Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #54: Beklenmedik Şans

Karanlık Prens - İçimdeki Karanlık #54: Beklenmedik Şans

GİRİŞ İÇİN TIKLAYIN.

51. BÖLÜM

52. BÖLÜM

53. BÖLÜM

Lord Voldemort’un o karanlık gece, Harry Potter‘ı öldürmeyip kendi oğlu gibi büyütmeye karar verdiği alternatif bir hayran hikâyesine ne dersiniz?
Karanlık Prens” serisini, Safina Mazhar‘ın kaleminden ve yazarın gözden geçirdiği yeni versiyon üzerinden taze bir çeviriyle sizlerle buluşturuyoruz. Karşınızda İçimdeki Karanlık cildinin elli dördüncü bölümü!

bölüm 54

Beklenmedik Şans


Harry, gözlerini Ölüm Yiyen’lerden ayırmadan, yavaşça ayağa kalktı. Üçünü de tanımıştı: Voldemort’un yakın çevre Ölüm Yiyen’leri Nott, Kerr ve Reid.

Harry’nin gözleri Nott’a kitlenmişti. Güçsüz bedeni acıdan zonklamasına rağmen, dimdik durdu ve sırıttı. “Bakıyorum da, insanlara savunmasızken saldırma alışkanlığından hâlâ vazgeçmemişsin, Nott,” dedi, biraz nefes nefese kalmış bir sesle. “Dersini almış olduğunu düşünmüştüm.”

Harry’ye yedi yaşındayken saldırdığı için çektiği cezanın hatırası, Nott’un ifadesini sertleştirdi. O gün bu gündür, Karanlık Prens’ten ölesiye nefret ediyordu.

“Sen benim için değil,” dedi Nott, bir adım ileri gelerek; asasını Harry’nin başına doğrultuyordu. “Kendin için endişelen, Prens.” Harry’yi baştan ayağa süzerek cık cık’ladı. “Pek de iyi görünmüyorsun. Solgun bir yüz, gözaltlarında siyah halkalar, titremeler – tüm bunlar üşüttüğün için mi yoksa asamla burun buruna geldiğin için mi?”

Harry burnundan soludu. “Sen öyle san,” dedi, alay ederek.

Nott kıkırdadı ve arkasındaki diğer iki Ölüm Yiyen’e bakıp sırıttı.

“Beni nasıl buldunuz?” diye sordu Harry. Paniğe kapılmış beyni bir kaçış planı bulmaya çalışırken, onları konuşturarak zaman kazanmaya çalışıyordu. “Gerçi, beni bulmanız epey uzun sürdü,” diye ekledi.

“O kadar da zor olmadı,” diye böbürlendi Nott. “Tek yapmamız gereken, senin o ezik kardeşini takip etmekti.”

Damien’ın bahsi üzerine, Harry’nin kanı dondu. Ölüm Yiyen’ler onu takip mi etmişlerdi? Canını yakmış olabilirler miydi? Damien şimdi neredeydi?

“Onu takip ettik ve bir hafta boyunca düzenli olarak bu yere geldiğini ve burada saatler geçirdiğini fark ettik. Sebebini anlamak hiç de zor olmadı, tabii,” diyerek sırıttı Nott. “Muggle Dünyası’nda zavallı gibi saklanan ağabeyini ziyaret etmekten başka ne yapıyor olabilirdi ki?”

Harry kafasının içinde beşe kadar saymaya başladı. Aklını toparlamak zorundaydı. Şu Ölüm Yiyen’lerin elinden bir kurtulsun, ilk iş Damien’ı bulup öldürecekti! Ölüm Yiyen’leri kapısına kadar o getirmişti. Damien nasıl olup da takip edildiğini anlamazdı?

Harry kardeşine olan öfkesini bir kenara atıp kendini şuan içinde bulunduğu soruna odaklanmaya zorladı. Hâlâ asasız sihir yapamayacak kadar güçsüzdü. Sağındaki pencere de içinden geçemeyeceği kadar küçüktü. Kaçabileceği tek yer, Ölüm Yiyen’lerin arkasında duran kapıydı. Harry ayaklarının üzerinde kalabilmek için bile savaşıyordu; bu durumdayken, bu üç yetişkin adamı bir şekilde Silahsızlandırmayı başarsa bile, onlarla savaşması mümkün değildi. Harry yatağının yanındaki sehpaya bir göz attı; asası orada, ulaşamayacağı kadar uzakta duruyordu.

“Hadi, Harry, bu haldeyken bizimle savaşabileceğini zannetmiyorsun, değil mi?” diye sordu Kerr, yüzünde alaycı bir sırıtışla. “Kendine güven iyi bir şey, ama ahmaklık çok başka bir şey.”

Harry ona bakıp donuk donuk sırıttı. “Sen onun ne olduğunu daha iyi bilirsin, değil mi?”

“Hadi, gidelim,” dedi Reid; diğer ikisini geçip asasını Harry’nin başına doğrulttu ve lanetli sözleri mırıldandı.

Harry hâlâ iyileşme evresinde olan bedenindeki son enerjiyi de kullanarak Reid’in yolladığı Sersemletme Büyüsü’nün yolundan çekildi. Ölüm Yiyen’in dizine bir tekme atmasıyla, adam uluyarak yere çöktü. Harry adamın asasını elinden çekerek aldı ve diğer hareketsiz duran iki Ölüm Yiyen’e doğrulttu.

Harry, sihri kendini makul bir seviyeye getirene kadar, elinde asayla hiçbir şey yapamayacağını biliyordu; ancak, Ölüm Yiyen’ler bunu bilmiyordu. Onlar muhtelemen Harry’nin yalnızca fiziksel olarak hasta olduğunu zannediyorlardı. Harry’nin babasını kurtarmak için yaptığı sihir transferinden haberleri yoktu. En azından, Harry öyle olduğunu umuyordu. Ancak, son günlerde olduğu gibi, bugün de şans Harry’den yana değil gibi görünüyordu. Harry asayı onlara doğrulturken, Nott sırıttı.

“Tüm sihrini Potter’a harcadığını biliyoruz,” dedi. “Çekirdeğin kendini yenileyene kadar bizimle sihir yoluyla savaşamazsın.” Harry’ye pis pis sırıtarak bakıyordu. “Bizimle sakince gel, biz de senin canını – çok yakmayalım,” diye ekledi, yüzünde çarpık bir gülümsemeyle.

Harry son yedi gündür adım adım yükselen sihir seviyesini çaresizce toplamaya çalışıyordu. Eğer var olan tüm gücünü toplayabilirse, tek bir darbe buradan kaçmasına yetebilirdi; ama yalnızca tek bir darbelik şansı olacaktı.

Derin bir nefes aldı ve asayı tutan kolunu Nott’tan alarak yere doğrulttu.

“Momentum Expur!”

Zemin titredi ve ne olduğunu anlayamayan Ölüm Yiyen’lerin ayakları yerden kesildi. Harry’nin tüm ihtiyacı olan da buydu. Süratle odayı geçerek kapıyı açtı ve koşmaya başladı. Holde koşarken arkasından büyüler uçuşuyordu; merdivenlerden hızla inerken arkasına bakmıyordu. Ön kapıya doğru koştu ve kapıyı açıp kendini dışarı atarak parlak gün ışığına çıktı.

Harry panikle etrafına baktı. Nereye gitmeliydi? Muggle’lardan mümkün olduğunca uzağa gitmesi gerekiyordu. Ölüm Yiyen’lerin eline daha fazla masum insanı yaralayıp öldürmek için neden vermemeliydi. Harry, sokak boyunca dümdüz koşarak karşı yönden gelen trafiğe doğru ilerledi. Yolun karşısına geçmeye çalışırken kendini bir arabanın ona çarpmasından kıl payı kurtardı. Harry Ölüm Yiyen’ler arkasından geliyor mu diye dönüp arkasına hiç bakmıyordu. Zaten arkasından koşarak gelen ayak sesleri ona takip edildiğini söylüyordu.

Koşmayı sürdürürken, Harry’nin nefesi kesildi; zayıf bedenini, hızını kesmeden, Voldemort’un adamlarından kaçmak için zorlamaya devam etti. Yakalanamazdı; yeniden Voldemort’un köpeği olamazdı.

Harry dar bir ara yola saptı ve koşarken bacakları birbirine dolanıp tökezleyerek düştü. Bedeni bu çabayı daha fazla kaldıramayacaktı. Kendini yeniden kalkmaya zorlayarak ilerlemeye devam etti; kaslarının onu yarı yolda bırakmaması için içten içe yalvarıyordu. Kendini, bir duvarın arkasına atarak sokağın sonuna doğru sürükledi; sulanmış yeşil gözleri çaresizce saklanacak bir yer arıyordu.

Gözüne bir parkın giriş kapısı çarptı. İçerisinde sık ağaçların bulunduğu sessiz bir ortamdı. Ölüm Yiyen’lere yolunu kaybettirmek için iyi bir yerdi. Harry karşıya fırlayıp kendini kapıdan içeri attı; bir dizi ağacın sıralandığı bölgede, bulduğu ilk gölgenin altına sığındı. Kendini yere atarak nefesini düzenlemeye çalıştı. Titreyen elini kaldırıp yüzündeki terleri sildi ve gözlerini kapattı. Harry’nin şimdi tüm duyabildiği, kendi delicesine atan kalbinin sesiydi. Günün henüz erken bir saatiydi ve Muggle’ların çoğu işte, çocukları ise okulda olduğu için parkta kimseler yoktu. Ölüm Yiyen’ler onu buraya kadar takip ettiyse bile, kimse çapraz ateşte kalmayacaktı.

Harry, yaşadığı panik duygusunu bastırmaya çalışarak, birkaç dakika daha orada öylece yattı. Kimseyi duyamıyordu; etrafında ne koşan ayak sesleri, ne söylenen bir lanet, ne de bir fısıltı vardı. Harry tuttuğu nefesini bıraktı. Ölüm Yiyen’lerden kaçmayı başarmıştı. İyiydi. Aslında pek iyi olduğu da söylenemezdi; kemiklerinin git gide daha da sızladığını, ateşinin ise arttığını hissedebiliyordu. Anlaşılan, yaşadığı bu adrenalin, ateşini yeniden azdırmıştı.

Harry kaslarını gererek kendini ayağa kalkmaya zorladı. Uzanacak daha iyi bir yer bulmalıydı. Ancak, tam ayağa kalmıştı ki, arkasından bir şey gelip onu yakaladı. Bir kol boynunun çevresini sarmıştı; Harry’nin kolu arkaya alındı ve Reid’in asasını tuttuğu eli, gevşeyene kadar çevrildi.

“Seni pislik!” diye homurdandı Nott, Harry’nin kulağına. “Bizden kaçabileceğini mi sandın?”

Bacağının arkasına tekme atarak Harry’yi yüzükoyun yere yapıştırdı. Omuzlarına bastıran bir diz yüzünden Harry yere çakılı kaldı; iki eli de hızla arkaya alınarak sihirli iplerle bağlanmıştı.

“Karanlık Lord’a dönüyorsun,” dedi Nott, ayağa kalkarak; her iki yanında Kerr ve Reid ile birlikte, Harry’ye yüzünde acımasız bir sırıtışla bakıyordu. “Ve inan bana, onu terk etmenin bedelini fena ödeyeceksin.”

Nott, hiçbir uyarıda bulunmaksızın, Harry’nin kaburgalarına sert bir tekme attı. Harry’nin nefesi öyle bir kesildi ki, bağıramadı bile. Ateşin etkisiyle tüm vücudu baştan ayağa titriyor, her bir hücresi acıdan kırılıyordu. Harry’nin acı çektiğini gören Nott ise sırıttı ve Harry’yi tekrar tekmeledi; ve sonra tekrar ve tekrar. Botlarının ağırlığı Harry’nin bedeninde ağır yaralar açıyordu. Birkaç dakika boyunca Harry’ye vurmaya devam etti. Ancak, Harry’nin yüzüne tekmeyi indirip başını gerisingeri yere çaktığında, diğer Ölüm Yiyen’ler gelip araya girdiler.

“Yeter,” dedi Kerr, Nott’u tutarak. “Onu yeniden kaybetmeden geri götürelim.”

Nott kendini silkeleyerek Kerr’in tutuşundan kurtardı. “Sakin ol, hiçbir yere gittiği yok,” dedi, yüzünde hoşnut bir sırıtışla gözlerini Harry’den ayırmadan; Harry şimdi yattığı yerde doğrulmaya çalışıyor, dudaklarından kanlar sızıyordu. “Bu anı ne kadar çok bekledim, bilemezsin,” dedi, aynı anda hem Harry’ye hem de Ölüm Yiyen’e hitaben. “Elime böyle bir fırsat geçeceğini hiç düşünmezdim, ama şimdi bak, işte buradayız ve ben bu fırsattan sonuna kadar yararlanacağım.”

Asasını Harry’ye doğrulttu. Harry kendini İşkence Laneti’yle yüzleşmeye hazırladı; ancak, onun yerine, boynunda boğazını yılan gibi sarmaya başlayan bir ipin ağırlığını hissetti. Harry panikleyerek yüzünde bir şok ifadesiyle Nott’a baktı.

Nott asasını çevirip Harry’yi boynundaki iple havaya kaldırmaya başlayınca, Harry’nin ağzından boğuk bir “hayır-!” dışında bir şey çıkamadı.

Harry’nin ayakları yerden kesildiği gibi, nefesi de kesildi. Harry boğazındaki ipi gevşetip yeniden nefes almak için kıvranıyor, mücadele ediyor, debeleniyor, ayaklarıyla zemini bulmaya çalışıyordu. Ancak, Nott onu havada daha da yükseğe kaldırıp büsbütün çaresiz bıraktı. İpler bir taraftan ellerini arkada sımsıkı bağlarken, Harry çırpınarak ellerini serbest bırakmaya çalışıyordu.

Nott gülüyordu. Kerr ile Reid de, onun arkasında durmuş, Harry’nin boynundan asılan görüntüsünü izlerken birbirlerine bakıp sırıtıyorlardı.

“Belki siz de katılmak istersiniz,” dedi Nott, diğerlerine. “Hazır, onu elimize geçirmişken tadını çıkaralım; nasılsa, Efendimize geri götürdüğümüzde hafızası silinip yine dokunulmaz hale gelecek.”

Kerr ile Reid, ellerinde Karanlık Prens’i lanetleme şansları olduğu için, yüzlerinde açık bir hevesle asalarını kaldırdılar.

Harry’nin korku duygusunu hissedecek hali dahi yoktu. Nefes alma ihtiyacından tükenmişti. Soluğu artık tamamen kesilmişti. Göğsü patlayacakmış gibi hissediyordu. Gözünün önünde gri lekeler oluşmaya başlamıştı ve her an bilincini kaybedeceğini biliyordu. Gözleri geriye doğru devrildi.

İp birdenbire koptu ve Harry ani bir düşüşle yüz üstü yere kapaklandı. Boynundaki baskı kalktığı halde, ipi hâlâ boynunda hissedebiliyordu. İp boğazına sarılı bir halde duruyor, ama şimdi onu boğacak kadar sıkmıyordu. Fırsatını bulduğu anda derin bir nefes alıp ciğerlerini havayla doldurdu.

Harry’nin görüşü hâlâ bulanıktı ve kulakları zonkluyordu, ama yere çarpmanın verdiği etkiyle bayılmaktan son anda kurtulmuştu. Güçsüz bir halde başını kaldırdı ve kara cüppeli Ölüm Yiyen’lerin yerde baygın bir halde yattıklarını fark etti. Anlaşılan, birileri onlara saldırmıştı. Harry’de bu şans varken, gelenler bir Muggle mahallesinde sihrin olduğunu sezen Seherbaz’lardan başka bir şey olamazdı.

Harry savaşacak durumda değildi; hâlâ yaralı ve bağlıydı. Çok sayıda el onu telaşla tutup çevirdiğinde, fena halde gerilmişti. Bulanık gören gözleri, Damien’ın endişeyle bakan yüzünü seçti. İşte tam da bu, Harry’nin, bilincini kaybedip karanlığın içine çekilmeden hemen önce, görmeyi umduğu tek şeydi.

* * *

“Harry? Harry!” diye bağırdı Damien, ama ağabeyinin bedeni kolları arasında gevşemiş, kan çanağına dönmüş gözleri arkaya doğru devrilmişti. “Harry?” Damien panikle onu hafifçe sarstı. “Ah Tanrım, Harry!”

Ron, Damien’a doğru koşarak Harry’nin boynunu sıkan ipi çözüp kafasından çıkardı. Sanki elleri yanmış gibi ipi hızla bir kenara fırlattı. İki parmağını Harry’nin yaralı boynuna bastırıp nabzını kontrol etti. Damien, kollarında Harry’yi sımsıkı tutarken olanları dehşet içinde izliyordu.

“Yaşıyor,” dedi Ron, parmaklarının altında nabzı hissedince rahatlayarak. “Sakin ol, Damy. Yaşıyor. Tam zamanında yetiştik.”

Damien koca bir oh çekip Harry’yi kendine çekerek ona sarıldı. Hermione ile Ginny de hızla onlara doğru geldiler; oldukça sarsılmış ve endişeli görünüyorlardı. Ginny Harry’nin bileklerindeki ipleri çözerken, Hermione de yerde baygın halde yatan Ölüm Yiyen’lere gözlerini dikmiş bakıyordu.

“Şimdi ne yapacağız?” diye sordu, diğer üçüne. “Onları… burada mı bırakacağız?”

“Başka şansımız mı var?” diye sordu Ron. “Onları yakalamaları için Bakanlık’la iletişime geçersek bu işe nasıl karıştığımızı açıklayamayız.”

“Üç Ölüm Yiyen’i birden haklamış olduğumuza inanamıyorum,” dedi Hermione, yüzünde şoktan afallamış bir ifadeyle.

“Harry’ye yaptıkları yüzünden,” dedi Damien, hırlayarak, “onları öldürebilirdim.”

Damien’ın sözleri Hermione’yi içinde bulunduğu şoktan uyandırdı ve dönüp Harry ile Damien’ın yanına diz çöktü. Hızla Harry’yi incelemeye koyuldu. “Kırık kemik yok, sanırım,” dedi. “Dudağından akan kan dışında kanaması da yok, ama boynunda yaralar var.” Eliyle alnına dokundu. “Ateşi yeniden fırlamış.” Dönüp Ron’la göz göze geldi. “Onu hemen buradan götürmeliyiz.”

“Ne kadar çabuk olursa o kadar iyi,” dedi Ginny. “Biz üç tane Ölüm Yiyen’i parka doğru koşarken gördüysek, birileri de görmüş olmalı. Buralarda başka büyücüler varsa, onlar da Ölüm Yiyen’leri fark etmiş olmalılar. Hatta Bakanlık’la iletişime geçmiş bile olabilirler.”

“Tabii, biz burada bulunan tek büyücüler olacak kadar şanslıysak bile, Muggle’lar etekleri yerleri süpürecek kadar uzun cüppeler giyen, etrafa çubuklar sallayan yetişkinler görmeye pek alışkın değil,” dedi Hermione. “Her an, birileri neler olduğuna bakmaya gelebilir.”

“Onu nereye götüreceğiz?” diye sordu Ginny. “Otele geri mi gideceğiz?”

“Hayır,” dedi Ron. “Muggle Dünyası’nda daha fazla kalamaz. Voldemort bunu öğrenmiş olmalı ki, adamlarını peşine göndermiş.”

Dördü de birbirlerine kaygılı bakışlar attılar.

“Ee onu nereye götüreceğiz, o zaman?” diye sordu Ginny.

“Başka şansımız yok,” dedi Ron. “Bence… bence onu eve götürmeliyiz.”

Damien başını eğip Harry’nin baygın yatan bedenine baktı. Bunu yaptığı için ağabeyinin ondan nefret edeceğini biliyordu, ama başka ne yapabilirlerdi ki?

“Evet,” dedi, usulca. “Bence Ron haklı. Harry’yi eve götürmeliyiz. Annem ile babam ne yapacağını bilir.”

“Harry bundan hiç memnun olmayacak,” dedi Ginny.

“Biliyorum,” dedi Damien, başıyla onaylayarak. “Ama başka seçeneğimiz var mı?”

“Aslında,” diye başladı Ron, “’ev’ ile Godric’s Hollow’ı kastetmemiştim.”

Diğer üçü birden aynı anda kafalarını çevirip kaşları çatık bir halde Ron’a baktılar. “Demek istediğim, Harry’yi Kovuk’a götürmekti,” diye açıkladı Ron.

* * *

Ron Cisimlenme sınavından henüz geçmemişti; ama buna rağmen, Fred ile George ona nasıl yapacağını öğretmişlerdi. Bu sayede, evin hemen dışına Cisimlenip yanında Harry ile Damien’ı da getirebilmişti.

Ron, evin içine girmek yerine, Harry’nin baygın bedenini Kovuk’un arka bahçesinde gizli ufak garaja doğru taşıdı. Merdivenleri tırmanarak garajın üst katında bulunan küçük odaya girdiler. İçinde yalnızca iki yatak bulunan, ufak tefek ve tozlu odaya girdiklerinde, Hermione telaşla ellerini ovuşturuyordu.

Ron, Harry’yi yataklardan birine yerleştirip ağrıyan belini tutarak doğruldu.

“Ron, ben bundan pek emin değilim,” diye başladı Hermione.

“Bunu zaten tartıştık, Hermione,” dedi Ron. “Harry’nin seçenekleri şu anda kısıtlı. Artık Muggle Dünyası’nda kalamaz, en azından tamamen iyileşene kadar. Ve ayrıca, Büyücülük Dünyası da onun için hâlâ çok tehlikeli. Harry’nin burada ya da kendi evinde kalmaktan başka çaresi yok.” Başını çevirip Damien ile Ginny’ye baktı. “Godric’s Hollow’da uyanırsa, Harry’nin tepkisinin ne olacağını hepimiz biliyoruz,” dedi.

Harry Potter ve Ateş Kadehi

“Burada uyanınca da tepkisinin farklı olacağını hiç sanmıyorum,” dedi Hermione. “Harry hâlâ çok hasta, Ron. Isıtıcının ve suyun olduğu doğru düzgün bir yere ihtiyacı var; arka bahçendeki tozlu, sıkış tıkış, buz gibi bir yere değil.”

“Buranın pek uygun olmadığını ben de biliyorum,” dedi Ron. “Aslında, Harry için en iyi yer olmaktan bir hayli uzak; ancak, başka çaremiz yok. Elimde olsa ona Kovuk’ta bir oda verirdim, ama onu orada gizli tutamayız.” Etrafına işaret etti. “Bu oda bunun için harika. Burası eskiden Fred ile George’un şaka ürünlerini test ettikleri yerdi. Kendi yatak odalarının büyük bir kısmını harabeye çevirdikleri için, babam onlara ürünlerini yalnızca bu odada test etmelerini söyledi. Buraya artık kimse gelmiyor. Harry’nin saklanması için ideal bir yer. Ne kadar soğuk ve tozlu olsa da, birkaç temizlik ve ısıtma tılsımı ile halledilmeyecek bir şey değil.”

“Bilmiyorum, Ron,” dedi Damien. “Ya Fred ile George geri gelirse, ya da başka birinin buraya geleceği tutarsa?”

“Buraya kimse gelmez,” diye cevapladı Ginny. “Ayrıca, annem ile Fleur hastanede, Bill’in yanında kalıyorlar. Bill eve dönse bile, ikisi gözlerini ondan hiç ayırmayacaklardır. Babam hep işte, Charlie ejderhalarla olan işine dönmek için gitti bile. Hepiniz Percy’nin de, her zaman olduğu gibi, işiyle ilgilenmekten başka bir şey yapmadığını biliyorsunuz. Fred ile George’a gelince; şaka dükkânı için son adımları da attılar. Taşınmak için dükkânın üstünde küçük bir apartman dairesi bile kiraladılar. Bu haberi düğünden sonraya saklıyorlardı; bilirsiniz işte, Fleur’un düğününe gölge düşürmemek için.” Yüzünden hüzünlü bir gülümseme geçti. “Bunu bana dün söylediler, çünkü dükkânı yarın devralmaları gerekiyormuş. Geriye yalnızca biz kalıyoruz. Oda güvenli, kimse onun burada olduğunu anlamaz.”

“Yalnızca, Harry’yi böyle bir yerde tutmak çok zalimce görünüyor,” dedi Damien.

“Hayır, değil,” dedi Ron. “Asıl zalimlik, onu annen ile babana götürmek olurdu.”

Damien, Ron’un az önce söylediklerine inanamayarak, dondu kaldı. “Ron?”

“Üzgünüm, ama gerçek bu,” dedi Ron. “Mr ve Mrs Potter onu Profesör Dumbledore’dan saklayamazlardı, Damy, bunu sen de biliyorsun. Tam da Harry’nin korktuğu gibi, Profesör Dumbledore da muhtemelen Harry’yi kendi evine kilitlerdi.” Gözlerini Damien’ın gözlerine dikti. “Harry bunu hak etmiyor. Kimse etmez. Harry zaten karargâhta ve Hogwarts’ta tutsak hayatı yaşadı. Ayrıca, Deli Göz Moody ile diğer Yoldaşlık üyelerinin ona neler yaptıklarını da unutma. Çoğu, Harry’nin Bakanlık’a teslim edilip Ruh Emici Öpücüğü almasından ya da hayatının geri kalanını Azkaban’da geçirmesinden yana.” Başını iki yana salladı. “Güven bana, Harry’nin iyiliği ve güvenliği için yapabileceğimiz en iyi şey bu.”

Damien başıyla onayladı; kendinde konuşacak dermanı bulamamıştı. Bundan nefret ediyordu, ama Ron haklıydı. Harry’yi güvende tutmak istiyorlarsa, onu, Dumbledore’dan, Yoldaşlık’tan ve hatta kendi anne babasından bile uzak tutmak zorundaydılar.

* * *

Nott, Reid ve Kerr Lord Voldemort’un önünde mutlak bir sessizlik içinde duruyorlardı. Ne kadar deneseler de, titremelerini durduramıyorlardı. Onlardan yayılan korku duygusu, odada bulunan diğer Ölüm Yiyen kalabalığını da etkiliyordu. Herkes, kalpleri sıkışmış ve ağızları kurumuş halde, Karanlık Lord’u izliyordu.

Üç Ölüm Yiyen de, Harry’yi önce bulmayı başarıp sonra nasıl ellerinden kaçırdıklarını açıklamışlardı. Hatta Harry’yi bir grup ergen yaşta çocuğun nasıl kurtardığını da anlatmışlardı. Lord Voldemort’a yalan söyleyebilir, beceriksiz salaklar gibi görünmeyecekleri iyi bir hikâye uydurabilirlerdi. Ancak, gel gelelim, bunu, Efendileri usta bir Zihinfendar olmasaydı ve anılarına doğrudan nüfus ederek gerçeği göremeyecek olsaydı, yapabilirlerdi.

Voldemort üç adama doğru döndü. Asasını Kerr ile Reid’e doğrulttu ve sırayla ikisini de Öldüren Lanet’le indirdi. Cansız bedenler yere düştüğü anda, Nott dizlerinin üzerine çökerek Karanlık Lord’a onu da öldürmemesi için yalvarmaya başladı.

Voldemort ona doğru yaklaştı.

“Kalk,” diye emretti, Nott’u ayağa kalkmaya zorlayarak. “Bana her şeyi anlattın mı?” diye sordu.

“E-evet, Lord’um, he-her şeyi,” dedi Nott, kekeleyerek.

“O zaman, bana, bir grup çocuk tarafından nasıl olup da pusuya düşürüldüğünü açıkla,” dedi Voldemort.

Nott, ona doğrulan acımasız yakut kırmızısı gözlerin öfkeyle parladığını görünce, ağır ağır yutkundu. Aslında, Voldemort’a her şeyi söylememişti. Harry’ye işkence ettiği kısmı atlamıştı. Harry’nin çektiği acı Nott’u o kadar eğlendirmişti ki, ne o ne de diğerleri dört çocuğun arkadan onlara yaklaştığını fark etmemişti bile.

Nott boncuk boncuk terliyordu. Lord Voldemort, Harry’yi doğrudan Riddle Malikânesi’ne getirmektense, canını yakmakla vaktini harcadığını öğrenirse, ona ne yapardı? Bilmek istemiyordu.

“Lord’um-” diye başladı. “Ben-ben… şey… ben…”

Voldemort tüm ihtişamıyla yerinde doğruldu. Nott yakın çevre Ölüm Yiyen’lerinden biriydi. Oldukça yetenekli ve işlerini gizli yürütmeyi başaran verimli bir büyücüydü. O yüzden, onun küçük yaşta çocuklar tarafından alt edilmiş olmasına hem şaşırıyor hem de şüpheyle bakıyordu. Bu zamana kadar yalnızca tek bir çocuk ona saldırmayı başarabilmişti ki, o da Harry idi. Bunun anlaşılması mümkündü. Harry, yedi yaşındayken dahi, güçlüydü. Ama bu olayda başka bir şeyin olmuş olması gerekiyordu.

Voldemort, karşısında tir tir titreyen adama kendini toplaması için tek bir şans dahi vermeden, onun zihnine ve anılarına nüfuz etti. Nott’un anıyı umutsuzca saklama çabası yüzünden, bulması hiç de zor olmamıştı.

Harry’nin hasta ve berbat görüntüsü gözünün önüne geldiği anda, Voldemort’un kalbi tekledi. Harry’nin bu denli hasta olması onu sarsmıştı. Harry neden bu kadar hastaydı? O hiç hasta olmazdı ki. Sonra, Harry’nin, o zavallı Potter’ı hayatta tutmak için yaptığı sihir transferi yüzünden hasta olduğunu hatırladı. Voldemort, öfkesini kontrol etmeye çalıştığı son sabrını da kaybederek burnundan soludu.

Ancak, bu öfkesi, Nott’un Harry’ye arkadan saldırıp onu acımasızca yere fırlattığını ve tekrar tekrar tekmelediğini gördüğünde hissettiği öfkenin yanında hiç kalırdı. Voldemort, beyni uyuşmuş bir halde, büyük bir şaşkınlıkla olanları izledi. Kendi Ölüm Yiyen’i oğlunun canını yakıyordu. Bu hem çok saçma hem de oldukça gerçek dışıydı; hani neredeyse bunun Nott’un kafasında yaşattığı bir fantezi olduğuna ve gerçek bir anı olmadığına inanacaktı.

Ancak, ne yazık ki, gerçekti ve tüm bu olanlar yalnızca birkaç saat önce yaşanmıştı. Voldemort, Nott’un sonunda geri çekildiğini ve Harry’nin boynuna bir ip yollayıp boğazını sıkı sıkı sardığını izledi. Daha fazla izlemek istemiyordu. Birazdan neler olacağına dair iyi bir tahmini vardı, ama yine de, kendini anıdan çıkaramıyor, dehşet içinde anıya kaptırmaktan kendini alamıyordu.

Harry’nin boynundaki iple havaya çekildiğini görünce, Voldemort’un içi öfkeyle kavruldu. Harry çırpınıyordu. Ve onun nefes alamadığını gördükçe, Voldemort da kendi nefesi kesiliyor gibi hissediyordu. Harry debeleniyordu; oğlu iplerle arkasına bağlanmış ellerini kurtarmak için çırpınıyor, ama girişimleri hiçbir sonuç vermiyordu.

Ölüm Yiyen’inin attığı histerikli kahkahalar, Voldemort’un kulaklarında çınlıyordu. Nott diğerlerini de Harry’ye işkence etmeleri için çağırırken, o gözlerini ipten sarkarken yavaş yavaş boğulan oğlunun görüntüsünden ayıramıyordu. Harry’nin gözlerinin geriye doğru devrildiğini ve bir iki saniye sonra ise yere yüz üstü kapaklandığını gördü.

Nott Uçurma Büyüsü’nü kimin engellediğini görmek için yerinde döndü ve dört çocuğun asalarını kaldırıp onlara doğrultmuş bir halde karşısında dikildiğini gördü. Kızıl saçlı çocuk şaşkınlıkla bakan Kerr’e bir Sersemletme Büyüsü gönderip onu yere sererken, kabarık, kahverengi saçlı kız ise bir ağaç kütüğü göndererek Reid’i devirdi. Her iki Ölüm Yiyen de anında yere kapaklanmıştı. Nott, grubun ortasında duran siyah saçlı çocuğa bir lanet gönderdi – Voldemort, çocuğu, Potter’ların evindeki fotoğraflardan tanımıştı. Bu, Potter’ların oğlu, Harry’nin Hogwarts Ekspresi saldırısında koruduğu çocuktu.

Voldemort, Nott’un büyüsünün Potter’ı vurmadan hemen önce durduğunu ve havada duman olup yok olduğunu gördü. Çocuk Nott’un ona yolladığı büyüyü püskürtmek için kılını bile kıpırdatmamıştı; sanki büyünün ona dokunamayacağını biliyor gibiydi. Nott’a bir Sersemletme Büyüsü yollayarak onu yere yapıştırdı.

Voldemort kendini anıdan dışarı çekerek Nott’un taşlaşmış görünen bedenine doğru süratle yürüdü. Bu adamın ahmaklığı yüzünden, Harry’yi bir kez daha kaybetmişti. Ayrıca, Voldemort, onları, Harry’yi yalnızca yakalamaları ve onun kılına zarar vermemeleri konusunda uyardığı halde, Nott onu dinlememiş, Harry’nin canını yakmaya cüret etmişti.

Voldemort elini kaldırıp havayı sertçe yardı ve Nott havaya uçup duvara çarparak soğuk taş zemine kapaklandı. Nott inleyerek başını kaldırdığında, Voldemort’un önünde dikilmiş durduğunu ve asasından yeşil bir ışığın çıkmak üzere olduğunu gördü. Hayatının bağışlanması için delicesine yalvarmaya başladı.

“Lütfen, lütfen, Lord’um, beni öldürmeyin! Lütfen. Sizi bir daha asla hayal kırıklığına uğratmayacağım. Yemin ederim! Lütfen, lütfen, Lord’um, lütfen merhamet gösterin!”

Voldemort kalpsiz ve soğuk bir ses tonuyla cevap verdi: “Harry’ye asanı kaldırmak şöyle dursun, ona dokunmadan önce, gazabımı düşünecektin. Herkes bir yana, özellikle de senin, oğlumun canını yakan kimseyi hoş görmeyeceğimi hatırlaman gerekirdi.”

Yeşil bir ışık, Voldemort’un asasından şimşek gibi fırlayıp Nott’u göğsünün ortasından vurdu. Nott’un gözleri ışığını sonsuza kadar kaybederken, bedeni gevşeyerek yere yığıldı. Şimdi tüm gözler, Harry’yi getirmekte başarısız olduğu için değil, onun canını yakmak gibi bir hata yaptığı için öldürülen Ölüm Yiyen’e dikilmişti.

* * *

Harry korkunç bir baş ağrısıyla uyandı. Genelde bayılmasıyla sonuçlanan ağır atakların ardından, yara izi her zamanki gibi yine zonkluyordu. Uykulu gözlerini açtı ve etrafına bakındı. Nerede olduğunu anlayamıyordu. İçinde bir anda beliren panik duygusuyla yataktan fırlamaya çalıştı, ama yorgun vücudu bu kadar ani hareket etmesine izin vermediği için yatakta yarı yarıya doğrulmaktan ileriye gidememişti. Neler olduğunu ve nerede olduğunu anlamaya çalışarak keskin yeşil gözleriyle etrafı taradı.

Oda küçüktü; hatta kaldığı otel odalarından bile daha küçüktü. Odada neredeyse hiç eşya yok gibi görünüyordu. Yerde eski püskü bir halı ile, karşısında, kendisinin yattığı yatağın aynısından bir yatak daha vardı ve bunlardan başka da hiçbir şey yoktu. Oda yeterince temizdi, ama kokuyordu; bu, sürekli kapalı kalan ve uzun bir süre kullanılmayan odalarda rastlanan türden bir küf kokusuydu.

Vücudundan bir titreme geçti; elleri ve yüzü buz kesmişti. Onu buraya Ölüm Yiyen’ler mi getirmişti? Hayır, neden onlar öyle bir şey yapsınlardı ki? Öyle olsa, kendini bu sefil odada değil, Voldemort’un ayaklarının dibinde bulmuş olurdu. Hem Ölüm Yiyen’ler saldırıya uğramamışlar mıydı? Harry hiçbir şey yapmamıştı, ama Ölüm Yiyen’ler yere kapaklanıp bayıldıklarında, yerde oluşan sarsıntıyı hissettiğini net bir şekilde hatırlıyordu. Hatta bayılmadan bir saniye kadar önce Damien’ın yüzünü görür gibi olmuştu.

Odanın kapısı gıcırdayarak açıldı ve Damien kapının aralığından başını uzattı. Harry ile göz göze geldi ve ela gözleri yeşil gözlerle buluştuğu anda, yüzündeki endişe ifadesi kayboldu. Damien, rahatlama hissiyle ışıl ışıl gülümseyerek içeri daldı.

“Merlin’e şükürler olsun, uyanmışsın! Git gide endişelenmeye başlamıştım. Beş saat oldu,” dedi Damien, Harry’nin yanına gelerek. “Nasıl hissediyorsun? Ağrın var mı? Ateşin ne durumda?” Harry’nin alnına dokunmak için uzandı, ama Harry başını geriye iterek ona uzatılan elden bilerek kaçındı. Damien kaskatı kesildi; hem şoka uğramış, hem de biraz bozulmuştu. “Harry?” diye seslendi.

Harry odaya bir kez daha göz gezdirdi. “Neredeyim?” diye sordu; sesi oldukça sert ve boğazındaki yara yüzünden boğuk çıkmıştı, ama yine de, kısık tondaki sesi bile öfkesini saklamaya yetmemişti.

“Seni nereye getireceğimizi bilemedik,” diye başladı Damien. “Muggle Dünyası’nda kalamazdık, o yüzden – o yüzden seni buraya getirdik.”

Burası neresi?” diye sordu Harry.

Damien cevap vermeden önce bir süre bocaladı. “Burası… Kovuk. Ron’un evi. Yani, tam olarak evi sayılmaz aslında. Garajlarının üzerindeki bir oda, burası.”

Harry yataktan kalkarak Damien’a yüzünde katıksız bir öfkeyle baktı.

Neredeyim dedin sen?” diye sordu.

Damien, ağabeyinin kan çanağına dönmüş, öfkeli gözlerine daha fazla bakamayarak, bakışlarını yere indirdi.

“Ne yapacağımızı bilmiyorduk,” diye mırıldandı, açıklamaya çalışarak.

“Kahretsin, Damien!” diye köpürdü Harry. “Sen beni öldürtmeye mi çalışıyorsun? Ne yapacağını bilemedin diye, beni Yoldaşlık üyelerinin kapısına mı getirdin? O kalın kafandan ne geçiyordu?”

“Özür dilerim,” dedi Damien. “Ama seni başka nereye götüreceğimizi bilemedik. Ya burası olacaktı, ya da – ya da Godric’s Hollow.”

Harry’nin bacakları ağırlığının altında titredi; bedeni hâlâ onu taşıyamayacak kadar zayıf ve bitkindi. Yine de, yumruklarını sıkarak Damien’a doğru bir adım ilerledi. Damien, açıkça gerilmiş bir şekilde, geri geri gidince, Harry durdu ve soluklanarak öfkesini kontrol etmeye çalıştı.

“Damien,” diye başladı, sakince. “Bana gerçeği söyle. Yakalanmamı mı istiyorsun? Ölmemi mi istiyorsun?”

Damien gözlerini kocaman açmış, ona bakıyordu. “Hayır,” dedi, başını iki yana sallayarak. “Tabii ki, hayır.”

“O zaman, bana bunu neden yapıyorsun?”

“Harry, ben… ben özür dilerim, ama gerçekten başka ne yapacağımı bilemedim,” dedi Damien. “Seni saklamak zorundaydık ve Ölüm Yiyen’ler senin Muggle Dünyası’nda olduğunu biliyordu, o yüzden…”

“Evet ve bil bakalım, beni nasıl bulmuşlar!” diye bağırdı Harry. “Hadi, Damien, tahmin et. Düşün ve bulmaya çalış.”

Damien’ın kafası karışmış görünüyordu; Harry onun bu yüz ifadesini görünce neredeyse ona acıyacaktı – hani, neredeyse. Ama şu anda o kadar sinirliydi ve o kadar canı yanıyordu ki, kendinden başka kimseye acıyacak değildi.

Damien

“Harry,” dedi Damien, küçük bir sesle; başını iki yana salladı. “Bilmiyorum.”

Seni takip etmişler,” dedi Harry, öfkesini kontrol altında tutmayı deneyip başaramayarak. “Bir hafta boyunca senden habersiz seni takip etmişler. Bir seferinde arkadaşların seni takip ettiğinde anlamamıştın, tamam, ama seni koca bir hafta boyunca izleyen kara cüppeler giymiş adamları fark etmemene ne demeli! Böyle bir şeyi nasıl fark etmezsin?”

Harry’nin boğazı acıdan yırtılacak gibi olmuştu. Dizleri de titremeye başlayınca, düşünmeden yatağa tutundu. Yenilgiyi kabul edip oturdu ve derin bir nefes alarak elini yaralı ve şişmiş boğazına götürdü.

“Ben… ben ne diyeceğimi bilmiyorum,” dedi Damien; sesi oldukça korkmuş ve utançtan yerin dibine girmiş gibi geliyordu. “Ben çok özür dilerim, Harry. Beni nasıl takip edebildiklerini anlamıyorum bile. Çok dikkatliydim, ben – Harry, lütfen beni affet. Ben gerçekten çok çok üzgünüm.”

“Üzgün olmanın hiçbir anlamı yok,” dedi Harry, genizden gelen bir sesle. “Beni geri götürmeyi başarsalardı, ne yapacaktın, oturup üzülecek miydin?” diye sordu, öfkeli bakışlarını kaldırıp Damien’a dikerek. “Yakalansaydım, hafızam yeniden silinecekti. Voldemort’un emirlerini yerine getirdiğim, onun beni nasıl kullandığını yeniden unuttuğum hayatıma geri dönecektim. Ve Voldemort’un bana yaptıracağı ilk şey, hepinizi bir bir öldürtmek olacaktı.”

Damien’ın gözlerinin korkudan yaşardığını görünce, Harry gözlerini kaçırdı; ağrıyan göğsüne şimdi bir de vicdan azabı eklenmişti.

“Unut gitsin, Damien. Bu benim suçumdu,” dedi Harry. “Senin yeterince tedbirli olacağını düşünmüştüm, ama anlaşılan, senden altından kalkamayacağın bir şey istemişim.”

“Harry, hayır.” Damien onun yanına diz çöküp elini ona uzattı, ama Harry kendini geri çekti.

“Dokunma bana,” dedi; kırılgan sesinde bir tehditten çok, hüzünlü bir itiraz vardı. “Sadece… sadece git. Beni yalnız bırak.”

“Harry, lütfen-” dedi Damien.

“Git,” dedi Harry, çatallı sesiyle – yaralar sebebiyle git gide sesini kaybediyordu.

Damien gitmek istemiyordu, ama ağabeyini istemeden de olsa üzdüğü için, onun daha fazla üzülmesine yol açmak da istemiyordu. Ayağa kalktı ve yavaş adımlarla odadan çıkarak Harry’yi bir başına bıraktı.

* * *

Karanlık Prens – İçimdeki Karanlık #55: Güven Kaybı okumak için tıklayın!

Çeviren: Tuba Toraman

7 Yorum

Bir Yorum Ekle

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir