Harry sabah fısıldanan seslere uyandı.
“Hayır, git! Hâlâ uyuyor. Dinlenmesi gerek.”
“Neredeyse asırlardır uyuyor! Hadi, onu uyandır da biraz kahvaltı yapsın.”
“Sirius, çocuktan da betersin!”
“Lils, ben hâlâ çocuğum, en azından duygusal olarak. Neyse işte, hadi! Onu uyandıralım.”
“Merlin’in üzerine yeminler olsun ki, onu uyandırırsan canlı canlı derini yüzerim!” dedi Lily.
Harry, gelen tehdide gülümsemeden edememişti. Gözlerini açtı ve odada tartışan iki yetişkine baktı.
“Bir şeyler yemesi lazım. Boş bir mideyle nasıl iyileşecek?” diye tartışmayı sürdürüyordu Sirius, içten bir bakışla.
“Haksız sayılmaz,” diye ekledi Harry.
Lily de Sirius da hızla dönüp Harry’yi yataktan kalkabilmek için üzerindekileri kaldırırken gördüler.
“Harry, seni uyandırdığımız için çok üzgünüm. Patiayak’a sesini alçak tutmasını söylemiştim!” dedi Lily, Sirius’a pis bir bakış atarak.
Gel gelelim, Sirius onun bakışına karşılık omzunu silkip büyük vaftiz oğluna döndü.
“İyi misin?” diye sordu, genelde yüzünden eksik olmayan gülümsemesi kaybolmuş bir halde.
Harry cevap verirken gözlerini devirdi.
“İyiyim, hepiniz bana şunu sorup durmaktan vazgeçin,” diye mırıldandı.
Sirius ona gülümsedi.
“Kahvaltı aşağıda hazır. Hadi, hepimiz inip karnımızı doyuralım,” dedi Sirius, Lily’ye arsız bir gülümseme göndererek.
“Önce bir duş almam gerek,” dedi Harry, hemen. Blake’in onu tıktığı hücreden kalma iğrenç rutubet kokusunu hâlâ üzerinde hissedebiliyordu.
“Baban az önce sana temiz kıyafetler getirdi. Neden bir duş alıp sonra üzerini değişmiyorsun?” dedi Lily, sağındaki kapıyı başıyla işaret ederek.
Harry banyoya doğru yürürken, Lily ile Sirius da dışarı çıktılar. Harry duşun altında rahatladıktan sonra, üzerinde sadece bir havluyla odasına geri döndü. Aynada kendi görüntüsünü yakalayınca göğsündeki ve karnındaki solgun yara izlerini gördü. Yüzü hiç de fena görünmüyordu. Blake’in ona verdiği yara hâlâ yanağında duruyordu, ama onun dışında fena görünmüyordu. Yara izinin kıpkırmızı bir renge bürünmüş olduğunu fark etti. Aklına Frank ile Alice gelince vicdan azabı hissetti. Voldemort onları ele geçirene kadar durmayacaktı. Harry artık onun daha büyük bir öfkeyle peşine düşeceğini biliyordu. Dün gece çektiği acıya bakılırsa, Voldemort Harry’nin kanını akıtmaya ant içmişti.
Harry, Voldemort’la ilgili düşüncelerini bertaraf etti. Bunu şu anda düşünmek istemiyordu. Mavi pantolonunu eline alıp üzerine geçirdi. Kapı açıldı ve Lily yanında Poppy ile birlikte içeri girdi. Şifacı içeri aceleyle girip onu kontrol etmeye başlarken, ona sıcacık gülümsedi.
“Güzel, merhem işe yaramışa benziyor. Giyinmeden önce biraz daha sür. Ben de sırtına biraz süreyim. Ne kadar şanslı olduğunu bilemezsin, Harry. Anlaşılan, yukarıda birileri seni sahiden seviyor,” dedi, İyileştirici Merhem’i eline alırken.
Lily Harry’ye bakıp gülümsedi, ama gülümsemesinde biraz hüzün de vardı. Harry, onun hüzünlü bakışlarının, göğsündeki yaralara dikildiğini fark etti. Arkasını dönüp merhemi Poppy’nin elinden aldı.
“Sorun yok. Benim ne kadar hızlı iyileşen biri olduğumu şimdiye kadar öğrenmiş olman gerekirdi. Buna gerek yok.” Harry şişeyi çöpe atarak Poppy’nin isyanlarını duymazdan geldi. Yatağının üzerinde duran beyaz tişörtü hızlıca üzerine geçirdi.
“Pekâlâ, madem İyileştirici Merhem’den de iksirlerden de hoşlanmıyorsun, o zaman bina tepelerinden atlamaya bir son ver,” diyerek azarladı onu Poppy.
“Sanki isteyerek yaptım,” diyerek güldü Harry, Lily’nin kalp atışlarını hızlandırarak. Bu, onun, Harry’yi adamakıllı gülümserken gördüğü ilk andı. Lily, Harry’nin gülüşünü ne kadar sevdiğini fark etti.
“Tamam, isteyerek olmamış olabilir, ama olur da canın yanarsa, tüm bu iyileştirici iksirleri alacak…” Harry onun elini tutunca, Poppy’nin sesi kesildi.
“Endişelenmene gerek yok. Bana yardımların için ne kadar teşekkür etsem az, Poppy,” dedi Harry, yumuşak bir sesle.
“Ben bir Şifacıyım, Harry. Bu benim işim,” dedi Poppy, gülümseyerek.
“Sen benim ne demek istediğimi anladın,” diyerek cevap verdi Harry, yüzünde hafif bir hüzünle.
“Büyüceşûra’nın önüne çıkıp şahitlik ederek kendini ve aileni riske attın. Bunu yapmak zorunda değildin,” diye devam etti Harry; artık gözlerini düpedüz ondan kaçırıyordu.
“Sen olmasaydın, Harry, bugün bir ailem olmayacaktı,” dedi Poppy, neredeyse bir fısıltıyla. Tıpkı bir anne gibi, Harry’nin alnına küçük bir öpücük kondurdu ve gözlerini çaktırmadan silerek odadan çıktı.
Lily oğluna etkilenmiş bir halde bakıyordu.
“Hadi, Harry. Herkes bekliyor,” dedi. Harry annesiyle birlikte yürürken kendini düşündüğünden çok daha hafiflemiş hissediyordu.
Mutfağa girmeden hemen önce Harry durdu. Babası ve Ron’la birlikte Damien’ın sesini duymuştu. Kısa bir süre onları dinlemeye karar verip annesine de dinlemesini işaret etti.
“Ona öyle bakmaya devam etmenizden hoşlanmaz. Bu kadar ilgi onu çok bunaltır,” diyordu Ron’un sesi.
“Evet ve ona sürekli iyi olup olmadığının sorulmasından da kesinlikle nefret ediyor,” diye ekledi Damien.
“Buna ben de şahidim!” diye araya girdi Sirius, kıkırdayarak.
“Başka?” diye sordu James; sesi not alıyormuş gibi çıkıyordu.
“Ee, onun yanında sakin ve normal davranılmasını ister. Etrafında sürekli bir yaygaranın kopartılmasından hiç hoşlanmaz, özellikle de onunla ilgiliyse,” diye ekledi Damien.
Tartışmanın konusunu duyunca, Harry’nin ağzından bir kıkırdama kaçtı. Annesine gülümsedi ve ikisi de içeri girmek için kapıyı açtılar.
“Ayrıca, arkasından konuşan insanlardan da hiç hoşlanmaz,” diye ekledi Harry, mutfağa girerken.
James, Sirius, Damien ve Ron aynı anda dönüp yüzlerinde suçlu ifadelerle Harry’ye baktılar.
Damien şoku atlattıktan sonra, “Harry, kalkmışsın!” diye bağırdı coşkuyla.
“Evet ve siz sormadan söyleyeyim, kendimi iyi hissediyorum,” dedi Harry, masada babasının yanına oturarak.
Ron biraz kızardı; soru az daha ağzından dökülecek gibiydi. James yanı başına oturan oğlunu şefkatle izliyordu.
“Düşündüm ki, Damien seni çok iyi tanıdığına göre bizimle de bir şeyler paylaşabilir,” dedi James, Harry’ye.
Harry, babası ile ağabeyinin kahvaltı masasında yan yana oturan görüntüsüne bakıp geniş geniş sırıtan Damien’a baktı. James’in az önce söylediklerine bir yorum yapmadı. Onun yerine, etrafındakileri incelemeye koyuldu. Annesi biraz ötede Mrs Weasley’le birlikte kahvaltı hazırlıyordu. Sosislerin ve pastırmanın kokusu burnunu doldurunca midesi açlıktan guruldadı. Harry, Voldemort’un yanından ayrıldığından beri hiç düzgün bir yemek yememişti.
Sirius’la derin bir sohbete dalmış gibi görünen Ron’a baktı.
“Hermione ile Ginny’nin de burada olduklarını söylememiş miydin?” dedi, babasına.
“Evet, buradalar. Sadece henüz aşağı inmediler,” diye yanıtladı James.
“Hey! Ona ne zaman söyledin?” diye sordu Damien, yüzünde siniri bozulmuş bir ifadeyle.
“Hmm… dün gece,” diye cevap verdi James.
“Harry’nin uyandığını bize neden söylemedin? Bu kadar zaman uyuyor diye yanına çıkamadık, uyandığında onu görebilirdik!” diye bağırdı Damien.
“Damy, sabahın dördüydü. Ve ayrıca, on dakika içinde yeniden uykuya daldım,” dedi Harry.
Damien babasına sinirli bakışlar atmaya devam etti.
“Yine de… beni uyandırabilirdi…” dedi, mırıldanıp homurdanarak.
Kapı açıldı ve Harry başını kaldırdığında Hermione ile Ginny’nin içeri girdiklerini gördü. Yüzlerinde kaygılı ifadeler vardı, ama Harry’nin masada oturduğunu görür görmez, yüzleri aydınlanmıştı.
“Harry! Ah, Tanrı’ya şükürler olsun, uyanmışsın! Nasılsın? Daha iyi hissediyor musun?” diye sordu kızlar, onu soru yağmuruna tutarak.
Harry, tekrar tekrar cevaplamak zorunda kaldığı soru karşısında yeniden gülümsedi.
“Turp gibiyim,” dedi, kızlar da masaya katılırken.
Lily ile Molly kahvaltıyı büyük masaya taşıdılar. Molly, Harry’ye baksa da ona bir şey söylemedi. Ama sosis ve pastırma tabağını onun tam önüne yerleştirmişti. Harry hemen kahvaltıya yumuldu ve içinin ne kadar huzurlu olduğunu fark etti. Çocuklarla birlikte onca zaman geçirmesinin nedeninin bu duygu olduğunu biliyordu. Geceyi onunla burada geçirdikleri için onlara minnettardı.
Kahvaltı biter bitmez tabaklar kaldırılmıştı, ama grup masada oturmaya devam ediyordu. Herkes arasında bir şeyler konuşuyordu; ama bu konuların hiçbiri ne duruşma ne de onun gibi endişe verici bir şeyle ilgiliydi.
Harry kapının yeniden açıldığını ve iki çocuğun içeri girdiğini fark etti. Harry onları tanımamıştı, ama çocukların gözleri masayı tararken onun üzerine gelince durdu. Harry’ye kocaman birer sırıtış göndererek içeri yürüdüler.
İki çocuk masaya doğru gelirken James ile Sirius yerlerinden kalktılar. Çocuklara yöneltilen bakışlar, onların da çocukları tanımadığını gösteriyordu. Harry de ayağa kalktı; o ikisinin ona dik dik bakmalarından biraz gerilmişti.
“Herkese merhaba. Rahatsız olmayın. Biz sadece Harry’yi görmeye geldik,” dedi aralarından biri, canlı bir şekilde.
Harry onlara dik dik bakarken biraz afallamış görünüyordu. Yaşları ondan büyük görünüyordu; belki yirmi bir, bilemedin yirmi iki. Her ikisinin de kahverengi saçları ve parlak mavi gözleri vardı. Harry, benzerliklerine bakarak kardeş olduklarını düşünüyordu. Oldukça uzun boyluydular ve gülmekten kendilerini alamıyor gibi bir halleri vardı.
“Bizi tanımadın, değil mi, Harry?” diye sordu aralarından biri, sırıtarak.
“Hayır,” dedi Harry, sadece.
“Yapma, Harry! Hayatında kaç çocuğu Ölüm Yiyen’lerin elinden şömine ateşine atarak kurtardın ki, bizi hatırlamıyorsun?” dedi diğeri, gülerek.
Oda sessizlik içindeydi ve tüm gözler şimdi Harry’nin üzerindeydi. Harry iki çocuğu da dikkatle inceliyordu ve sonra, onları tanıdı; bunlar, on yıl önce Riddle Malikânesi’nden kaçmalarına yardım ettiği çocuklardı. O gün yüzleri kan ve kir içinde olduğu için, Harry yüzlerini adamakıllı görememişti. Birlikte karanlık koridorda koştuklarını ve ev cinlerinin inine girdiklerini hatırladı. Onları ev cinlerinin şöminesine sokmuş ve onlara Uçuç Tozu’yla gitmelerini söylemişti. Onları, bir an önce kaçabilsinler diye, evlerinin ismini söylemeleri için zorlamak zorunda kalmıştı.
“Keroon Meydanı,” diye fısıldadı Harry, anı zihninde canlanırken.
“Ah, hatırlıyorsun demek!” dedi ikisi de gülerek, Harry onlara apaçık bir şaşkınlıkla bakarken.
Harry o olayı hiçbir zaman unutmamıştı. Bu yüzden az daha Nott’un ellerinde ölecekti.
“Evet, hatırlıyorum,” dedi Harry.
“Ben sadece ikinizle de bir daha karşılaşacağımı hiç sanmıyordum,” dedi Harry. Başı hâlâ dönüyordu.
“Dünya küçük,” dedi, aralarından biri.
Yüzleri parlayan bu iki çocuk Harry’le konuşurken, James ile Lily de onları izliyordu. Onlar da bu çocukları hatırlıyorlardı. Harry’nin Düşünseli’nde kurtarılma hikâyelerini izlemişlerdi.
“Ah, şu işe bak! Daha kendimizi bile tanıtmadık! Ben David Bones ve bu da kardeşim Darrell Bones,” dedi David, elini uzatarak.
“Bones?” diye sordu Harry, onların ellerini sıkarken.
“Evet, Bones,” diye yanıtladı David, içten bir gülümsemeyle.
“Siz… şeyle akraba mısınız…” diye başladı Harry, ama sözü gür bir sesle kesilmişti.
“Haklısın, Harry.”
Harry ile birlikte mutfaktaki herkes hızla dönüp, Amelia Bones’u kapının önünde dururken gördüler.
Amelia Bones doğrudan Harry’ye bakıyor ve ona sıcacık gülümsüyordu.
“Onlar benim oğullarım.”
Harry odada tutulan nefeslerin sesini duydu. Duruşmada Amelia Bones’un ona neden öyle baktığını hiç anlamamıştı. Yıllar önce onun oğullarını kurtardığı için ona yardım etmişti demek.
Amelia Bones sakince odanın içine doğru yürüdü; gözlerini Harry’den hiç ayırmıyordu. Oğullarının yanına gelince durdu ve elini David’in omzuna koydu.
“Çocuklarımın hayatını kurtaran o tuhaf çocuğun kim olduğunu hep merak etmiştim. Oradan kaçmanın bir yolunu bulan bir kaçak olduğunu ve şansa oğullarımı bulduğunu farz ediyordum. Onlara yardım etmemiş olsaydın, hayatım nasıl olurdu bilmiyorum.”
Harry yüzünün utançla yandığını hissetti. İltifat almakta pek iyi olduğu söylenemezdi.
“Demek o yüzden bana yardım ettiniz. Dumbledore’a benim için bir şans verdiniz,” dedi Harry, gözlerini Madam Bones’un yüzünden ayırmadan.
Amelia cevap vermeden önce hafifçe gülümsedi.
“Mr Potter, sizi temin ederim ki, bir Ölüm Yiyen gibi davranmış olsaydınız, oğullarım için ne yapmış olursanız olun, sizi Azkaban’a yollardım. Ben işimi oldukça ciddiye alırım ve siz bir tehdit unsuru olsaydınız, Büyücülük Dünyası’nı tehlikeye atmazdım. Beraat etmenizin tek nedeni, bunu gerçekten hak etmiş olmanızdandır.”
Harry gözlerini kaçırdı. Yalan söylediğini biliyordu. Duruşmaya çıkan çocuğun oğullarını kurtaran çocuk olduğu ortaya çıkınca mahkeme kararı da karartılmıştı.
“Mahkeme heyetinde bulunduğum için şanslıyız. Zira Bakan Fudge sizin kaderinize çoktan karar vermiş görünüyordu. Mr Reid ile ben araya girmeseydik, Dumbledore’a davayı savunması için fırsat verilmeyecekti.”
Harry aniden aklının köşesinde yer etmiş bir şeyi hatırladı. Dumbledore’un kanıt olarak sunduğu, Bakan Fudge’un yakalanması halinde öldürülmelerini emrettiği Ölüm Yiyen’leri içeren dosya. Bakan Fudge bu durum karşısında fena halde afallamış görünüyordu. Hatta Dumbledore’a bu bilgiyi nereden aldığını sormuştu. Şimdi durum anlaşılıyordu. Ona dosyayı veren Amelia Bones olmalıydı. Kendisi Sihirli Yasal Yaptırım Dairesi başkanıydı. Böyle bir bilgiye ulaşma imkânı kesinlikle onda vardı.
“O sizdiniz, değil mi? Dumbledore’a, yakalanmaları halinde öldürülmeleri istenen Ölüm Yiyen’lerin bilgisi siz verdiniz?” diye sordu Harry, cevabını zaten bildiği halde.
Amelia’nın yüzüne bir sırıtış yayıldı.
“Dediğim gibi, Bakan Fudge’ın adil bir duruşma yürütmek gibi bir derdi yoktu. Ben sadece tüm gerçeklerin gün yüzüne çıkmasına yardımcı oldum.”
Bunu söyledikten sonra, James ile Lily’ye dönüp onlarla konuştu. Harry düşüncelerine dalmış bir halde öylece duruyordu. Duruşmanın ağırlıkla Dumbledore’un ve onun Yoldaşlık’ının etkisinde kaldığını biliyordu. Harry, o gün orada bulunan çoğu Seherbaz’ın Yoldaşlık üyelerinden oluştuğuna ve ona yardım etmek için talimat aldıklarına bahse girerdi. Tam da bu yüzden, tüm suçlarından beraat etmesi için o kadar çok insandan oy almıştı.
David ile Darrell diğerleriyle birlikte oturmuş, onlara, Harry’nin fotoğrafını Gelecek Postası’nda görür görmez annelerine onları kurtaran çocuğun bu çocuk olduğunu söylediklerini anlatıyorlardı. Harry ise onları yarım yamalak dinliyordu. Hâlâ duruşmada olanları düşünmekten başka hiçbir şeye dikkatini veremiyordu.
En sonunda, Bones ailesi gitti ve onlarla birlikte Weasley ailesi de yanlarında Hermione ile birlikte karargâhtan ayrıldılar. Harry geride ailesi, Sirius ve Remus’la kalmıştı. Onlar da gitmek için hazırlanıyorlardı.
“Harry, unutmadan vereyim, bu senin,” dedi Sirius, Harry’ye asasını ve içinde ufak iksir stoğunun bulunduğu kutusunu uzatarak. Bunları Harry’ye geri verebilmek için Bakanlık’tan bizzat almıştı.
“Sağ ol,” diye mırıldandı Harry, asası ile kutusunu hemen kotunun cebine tıkıştırarak.
Harry, Godric’s Hollow’a dönecek olmaktan dolayı bir duygu karmaşası yaşıyordu. Heyecanlıydı ve bir parçası sonunda evine döneceği için mutluydu. Ama gel gelelim, diğer bir parçası ise beyninden hiç silinmeyen o görüntüleri atamıyordu. Tavan arasında tir tir titreyerek ve ağlayarak geçirdiği geceleri hiç unutamıyordu. Zihninde hâlâ evin her bir odasını ve istismara uğrayıp dövüldüğü her bir anıyı net bir şekilde görebiliyordu. Ona bunları yapan kişilerin kendi ailesi olmadığını biliyordu. O zamanlar Godric’s Hollow’un içinde bile değildi. Ama yine de, orada kalacak olmanın düşüncesi tüylerini ürpertiyor, bu duygunun önüne geçemiyordu. Ağzını açıp oraya gitmek istemediğini söyleyebilmek isterdi, ama annesi ile babasının onu anlamayacağını biliyordu. Hemen yanlış bir fikre kapılacak, Harry’nin onlarla kalmak istemediğini düşüneceklerdi. O yüzden Harry sesini çıkarmadan eve gitmek için hazırlandı. Ona bunu yaptığı için Voldemort’tan nefret ediyordu. Harry’nin kendi evine olan algısını büsbütün yok etmişti.
Potter’lar gitmeden hemen önce, önlerinde ufak bir ev cini belirdi. Elinde Harry’nin siyah kotu ile tişörtünü tutuyordu.
“Efendi, bu giysileri atmak için izninizi istiyorum,” dedi cin, Sirius’un önünde yerlere kadar eğilerek.
Sirius giysilere bakıp hemen cevapladı.
“Olur, bence Harry artık bu şeyler olmadan da yaşayabilir. Yepyeni bir gardırobu olacak, şüphesiz,” dedi, Harry’ye göz kırparak.
“Nasıl isterseniz, Efendi,” dedi cin, tekrar eğilerek. Tam Buharlaşmak üzereydi ki, Harry onu durdurdu.
“Bekle, dur!” dedi Harry, aceleyle ona doğru gelerek.
Herkes şaşkınlıkla Harry’ye bakıyordu. O giysileri daha fazla tutmak istiyor olamazdı herhalde.
“Harry, ne…” diye araya girdi James, ama Harry’nin siyah kot pantolonunu ev cininden alıp arka ceplerini karıştırdığını gördü. Yıpranmış bir parça kâğıt çıkardı ve hemen onu kendi pantolonunun arka cebine tıkıştırdı. Eski püskü pantolonu ise ev cinine geri verdi ve ona giysilerden artık kurtulabileceğini söyledi.
Harry küçük grubun yanına geri döndü ve aldığı kağıdın ne olduğuna dair hiçbir açıklama yapmadı. Birkaç saniye sonra, Potter’lar gitmek için hazırdı. Az önce olanların ne olduğunu nasılsa daha sonra öğrenirlerdi.
Çeviren: Tuba Toraman
Yorumlara bak
YAAA niye bu kadar kısaa?
O KADAR BEKLEMEYE ÇOK AMA ÇOKKKKKK KISAAAAAAAAAAAAAAA!!!!!!
Kaç günde bir geliyor bölümler?
Cok kısaydı
anladığım kadarıyla 2 3 günde bir ama gerçekten o kadar süre için çok kısa bir bölüm ve hiç bişey öğrenmedik yeni.
mevzu kopcak belli
Ben daha önce 3 ay kadar beklemiştim yeni bölüm gelmemişti,o yüzden başka bir yerden okumuştum,şimdi tekrar okuyorum ona rağmen çok heyecanlıyım
Bağımlılık yapıyor bu seri!
Bölüm çok kısaydı.
ÇOK AMA ÇOK AMA ÇOK AMA ÇOOOOOOOOOK KISAAAAA
merlinin sakalı niye bu kadar kısa