Albus Severus Potter: Tam Anlamıyla Babasının Oğlu!
|Harry Potter serisinin son çıkan kitabı Lanetli Çocuk’u okuyanlar ya da dehşet şansa sahip olarak tiyatrosunu izleme imkânı bulanlar bilecektir; bu hikâye özünde Harry’nin oğlu Albus’un babasıyla yaşadığı sorunlar ve “zıtlıklar” üzerine kurulu. İkisi de birçok açıdan benzer olmalarına rağmen aralarında belki de bu benzerlikten kaynaklı çatışmalar var ve Albus, bu farklılıkları kendi açısından haklı çıkartmak adına bir maceraya atılıyor. Bu ilişkide esas kilit nokta Harry’nin ağzından dökülen şu sözler: “Ben tüm bunları yaşamak istemedim.”
Peki, bu gerçekten doğru mu?
Seriyi tekrar tekrar okuyanlar olarak biliyoruz ki, kendisi için çizilen yol, Seçilmiş Kişi olmak Harry için sık sık bir yük halini almıştır, özellikle 5. kitaptan sonra. Harry Potter normal, bir aileye sahip, gözden uzak bir çocuk olmak istiyordu ve gerçekten özünde oldukça sade biriydi. Fakat Lord Voldemort ile arasında geçenler ve son Büyücü Savaşı, onu sık sık bir kahraman, yalnız ve anlaşılmayan bir çocuk olmaya itiyordu. Tüm bunlar yüzünden Rita Skeeter onun için “belki de kimselere benzemeyen bir çocuk” diyordu (evet, bazen Rita da doğruyu söyleyebilir!).
Sonunda tüm bu savaş bittiğinde, Voldemort gittiğinde, Harry kendi ailesini kurduğunda işler artık tamamıyla yoluna girmiştir diye düşünüyorduk hepimiz ama belli ki yanılmışız. Çünkü Harry’nin kaderi ilginç bir biçimde en küçük oğlu Albus ile tekerrür ediyordu. Nasıl mı?
Her ne kadar, “Ben bunları istemedim!” dese de, aslında Harry Potter’ın birinci sınıfta kendi kendine çizdiği yol ile Albus Potter’ın kararları inanılmaz biçimde benzerlik gösteriyor. Hadi inceleyelim.
Her Şey Gringotts İle Başladı!
Bildiğiniz gibi ilk yılında Harry, Hagrid ile ilk kez büyücüler bankası Gringotts’a gittiğinde, Hagrid “Hogwarts işi” olarak 719 nolu kasadan Felsefe Taşı’nı almış ve Hogwarts’a getirmişti. Harry o zaman neden olduğunu anlayamadığımız bir tutku ile bu taş meselesine takılmış ve tüm seneyi Hermione ve Ron ile birlikte bu esrarı aydınlatarak geçirmişti. Önce Gelecek Postası’nda geçen haberden yola çıkarak esrarengiz nesnenin Hogwarts’a getirildiğini anlamış, sonra da bu nesnenin Felsefe Taşı olduğunu öğrenmişti. Kitabın sonuna doğru Ron ve Hermione ile Snape’in taşı çalacağını öğrenmiş ve bunu engellemek için (ya da daha sonradan anlaşılacağı gibi Quirrel’ın) canını tehlikeye atmıştı.
Oysa tüm bunlar hiç olmayabilirdi.
Harry Potter da oğlu Albus Potter gibi, Hogwarts’a ilk kez geldiğinde adının getirdiği şöhretin ağırlığı altındaydı ve kendini kanıtlama isteği ile yanıp tutuşuyordu. Bu sebeple bir maceraya atıldı. Oysa kitabın ilerleyen safhalarında Ron’u dinleyip, taş meselesinden vazgeçebilirdi. Hagrid de onları bu meseleye karışmamak konusunda defalarca uyarmıştı üstelik.
Peki, eğer Harry Potter 1. yılında Voldemort’u engellemeseydi ne olurdu?
Voldemort güçlenirdi! Fakat dengi olarak işaretlediği Harry o sıralarda çok küçük olduğu için büyük ihtimalle Dumbledore Zümrüdüanka Yoldaşlığı’nı tekrar harekete geçirir geçirmez onu güvenli evlerden birinde gizlerdi. O zamanlar henüz güç ile başı dönmemiş ve Dumbledore’un sözünü dinleyen sihir bakanı Fudge’ın da desteği ile Voldemort’la savaşı büyükler verirdi.
Aslında görünen o ki bilinçsiz de olsa Bay “Tüm Bunları Ben İstemedim” Potter kendi yolunu kendi çizmiş, aynı küçük oğlu Albus Potter gibi. Albus da -her ne kadar başlarda inkâr etse de- Cedric Diggory’yi kurtarmayı kendisini babasına kanıtlamak için istiyordu ve yaptığı bu seçimle neredeyse karanlık dünyayı tekrar getiriyordu! Görünen o ki armut sahiden de dibine düşmüş!
Güzel bir yaklaşım.zaten çocuklar nekadar begenmeselerde sonunda anne babası gibi olurlar istemdışı olarak.bu bilimsel olarak kanıtlanmış bir kuram.(aile kuramcılarında)bir babanın ünvanıyla yaşamak mı yoksa kendin olmak mı?!tabiki düşündürücü.
Bence Harry bu sorumluluğa kendini fazla kaptırdı ve “Evet her türlü zorluğa göğüs germeliyim, yapılan tüm hatalı davranışları ben bulmalıyım, büyücü dünyasını ben korumalıyım.” dediği için ilk kitapta Snape’in taşı çalmasına engel olmaya çalıştı ve maceraya atıldı. Kendini buna zorunlu hissediyordu yani.
Lanetli çocuğu okurken düşündüğüm şeylerden biri de bu olmuştu, harry albusu her ne kadar ginny e benzetsede bence albus tam anlamıyla babasının oğlu, sonuçta harry eğer istemeseydi slyhterine gitme ihtimal vardı ve albusun da gerçekte gryfindora gitme gibi bir isteği olmadı…bütün bunlara bakarak albus da tıpkı babası gibi
Ben kitabı okurken hiçbir şeyi orjinal harry potter dünyasına sığdıramamıştım o yüzden tümkitaba karşı istemsiz bir kabullenmeme oluştu.
Albus’un kafasında şöyle bir algı var aslında ” Ya babam da babam babam da babam anladık dünyayı kurtardı. Ama ben babam değilim.” böyle bir kaygıya girmişken üstüne birde ben babam gibi değilim algısını benimsemişken içindeki aykırılık aslında babası gibi olduğunu gösteriyor. Harry de zaten olayların içine ayrıkılığı sayesinde girdi. Yani ben babamın yolundan gitmem deyip aslında babasının yolundan gidiyor çünkü söz konusu olan şey ikisininde aykırı olması. Bu durum Naruto adlı bir animede de olmuştur. Naruto’nun oğlu Boruto babasının yolundan gitmeyeceğini söylemiştir fakat Naruto’nun anlayışında zaten kendi yolunda gitme ve aykırı durma anlayışı vardır haliyle de Boruto’da aslında babasının yolundan, babasına benzerliğinden dolayı gitmiştir.