Fantastik Canavarlar’a Spoiler Dolu Ayrıntılı Bir Bakış!

fantastik-canavarlar-spoiler-inceleme

Bir Harry Potter filmine yalnız gitmek, içinde herhangi bir filme yalnız gitmekten biraz daha fazla hüzün taşır, öyle bir hüzün hissediyorsanız eğer. Özlediğiniz ve çocukluğunuz boyunca ihtiyaç duydukça kaçıp saklandığınız dünya şimdi bir kez daha geri döndüğünü haber vermiştir. Siz de o dünyaya tek kişilik bir bilet alır, sinemanın yolunu tutarsınız. Bunun ne kadar özel hatta neredeyse mahrem bir şey olduğunu o dönemi yaşamamış olanlara anlatabilmem mümkün değil. O günlere iyice benzer olması için filmi orijinal dilinde ve 2D izlemek istedim. Böyle bir yer bulmakta oldukça zorlandımsa da neyse ki sonunda başardım. Koltukların da yeterince rahatsız olmasını umarak yola çıktım…

Film tatmin edici derecede hayal kırıklığıydı. Bir Harry Potter filminden çıktıktan sonra bu hissi yaşamayı özlemişim. Filme hala “Harry Potter filmi” diyorum, bağışlayın. Bu isim bana o dünyada geçen herhangi bir hikayeyi ifade ediyor artık. Zaten Fantastik Canavarlar ismi de serinin geri kalan filmlerini pek yansıtmayıp, sadece isimden ibaret kalacak gibi. Yoksa daha kaç canavar krizinin sonu Grindelwald’a bağlanarak bitecek ki? 3. film, 4. film, 5. film? Hep mi Fantastik Canavarlar? Ama baş karakteri Newt Scamander olduktan sonra canavar olmayıp da ne olacak ki? Göreceğiz.

newt-scamanderin-cantasi

Hakkını vermek gerek, rezil edilmiş bir kitap uyarlaması kadar da kötü değil film. Aslında hepimizin beklediği gibi filmin en iyi yönü de bu; bir kitap uyarlaması olmaması. Bu yüzden doyurucu bir doluluğu var diyebiliriz. Harry Potter filmlerinin çıktığı dönem, her çekilen filmin ne kadar kötü olursa olsun nimet sayıldığı bir dönemdi, çünkü elde o dünyaya dair başka bir şey yoktu. Artık senede 10 süper kahraman filmi çıkıyor ve o günlerde karşımıza konmuş olsalar delireceğimiz filmleri artık daha sağlıklı değerlendirip beğenmeyebiliyoruz. O dönemki filmler de bugün çıksalar açıkçası çoğunun yüzüne bakılmaz -ki Harry Potter filmleri o dönem bile serinin sıkı takipçileri tarafından ilgiyle karşılansa da sonuç hep dev bir hayal kırıklığı olmuştur. Bugün onları hala zevkle izleyebiliyoruz ama sinematik başarılarından dolayı değil, sırf nostaljik tatları ve duygusal değerleri için. Benim Fantastik Canavarlar ile olan tek bağım da oydu zaten. O yüzden, film kötü ama sevdim. Yani tıpkı eski filmler gibi. Çünkü bana kitapları ilk kez (ya da 10. kez) okuduğum o güzel günleri hatırlattı. Senarist olarak bu defa klavyenin başında bir kitaptan neyi alması ve neyi almaması gerektiği konusunda zerre  fikri olmayan Steve Kloves gibi bir adam yerine bizzat Rowling olunca kadın neyi lazım görüyorsa kullanmış. Bir yazarın ilk senaryosu olarak oldukça başarılı. Ancak hikayede boşluklar da var, kesinlikle boşluklar var…

Filme kötü diyorum ama beni anlayın, demek istediğim, basit işte. Üzerinde fazla düşünülmemiş, izle geç bir film. Özellikle izlenimini yaratmak istedikleri dünyanın görselleştirilişi bakımından tam bir hayal gücü fakirliği. Koskoca Büyücülük Dünyası, Harry Potter serisini David Yates devraldığından beri arka planda kanat çırpan altın rengi nesneler, ortalığı dağıtan kara dumanlar ve yüksek tavanlardan ibaretmiş gibi kaldı. Ama gerçekten, niye bununla sınırlı kalsın ki? Rowling öyküsünde de ısrarla seriyi dizginliyor, her zaman ölçeği küçük tutuyor, uğraşmıyor. Asla basit bir öyküden fazlasını yapmıyor. Serinin tam potansiyelini göstermesine hiçbir zaman izin vermiyor. Dünyaya dair yeni kitaplarla mitolojisini genişletmiyor örneğin. Pottermore yapıyor onun yerine. Oradan ara sıra bölük pörçük ve çelişik bilgiler vermekle yetiniyor. Ancak tüm potansiyeli buymuş gibi de parsayı götürüyorlar. David Yates’in vasatlığı bunun için Rowling’in işine geliyor. Adam daha fazlasını talep etmiyor çünkü. Yapıp yapabileceğinin en iyisi bu.

fantastic-beasts-david-yates

Şimdi kesin “Nasıl beğenmezsin! Şunları görmedin mi, bunları fark etmedin mi, kitaplardan o vardı, şurada bu gönderme vardı!” diye çıkışanlar olur.

Gördüm, bütün o şeyleri elbette fark ettim. Ama bunlar tek başına bir filmi iyi yapmaya yetmez ki? O dünyada geçen bir film bu tür göndermeleri tabii ki yapacak. Mesele onları kullanarak bize nasıl bir hikaye anlattığı. Benim bu filmi beğenmem için bütün o malzemeyi kullanarak bana bundan daha iyi bir hikaye vermesi lazım. Hem hikayede, hem hikayenin anlatılışında, hem de görselleştirilişinde bundan daha kapsamlı, daha iyi bir şeye ihtiyacım var. İksir ve Thunderbird sırf sonunda kullanılmak için oraya konmuş, tamam. Ama unutturma için o ikisinin kullanılması ve kullanılma şekilleri çok basit değil mi?

Newt Scamander Thunderbird’ü geldiği yer olan Arizona’ya salıvermek için yanında içine bin tane başka yaratık daha doldurulmuş kilidi bozuk bir bavulla beraber yola çıkar ki, yolda bunlar kazara serbest kalsın, etrafa saçılsın. Peki, ne diyelim. Yani hikayeyi tetikleyen ve yokuş aşağı yuvarlanan bir kartopu gibi büyümesine neden olan tek şey bavulun kapağının doğru düzgün kapanmaması neredeyse. Ya da Burnuk’u koymaması gereken bir yere koymuş olması. Banka kasasına bile girebilen muzır bir yaratığı hiçbir ek önlem almadan bavulda taşımak bayağı iyimserlikmiş. Gerisi çorap söküğü gibi geliyor zaten.

Tina Goldstein’ın bir Burnuk’un bile ne olduğunu bilmemesi biraz tuhaf değil mi? Yani, hayatınızda hiç sincap da görmemiş olabilirsiniz ama onun ne olduğunu bilirsiniz, öyle değil mi? Ne okulda, ne Seherbaz olana kadar aldığınız eğitimde, hayatınızın hiçbir döneminde bir hayvanın adından, varlığından bile haberdar olmamış olmanız mümkün mü? Beslemek belki anlaşılabilir ama sihirli yaratıkların gizlilik nedeniyle yetiştirilmesinin yasak olması, insanların hayatlarında onların adlarını bile duymamış olmaları filan da biraz abartı geliyor kulağa. Dahası, kaba ve basit. Ne yapacaksınız, fark edilmesinler diye gördüğünüz yerde öldürecek misiniz kıtadaki bütün sihirli hayvanları? Bütün hayvanları öldürmek bu kadar kolay mı? Öldürmek yerine Avrupa’da yapıldığı gibi üzerlerine onları Muggle’lardan gizleyecek tılsımlar koymak daha akla yatkın değil mi? Kurgunun bu kadar kaba ve basit bir şeye bağlanmış olması, Büyücülük Dünyası’na yakışmayacak bir inceliksizlik.

Hadi diyelim ki mesafeden kaynaklanan iletişimsizlik nedeniyle Amerika kıtasındaki koloniler bu konuda cahil kaldı –ki çok zorlama- ve toplumsal evrimleri başka bir yöne gitti. Peki Newt Scamander’ın kitabını yazma gerekçesine ne demeli? Newt Sihirli yaratıkların çok yanlış anlaşıldıkları, onların önemsenmesi ve korunması gerektiğini düşündüğü, bunun için de bir kitap yazacağı minvalinde bir şeyler söylüyor. İyi de, senin geldiğin yerde bu hayvanlar kaç bin yıldır zaten biliniyor, mitlerde, öykülerde isimleri geçiyor, günlük hayatta karşılaşılıyor, onlardan elde edilen malzemeler dükkanlarda satılıyor, avlanıyor, yetiştiriliyor, ticareti yapılıyor. Yani kim bilir kaç bin yıldır bu hayvanlar biliniyor, tanınıyor ve üzerlerinde çalışılıyor zaten. Bu bilgi birikiminin Amerika kıtasına da koloniler yoluyla taşınmış olması gerekirken taşınmamasına ya da bir şekilde unutulmasına hadi inandık diyelim. Newt’in geldiği yerde sanki böyle köklü bir bilgi birikimi ve gelenek yokmuş, sihirli yaratıklar yüzyıllardır yanlış anlaşılıyormuş gibi laflar etmesi niye? Newt’in kitabını yazma amacı olsa olsa bu konuda şimdiye kadar yapılmış en iyi derlemeyi hazırlamak, en kapsamlı akademik çalışmayı tamamlamak filan olabilirdi. Çünkü onun geldiği yerde bu gelenek zaten var. Bunlar yazarken uzun gibi görünen ama filmde izlerken bir anda kavradığınız ve filmden uzaklaşmanıza neden olan şeyler. Filmi şekilden ibaret bir şeye dönüştürüyorlar. İçinde bulundukları dünya tutarsız. İyi inşa edilmemiş.

Hikayede herhangi bir merak unsuru yok. Sizi bir gizemin içine sokup, sonra işin aslını öğrendiğinizde şaşırmanıza neden olamıyor. Ortaya çıkan, ne olduğu öğrenilen durumlar var, fakat bunlar bir gizemin cevapları değiller, izlerken ne olduğu doğru düzgün anlaşılamayan, filmin veremediği bir durumun sonunda anlaşılması söz konusu. Bu da karakterlerin zayıf işlendikleri anlamına geliyor, hele de bu kadar uzun bir filmde, işlemek için bol bol vakit varken. Gizemden çok, “Bu karakterin olayı ne, ne yapmaya çalışıyor, ne ki bu şimdi?” soruları aklınızda dönüp duruyor ki bu karakterlerde eksik olan şeyin görünen bir motivasyon, bir davranış sebebi olduğu anlamına gelir. Karakterlerin görünen motivasyonları neler? Bu net değil ki ardından çıkan gerçek motivasyon bize çarpıcı gelsin.

Peki bu motivasyon eksikliği nerelerde? Örneğin Graves karakteri üst düzey bir bakanlık görevlisiyken Bakanlık soruşturmasını bırakıp neden olayı kendisi araştırmaya başlıyor? Aslında Grindelwald olduğu için araştırıyor olması bu sorunun cevabı değil, çünkü bu ortaya çıkana kadar karakterin anlamsızca ortada dolaşıp araştırma yapıyor olmasının bir nedeni bize verilmiyor. Film boyunca onun Bakanlıktan ayrı bir araştırma yürütmesinin nedenini başka bir amaçtan zannetsek ama sonunda Grindelwald ya da destekçisi çıksa, işte o zaman şaşırtıcı olurdu. Şu haliyle olayın hiçbir gizemi yok. Graves’in Grindelwald’un kendisi ya da destekçisi olduğu en başından ortada, çünkü sebepsizce bir şeyler karıştırıp duruyor. Bize de “Ne yapıyor ki bu şimdi?” diye sıkılmaktan ve ortaya çıkmasını beklemekten başka bir şey kalmıyor.

Hem kimdi ki bu Graves? Gerçek bir karakter miydi? Grindelwald Çok Özlü İksir’le mi onun yerine geçmişti, bu karakter neden daha sonra ortaya çıkmadı? Çoktan öldürülmüş müydü? Neden kimse bu durumdan bahsetmedi? Bu da hikayedeki boşluklardan birisi. Eğer en başından beri öyle bir karakter hiç yoktu ise, Grindelwald sırf kılık değiştirerek ve belki bir iki hafızayla da oynayarak Bakanlık’a kadar nasıl sızabildi? Bu iş bu kadar kolay mı? Kolaysa, yaratılan sihir dünyasının ucuzluğu ve basitliği demektir bu. Değilse, Grindelwald’ın gücü demek, fakat o zaman da Grindelwald’un sonrasındaki güçsüzlüğüyle çelişiyor. Grindelwald madem bu kadar güçlüydü, elinde Mürver Asa vardı, üç beş büyücüye nasıl yenildi? Newt ile rayların üzerinde saatlerce yaptığı saçmalık neydi? Tina’yı bile savuşturamadı. Sonunda da adi bir suçlu gibi elleri arkasından bağlanıp götürüldü. Onu bir yerde tutamayacak olsalar bile bu şekilde götürülmesi inandırıcı mıydı? Yerinde Dumbledore ya da Voldemort olsa böyle bir şey yapabilirler miydi?

Bakın David Heyman Graves konusunda ne demiş. Bu tür açıklamalar, “Biz filmde anlatmayı beceremedik, şimdi açıklıyoruz.” demektir:

“İyi soru. Aslında ben de merak ediyordum ama henüz birçok insan bu durumun farkına varamadı. Evet, gerçek Graves var. Ve evet, birileri onun yerine geçmek için çok özlü iksir kullandı. Hikayenin sonunda ne olur bilemiyorum ama Graves gerçekten var. O sahneyi çekmedik, çok özlü iksir sahnesi de çekmedik. Konuya ortadan girdik.”

Afferim.

graves-colin-farrell

Grindelwald’un yaşı konusu düşündüğünüzden de mühim. Filmde fazlaca yaşını başını almış bir Grindelwald gördük. Kendisi Mürver Asa’yı Gregoroviç’ten Dumbledore ve Aberforth’la olan ve Ariana’nın ölümüyle sonuçlanan düellolarından birkaç yıl sonra, neredeyse hala bir yeni yetmeyken çaldı. Sonraki yıllarda Avrupa’da kaos başladı, insanlar onun çok güçlü bir asa edindiğini söylüyorlardı, yarattığı dehşet her yere yayılıyordu. Bu sırada Dumbledore da okulda öğretmendi. Bundan sonra Grindelwald’a müdahale etmesi yıllar sürdü. Grindelwald’un ancak 20 yıl sonraki bu karşılaşmada bu kadar yaşlı görünmesi gerek. Daha şimdiden bu kadar yaşlıysa, 20 yıl sonra ne olacak? Bu konuyu bir kenara bırakırsak, filmdeki yaşını başını çoktan almış -ama oldukça genç olması lazım gelen- Grindelwald’un yaşına göre şu anda gücünün doruğunda olması gerek ama oldukça güçsüz bir karakterle karşılaştık, üstelik elinde Mürver Asa olmasına rağmen. Graves karakteri en başından beri biraz fazlaca güçlü gözüküyor, şüpheli hareketleriyle de izleyende ya Grindelwald destekçisi ya da Grindelwald’un bizzat kendisi olması gerektiği izlenimi uyandırıyordu. Ancak karakter sahiden de Grindelwald çıktığında ise, Graves gibi herhangi biri için fazlaca güçlüyken, Grindelwald olmak için fazlaca güçsüz ve yapıp yapabileceğinin bu kadar olduğunu gördük. O yaşta koskoca Grindelwald yakalanıp yaka paça götürüldü. Basit, basit, basit.

Grindelwald’un karışıklık çıkartmak için Obscurus haline gelmiş bir cadı ya da büyücü bulmaya muhtaçmış gibi bunun için o kadar zahmete girmiş olması, bunun filmin merkezine alınmış olması ise aklıma geri dönmek için Felsefe Taşı’na muhtaç olan Voldemort’un güçsüzlüğünü getirdi. Koskoca Grindelwald’un elinden gelenin hepsi bu kadar mıydı yani? Bunu bile beceremeden tutuklanmak? Newt ve birkaç kişiye yenilmek? Hafızaların masaldaymışız gibi kolayca yağmurla değiştirilivermesi. Obscurus’u sırf Ariana konusuna girmek için kullandıklarını bilmiyor olsam, “bu ne biçim Grindelwald” derdim. Onun yerine “bu ne biçim film” diyorum. Obscurus mevzusu Grindelwald’un bir filmde tek seferde kullandığı araçların sadece biri olarak kalabilir ve bu haliyle çok daha iyi olabilirdi, Grindelwald’un bir hizmetkar aracılığıyla saldırdığı bilinebilir ama kim olduğu bilinmeyebilirdi. Böylece Bakanlık’ın panikle olayların üzerini örtme çabası daha dişe dokunur gözükürdü. Graves tutuklanacakken Grindelwald Voldemort’un Bakanlıkta belirmesi gibi metroda belirebilir ve hizmetkarını alıp orayı da yerle bir ederek kaçabilirdi. Daha önümüzde 4 film var diyebilirsiniz ama unutmayın, Grindelwald gayet yaşlı ve dünya çapında panik çoktan başlamış. Yani kariyerinin henüz başında bir Grindelwald izlemiyoruz ki bu kısım devam filmlerine bırakılsın. İşte bu yüzden Grindelwald çok daha genç olmalıydı. Bunun yerine Obscurus’u gidip tam filmin merkezine yerleştirmişler ki gözümüzden kaçmasın. Çünkü filmde de izlediğiniz gibi bu Obscurus denen şey Dudley kadar tiniminicik, kolaylıkla gözden kaçırılabilir bir şey. Filmin ilk yarısı anlamsızca uzayıp giden canavar yakalama, ikinci yarısı ise kara duman yakalama.  Bu kadar basit 5 filmdense, çok daha kapsamlı ve kompleks 3 film görsek hazine değerinde bir şey olabilirdi. Ama yok, maazallah daha az para kazanırlardı o zaman.

Evet, Obscurus’un ne olduğu açıklanırken fark etmiş olabileceğiniz üzere, Dumbledore’un kız kardeşi Ariana bu tarife tamamen uyuyordu. Kitaplarda Obscurus terimi hiç geçmemiş olsa da, Ölüm Yadigarları’nda Ariana’nın durumundan bahsedilirken Obscurus’un aynısı tarif ediliyordu. Ariana da Gizlilik için risk teşkil ettiğinden –ve dahası tehlikeli olduğundan- ailesi tarafından saklanıyordu. Bu duruma ileride geri dönebilmek için bunu filme dahil etmişler, ancak merkezdeki konunun Obscurus olması Grindelwald’u o yaş için başka araçlardan yoksun ve güçsüz göstermiş. Gizliliği bozmanın daha iyi yolları da vardır eminim ve tekrar hatırlatırım, Grindelwald yolun başında değil. O yüzden önümüzde daha 4 film var demeyin. Ayrıca sizi bilmem ama Ariana’nın durumu kitapta tarif edilirken benim kafamda canlanan görüntü kesinlikle böyle bir şey değildi. Ben daha çok Avatar the Last Airbender’daki kontrolsüz gerçekleşen Avatar State’e benzer bir şey gibi düşünüyordum bunu. Filmde gösterilen hali de şık olmakla birlikte, tam her zaman aklına ilk gelen şeyi kullanıyor gibi duran David Yates yüzeyselliğinde bir şey olmuş. Karanlık mı olsun istiyorsun, tamam siyah olsun, böyle duman gibi bir şey olsun, uçsun kaçsın. Bu adam Ölüm Yiyenleri de aynı dandik şekilde oraya buraya uçurdu kaçırdı kaç film boyunca zaten. Hevesini tam alamamış olacak ki burada da devam ediyor aynı şeye. Obscurus’un kim olduğu belli olmasın diye de insanın komple duman benzeri bir şeye dönüşmesi gibi bir çözüm bulmuşlar. Meh… “Obscurus kim?” İnsanı pek meraktan öldürecek bir soru değil. Hikaye, çok büyükmüş gibi davranılan ama aslında çok küçük olan bir ölçeğin içine hapis gördüğünüz gibi. Tatmin edemiyor insanı.

obscurus

Son bir kez daha Grindelwald henüz bu kadar güçsüz olacaksa yaşanan kaos gazetelerde gördüğümüz kadar büyük olmamalı ve kendisi de çok daha genç olmalı. Yok bu kadar yaşlıysa bu kadar güçsüz olmamalı diyerek Grindelwald bahsini kapatıyorum. Grindelwald konusunda yaş, güç ve geçecek süre bakımından büyük bir dengesizlik, bir uyumsuzluk var.  Bu arada filmin başındaki gazete manşetleri sahnesi filmin en iyi kısmı olabilir. Bize dünyaya dair kemikleşmiş bir şey veren, arkası, devamı, bir gerçekliği olduğu izlenimi veren tek kısım oydu ve arkada kanat çırpan büyülü nesnelerden çok daha iyi yapıyordu bu işi. Ancak ne yazık ki gazete manşetlerinde yansıtılan o geniş, katılaşmış dünyanın devamı gelmiyor filmde. Kurallar kanunlar, Bakalık, olaylar filan çok laçka. Sadece lafta varlar, olayın içinde neredeyse hiç görünmüyorlar. Yazar istediğinde bütün sorunlar çözülüyor, istemediğinde ise anlamsız bir mücadele izliyorsunuz saatlerce. Yazar istediğinde bir olay gerçekleşiyor, istemediğinde elli kere gerçekleşmesi gerekse bile devamı gelmiyor, hiçbir sorun çıkmıyor. Bu konuya birazdan yine geleceğim.

Filmde benim açık ara en hoşuma giden kısım, Graves’in Newt’a Dumbledore hakkında soru sormasıydı elbette. Ama burada beni esas mest eden şey Dumbledore’un adının geçmesinden çok, bu soruyu soran kişinin aslında Grindelwald olması. Newt’i tanımaya çalışıyor gibi yaparken aslında Dumbledore hakkında bir şeyler öğrenmeye çalışıyor olması. “Albus bu adamı neden kolluyor, bu adamda ne var? İşimi bozabilir mi? Neden burada? Albus neler yapıyor, burada olduğumu biliyor mu? Bu işte bir parmağı mı var?” Yıllar önce araştırma yapmak için gittiği köyde tanışıp birlikte 2 ayını geçirdiği ve sonrasında hayli olaylı bir şekilde yollarının ayrıldığı, kendisi kadar yetenekli genç çocuğa karşı duyduğu korku, ilgi, merak. Eninde sonunda bir gün tekrar yollarının kesişeceğini biliyor. Ama ikisi de bundan sonuna kadar kaçınacak. Yalnız, birlikte geçirdikleri kısa süreye rağmen sadece aralarındaki husumet büyük, ilişki değil. Dumbledore Grindelwald’a karşı o iki ayda duygusal bir şeyler hissetmiş olsa bile artık bunun çok geride kalmış olması gerek. Gelecek filmler, aralarındaki husumet büyük olsa da, ikili birbirini 2 aydan daha uzun bir süre tanımış gibi yapmamalı kesinlikle. Aslında bu ikisinin koskoca ömürlerinde sadece çok kısa bir süreliğine yolları kesişmişti.

Graves aslında epey iyi bir karakter olma potansiyeli taşıyordu, Grindelwald çıkmasına resmen üzüldüm. Colin Farrell’ın rolü/karakteri çalınmış gibi hissettim. Adam film boyunca o kadar oynadı, sonunda yaptığı her şey Grindelwald ve Johnny Depp’in hanesine yazılmış oldu. Filmler illa bu kadar basit olacaksa, bu karakterin filmin sonunda kurtarılmasını ve sonraki filmlerde de rol almasını, kendi içinde bir karakter gelişimi yaşayarak daha iyi birine dönüşmesini isterdim. Ancak bu filmin sonunda ortaya çıkmamışken sonraki filmde çıkması düşük bir ihtimal.

Tina_and_Queenie

Bir başka zayıf motivasyon örneği de Tina ve Queenie kardeşler. Özellikle Queenie’nin hiçbir çatışması yok ve ikisinin de filmde göründükleri sahne sayısı çok fazla olmasına rağmen rolleri çok az. Tina Newt’i Bakanlık’a sokmaya yaradı, Queenie’de onları bakanlıktan çıkarmaya. Koca filmde başka ne işe yaradılar? İkilinin doğru düzgün bir hikayesi, çatışması, karakter gelişimi yoktu. En başta Queenie’yi bildiğiniz hasta, eve kapalı yaşıyor filan sandım. Sonra garip hareketler yapmaya başladı, acaba hastalıktan mı dedim. Sonra yok, hiçbir olayı da çıkmadı, ama neden böyle birisi, neden Zihnefendar, onlar da cevaplanmadı. Sadece öyle yani. Bir hikayesi yok. Baş karakterler olan çiftin yanındaki, filmin komiklik ihtiyacını karşılayan saf adam ve çatlak kız çifti arketipi. Peki.

Filmin finalindeki, duygusal olmasının amaçlandığını sandığım, uzatılmış romantizm sahneleri de gerçek bir dramatik etki oluşturmuyordu düşününce. Madem adamın anılarını siliyorsun, sonra neden yine gidip tanışıyorsun. Madem adamla gidip tekrar tanışacaksın, neden güzelim anılarını siliyorsun? Gidin İngiltere’ye evlenin? Gitmek için önünüzde ikna edici bir engel var mı gerçekten? Bu işi ilk filmden halletmek istememişler belli ki ama önümüze konan engeller (daha doğrusu konmayan) inandırıcı değil.

Filmdeki bana göre en can sıkıcı ikinci nokta, Bakanlık geldiğinde ya da problemin çözülmesi gerektiği yerde büyüler pekala kullanılıyor. Ama yazar problem çözülsün istemediği sürece de oradan oraya zıplayıp aptal aptal hareketler yapıp duruyorlar. Yani yazarın müdahalesi çok göze batıyor filmde. Bu da olayların birbirine oldukça gevşek bağlanmaları demek. İnsan haliyle soruyor, (yani sorduğunuzu umuyorum) “az önce iki dakikada hallettiler, şimdi neden halledemiyorlar aynı şekilde?” Kuyumcuda iki saat Burnuk’la boğuşmak, böcek aramak, çaydanlık aramak, böceği ağır çekimde zıplayarak havada yakalamaya çalışmak.  Aksiyon için bunlara ihtiyaç var mı gerçekten? Hem hikaye gereği ihtiyaç var mı, hem aksiyon için bunlara muhtaç mıyız? Bunlar Muggle aksiyonları, bu dünyada bunlara gerek yok; oraya büyünün yol açtığı bir aksiyon bulmak zorundasın. Aksi takdirde bu hem tutarsızlık yaratarak inandırıcılığı zedeliyor, hem de seriyi iyice bilenlerin izlerken film hakkında pek nahoş şeyler düşünmesine sebep oluyor. “Yapması gereken şey çok basit, neden bir çağırma büyüsüyle işi bitirmiyor? Neden on saat bu saçmalığı izliyoruz? Bu filmler neden böyle saçma çekiliyor?” Elbette biliyoruz ki karakter bir çağırma büyüsüyle problemi anında çözse ortada seyirlik bir şey kalmaz. Ama film neden seyirlik olarak ortaya hem bu kadar basit hem de tutarsız bir şey koyuyor ki? Neden bunlar çıkartıldığında ortada izlenecek bir şey kalmıyor? Neden izlenecek şeylerin çoğu bundan ibaret filmde? Filmin tüm komikliğini buna dayandırırsanız elbette bu tür saçmalıklar çıktığında geriye izlenecek pek bir şey kalmaz. Peki neden filmin komikliğini bu kadar ucuz tutarsınız? Serinin takipçilerinin dışında kalan genel kitleyi de tavlamak ve daha çok para kazanmak için elbette. Genel kitle sinema salonunu kahkahalara boğarken, seriyi yıllardır yakından takip eden bir insan ise izlediği saçmalık karşısında koltuğunda acı içinde kıvranıyor. İlgisiyle ta en başından beri seriyi var etmiş esas kitle, asla istediği ve hak ettiği şeyi izleyemiyor. Her zaman en basiti olmak zorunda. Benim gözümde Harry Potter filmleri ve o dünyada geçecek olan diğer filmler bundan çok daha fazlası olma fırsatını Azkaban Tutsağı filminden sonra kaçırdılar. Hatta Rowling de filmleri kitaba uydurmaya değil, kitapları filmlere uydurmaya başladı. Artık sadece film için yazıyor, ki bu Ölüm Yadigarları kitabında bile bütün o filmde şık durması için yazılmış kısımlardan belliydi. Artık elimizde “filme iyi uyarlayamasalar da hiç değilse kitaptaki hikaye iyi” diyebileceğimiz bir kitap da yok, yani elimizde kalan tek şey insanı kanser eden saçma sapan sahnelerle dolu filmler. Ama siz de benim gibi tercih ederseniz eğer 7 kitap hala orada. Tabii her zaman “Böyle çekilirse çekilsin, ne olacak ki? Bana yetiyor,” da diyebilirsiniz.

Ben şahsen Rowling’in 7. kitaptan sonra yazdığı, söylediği ettiği her şeyi hatalı buluyorum. Tam tersine, evreni genişleteyim derken küçültüyor, diğer ülkeler hakkında bilgi verirken hayal ettiğimizden çok daha kısıtlı bir dünya sunuyor. Hani neredeyse “Teyze o öyle değil, bak daha önce kitapta bu böyle demiştin ya, şunun da öyle olması lazım o zaman, hatırladın?” diye seriyi yazan kadına yazdığı şeyi öğreteceğim. Yani aslında iş Rowling’den çıkalı çok oldu. Benim için Harry Potter serisi ilk kitabın ön kapağıyla 7. kitabın arka kapağı arasında kalan kısmı ve 3 ek kitabı kapsıyor. Gerisi tamamen bizlerin hayal gücüne kalmış bir şey. Rowling şunu dedi, sitede bunu yazdı, şu film çekildi; artık hiçbir önemi yok. Ben geçmişte kitaplarda okuduğum kadarına bakarım.

harry potter seri

Rowling kitaplar boyunca asaların kullanıldığı bir tarih yaratıp, asaları masallarında bile kullanıp, sonra kalkıp bize asaların aslında Avrupa icadı olduğunu ve 19. yüzyılda popülerleştiğini, yoksa büyücülerin özellikle Afrika’da asasız da gayet iyi büyü yapabildiklerini söylerse, burada bir yanlışlık yapmış olur. Çünkü bu zamana kadar asasız büyünün, sihrin çok ilkel bir hali olduğu, ancak Dumbledore gibi çok güçlü büyücülerin asasız kayda değer küçük şeyler yapabildiği izlenimini edinmiştik. Rowling böyle deseydi ve ekleseydi ki “birkaç bin yıl önce asanın icadıyla büyünün daha verimli kullanılmasının bir yolu bulundu, 19. yüzyılda da iyice mükemmelleştirildi,” bunu anlarım. Hatta dünyanın farklı köşelerinden uzunlu kısalı değişik asa modelleri de hikayeye renk katar. Ama yok, kalkıp asasız da gayet büyü yapılabildiğini, Afrika’da hep böyle olduğunu, gayet de iyi olduğunu ileri sürdü. Bu da Harry ve Voldemort arasındaki asalar yoluyla kurulan özel bağı, çatışmayı ve Voldemort’un yeni bir asa arayışını zorunlu hissetmesini tamamen boşa çıkarmış oldu. E o zaman hiç gerek yokmuş Harry Potter serisinde asa yüzünden çıkan onca tantanaya? Oldu mu şimdi? Sonra “neden sadece kitapları dikkate alıyorsun?” İşte bu yüzden. Buna benzer daha bir sürü şey var.

Hem sonra madem asasız da büyü yapılabiliyor, neden illa sadece asalı olanını öğretiyorsun ki çocuklara? Sonra asan elinden uçup gidince dımdızlak ortada kalıveriyorsun, asanı geri çağıramıyorsun, yüksek bir yerden düşerken kendini kurtaramıyorsun, Neredeyse Kafasız Nick gibi asan elinden alındı diye idamdan kaçamıyorsun. Yani bu asasız da büyü yapabilme güncellemesi tamamen saçmalık. Sen senelerce bütün olayı asan giderse büyü yapamadığın üzerine kur, kontrolsüz küçük tuhaflıklar hariç sadece çok güçlü büyücülerin kontrollü olarak küçük numaralar yapabildiği izlenimi ver, sonra “Asasız da gayet büyü yapılıyor.” Ya bırak. O başka bir dünya, başka bir seri.

O zaman bir örnek daha. Filmde Salemcilerin eline asa geçiyor; kırmak yerine onu bütün iddialarını kanıtlamak için kullanamazlar mı? Önce Muggle oldukları için asanın onlar için sıradan bir çubuktan farksız olduğunu düşündüm. Ancak Rowling’in kitaplardan sonra yeni uydurdukları bir kez daha kendisiyle çelişiyor, Ilvermorny’nin hikayesinde James No-maj olduğu için asalardan birisi tarafından “tepiliyor.”

ezra-miller

Filmde insanların hafızasının silinme yönteminin de oldukça masalsı olduğunu düşünüyorum ve bu bir masal değil. Ortada bir hafıza büyüsü varsa hedef alınan bir anı, bir iksir varsa dozu diye bir şey vardır. Yani ortada yine bir unsurun sinemada görselleştirilmesi sorunu var. Kitapları okurken böyle bir hafıza silme problemin bu kadar basit ve kolay bir şekilde çözülemeyeceğini bilirsiniz. Ancak problemin romanlardaki çözülme şeklini filmde izlemek de okumak kadar keyif vermeyebilir. Bunun için onun yerine onun izlenimini verecek görsel bir şey bulmak gerekir. Ancak bulduğunuz şey ne kadar şık da olsa, kitapta yaratılan dünyanın kurallarıyla çelişmemesi gerekir. Neticede hala kitaplardaki dünyayı uyarlıyorsunuz. Ben filmlerde özellikle bu konuda aşırı basite kaçıldığını ve kitaplarla çelişip çelişmemenin de hiç gözetilmediğini düşünüyorum. Yağmurda gazetelerin mürekkebinin akıp silinmesi buna bir örnek. Şık mı? Şık. Ama kurallarla çelişiyor. Onu boşver, unutturduğu izlenimini veriyor mu? O halde yeter, düşünme geç.

Özetle, bu film bir kitap uyarlaması olmasa da, hala aynı dünyanın filme uyarlanması söz konusu olduğu için bazı problemler çözülse de çoğu problem devam ediyor. Bu durumda hangi dünyayı tercih edeceğiniz size kalmış bir şey. Açıkçası ben filmlerin dünyasına pek yokum. Yani benim sevdiğim dünya bu değildi. Hatta şöyle bir şey söyleyeyim de tam olsun; hani kitapları okuduktan sonra hep cadı, büyücü filan olmak isterdik ya çocukken. Hah işte, o olay bu filmlerdeki gibi olacaksa eğer, ben istemezdim büyücü filan olmak. Arka plandaki dünya, arka planda kanat çırparak uçan nesneler basitliğinde tutulacaksa ben filmlere yokum. Aşırı zayıf ve uyduruk bir dünya bu. Benim sevdiğim dünyanın çok zayıf bir taklidi. Düello sahneleri Zümrüdüanka Yoldaşlığı’ndan beri çok zayıf, büyüler cılız. Kitaplardaki görkemi, katılığı yansıtmıyor. Görkem deyince David Yates’in bunu görselleştirmekten tek anladığı yüksek tavan. Karanlık deyince siyah fayans kaplı banyo gibi Bakanlık, kara duman şekilde Ölüm Yiyen. Düello deyince de asalardan çıkan büyülerin çakışması. Bir de “kendi yaratıcılığımı kullandım” demez mi. Sorun bu. Ben Yates’in yaratıcılığını, onun görselleştirdiği dünyayı, onun açısını basit ve cılız buluyorum. Bir Alfonso Cuaron’un yönettiği filmdeki Patronus efektine bakın, bir de Yates’in yönettiği Zümrüdüanka Yoldaşlığı’ndakine. Bir Chris Columbus’un Sırlar Odası’ndaki minik düelloda bile kullandırdığı efektlere ve koreografiye bakın, bir Yates’in çektiği filmlerdekilere. Şimdi benim bu adamın çekeceği Fantastik Canavarlar filmlerinden umutlu mu olmam gerekiyor? Kitapta o biçim tarif edilen Dumbledore-Voldemort düellosuna yaptığı şeyi hala unutamamışken? Her şeyi mümkün olduğu kadar basit tutmaya çalışan Rowling kendisinden çok memnun. Ben değilim. Gelmiş geçmiş en büyük büyücü düellosu olarak geçen Dumbledore-Grindelwald karşılaşmasını da, bu cümleden aldığı gazla, aynı Hobbit’in 3. filmindeki saatler süren savaş sahnesi gibi, olması gerekenden 3 kat fazla uzatılmış, uçuk kaçık efekt çöpü, basit bir şeye çevireceğinden eminim. Bir an için Harry ve Voldemort’un son karşılaşmasını hatırlayın. Voldemort’un Harry’yi tekme tokat dövdüğü, yerlerde süründüğü, sarılarak kuleden aşağı atladıkları sahneleri aklınıza getirin ve Dumbledore-Grindelwald düellosundan umutlu olduğunuzu söyleyin… Bu defa o sahnede müzik kullanmayı akıl etse bari.

dumbledore-grindewald

Filmin altyazılarını hazırlayanlara da teşekkür etmek istiyorum. Bizim eski Harry Potter filmlerindeki Ölüm Yiyen’e Ruh Emici, Ruh Emici’ye Ölü Yiyici denen, korsan vcd çevirisinden hallice altyazıları hala unutamadığım için korkuyordum. Çeviriyi kitaplardaki Türkçe terimlere bağlı kalarak gayet özenli hazırladıklarını görünce rahat bir nefes aldım. Bu filme gitmek, çocukken yaptığımız çok güzel bir şeyi, bir çocukluk ritüelini tekrarlamaktı ve bu kadar değişikliği kaldırabilirim.

Popom uyuşmuş halde salondan çıkarken “Yüzünü ifadesiz tut,” dedim kendi kendime. “Hislerini belli eden budalaların, duygularını kontrol edemeyenlerin, hüzünlü hatıralara dalanların ve kolayca tahrik edilmelerine izin verenlerin -başka bir deyişle, zayıf insanların- Karanlık Lord’un güçleri karşısında hiç şansı yoktur.”

⁠⁠⁠Evapsie!
31 Yorum

Bir Yorum Ekle

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir