacı onun omzunu pat patlayıp Sirius ile Remus’a dönerken, Damien orada öylece durup hiçbir şey söylemedi.
“İçeri girip onun yanında oturabilirsiniz,” dedi. “Bu durumdaki hastaların, büyük ölçüde, onlara söylenilen her şeyi duyduklarına inanılır.”
Şifacı elinden daha fazlası gelmediği için tekrar özür dileyip uzaklaşarak, koridorda dördünü birden kederlere boğulmuş bir halde geride bıraktı. Şifacı gelirken, Harry eşikten geriye çekildi, ama Şifacı başını onun bulunduğu yöne hiç çevirmemişti. Harry’nin yanından geçerken başı önde yürüyüp gitmişti. Harry dönüp baktığında, Sirius’un Damien’a sarılmış onu sakinleştirmeye çalıştığını gördü; Harry’nin kendi acısı da gözlerine dolan yaşlarda birikiyordu. Remus ise, yavaş yavaş akıl sağlığını kaybetmenin eşiğine gelen Lily’nin yanında duruyordu.
“James beni terk ediyor,” diyordu, “beni terk ediyor.”
“Lily,” diye başladı Remus.
“Beni asla bırakmayacağına dair söz vermişti,” dedi Lily. Ölü bakışlarını Remus’a dikti. “Hep birlikte olacağımıza yemin etti. Her zaman yanımda olacağına söz verdi. Sözünü bozamaz. Beni bırakıp gidemez.”
“Lily,” dedi Remus, hıçkırarak, “Lily, lütfen…”
“Gidemez!” diye bağırdı Lily. Perişan haldeki Damien’ı göğsünde tutan Sirius’a dönüp baktı. “Sirius, bir şeyler yap! Lütfen, beni terk etmesine izin verme. Ben onsuz yaşayamam. Yalvarırım, bir şey yap!”
Remus Lily’yi kendine çekip ona sımsıkı sarıldı; öyle ki, Lily’nin sesi artık duyulamayacak kadar boğuk çıkıyordu. Lily Remus’u tutarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Harry diğer tarafa döndü. Onu bu denli bir ıstırap içinde görmeye daha fazla dayanamıyordu. Annesi ile kardeşinin hıçkırıklarını dinlemek dışında hiçbir şey yapamıyor olmanın acizliğiyle kayarak yere çöktü.
Harry yaptığı büyünün hâlâ yerinde olup olmadığını kontrol etti. Asasını boğazına doğru tutarak sesini değiştirip ses tonunu daha da tok bir hale getirdi. Derin bir nefes alarak annesinin, kardeşinin, Remus’un ve Sirius’un on dakika önce girdikleri odaya doğru ilerledi. Harry’nin yapması gerekenin ne olduğuna karar vermesi için bir süre bekleyip kendini hazırlaması gerekmişti.
Harry kapının önüne gelince durdu ve deli gibi çarpan kalbini yatıştırmaya çalıştı. Bir elini kaldırdı ve kapıya vurup tokmağı çevirdi. Kapı açıldı ve Harry yoğun bakım odasına girdi.
İlk gördüğü şey, Lily, Damien, Remus ve Sirius’un James’in başında toplanmış olduğuydu. James’in yatakta yatan görüntüsünü görünce, soluğunu tutmak zorunda kaldı. Neredeyse ölü gibi görünüyordu. Nefes almasına, ateşini düşürmesine ve –Merlin bilir– başka nelere yardımcı olması için bedenine çok sayıda hortum takılmıştı. Harry bu görüntü karşısında taş kesilmiş gibiydi.
“Merhaba?”
Harry içine düştüğü şoktan çıkarak ona kıpkırmızı olmuş gözlerini kısarak bakan Sirius’a döndü. “Size nasıl yardımcı olabiliriz?” diye sordu, oldukça kızgın bir halde.
Harry boğazını temizledi. “Gerçekten özür dilerim,” diye başladı, “ama sizden bir dakikalığına odayı boşaltmanızı isteyebilir miyim? Mr Potter’a bağlı makinelerden birini değiştirmem gerekiyor.”
Damien Harry’yi farklı görüntüsüne rağmen tanımış, yüz ifadesi değişmişti. Harry’ye kocaman açılmış gözlerle bakıyordu, ama bir şey söylemedi.
“Sebep?” diye sordu Sirius. “Makineleri değiştirmek ne işe yarayacak? Şifacı Davis hiçbir umut olmadığını söyledi!”
“Umut daima vardır,” dedi Harry, usulca.
Lily başını çevirip Harry’ye baktı; yüzü hâlâ kıpkırmızı, yanakları ise gözyaşlarıyla kaplıydı.
“Çok uzun sürmez,” dedi Harry. “Sakıncası yoksa, lütfen izin verin.” Kenara çekilerek açık kapıyı gösterdi.
Remus Sirius’u kolundan tutup çekerek odadan çıkardı; arkalarından, Lily ile Damien da onları takip ettiler. Damien odadan çıkarken, Harry onunla göz göze geldi. Harry arkalarından kapıyı kapatıp kilitledi. Hemen kapıya bir Sessizlik Büyüsü uyguladı.
Yavaşça arkasına döndü ve yatakta son nefesini vermek üzere yatan James’e baktı. Harry nedenini bilmiyordu, ama üzerindeki büyüyü kaldırarak sesini de eski haline getirdi. Babasının yanında kendi olmak istiyordu. Diğer türlüsü ona hiç doğru gelmiyordu.
Harry, James’e bağlanan ve onun mevcut sihir seviyesini gösteren makineye baktı. Kendisi Şifacı olmasa da, James’in içinde ne kadar az sihrin kaldığını görebiliyordu.
Harry’nin bakışları makineden James’in yüzüne geçti. Hayatı boyunca bu adamdan nefret ederek büyümüştü. Şimdi gerçeği biliyor olsa dahi, onu inciten adamın babası olmadığını biliyor olsa dahi, James Potter’ın yüzüne bakarken acı ve korku hissetmekten yine de kendini alamıyordu.
Harry’nin hatırladıkları yalnızca dayaklardan ibaret değildi. Babası onu daha fazla dövmesin diye, ne yapması gerektiğini düşünmekten uyuyamadığı sayısız geceler geçirmişti. Babasının ondan istediği her şeyi yerine getireceğine ve onun istediği gibi davranacağına dair kendine sözler verip dururdu. Babası onu sevsin isterdi. Aslında babasının onu her zaman sevdiğini ve onu bir kez olsun incitmediğini kendine hatırlatınca, Harry’nin yüreği daha da parçalandı.
Gözlerini James’ten ayırmadan ona doğru yaklaştı; önünde koma halinde yatan adamı inceliyordu. Derin bir nefes çekip sessiz odada konuşmaya başladı: “Şifacı seninle konuşurken bizi duyabileceğini söyledi; söyledikleri ne kadar doğru bilmiyorum. Beni anlayabilir misin, onu da bilmiyorum. Belki de, boş duvarlarla konuşuyorumdur, ama yine de bunu söylemem gerek.” Durdu ve derin bir nefes aldı. “Ben bunca zaman hep senden nefret ederek büyüdüm,” dedi. “Bana söylenen tüm o yalanlara inandım. Tüm bu kandırmacanın içine düştüm ve… ve senden çok ama çok nefret ettim. Seninle karşılaştığımızda, sana hiç şans tanımadım.” Sesi git gide alçaldı ve Harry gözlerini kapattı. “Özür dilerim. Tanrım, çok özür dilerim. Keşke geriye gidip bir şeyleri düzeltebil-” Durdu ve başını iki yana salladı. “Her şeyi berbat ettim. Size dönmek, ailemle olmak için elime bir şans verildi, ama… ama ben onu yok ettim.”
Gözlerini yatakta kıpırdamadan yatan James’e dikmişti. “Çok tuhaf,” dedi Harry, usulca. “Hayatımın büyük bir bölümünü seni yok etmeyi isteyerek geçirdim, ama şimdi seni bu halde gördükçe, bir parçam da seninle ölüyor gibi hissediyorum.” Gözleri dolan yaşlarla yanmaya başladığı ve görüşü bulanıklaştığı için gözlerini kaçırdı. “Seni tanımıyorum bile,” dedi, titrek bir sesle. “En sevdiğin yemek ne, en sevdiğin renk ne, bunların hiçbirini bilmiyorum. Hafta sonlarını nasıl geçirirsin ya da hobilerin neler, bilmiyorum. Bildiğim tek şey, Quidditch’i sevdiğin.” Elini kaldırıp yanaklarındaki yaşları sildi. “Ama bu yeterli değil,” dedi, usulca. “Bu savaş sona erdiğinde, çekip gitmekten başka bir şansım olmayacağını da biliyorum. Büyük ihtimalle, hatta çok büyük bir ihtimalle, seni hiçbir zaman tanıma fırsatım olmayacak. O kadar uzun yaşamayacağım.” James’e baktı. “Ama asıl, ben, artık burada olmadığın için seni hiçbir zaman tanıyamayacağım gerçeğini bilerek yaşayamam. Bir gün, tüm bunlar sona erdiğinde, sonunda eve dönebileceğime, sana dönebileceğime dair umudumu korumam gerek.”
Elinde tuttuğu asa bir anda Biçim Değiştirerek bir bıçağa dönüştü. Kısa bir süre, Harry hiçbir şey yapmadan orada öylece durup kendini hazırladı. Başarabilirdi. Babasını hayatta tutmak için ona sihrini bağışlamaktan başka şansı yoktu. Şifacı’nın söylediklerinin doğru olduğunu biliyordu: bu oldukça tehlikeli ve riskli bir yöntemdi. Ancak, hiçbir şey yapmayıp babasının ölmesini öylece izlemeyecekti.
Titreyen parmaklarla James’in elini tutarak çevirdi ve avuç içini dışarı döndürdü.
“Kanım kanına karışsın,”
Harry kendi elini keserek birkaç damla kan akıttı.
“Özüm özüne dokunsun,”
James’in avucunda bir kesik yarattı.
“Çekirdeğim sihrine,”
Yaralı elini James’in yaralı elinin üzerine koyup birleştirdi.
“Yeniden can olsun.”
Harry son sözlerini bitirince, iki elde de oluşan kesikler birbirlerine kitlendi ve Harry’nin elinde korkunç bir yanma hissi başladı. Harry daha önce hiç böyle hissetmemişti. Bacakları gücünü yitirip titremeye başlayınca, yatağın kenarına tutunarak ayakta kalmaya çabaladı. Sihrinin içinden sökülüp alındığını ve açtığı kesikten James’e aktarıldığını hissedebiliyordu. Çektiği acının ıstırabından çığlığı bastı, ama bağlantıyı da koparmadı. Babasının iyileşmek için yeterince sihir aldığından emin olmalıydı.
James’in etrafında tuhaf bir ışık yayılmaya başlamıştı. Teninin solgunluğu değişiyor, yanaklarına yavaş yavaş renk geliyordu. Kapalı gözlerinin etrafındaki şişkinlikler yok oluyordu. Göğsü, bağlı olduğu hortumların yardımı olmadan, kalkıp inmeye başlamıştı. Harry transferi devam ettirdi. Monitöre baktı ve James’te bulunan sihrin seviyesinin hızla arttığını gördü. Babasının tamamen iyileşmek için ihtiyacı olan sihre ulaşmasına yalnızca birazcık daha kalmıştı.
Harry yatağa daha da sıkı tutundu. Acıdan bayılmanın eşiğine gelmişti. Kendisiyle savaşarak biraz daha direnmeye devam etti. Bir yanı artık bırakmak istediğini söylüyor, diğer yanı ise biraz daha beklemek, babasının yeterince sihir aldığından emin olmak istiyordu.
Harry monitöre tekrar baktı; artık seviyenin gerekli olan en yukarı seviyeyi gösterdiğini gördü. Elini çekti ve yere kapaklandı. Bağlantı kopmuş, James’in etrafını aydınlatan ışık sönmüştü.
Harry’nin vücudu çektiği acıdan tir tir titriyordu. Baştan ayağa kan ter içinde kalmıştı. Olağanüstü bir çabayla, doğrulup oturdu ve James’e baktı. Bilinci hâlâ geri gelmemişti, ama artık yalnızca uyuyor gibi görünüyordu. Harry asasının yatağın altına düşmüş olduğunu gördü; asa yeniden Biçim Değiştirerek eski görünümünü yeniden kazanmıştı. Harry kendini kalkmaya zorlayarak destek için yatağa tutundu; asasını alarak James’in kanayan avucuna doğrulttu.
“Episkey,” diye fısıldadı.
Babasının elindeki yara hemen iyileşmeye başlayıp saniyeler içinde kapandı. Harry kendi elini kaldırdı ve elinin çok kötü kanadığını gördü. Asayı bu sefer kendi eline doğrulttu ve büyüyü tekrarladı. Ancak, hiçbir şey olmadı. Harry James’e sihrinden çok fazla bir miktar vermiş olmalıydı; geride kendi iyileşmesine yetecek kadar sihri kalmamıştı. Çekirdeğin sihrini yenilemesi zaman alacaktı ve o zamana kadar, Harry içinde çok az bir sihirle yaşayacaktı.
Harry yataktaki çarşaftan bir parça yırtıp parçayı kanayan eline sardı. Bunu yaparken yere birkaç damla kan damlamıştı, ama Harry bunu fark edemeyecek kadar acı çekiyordu. Ayağa kalktığı anda, bacakları ağırlığı altında titremeye başladı ve sabit kalabilmek için yatağa tutunmak zorunda kaldı. Tüm vücudu ağrılar içindeydi. Kapanmak üzere olan gözleri kapının takırdadığını gördü, ama kapıdan hiçbir ses gelmiyordu. Yaptığı Sessizlik Büyüsü, Sirius ile Remus’un kapıyı zorlarken çıkardıkları seslerin içeri gelmesini engelliyordu. Ne kadar onları duyamıyor olsa da, kapının içeri doğru zorlanmasından neler olduğunu anlayabiliyordu. Onlar içeri girmeyi başarmadan önce, buradan gitmesi gerekiyordu. Harry James’e son bir bakış daha atıp tökezleyerek odanın diğer tarafına doğru ilerledi; şifonyerin üzerinde duran saksıdan bir tutam uçuç tozu alıp şömineye girerek kaldığı motelin adını ve adresini söyledi. Harry yeşil alevlerin arasında kaybolduğu anda, kapı sonunda kırılırcasına açılmış, Sirius, Remus, Lily ve Damien koşarak içeri girmişlerdi; tam da o anda, James yavaş yavaş gözlerini açıyordu.
James’in gözleri açık olmasına rağmen göremiyordu. Aynı anda, sanki yarı uyanık yarı uykudaydı. Tüm bedeni uyuşmuş haldeydi ve duyuları da uzuvlarından akıp gitmiş gibiydi; ancak, zihni ise bir o kadar açık ve tetikteydi. Onunla konuşan çok sayıda ses duyuyordu. Yavaş yavaş, duyduğu sesler de anlam kazanmaya başladı. Tek bir kelimeyi tekrar tekrar söylüyorlardı.
“James!”
Lily’nin bağıran sesini seçebiliyordu. Başını onun sesinin geldiği yöne doğru çevirip bulanık görüşünü düzeltmeye çalışarak gözlerini kırpıştırdı. Görüşü yavaş yavaş düzelmeye başladı ve karşısında duran bulanık görüntünün tüm kalbiyle sevdiği kadına ait olduğunu fark etti. James, bulanık görüntüsüne rağmen, Lily’nin kontrolsüz bir şekilde ağladığını ayırt edebiliyordu. Konuşmaya çalıştı; ona iyi olduğunu söylemek istiyordu, ama yapamadı. Dilini yutmuş gibiydi.
“Mr Potter?”
James, tanımadığı adamın bulanık görüntüsüne baktı.
“Mr Potter,” dedi adam, daha da yaklaşıp elini James’in omzuna koyarak. “Mr Potter, St Mungo Hastanesi’ndesiniz. Ben Şifacı Davis. Beni duyabiliyor musunuz?”
James cevap vermek için ağzını açtı, ama ağzından bir inilti dışında hiçbir ses çıkaramamıştı. Şifacı’ya cevap niteliğinde başını salladı, ama bunu yapar yapmaz, bedeni korkunç bir ağrıyla sarsılınca hemen durdu. Yüzünü ekşitti. Lily’nin arkasında odada bulunan Sirius, Remus ve Damien’ın tanıdık yüzlerini de artık seçebiliyordu. James yeniden konuşmaya çalıştı, ama bu sefer sesi boğuk bir fısıltı halinde de olsa çıkmayı başarmıştı.
“L-Li-Lily,” dedi, boğuk bir sesle.
“Buradayım, James, buradayım,” dedi Lily, James’in elini tutup yanağına dokunarak.
“Mrs Potter, ben muayenemi bitirene kadar sizden dışarıda beklemenizi rica ediyorum,” dedi Şifacı Davis.
“Neden?” James, Sirius’un öfkeyle bağırdığını duydu. “Senin aksine, James gayet iyi! Sen ondan vazgeçtin! Şimdi bunu nasıl açıklayacaksın?”
Şifacı cevap vermek için arkasına döndü. “Mr Black, kızgınlığınızı anlıyorum, ama önce bunun nasıl olduğunu anlamam gerek. Çekirdekler kendilerini dakikalar içerisinde yenilemez. Bu imkânsız.”
James doğrulmaya yeltendi, ama tek bir kasını bile oynatamamıştı. Damien elini hafifçe onun göğsüne koyup kıpırdamaması için onu durdu. Uzanarak James’in gözlüklerini gözüne yerleştirdi. James gülümseyerek oğluna sessizce teşekkür etti. Görüşü netleştiği için, artık Lily’nin yüzünün yaşlarla kaplı olduğunu görebiliyordu. Onun arkasında Remus ile Sirius cehenneme girip çıkmış gibiydiler; gözleri kıpkırmızı, saçları ise sanki yolunmuş gibi darmadağınıktı. İkisi de yüzlerinde apaçık bir öfkeyle Şifacı’ya bakıyorlardı.
“Evet, o zaman, bunu nasıl açıklayacaksın?” diye sordu Remus. “Madem sihri tükenmişti, arkadaşımız nasıl hayatta kaldı o zaman? Hepimizi onun öleceğine inandırdın.”
“Ölüyordu zaten,” dedi Şifacı, ama sonra durup hızla James’e baktı. “Özür dilerim, Mr Potter. Konuşmam gereken asıl kişi sizsiniz.” Yüzünü James’e döndü. “Mr Potter, Markiline Laneti ile vurulmuştunuz. Bu lanet, kurbanın sihrini emen çok karanlık bir lanettir. Buraya getirildiğinizde, sihriniz neredeyse tükenme noktasına gelmişti.” Monitöre uzun bir bakış attı. “Ancak, şimdi, sihir seviyeniz normal görünüyor. Hatta normalden bile oldukça yüksek. Bu nasıl oldu, bilmiyorum, ama şu anda bedeninizdeki yaraların iyileşme sebebi bu.”
“Ben sana ne olduğunu söyleyeyim,” diye başladı Sirius. “James senin hata yaptığını kanıtladı. Sana onun güçlü olduğunu söylemiştim, o asla savaşmadan vazgeçmez, demiştim! Ama sen o kadar meşguldün ki, James’i bir kenara attın! İyileşip iyileşmediğini kontrol etmeye bile tenezzül etmedin!”
“Mr Black-” diye başladı Şifacı.
“Bundan paçayı kurtaracağını düşünüyorsan yanılıyorsun,” diye uyardı onu Sirius. “Senin ihmalkârlığını her cadı ve büyücünün duymasını sağlayacağım!”
“Sirius,” diyerek araya girmeye çalıştı Remus, ama Sirius geri adım atmayacak kadar kendini kaybetmiş görünüyordu.
“James’i tedavi etmeyi bıraktın,” diye devam etti. “James’i ölümüne terk ettin. Sonra da, hemşirelerinden biri buraya gelip bizi odadan çıkararak arkasından kapıyı kilitleyecek kadar ileri gitti. İçeri girebilmek için kapıyı kırmak zorunda kaldık!”
“Ne?” Şifacı Davis afallamış görünüyordu.
“Merak etme, kırık kapınızın masraflarını ben karşılayacağım,” dedi Sirius, yüzünde hor gören bir ifadeyle.
“Hayır,” dedi Şifacı, “onu demiyorum. Buraya gelen hemşire de neyin nesi?”
“Erkek bir hemşire,” dedi Sirius. “Makinelerden birini değiştirmeye geldi.” James’in yanında duran monitöre işaret etti.
Şifacı önce makineye, ardından ise gözlerini kocaman açarak yeniden Sirius’a baktı. Başını iki yana salladı. “Personelimden hiç kimseye Mr Potter’ın odasına girme yetkisi vermedim ve kesinlikle makinelerden birini kurcalamasını da söylemedim.”
Sirius’un kısılmış mavi gözleri Şifacı’ya kitlenmişti. “Yetki vermedim de ne demek?” diye sordu.
Şifacı hızla James’e bağlı duran makineye doğru ilerledi. Makineyi dikkatlice inceledikten sonra doğruldu. Kafası karışmış, kaşları çatılmıştı. “Anlamıyorum.” Dönüp James’e baktı. “Buraya neden bir hemşire girsin ki? Makineye hiç dokunulmamış.”
Şifacı’nın gözlerinden ani bir ifade geçti ve durdu. Bir süre hiçbir şey söylemedi, ama orada öylece durmuş, gözlerini James’in yatağının yanında bir yere dikmişti.
“Ne oldu?” diye sordu Remus. “Şifacı Davis? Sorun ne?”
James Şifacı’nın bakışlarını takip ederek aşağıya baktı. Neye baktığını hemen fark etmişti. Elinin hemen yanında, yatağın kenarında birkaç damla ince, kırmızı leke vardı.
Şifacı yatağın etrafından dolanarak James’in yanına geldi. Yakından bakmak için eğilip kan olduğu her halinden belli olan lekeyi inceledi. Odadaki herkes de artık neye baktığını fark etmişti.
“O… kan mı?” diye sordu Lily, dehşete düşerek.
“Kan,” dedi Şifacı. “Ama Mr Potter’ın olamaz.” Eğilip yere baktı. “Yerde de birkaç damla var.”
“Neler oluyor?” diye sordu Lily.
“Benim de bilmek istediğim bu,” dedi Şifacı Davis.
Odadan küçük bir iksir şişesi alıp büyü yoluyla kandan örnek aldı. Asasını şişeye doğrultarak bir büyü mırıldandı. Şişenin üzerindeki etikette bir isim belirmeye başladı. Şifacı Davis kaskatı kesildi. Şişeye yüzünde belirgin bir şok ifadesiyle bakıyordu.
“Şifacı Davis?” dedi Lily.
Şifacı kocaman açılmış gözlerini ona çevirdi.
“Kanın ait olduğu kişi… Harry James Potter.”
Harry, St Mungo’dan uçuç tozuyla ayrılınca, doğrudan moteldeki odasına gelmişti; zaten adım atacak hali bile yoktu. Tüm vücudu baştan ayağa zangır zangır titriyordu. Acı her bir hücresinden yayılıyor gibiydi. Şömineden dışarı adımını attığı anda, az daha yüz üstü yere kapaklanıyordu. Ateşten cayır cayır yanıyor, kendini yatağa kadar götürmek için bile tüm gücünü kullanması gerekiyordu.
Yatağa ulaşmayı başarıp kendini inleyerek yatağın üzerine attı. Ateşi git gide yükseliyor, kemikleri fena halde ağrıyordu. Gözleri açık tutamayacağı kadar ağır geliyordu. Yaralı eli zonkluyor, kanaması hâlâ devam ediyordu. Harry’nin sihrini bağışlamış olması, kendisini iyileştiremeyeceği ve hiçbir iksirin de üzerinde etkisi olmayacağı anlamına geliyordu; sihri kendini yenileyene kadar beklemek zorundaydı. Ancak, bu, yedi ila on günü bulabilirdi. Harry o zamana kadar hayatta kalmayı başarabileceğini umuyordu.
Harry, Damien’ın mesajını aldıktan sonra odadan telaşla ayrıldığını, hastaneden de odasına şömine ile geldiğini ve odasının kapısını kilitlemeyi unuttuğunu fark etmeden, bilincini kaybetmişti.
James’in az daha kalbi duruyordu.
“Ne dedin sen?” diye sordu Lily.
Şifacı şişeye yeniden bakarak ağır ağır yutkundu. “Burada bulunan kan Harry James Potter’a ait. Anladığım kadarıyla, o sizin büyük oğlunuz, değil mi?” diye sordu Şifacı, gerçeğin ne olduğunu basbayağı bildiği halde. Büyücülük Dünyası’ndaki herkes Harry Potter’ın kim olduğunu biliyordu.
“Bu mümkün değil,” dedi Lily, başını iki yana sallayarak. “Buraya gelmiş olamaz. Onu görürdük, biz onu…” durdu; gözleri bir şeyin farkındalığıyla kocaman açılmıştı. Hızla dönerek Sirius ile Remus’a baktı.
“Hemşire,” diye mırıldandı Sirius. Gözlerini kapattı ve ellerini kaldırıp başını tuttu.
“Ah Tanrım,” diye fısıldadı Lily. “O… o Harry miydi?”
“James’in yaralandığını nasıl öğrenmiş olabilir ki?” diye sordu Remus.
Damien dikkatini toplamak için elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyordu. Sakin kalmaya çalışarak içinde kabaran suçluluk duygusuyla hareket etmemek için kendiyle mücadele ediyordu.
“Nasıl öğrendiği bir yana, bu, Mr Potter’ın nasıl mucizevi bir şekilde iyileştiğini açıklıyor,” dedi Şifacı Davis. Lily’ye dönerek devam etti: “Anlaşılan, büyük oğlunuz bizi sihir bağışlama konusunda konuşurken dinlemiş ve buraya gelip transferi gerçekleştirmeye karar vermiş.”
Lily şok içindeydi.
“Bir dakika,” dedi James, boğuk bir sesle. Doğrulmaya çalıştı, ama kendini yalnızca birazcık kaldırmayı başarabilmişti. Damien hızla harekete geçip ona yardım etti. “Ne transferi?” diye sordu James, hırıltılı bir sesle. “Siz neden bahsediyorsunuz?”
“Hayatınızı kurtarmanın tek yolu, kan bağınızın olduğu birinin size kendi sihrini bağışlamasıydı,” diye açıkladı Şifacı.
“Ama transferin tehlikeli olduğunu,” dedi Lily, “ve bağışçının sihrini aktarırsa ölebileceğini söylememiş miydiniz?”
“Transfer son derece tehlikeli,” diye cevapladı Şifacı. “Ve çoğu durumda, bağışçıların bu işlemden sonra hayatta kalamadığını biliyoruz; o yüzden, çok sayıda kişi bir olup kendi sihirlerinden azar azar bağışlamadığı sürece transferlere izin vermiyoruz.” Durdu. “Ancak, tarihte, çok güçlü birtakım büyücülerin ya da oldukça güçlü bir çekirdeğe sahip kişilerin sihirlerini bağışladıktan sonra hayatta kaldıkları sıra dışı olaylar da görülmüştür.”
“Ona… ona ne olacak şimdi?” diye sordu Lily, dehşete düşmüş bir halde. “Harry transferi gerçekleştirdikten sonra nasıl bir durumda olacak?”
Şifacı, endişeli görünen bir annenin böyle bir sorusunu cevaplamak istemiyor gibi görünüyordu.
“Mrs Potter,” diye başladı, ağır ağır. “Üzgünüm, ama size karşı acımasız da olsa dürüst olmak zorundayım. Oğlunuzun yardıma ihtiyacı var, hem de acilen. Oğlunuz Mr Potter’a iyileşebilmesi için sihrinden çok büyük bir miktar bahşetmiş, ama şimdi, bu, onun iyileşmek için yeterli sihrinin olmadığı anlamına geliyor. Sihrinizi birine bağışladığınız zaman, bedeniniz zayıflar. Şoka girer. Bağışçılarda sıklıkla ateş, bulantı, ağrı ve acı görülür. Bunlar düzenli olarak izlenmezse, ciddi sağlık problemleri doğurur.”
Lily panikle önce kocasına, sonra da, Sirius ile Remus’a döndü. “Aman Tanrım,” dedi, soluğunu bırakarak. “Ne-nerede olduğunu bilmiyorum. Nerede olduğunu bilmeden ona nasıl yardım edeceğiz?”
“Şifacı Davis.” Remus hızla ona doğru yaklaşırken, Sirius da Lily’yi rahatlatmaya koştu. “Harry’nin buraya geldiğini lütfen kimseye söylemeyin.”
“Mr Lupin, siz bir Bakanlık Seherbazı’sınız,” dedi Şifacı. “Bakanlık yasaları tahtında, Harry Potter’ın hastaneye olan ziyaretini bildirmekle yükümlü olduğumu siz benden daha iyi biliyorsunuz.”
“Biliyorum,” dedi Remus, “ama Bakanlık Harry konusunda yanılıyor. O bir tehdit değil, artık değil. Az önce kendiniz gördünüz, babasına yardım etmek için buraya gelerek her şeyini riske attı. Babasının hayatını kurtardı.”
“Evet,” dedi Şifacı. “Ama Büyücülük Dünyası’nın geri kalanı gibi, ben de, Karanlık Prens ve onun işlediği suçlar konusunda bazı söylentiler duydum. İddialar ışığında, kendisinin düello yeteneklerinin oldukça iyi olduğunu biliyorum; ancak, sizi temin ederim, içinde bulunduğu bu durumda, kendisini savunamayacaktır.”
“Şifacı Davis-” diye başladı Lily.
Adam elini kaldırarak onu susturdu. “Ancak, ben şahsi olarak şartların eşit olmadığı bir mücadeleden yana değilim. Onu iyileşene kadar gizli tutacağım.”
Lily başını iki yana salladı. “Nerede olduğunu bilmiyoruz, yemin ederiz.”
“O sizi bulduysa, siz de onu bulabilirsiniz,” dedi Şifacı. Geri giderek içinde Harry’nin kanının bulunduğu iksir şişesini cebine yerleştirdi. “Çekirdeğin kendini yenilemesi yedi ila ön günü bulacaktır. Size bir haftadan fazla mühlet veremem, ondan sonra, onun St Mungo’ya gelişini bildirmek zorundayım. Umarım bu süre iyileşmesi için ona gerekli zamanı tanır; aksi takdirde, yakalandığında, aralarında adil bir dövüş olmayacaktır.”
“Teşekkür ederiz,” dedi Sirius, Şifacı’nın elini sıkmak için gelerek. “Anlayışınız için gerçekten teşekkür ederiz.”
Şifacı Davis gülümsedi. “Ben her şeyden önce bir Şifacı’yım. İnsanlara yardım etmek için elimden gelenin en iyisini yapacağıma yemin ettim.” Lily’ye baktı. “Oğlunuzun derhal tıbbi yardıma ihtiyacı var. Onu bulmaya çalışın,” dedi Şifacı, son olarak ve odadan çıkıp uzaklaştı.
“Onu bulmalıyız!” dedi Lily. “Harry’yi çok geç olmadan bulmak zorundayız!”
“Bulacağız,” dedi Remus, onu sakinleştirmek için hızla ona doğru yürüyerek.
“Yapayalnız,” dedi Lily, gönlü kırgın bir halde. “Acı içinde ve yapayalnız.”
Damien iki amcasının da yanından geçerek annesine sarıldı. Lily onu sıkıca sardı. “Merak etme, Damy,” dedi, çatallı bir sesle. “Harry’yi bulacağız. Sana söz veriyorum. Ona bir şey olmasına asla izin vermeyeceğiz.”
Damien bir şey söylemedi, ama babasına baktı. Babası yatağında doğrulmuş, düşüncelerine gömülmüştü. Gözleri gölgelenmiş, kaşları endişeyle çatılmıştı. Harry’yi, Şifacı Bakanlık’a haber vermeden önce, bulmanın bir yolunu aradığı aşikârdı.
Damien, kendisini konuşmamak için dizginleyerek, çenesini sımsıkı kapalı tutuyordu. Ağzını açarsa, onlara Harry’nin tam olarak nerede olduğunu söyleyecek olmaktan fena halde korkuyordu.
Damien, elinde cep telefonuyla, odasındaki yatağında oturuyordu. Harry’ye başka bir mesaj daha göndermişti. Fakat cevap yoktu. Damien, tüm benliğiyle, Şifacı’nın transferin etkileri konusunda söylediklerinin, gerçekte olduğundan daha abartılı söylenmiş sözler olması için dua ediyordu. Belki, Harry sadece hafif bir mide bulantısı hissetmek dışında kendini iyi hissediyordu. Her şey bir yana, ağabeyi zaten çoğu büyücüden daha güçlüydü. Ama Harry’ye üçüncü mesajı da gönderdikten ve bir saatten daha fazla bekledikten sonra, Damien paniklemeye başlamıştı. Ya Harry’nin başı beladaysa? Damien daha fazla kendini tutamadı. Ayağa kalkıp üzerine montunu geçirdi. Damien tam pencereden aşağı atlamak üzereydi ki, odasındaki şömine yeşil alevlerin ışığıyla aydınlandı.
Damien hızla döndü. Odasındaki şömineyi kullanan tek kişi, arkadaşlarıydı. Beklediği gibi, alevlerin içinde Ginny Weasley’nin başı duruyordu. Yüzü, saatlerdir ağlıyormuş gibi bitkin görünüyordu.
“Gin?” Damien hızla şöminenin önüne gelerek diz çöktü. “İyi misin?”
“Pek sayılmaz,” diye cevapladı Ginny, boşluktan gelir gibi bir sesle.
“Ne oldu?” diye sordu Damien.
“Bill hastanede,” dedi Ginny. “Fena halde yaralanmış. O… o komada. Şifacı iyileşeceğini söylüyor, ama…” derken Ginny’nin sesi kısıldı.
“Ah, Gin, çok üzüldüm,” dedi Damien. Bir süre ne söyleyeceğini bilemeden sessizce oturdu. “Fleur nasıl?” diye sordu.
“O hâlâ hastanede,” diye cevapladı Ginny. “Bence, bu gece annem ile Fleur Bill’in yanında kalırlar. Senin de babanın yanında hastanede olduğunu sanıyordum. Seni görmeye gittim ve Mr Potter’ı gördüm.” Yorgun bir şekilde gülümsedi. “İyi olmasına sevindim. Babamın sözlerinden, Mr Potter’ın ölümcül bir şekilde yaralandığını anlamıştım. Çok endişelendim.”
Damien Harry’nin ne yaptığını arkadaşlarına anlatmamaya karar vermişti; ancak, üzerine çok fazla düşünmeden, kendini, Harry’nin babasına sihrini bağışlayarak onu nasıl mucizevi bir şekilde iyileştirdiğini anlatırken bulmuştu. Ginny onun sözlerini git gide açılan gözlerle dinliyordu.
“…babam şimdi iyi, ama Harry’nin başı belada. Şifacı, babama sihrini aktardığı için Harry’nin gerçekten hasta olması gerektiğini söyledi. Yardıma ihtiyacı var. Ben de, tam evden kaçıp onun yanına gidiyordum ki, sen aradın.”
“Tek başına gidemezsin, Damy,” dedi Ginny. “Güvenli değil. Ayrıca, annen senin olmadığını fark ederse ne yapacaksın?”
“Umurumda değil”, diye cevapladı Damien. “Buna sonra bir çare düşünürüm. Önce Harry’ye yardım etmem gerek.”
Ginny sessizliğe gömüldü. “Bekle,” dedi ve bir anda kayboldu.
Damien onun başının olması gereken boşluğa bakarak bekledi. Şöminenin alevleri tamamen yok oldu ve aniden yeşil alevler uzayarak yeniden belirdi. Ginny şömineden öne doğru devrilirken, Damien tam zamanında geriye doğru kaçtı.
Ginny üzerindeki külleri temizleyip, hâlâ yerde oturan ve ağzı açık ona bakan Damien’a döndü.
“Ne?” diye sordu Ginny, omuzlarını silkerek.
“Geleceğini söyleyip uyarsaydın keşke,” dedi Damien.
“Ne yapacağımı anlamış olman gerekirdi,” dedi Ginny. “Ron’a küçük bir not bıraktım ki, yokluğumu idare edebilsin.” Damien’a bir bakış attı. “Seni oraya tek başına gönderir miydim sence?”
Damien’ın yatağına doğru ilerleyip yatağın üzerine yastıkları dizdi ve yorganı örttü. Şimdi, sanki yatakta biri yatıyor gibi görünüyordu. Dönerek asasını Damien’a doğrulttu. “Bir şey söyle.”
“Ne gibi?” diye sordu Damien.
“Bu işi görür.” Dönerek asasını bu sefer de yatağa doğrulttu. Yorganın altındaki kabartıdan yeşil ışık huzmeleri yükseldi ve sonra kayboldu. Ginny asasını cebine koydu. “Artık annen gelir ve seninle konuşmak isterse, bu şey senin yerine senin ses tonunda cevap verecek. Ama sadece, ‘uykum var’ ya da ‘sabah konuşuruz’ gibi kalıp cümlelerle.”
Damien ona bakakaldı. “Bu muhteşem,” dedi.
“Bunu bana George öğretmişti,” dedi Ginny. “Büyü oldukça basit, gerçi. Karmaşık ve özel sorulara cevap veremiyor. Sadece basit konuşmalar için.”
“Ya annem beni yataktan kaldırmaya ya da beni görmeye kalkışırsa?” diye sordu Damien.
“O zaman, döndüğünde ona iyi bir açıklama yapmak zorunda kalacaksın,” dedi Ginny, yüzünde çarpık bir gülümsemeyle. “Hadi, artık, gidelim.”
İkisi de pencere pervazından tırmanarak su borusundan aşağı indiler. Hızır Otobüs’e binerek Harry’nin saklandığı Muggle kasabasına doğru yol aldılar. Hızla motele doğru yürüdüler. Yönetim tarafından durdurulup sorguya çekilmemek için dikkatlice içeri sızdılar. Harry’nin kapısına gelip usulca kapıya vurdular. Cevap yoktu.
Damien elini kaldırıp kapıya tekrar vururken, Ginny kapı tokmağını döndürmeye çalıştı.
“Kilitli olması ge-” Kapı klik diye açılınca, Damien’ın sözleri boğazında takılıp kaldı.
Ginny bunun olmasına inanamıyormuş gibi görünüyordu. Damien’la birbirlerine şaşkınlık dolu bir bakış attıktan sonra hızla içeri dalıp arkalarından kapıyı kapattılar; ama bu sefer kilitlemişlerdi.
Oda karanlıktı, ama Damien da, Ginny de Harry’nin yatağın üzerinde kıvrılmış yatan bedenini görebiliyorlardı. Damien hızla ağabeyinin yanına koşarken, Ginny de küçük masa lambasını bulup ışığı yaktı. Loş ışık, Damien ile Ginny’nin Harry’nin ne durumda olduğunu görmeleri için yeterliydi. Harry terden sırılsıklam olmuş görünüyordu; saçları alnına yapışmış, teni terden yapış yapış kalmıştı. Yüzü hiç olmadığı kadar solgun görünüyordu. Kapalı gözlerinin çevresinde siyah halkalar oluşmuştu. Dudakları kuru ve çatlamış görünüyordu.
“Ah Tanrım,” diye fısıldadı Damien. “Harry? Harry, uyan!” Harry’yi omuzlarından tutup hafifçe sarstı.
Harry uyanmadı.
“Harry? Harry, bizi duyabiliyor musun?” diye yeniden denedi Damien.
“Kendinden geçmiş,” dedi Ginny. “Ateşi var çünkü. Vücut ısısını düşürmemiz gerek.” Az eşyanın bulunduğu odaya göz gezdirdi. “Pekâlâ, sen üzerini çıkar. Ben de soğuk su bulabilir miyim, ona bakayım.”
Damien hemen harekete geçerek, önce ağabeyinin ayakkabılarını ve sonra da, hâlâ üzerinde olan montunu çıkarmaya koyuldu.
Ginny odanın köşesinde bulunan küçük buzdolabı ile derin dondurucuya gitti. Dolapta bir şişe sudan başka hiçbir şey yoktu. “Merlin, bu çocuk ne yiyor?” diye mırıldandı. Şişeyi çıkarıp dolabın kapağını kapattı. Bu sefer, derin dondurucuyu açtı ve aradığı şeyi orada buldu. İçerisinde çok sayıda buz vardı.
Ginny etrafına bakınıp buzları koyabileceği bir kap aradı. Küçük plastik bir leğen buldu; içerisinde biraz pilav kalıntıları kalmış gibi görünüyordu. Hızla tuvalete giderek leğeni iyice yıkadı. Leğenin içini soğuk suyla doldurup buzları da onun içine boşalttı.
Yatağın yanına geri döndüğünde, Damien’ın, Harry’nin ağır görünen montu ile gömleğini çıkarmayı başarmış olduğunu gördü. Şimdi üzerinde yalnızca pantolonu vardı. Ginny, hiçbir şey bulamayınca, yatak çarşafının kenarından bir parça yırttı. Bez parçasını buzlu suyun içine batırıp Harry’nin alnına koydu. Harry hafifçe inleyince, Ginny’nin kalbi tekler gibi oldu. Onu böyle hasta bir şekilde görmek çok korkunçtu.
Damien da yatak çarşafından bir parça yırtıp Ginny’nin buzdolabından çıkarıp getirdiği şişeyi açtı. Bezi bir parça sulandırıp Harry’nin kuruyan dudaklarını nazikçe ıslatmaya koyuldu. Bu birkaç damla suyla bile, Harry biraz olsun rahatlatmış gibi görünüyordu. Nefes alış verişleri düzelmeye başlamıştı ve çok daha derin bir uykuya dalmıştı.
Damien, her ne kadar sihir bağışlamanın nasıl bir şey olduğunu anlamasa da, Harry’nin kanı hastanede bulunduğundan beri, onun olağanüstü bir şeyi başardığını anlamıştı. Gözleri, Harry’nin sargılı eline takıldı; elini saran bez kanlar içinde kalmıştı. Damien bezi kaldırarak yarayı kontrol etti. Yarası çok derin görünmüyordu, ama kanaması hâlâ devam ediyordu.
“Şimdi ne yapacağız?” diye sordu Ginny’ye, panik içinde. “Elini temizleyip sarabileceğimiz hiçbir şey yok. Antiseptik bir şeyler bulmamız gerekmiyor mu?”
Ginny dudağını ısırıp başını iki yana salladı. “Bilmiyorum, Damy. Ben yara temizlemekten hiç anlamam. Ron olsa ne yapacağını bilirdi. Hermione de öyle; o da Muggle tedavi yöntemlerini biliyor.”
“İhtiyacımız olan da o,” dedi Damien, “şu anda sihirle yapılan hiçbir tedavi onda işe yaramayacak.”
“Sen şimdi elinden geldiğince yarayı temizlemeye çalış,” dedi Ginny. Damien’a yatak çarşafından birkaç parça daha yırtmasında yardım etti; çarşafı paramparça etmişlerdi, ama işlerine yarıyordu, nasılsa.
Damien yeni bir bez alıp onu ıslattı ve Harry’nin elini iyice temizlemeye çalışıp yaranın üzerini sıkıca sarıp kapattı. Ancak, üzerinden daha on dakika geçmemişti ki, bezden yine kan sızmaya başladı. İki saat sonra ise, beceriksizce üst üste sardığı tüm bandajlar kana bulanmaya yeniden başlamıştı.
Damien ne yaparsa yapsın, yarayı ne kadar sıkıca sararsa sarsın, her iki saatte bir bandajlardan kan sızmaya devam ediyordu. Ancak, Damien pes etmiyordu. Her seferinde yarayı yeniden temizliyor, üzerini tekrar tekrar bandajlıyordu. Damien Harry’nin yarasıyla uğraşadursun, Ginny de Harry’nin alnına soğuk bezler koyup ateşini düşürmek için uğraşmaya devam ediyordu.
İkisi de, bir taraftan Harry’nin ateşini düşürmeye ve kanamayı durdurmaya çalışırken, diğer taraftan ise başka ne yapmaları gerektiğini bilmiyorlardı. Harry’yi uyandırmaya çalışsalar da, bir sonuç alamamışlardı.
Sabahın ilk saatleri gelip çattı, ama Harry hâlâ uyanmamıştı. Damien, içinde sıkışıp kalmış panik duygusuna daha fazla engel olamıyordu.
“Neden uyanmıyor?” diye sordu. “Bir şeyler ters gidiyor. Belki de, transfer düzgün işlemedi. Şimdiye kadar gerçekten uyanmış olması gerekirdi.”
Güneş doğuyordu ve Damien artık eve dönmesi gerektiğini biliyordu. Annesi genellikle odasına gelip onu kahvaltıya çağırmak için uyandırıyordu. Yatağında olduğunu fark etmeden önce odasına dönmesi gerekiyordu. Damien, birkaç saat sonra, yanında Ron’la ve gerekli tıbbi malzemelerle döneceğini söyleyip ayrıldı.
Ginny soğuk bezlerle Harry’nin ateşini düşürmek için çabalamaya devam ediyordu. Tüm geceyi Harry’nin alnına, boynuna ve bileklerine soğuk bez yerleştirerek ayakta geçirmişti. Artık çok yorgundu. Önceki gece de, ağabeyini düşünmekten ağlamasını durduramamış, hiç uyuyamamıştı. Bill ile Fleur’un bugün balayında olması gerekiyordu; ancak, onun yerine, Bill hastanede hayatta kalma mücadelesi veriyor, Fleur ise onun yanında, durmadan ağlayarak kader onları ayırmasın diye dua ediyordu.
“Bu hiç adil değil,” diye fısıldadı, kendi kendine. “Bill iyi bir insan. Bunların hiçbirini hak etmiyor.”
Gözlerini Harry’ye dikti; sabahın ilk ışıkları pencereden yüzüne vurduğu için şimdi onu daha net görebiliyordu. Yüzü dün gece olduğundan biraz daha huzurlu görünüyordu. Ginny, alnında duran bezi alıp gözlerinin çevresindeki siyah halkaları nazikçe temizledi.
“Sen de tüm bunları hak etmiyorsun,” dedi, usulca. “Kim ne derse desin, sen de iyi bir insansın. Baban için yaptığına bak.” Duygusallıktan sesi çatallaşmıştı. “Hiç adil değil,” dedi, soluğunu bırakarak. “Ailen için harika bir şey yapıyor, ama onlarla birlikte olamıyorsun.” Elini Harry’nin yanağına koyup nazikçe yüzünü tuttu. “Ailenin yanına dönebilmen için keşke elimden bir şey gelseydi.”
Harry kımıldadı; Ginny tam elini çekiyordu ki, onun dokunuşunun altında, Harry’nin başını hafifçe hareket ettirdiğini gördü. Ginny kaskatı kesilmişti. Hareket etmeye cesaret edemiyordu. Harry eline yaslanmış bir halde uyumaya devam ederken, Ginny de nefesini tutmuş, onu izliyordu. Gülümsedi ve istemeyerek de olsa elini çekti. Harry uykusunda yanağındaki dokunuşu aradı ve hareketsiz bir şekilde uyumaya devam etti.
Ginny bezi temizleyip Harry’nin alnına geri koydu. Gözlerini ovuşturdu. Çok yorgundu. Bütün gece oturmaktan sırtı ağrıyordu. Sırtını çok kısa bir süreliğine düzleştirmek istemişti, sadece. Harry’nin yanına kıvrılırken aklındaki tek düşünce buydu. Ne var ki, Harry’nin yanında yatarken ne olduğunu bile anlamadan derin bir uykuya dalmıştı.
Harry’yi uyandıran, çıplak pencereden vuran güneş ışığıydı. Neden bu kadar hasta ve zayıf hissettiğini anlaması yaklaşık bir ya da iki dakikasını almıştı. Sonra, babasına sihrini bağışladığı kafasına dank etti. Harry yaralı elini göreceği şekilde kaldırdı ve elinin çarşaf beziyle sargılanmış olduğunu gördü. Bu dün kendisinin yaptığı sargıdan kesinlikle farklıydı. Tam o anda, alnının üzerinde bir bezin hafif ağırlığını hissetti. Bezi eline alıp kafası karışmış bir halde beze baktı. Neler oluyordu? Odaya bir göz gezdirdi. Başını çevirdiğinde, hemen yanında yatan kızıl saçlı bir kız gördü. Harry eğer kendini çok hasta hissetmeseydi, şoktan yataktan zıplardı.
Yanına yatmış, gürültülü bir şekilde uyuyan kıza bakarken gözlerini kırpıştırdı. Kızıl saçları yüzünü tamamen kapatıyor, kısmen onu saklıyordu. Ancak, Harry onun kim olduğunu tabii ki biliyordu. Çok yavaşça, kızın önüne düşen saçlarını geriye doğru itti. Evet, bu Ginny Weasley idi. Harry neler olduğunu ve onun yatağına gelip neden onun yanında uyuduğunu bilmiyordu, ama kardeşinin bu işte bir parmağı olduğuna emindi. Bulanık gören gözleriyle odayı taradı, ama Damien’dan hiçbir iz yoktu.
Harry doğrularak oturmaya çalıştı, ama bedeni şiddetle karşı çıkıyordu. Gözlerini yumdu ve yavaş yavaş nefes alıp vermeye başladı. Kalkmak için tüm enerjisini toplayarak doğrulmayı başardı. Ginny yatağın oynamasıyla kıpırdandı. Gözlerini açtı ve Harry’nin uyanık olduğunu gördü. Yerinden fırladığı gibi, kendini yataktan aşağı attı.
“Harry,” dedi, yatağın kenarında durarak. “Merlin’e şükürler olsun, uyanmışsın. Nasılsın? İyi hissediyor musun?” diye sordu, aceleyle; içinden Harry’nin şimdi uyanmış olması ve onun yanında yattığını fark etmemiş olması için dua ediyordu. “Damien bana neler olduğunu anlattı,” diye devam etti. “Senin için endişeleniyordu, o yüzden dün gece seni kontrol etmeye geldik. O da kısa bir süre önce gitti, ama birazdan döner.”
Harry onu duymazdan geldi. Gözle görülür bir güçlükle, ayağa kalkmak için bacaklarını yatağın yanından sarkıtmaya çalıştı. Bu kadar basit bir şeyi bile yapamıyordu. Ginny hemen ona yardım etmeye yeltendi. Ancak, Harry kendini geri çekip dik dik ona baktı.
“Sakat değilim!” diye tısladı.
Ginny hiçbir söylemeden öylece kalakaldı. Harry’ye yüzünde bir şok ifadesiyle bakıyordu.
“Harry, ben sadece yardım etmeye çalışıyorum,” dedi.
“Senin yardımına ihtiyacım yok,” dedi Harry, ters ters. “Kendi başımın çaresine bakabilirim.”
Ginny’nin yaşadığı şok ve kırgınlık anında yerini öfkeye bıraktı.
“Tabii canım, haklısın,” dedi, soğuk soğuk. “Kimsenin yardımına ihtiyacın olmadığını unutmuşum. Sen sonuçta insanüstü bir varlıksın, değil mi? Yaralanmazsın. Kan kaybetmezsin. Hatta hasta bile olmazsın. Dün Damien ile ben buraya geldiğimizde de oldukça iyiydin zaten. Yüksek ateşin de yoktu, elin de kontrolsüz bir şekilde kanamıyordu, hiç öyle acı falan da çekmiyordun. Buraya gelerek vaktimizi boşa harcamışız, anlaşılan.”
“Sana kim gelmeni söyledi ki?” dedi Harry.
“Harry,” diye başladı Ginny, başını iki yana sallayarak. “Bize buraya gelip sana bakmamızı hiç kimse söylemedi. Biri seni umursadığında yaptığın tek şey, onu incitmek.” Harry’nin kan çanağına dönmüş, şaşkın şaşkın bakan gözlerine dik dik baktı. Gözlerinde, onun neden buraya geldiğini, dün gece onunla ilgilenme zahmetine neden girdiğini anlamadığını açıkça görebiliyordu. “Neden kimsenin sana yardım etmesine izin vermiyorsun?” diye sordu.
“Çünkü kimsenin yardımına ihtiyacım yok,” dedi Harry. Kendini yataktan iterek titreyen bacaklarının üzerinde doğruldu. “Kendi başımın çaresine kendim bakabilirim. Bu her zaman böyleydi ve böyle de kalacak.”
Banyoya doğru güçlükle ilerledi ve arkasından kapıyı çarptı. Kapıya yaslanıp kayarak soğuk zemine oturdu. Gözlerini kapattı. Tüm bedeni ağrıdan sızlıyordu. Midesi bulanıyordu, ama midesinde çıkaracak hiçbir şey yoktu. Orada öylece durup mide bulantısını bastırmaya çalıştı.
Dış kapının açılma sesini duydu, ardından ise, bir klik sesiyle kapandığını. Gözlerini açtı. Ginny gitmişti. Harry, anlayamadığı bir şekilde, vicdan azabı çektiğini hissetti. Ginny’nin ona yalnızca yardım etmeye çalıştığını biliyordu. Harry’nin birine güvenme düşüncesini hazmedemediğini o nereden bilebilirdi ki? Aciz olduğunu hissettiği her an, Harry içinde dile getiremediği bir korku yaşıyordu. Ama bu onun problemiydi, Ginny’nin değil.
Kalan son enerjisini de kullanarak ayağa kalktı ve lavaboya döndü. Yaralı olmayan diğer eliyle yüzüne biraz soğuk su çarptı. Ginny’nin onu yalnız bırakmasından dolayı rahatlamış olması gerekirdi. Şimdi, belki biraz olsun dinlenebilirdi. Ancak, gel gelelim, onun yerine, kendini yapayalnız hissediyordu. Başını iki yana salladı. Anlaşılan, ateşi ona saçma sapan şeyler hissettiriyordu. Yanında kimsenin olmasına ihtiyacı yoktu. O her zaman tek başına daha iyiydi.
Harry üzerinden çıkartılan gömleğini alıp üzerine geçirdi ve kendini yatağa geri attı. Gömleğinin düğmelerini bağlayacak kadar bile enerjisi yoktu. Neredeyse anında, uykuya dalmıştı.
On dakika sonra, kapının açılmasıyla Harry anında uyandı. Kapıda Ginny’yi elinde plastik bir poşetle buldu.
“Benim,” dedi, usulca.
Harry, onu, içeri girip kapıyı kilitlerken izledi.
“Nereye gittin?” diye sordu Harry. Sesi boğuk çıkmış, fısıltıdan daha yüksek çıkmamıştı.
Ginny elindeki poşeti karıştırarak ona doğru yürüdü. Ona bakmıyordu. Bilerek mi bakmıyordu, Harry merak ediyordu.
“Yemek yemen gerek, düzgün bir yemek,” diye cevapladı Ginny, küçük bir kap çorba çıkararak. Çorbayı onun için tutarken onunla göz göze geldi.
Harry yavaşça uzanıp sıcak çorbayı ondan aldı. Ginny’nin gözleri, Harry’nin elini kaplayan sargının kana bulanmış görüntüsüne kaydı. Anlaşılan, yeniden kan sızdırmaya başlamıştı.
“Ron birazdan burada olur,” dedi. “Onun yarayı halledebileceğine eminim.”
Başka hiçbir şey söylemeden, ufak kahve sehpasına doğru yürüyüp yere oturdu. Poşetten küçük bir sandviç çıkarıp yemeye koyuldu. Harry, onun, yemek için nasıl ödeme yaptığını merak ediyordu. Yanında Muggle parasıyla dolaşmadığını biliyordu, sonuçta. Tam ona bunu soracaktı ki, fikrini değiştirdi. Sessizce çorbasını içip çorbanın tadını çıkardı.
Harry boş kabı koyduğu anda, kapıdan hafifçe bir vurulma sesi geldi. Ginny kapıyı açarak Ron, Damien ve Hermione’yi içeri aldı. Damien hemen koşarak Harry’nin yanına geldi; yüzünde rahatlamış bir ifade vardı.
“Merlin’e şükürler olsun, uyanmışsın,” dedi. “Seni hâlâ baygın bulmaktan çok korkuyordum. Şimdi nasılsın? Daha iyi misin?”
Harry, Damien’a, yanında Ginny’yi, şimdi de Hermione ve Ron’u da getirdiği için ne kadar kızsa da, onu azarlayamayacağını fark etti; özellikle de, sesinde duyduğu gerçek endişe ve korkudan sonra.
“İyiyim,” dedi Harry. Sesi şimdi biraz daha iyi çıkıyordu. Çorba ona iyi gelmişti.
Ron onun yanına geldi. “Pekâlâ, şu elini bir görelim,” dedi, usulca.
Harry, Ron’un yorgun ve hatta biraz hasta göründüğünü fark etmişti. Yüzü hiç olmadığı kadar solgun, gözleri tüm geceyi ayakta geçirmiş gibi kıpkırmızıydı. Harry’nin bileğini tutup dikkatlice kanlı bezi çıkarmaya koyuldu. Hermione yanında bir çanta getirmiş, içinden Ron’un yarayı temizlemesi ve sarması için gerekli tıbbi malzemeleri çıkarmaya başlamıştı.
“Bill’den haber var mı, Ron?” diye sordu Ginny.
Ron hemen cevap vermedi. Başını hafifçe sallamakla yetindi. “Hâlâ aynı. Şifacı Davis durumunun artık stabil olduğunu söyledi, ama hâlâ uyanmadı.”
Harry’nin kaşları çatıldı. Bill mi? Bu, Ron’un dün evlenen ağabeyi değil miydi? Harry soru soran bakışlarını, onun neden öyle baktığını anlamış görünen Damien’a dikti.
“Bill Yoldaşlık’laydı. Dün Ölüm Yiyen’lerle savaşmaya o da gitmişti.” Damien’ın daha fazla şey söylemesine gerek yoktu; Harry ne olduğunu anlamıştı.
Başını kaldırıp Ginny’ye baktı. Dün bütün geceyi, böyle zor bir zamanda ailesinin yanında geçirmek yerine, onunla geçirmişti. Ona yaptığı ani çıkış, şimdi gözüne çok acımasız görünüyordu.
Ron Harry’nin elini saran kanlı sargıyı çıkardı. Kesik hiçbir iyileşme belirtisi göstermiyordu. Ron sessizce yarayı temizleyip düzgün bir şekilde bandajlayarak sargıyı elinden geldiğince sıkıca sardı. Hermione çantasından şeffaf alüminyumla paketlenmiş küçük haplar çıkardı.
“Damien, iksirlerin bir süre sende işe yaramayacağını söyledi,” dedi, Harry’ye. “Çekirdeğin sihrini yenileyene kadar iksir alamayacağın için, sana evde bulduğum Muggle ilaçlarından getirdim.”
Öksürük şurubundan ağrı kesici haplara kadar hepsini ona verdi. Harry’ye bunlardan günde kaç kez alacağını söylerken, Harry onu dinlemiyordu. Aklı gidip gelmeye başlıyor, ateşi yeniden yükseliyordu. Gözlerini kapattı. Hermione’nin ona seslendiğini hayal meyal duyuyordu ki, ansızın bilincini kaybetti.
Harry’yi uyandırmayı denedikten ve başarısız olduklarını gördükten sonra, dördü de onu uyandırmaya çalışmaktan vazgeçmişti.
“Dürüst olmam gerekirse, bu durum bizi aşar,” dedi Hermione. “Harry’ye biz yardım edemeyiz. Doğru düzgün bir tedaviye ihtiyacı var. Ona göz kulak olduğumuzu söyleyip kendimizi kandırmayalım. Ne yapacağımızı bile bilmiyoruz. Bu Muggle ilaçlarının ona yardımı dokunacağından bile emin değilim.”
“Başka ne yapabiliriz ki?” diye sordu Ginny. “Onu St Mungo’ya götüremeyiz. Elimizden geldiğince ona en iyi şekilde bakmaktan başka hiçbir şansımız yok.”
Damien uyuyan ağabeyine bakıp dudağını ısırdı. “Belki… belki de annem ile babama söylemeliyiz,” dedi. “Ona bir tek onlar yardım edebilir. Annem ne yapacağını bilir.”
“Damy,” diye başladı Ron,” Harry seni asla affetmez.”
“Biliyorum,” dedi Damien, “ve Harry’nin güvenini bu şekilde sarsmayı gerçekten istemiyorum; ama… ama başka ne yapmam gerektiğini de bilmiyorum. Harry’nin yardıma ihtiyacı var. Ne kadar uğraşsak da, ateşini düşürmeyi başaramıyoruz. Şifacı Davis transferin gerçekten çok tehlikeli olduğunu ve Harry’nin gözetim altında tutulması gerektiğini söyledi.”
“Belki de, onu sadece sizi korkutmak için söylemiştir,” dedi Ron. “Muhtemelen annen ile babanın onun yerini bildiğini düşünüyordur. Harry’yi ona getirmeniz için sizi ikna etmeye çalışarak ödüle konmayı istemiş olabilir.”
“Sanmıyorum,” dedi Damien. “Harry’nin St Mungo’ya geldiğini Bakanlık’a hemen bildirmedi; Harry’ye kendini savunabilmesi için bir toparlanma süresi verdi, en azından bir hafta kadar.”
“Bence, annen ile babana hiçbir şey söylememelisin, en azından şimdilik,” dedi Ron. “Harry’nin durumu daha kötüye giderse ya da kanamayı durduramazsak, o zaman Mr ve Mrs Potter’ı bu işe dâhil etmekten başka şansımız olmaz zaten. Ama ben bunu bizim idare edebileceğimize eminim. Şimdi, sadece tek bir problemle ilgilenmeliyiz.”
“Şuan en büyük problemimiz, ateş,” dedi Hermione. “Ateşini düşürmek zorundayız. Bedenini soğutmayı başaramazsak, havale ya da kriz geçirmeye başlar.”
“Muggle ilaçları bir işe yarayacak mı, önce onu görelim,” dedi Ron. “Aynı zamanda, ateşini düşürmek için soğuk kompres uygularız.”
Ginny ile Damien bez parçalarını soğuk suya batırıp hızla işe koyuldular. Hermione çantasından birkaç ilaç daha çıkarırken, Ron da Harry’nin yaralı elini yakından incelemeye devam etti. Hepsi birden Harry’nin etrafında toplanmış, onun için ellerinden geleni yapmaya koyuldular.
Günler gelip geçmiş, dördüncü gün Harry’nin ateşi önemli ölçüde düşmüştü. Elindeki kanama da artık durmuş, git gide iyileşmeye başlamıştı. Ama yine de, hâlâ oldukça güçsüzdü ve yataktan pek kalkamıyordu. İlk gün Ginny’ye sarf ettiği sert sözlerden sonra, Harry çenesini kapalı tutmuş, diğerlerinin ona ettiği yardımları yorum yapmadan kabul etmişti. Aslında yardımlarına ihtiyacı olduğunu o da bal gibi biliyor, ama bunu kabul ettiğini asla dile getirmiyordu. Onun bu kadar hasta olmasını büyük bir mesele haline getirmedikleri için onlara içten içe teşekkür ediyordu. İhtiyacı olandan daha fazla üzerine titremiyorlardı. Dördü de geceleri Harry’yi yalnız bırakıyor, gündüzleri ise ona yemek ve ilaç getirerek onunla geçiriyorlardı.
Yedinci günün sabah saatlerinde, Harry kapısının vurulma sesiyle uyandı. Yattığı yerden kalkarak, diğer günlerde olduğu gibi, yorgun argın kapıya doğru yürüdü. Harry’nin aklından bugün neden bu kadar erken geldikleri geçse de, kapıyı çoktan açmıştı bile.
Büyü onu göğsünün tam ortasından vurmuştu. Harry büyünün gücüyle vahşice havaya savrulup sırt üstü yere düştü. Hemen başını kaldırıp baktığında, üç Ölüm Yiyen’in içeri girerek arkalarından kapıyı kapattığını gördü.
“Merhaba, Prens,” dedi Nott, yüzünde otuz iki dişini de gösteren vahşi bir sırıtışla. Asasını Harry’nin göğsüne doğrultmuştu. “Görüşmeyeli uzun zaman oldu.”
Çeviren: Tuba Toraman
Yorumlara bak
LANET OLSUN NOOOOOOOOOOOOOOOOTT! YA UF TAM HARRY İYİLEŞMEYE BAŞLAMIŞTI! bidakka bill ve fleur harry olmadan nasıl tanışmışlar? NEYSE KİMİN UMRUNDA HARRYİ BULDULAR!
Haha gene başa dönüyoruz
ya nasıl bi alçak
yahu bu ne????? tam her sey duzelicekken su olana bak. eger harry yine hafizasini kaybederse, bu artik turk dizilerine donusur haberiniz olsun
Bu bölümdeki olaylar biraz saçma gibiydi. Yani ne bileyim, büyüyle tedavi mugglerın üzerinde bile kullanılıyor ayrıca, içindeki büyüyü emen lanet olmasına bir şey diyemem ama kan nakli yapar gibi büyü nakli yapılması da saçma olmuş. Şifacılar hastaları tamamen sihir yoluyla, büyü ve iksirlerle tedavi ederler yani ameliyat etmezler. Bu kadar güzel bir seriden böyle mantık hataları beklemezdim ama sonuçta bu farklı bir boyut. Belki de bu farklılıklar hikayenin bildiğimiz asıl Harry Potter evreninde geçmemesinden kaynaklanıyor olabilir.
Merak etmeyin Harry Voldisine dönmeden kurtuluyor
YAV HARRY pat diye kapı açılır mı? Hırlısı var hırsızı var VOLDİsi var SEHERBAZI var ÖLÜMYİYENİ var! 😤😤😭😭 OFFF
en başa filan dönmez diye düşünüyorum. James de maşallah 9 canlı çıktı